Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
“Şans Eseri” Sözünün Perde Arkasında Yatanlar
Olağandışı bir kaza haberi insanlara nakledilirken kullanılan “şans eseri kazada ölen ya da yaralanan olmadı”, “şans eseri kazadan yaralı olarak kurtuldu”, “şans eseri kazayı hafif sıyrıklarla atlattı”, “şans eseri burnu bile kanamadı” ve benzeri sözleri medyada duymayan ve ezberlemeyen kalmamıştır. Oysa bu tür sözler düşünülmeksizin söylenen ama ciddi sorumluluğu da beraberinde getiren sözlerdir. Çünkü böyle bir ifade tarzı problemli olup İslam toplumunun içler acısı halini yansıtmaktadır. Zira bu sözlerin ne derece İslami anlayışla örtüşüp örtüşmediğinin dikkatle incelenmesi ve sorgulanması gerekmektedir.
Tesadüf ve tevafuk arasındaki o ince farkı anlamak istemeyenlerin bilerek ve isteyerek yüce Yaratıcıyı devre dışı bırakmaya çabalamaları doğru olmamıştır ve olmamaktadır. Onların bu söylem ve yaklaşımları, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin medyasında sürekli olarak dillendirilerek insanların algı dünyası adeta fesada ve bozguna uğratılmaktadır. Zihin kodlarına bu tarz menfi bir yükleme yapıldığını farkedemeyen, bunu düşünemeyen ve eleştiremeyen bir toplumun ise uzun vadede bunun bedelini ağır bir şekilde ödemesi kaçınılmaz olacaktır.
Kendilerinin dini değerleri önemsediğini iddia eden bazı medya organlarının da aynı şekilde bu tür bir haber verme tarzının etkisinde kaldıkları ve aynı tarz cümleleri bir papağan gibi sorgulamadan seslendirdikleri görülmektedir. Yine aynı şekilde toplumun önüne çıkan bazı örnek kişilerin de bu sözlerin tesirinde kaldıkları ve düşünmeden bu lafları tekrarladıkları ayrı bir gerçektir.
Oysa durum göründüğü kadar basit değildir. Olayları sadece şansa ve tesadüfe bağlayarak izah etmek, son derece sakat ve problemli bir bakış açısının ürünüdür. Bu nedenle herkesin sözlerine son derece dikkat etmesi gerekmektedir. Külli ve cüzi iradeyi devre dışı bırakan, Yüce Allah’ın her an, her saniye ve her dakika yaratmaya devam ettiği inancını (Rahman, 55/29; Fatır, 35/1) içselleştirememiş olan ve Allah’ın lütfu, fazlı, rahmeti, bereketi ve mağfiretini göz ardı edenlerin böyle bir dil kullanmaları belki onlar açısından normal görülebilir. Ancak Allah’a ve ahiret gününe inandığını ve dindar olduğunu söyleyenlerin bütün bu hassasiyetleri unutarak eleştirel bir bakış açısı ile meseleyi ele almamaları, Kur’an ve Sahih Sünnet’e göre bu durumu değerlendirmemeleri de son derece üzüntü verici bir durumdur.
Nitekim şansa ve tesadüfe yer olmadığı ve olmayacağı, dünyada yaşanan her şeyin külli bir planın ve cüzi iradenin bir parçası ve sonucu olduğu, insanın kendi yaptığı eylem, söylem ve davranışlarının kendi yaşantısını büyük oranda etkilediği ve etkileyeceği, başkalarının onun hakkındaki dua, beddua ve temennilerinin onun kader çizgisinin gelişmesi ve şekillenmesinde etkin bir rol oynadığı ve oynayacağı inancını göz ardı etmek İslam’ı anlamamak ve doğru değerlendirememek olacaktır. Eğer böyle olmasaydı, insanların imtihan edilmek üzere bu dünyaya gönderilmelerinin bir anlamı olmazdı. Yine insanın Rabbe dua etmesinin bir anlamı kalmazdı. İbadetlerin ve sorumlulukların öneminden bahsetmek manasız olurdu. Cennet ve cehennemin varlığından ve oraları hak edecek kimselerin davranışlarından ve sorumluluklarından bahsetmek imkânsız hale gelirdi. Yazılmış bir senaryonun figüranları olduklarını, buna müdahil olamadıklarını iddia eden ve insanın iradesi hiçe sayanların ellerine büyük bir koz verilmiş olurdu. Yine bu tür safsataları yayan ve inkâra yönelen, derin düşünmeyi reddeden küstah ikiyüzlülerin elinde dini değerler oyun ve eğlence aracı haline dönüştürülebilirdi.
Dolayısıyla bilmek gerekir ki, insanların kaderlerini büyük ölçüde belirleyen kendi yapıp ettikleridir. Sözleri, duaları, samimiyetleri ve hadiseler karşısındaki büyük konuşmaları veya isyanlarıdır. (Muhammed,47/31) Hayata bakışları, duygu ve düşünceleri, tavırları, davranışları, tepkileri, niyetleri, başka insanlarla ve tabiatla kurdukları her türlü ilişkileridir. Sorumluluklarının gereğini yerine getirip getirmedikleridir. (İsra, 17/13-15) İstikamet üzere olup olmadıklarıdır. (Fussilet, 41/46)Arzu istek ve beklentilerini kontrol edip etmedikleri, Allah ile manevi anlamda yakınlaşıp yakınlaşmadıkları ve bu birlikteliği derinleştirip derinleştirmedikleridir. (Hac, 22/74; Zümer, 39/67)
Bütün bunları görmeyerek meseleleri sadece kör bir tesadüf ve şans ile değerlendirmek ne Hz. Peygamber’i, ne de İslam’ı doğru anlamak olacaktır. Algı ve düşünce dünyaları bu şekilde bozulmuş, İslam’ın değerler sistemini doğru kavrayamamış insanların hadiseler karşısında şans ve tesadüf masalına inanıp dayanmaları, meseleyi basit ve düz mantıkla ele alıp değerlendirmeleri ve yanlış bir kader anlayışına yönelmeleri son derece sakıncalıdır. Oysa bilinmelidir ki, insanların ve toplumların yaşadıkları her olay, ya kendi yapıp ettiklerinin doğal bir sonucu (Rum, 30/41) ya da yüce Allah’ın lütfu, mağfireti, uyarması, ikazı ve rahmeti neticesinde gerçekleşmektedir. (Tegabün, 64/11; Hadid, 57/22; Hac, 22/11; Zümer, 39/8, 49)
Bir insan, başından geçen her bir hadiseyi böyle bir gözle değerlendirmek durumundadır. Şans ve tesadüf sonucu bunun gerçekleştiğini düşünmek ve yüce Allah’ı ve onunla olan ilişkisini hiç hesaba katmamak bir mü’mine asla yakışmayacaktır. “Lütfunda hoş, kahrında hoş!”, “Allah var, keder yok!” “Rabbim sen nasıl sever ve istersen öyle olsun!” ve “Rabbim hakkımda hayırlı olanı lütfet!” diyecek manevi olgunluğa ve dereceye ulaşmak için gereken çabayı sarf etmeyenlerin başkalarını suçlamaları, ya da bu konuları anlamayı şansa, uğursuzluğa, şeytana, tabiata ve tesadüfe havale edip tefekkürden, teakkuldan, tezekkürden ve tedebbürden kaçınmaları ve giderek sekülerleşip dünyevileşmeleri son derece yanlıştır.
Tevafuk nedir anlamak istemeyen, kaderle ilgili ayetleri doğru değerlendiremeyen, Allah’ı unutan ve umursamayan, Allah’ın kullarına bağışladığı ilahi lütuf ve keremi doğru okuyamayan, dünyada bulunuş gayesini anlamak ve öğrenmek için hiçbir gayret sarf etmeyenlerin suçlamaları gereken öncelikle kendileri olmalıdır.
Yüce yaratıcının ihmal etmediğini (kendi haline terketmediğini) ama imhal ettiğini (mühlet verdiğini ve zaman tanıdığını) kavramak istemeyen birisinin “kader”i ve “şans”ı doğru anlayıp değerlendirmesi zaten mümkün değildir. (Ali-İmran, 3/140)
Bir büyük sıkıntıdan kurtarılan insanın bu imtihan neticesinde kendisinden beklenilenleri hala yerine getirmeyerek eski yaşantısına dönmesi ve kendisine bahşedilen bu fırsatı heba etmesi doğru değildir. (Yunus, 10/22-23) Yaptığı bir iyiliğe karşılık olarak, bu dünyada yaşayacağı bir sıkıntıyı, kazayı, ezayı, cefayı, belayı, musibeti hafif şekilde atlatmasını veya ağır bir yükten daha kolay bir şekilde kurtulmasını bir lütuf ve ihsan olarak görüp ona göre hareketlerine çeki düzen vermeyen ve bunu sadece şans ve tesadüfe bağlayan birisinin uzun vadede kaybedeceği aşikardır.
Örnek vermek gerekirse, kendi tedbirsizliği ve dikkatsizliği sonucu kaza yapan, ama bunu küçük sıyrıklarla atlatan birisi, bunun Allah’ın bir lütfu, fazlı, ikazı ve keremi sonucu gerçekleştiğini, bunun kendisi için ciddi bir uyarı olduğunu kabul eder ve buna göre olumlu anlamda bir değişim ve dönüşümü kendi iç dünyasında başlatabilirse, yaşadığı o kaza onun için bir hayr ve günahlardan kurtuluşa bir vesile olabilecektir. Ama hala bu yaşadığını şansa ve tesadüfe bağlayarak bu yaşananlardan gereken dersi çıkarmazsa kendine yazık edebilecektir. Sonuçta ise Yaratanla olan ilişkisini zedelenecek, yıpranacak ve bozulabilecektir. Dolayısıyla her an imtihan olduğu bilen birisinin, başından geçenleri Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnet’in ilkeleri ışığında değerlendirmesinin kendi lehine olacağını söylememiz uygun olacaktır.
Medyanın sürekli kullandığı bu problemli anlatım ve ifade tarzının yanlışlığına bu şekilde işaret ettikten sonra, konu ile ilgili tekliflerimizi şu şekilde ortaya koymamız hem akıl ve mantığın, hem de ilkeli ve tutarlı olmanın bir gereği ve sonucudur.
Bu itibarla, “olağandışı bir kaza haberi” topluma aktarılırken şu şekilde ifade tarzlarının kullanılması bize göre doğru olandır. “Yüce Allah’ın lütfu ve koruması sonucunda kazada ölen ya da yaralanan olmadı”, “Ulu Allah’ın lütfu ve merhameti sayesinde bu kazadan yaralı olarak kurtuldu”, “Rabbimizin inayeti ve esirgemesi sonucu kazayı hafif sıyrıklarla atlattı”, “Allah’ın yardımı sonucu kazadan burnu bile kanamadan kurtuldu” şeklinde ifade etmek hem Kuran’a, hem de Sahih Sünnet’e daha uygun olacaktır.
Diğer taraftan burada şöyle sorular akla gelebilecektir. “Acaba bir kimse kazada ölür ya da ağır yaralı olarak kurtulursa bu durumda neler söylenecektir? Böyle bir durumda bu kimseler hakkında nasıl bir dil kullanılacaktır?”
Her şeyden evvel şunu belirtelim ki, kimin, ne zaman, nerede ve nasıl öleceğini sadece Allah bilir. İnsana düşen ise tedbiri almak, her an ölüme hazırlıklı olmak ve takdiri ise sadece Allah’a bırakmaktır. Bizim bu makalemizin konusu, “kazadan hafif sıyrıklarla ve hafif yaralı olarak kurtulanlarla” ilgilidir. Ölenler zaten ecelleri geldiği için gidecekleri yere -isteseler de istemeseler de- gitmişlerdir. Onlara Allah’tan rahmet dilemek gerekecektir. Ancak hayatta kalanlara ise bir mühlet verildiği anlaşılmaktadır. Yani, ağır yaralı olarak kurtulanlar için de imtihan aynen devam etmektedir. Onlar da iyileştikleri anda kaldıkları yerden imtihana devam etmek durumundadırlar. Kim bilir, bu hayatta kalışları belki onlar için bir lütuf ve merhamettir. İşte bu lütfu doğru değerlendirmek ve “şans” ile karıştırmamak gerekir. Zaten bu anlamda bir şans kavramı İslam’ın ilkeleri ile bağdaşmamaktadır.
Ayrıca bir insanın ölümü onun için hayırlı olacaksa Allah’tan ölümü istemesi, yok eğer yaşamak onun için hayırlı olacaksa yaşamayı istemesi normaldir. Zira gaybı bilen ancak ve ancak Allah’tır. Dolayısıyla “kazada ölenler ya da ağır yaralananlar hakkında Allah’ın lütfu ve merhameti sonucu öldü ya da ağır yaralandı” demek zaten doğru değildir ve zaten bunu da kimsenin bilmesi mümkün değildir. Tekrar altını çizelim ki, bizim yazımızın konusu “olağanüstü durumlarda kazayı hafif şekilde atlatanlarla ilgili kullanılacak bir dilin nasıl olması” gerektiğidir.
Umarız aradaki bu ince ayrıntı çok iyi anlaşılabilecektir. Zira bunu fark edebilmek için de ciddi bir mesainin harcanması ve sağlam muhakeme ile meselelere bakılması gerekmektedir. Ayrıca, sorduğu bir sorunun cevabını anlamak için hiç bir çaba ve gayret sarf etmeyen, zihnindeki şüpheyi gidermek için kafa patlatırcasına düşünmeyen ve araştırmayan kimsenin de aklı selim ile düşünmediği ve şeytanın ayartmalarına kendini açık hale getirdiği de bir başka gerçektir. Bu itibarla, böyle yapan kimselerin çok dikkatli olması ve aklına takılan soruları doğru kaynaklardan öğrenmeye özen göstermesi elzemdir. Tersini yapanlar ise ancak kendilerine yazık edenlerdir.
Öte yandan, “mucize eseri kazadan sağ kurtuldu” sözünün de doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Zira bu olağandışı hadiseyi gerçekleştiren Allah’ı ve onun iradesini devre dışı bırakan ve O’ndan hiç bahsetmeyen bu tarz her türlü söylem ve ifade biçimi bize göre problemlidir. Mesajlar topluma her zaman insanların doğru anlayacağı şekilde açık, net ve bariz bir şekilde verilmelidir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, özellikle medya organları başta olmak üzere, topluma dini konularda bilgiler veren ve rehberlik eden kimselerin olağanüstü gelişmeleri insanlara aktarırken bu yanlış, sakat ve sakıncalı ifade tarzlarını yeniden gözden geçirmeleri ve önerdiğimiz söylemleri ve bulunabilecek daha uygunlarını kullanmaya başlamaları son derece yerinde ve sağlıklı olacaktır.
Bu samimi uyarımızı ciddiye alarak gereğini yapanlar bunu zaten kendi iyilikleri için yapmış olacaklardır. Ancak inatla meseleyi anlamak istemeyenler ise, kaderi doğru okumamaya devam edeceklerdir. Onların Kur’an’ın ruhunu ve özünü kavramak yerine hadiseleri şans ve tesadüf kavramlarıyla açıklamaya çabalamaları ise son derece komik ve çocukça bir yaklaşım olsa gerektir. Ancak tekrar belirtelim ki, günün birinde bu kimseler kaybettiklerini ve ne kadar büyük bir yanlış yaptıklarını anladıklarında suçlamaları gereken, karşısına geçtikleri aynada kendilerine görünen o şahıstan başkası olmayacaktır. 10.06.11
Dr. Ahmet Emin SEYHAN
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/
selam ve dua ile...
|