Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
AKP’nin, üniversitelerde başörtüsünün serbest
bırakılmasını da içeren Anayasa taslağı günlerdir Türkiye gündeminden düşmüyor.
Bazı çevreler, başörtülü öğrencilerin üniversitelere girmelerini demokrasi adına
savunuyor. Karşı çıkanlar ise türbanı toplumun gericileşmesinin simgesi olarak
görüyor. Peki, kadın niye örtünüyor? Kadının örtünmesi ne zaman, nasıl oldu?
Gelin, kadının örtünme tarihine kısa bir göz atalım.
İLKEL
çağlarda sihir ve büyü düşüncesi hákimdi. İnsanoğlu kadının çocuk
doğurmasına akıl erdiremiyordu. Bunu gizli bir güç olarak yorumluyordu. Bu
nedenle kadından hem korkuluyor, hem de ona saygı duyuluyordu.
Öte
yandan ilk çağda birçok alanda üretimi kadınlar başlatmıştı: İp, sepet dokuma,
ağla balık avlama, toprak kap, ateş yakıp yemeği pişirme, tarak, kaşık, madeni
eşyalar, boncuk, ilk hekimlik ve şifalı otlar gibi buluşlar kadının
eseriydi.
Kadının el üstünde tutulduğu "anaerkil" dönem binlerce
yıl sürdü.
Ne zaman insanoğlu doğal olayları kavramaya başladı,
"büyü" bozuldu. Artık kadının nasıl çocuk sahibi olduğu anlaşılmıştı!
Yetmezmiş gibi erkekler, üretim biçimini ve savaş aletlerini geliştirdi;
din devleti, tapınak-saray-ordu biçimindeki erkek egemen örgütlenmesine yöneldi;
kadının "saltanatına" son verdi!
ÖRTÜNME
BAŞLIYOR
Yaklaşık 4 bin yıl önce Babil İmparatoru
Hammurabi’nin kanunlarında kadının sosyal statüsü ilk kez yazılı yasa
haline getirildi: "Kadınlar sokağa çıkarlarken başlarını açmamış
olacaklardır."
Bu kanun yeniydi, ama uygulama eskiydi. Sümer, Asur,
Hitit, Urartu, Akad gibi site devletlerinde de benzer uygulamalar vardı. Kadını
örtüye sokmanın temel nedeni, hür kadın ile köle kadınların birbirinden
ayrılmasını sağlamaktı. Yani amaç, hangi kadının bir erkeğin koruması altında,
hangisinin ise "kolay av" olduğunu göstermekti!
Eski Anadolu
kültüründe olan bu örtünme anlayışı, dünyanın çeşitli topluluklarında da vardı.
Onlar genellikle meseleyi mitolojik öykülere dayandırıyorlardı. Örneğin, Japon
mitolojisinin kutsal kahraman Okikurumi, Aynular’a kültür ve uygarlığı öğretmek
üzere tanrıların cennetinden yeryüzüne inmişti. Cennete dönmeden önce
Aynular’dan bir kadınla evlendi. Karısına, yiyecekleri kabile halkına dağıtma
görevi verdi. Ancak bunun için de bir koşulu vardı; hiç kimse karısının yüzüne
bakmayacaktı. Yani örtünecekti!
ÇARŞAF, SAHNEYE
ÇIKIYOR
Çarşaf, önce Hititler’de ortaya çıktı.
Bu
konuda, Ankara/Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde pişmiş toprak bir kabın
üzerindeki resim bize önemli bilgi veriyor. Kutsal evlilik töreninde,
tanrıçayla, tanrı adına kralın evlenmesi için yapılan ayini anlatan resimde
tören sırasında gelin tanrıça, günümüzdeki çarşafın birebir aynısını giyiyordu.
Ve ne yazık ki, kendine güvenli, rahat, buyurgan tavırlı kralın
karşısında, edilgen, teslimiyetçi duran bu kara çarşaflı tanrıça gelin,
Sümer’deki kendine güvenli tanrıça karakterinden hayli uzaktı. Kadınlar artık
örtüye sokulmuştu. Önceleri görünen saçlar zamanla görünmez
olmuştu.
Heraklit, Antik Yunan ve Mısır’da yaşayan kadınların baş
giyimini şöyle tarif etmişti: "Giysilerin başa gelen kısmı öyle sarılır ki,
yüzün tümü peçeyle örtülmüş gibi görünür. Zira sadece gözler ortada kalır, yüzün
diğer bölümleri ise giysinin bir parçası ile tamamen örtülür. Bütün kadınlar bu
şekilde beyaz renkli giysiler giyerler."
Antik Yunan’da başörtüsü,
bereket tanrıçası Demeter ve Zeus’un karısı Hera’nın da
özel simgesiydi!
Zamanla kadınlar bu durumu bile arayacak hale
gelecekti.
Antik Yunan’da kadın, "erkeğin başının belası" olarak
görülmeye başlanacaktı. Pis kadınların domuzdan, zeki kadınların tilkiden,
meraklı kadınların köpekten meydana geldiğine inananlar bile vardı!
Kadınların tek başına sokağa çıkmaları ise artık hayaldi...
Roma
döneminde de erkeklerin tartışılmaz egemenliği iyice perçinlendi. Erkek, asker,
politikacı, tüccar; kadın ise evde oturup çocuk büyüten ve sadece kocasına
hizmet edendi.
TEK TANRILI DİNLER
Kadının en
büyük onuru bakire olmaktı. Bir de doğurgan olmak.
Hiçbir sosyal hakkı
yoktu. Hatta kadın, başı açık dışarıya çıkarsa kocası onu boşayabilirdi bile.
Tek tanrılı dinler, kadının sosyal hayatını pek değiştirmedi:
Talmud’a
göre, Yahudi kadınların başı açık halde toplum içinde gezmeleri günahtır. Eski
Ahit’te üç farklı yerde kadının başını örtmesiyle ilgili pasaj bulunmaktadır.
İşaya 3/20’de başa giyilen kıyafet anlamında "fara", İşaya 3/23’te
başörtüsü anlamında "tsnyafaah" ya da Tekvin 24/65-38/14.19’da yüzü örten
örtü anlamında da "tsaayafa" kullanılmıştır. Ayrıca vücudun üst kısmını
örten örtü anlamında "radod" kelimesi kullanılmıştır.
Hıristiyanlığın temel ilkelerini belirleyen Tarsuslu Aziz Pavlos,"Kadının örtüsüz Tanrı’ya dua etmesi doğru değildir. Kadın örtünmüyorsa saçı
kesilmelidir" demiştir.
Erkek eli değmemişliğin, erdemliğin sembolü
Meryem Ana, hep başı bağlı tasvir edilmiştir. Bilindiği gibi, Hıristiyan
rahibelerin başları örtülüdür.
Gelelim bizim İslam
dinine...
İlk İslami buyruklardan 17 yıl sonra kadının
örtünmesiyle ilgili ayet gelmiştir. Ahzab Suresi 59. Ayet, "Ey Peygamber,
zevcelerine, kızlarına, müminlerin kadınlarına de ki dış esvaplarını üzerine
giysinler. Bu onların tanınıp taarruza uğramamalarına daha fazla hizmet
eder" der.
Görüldüğü gibi, köle ve cariyelere örtünme zorunluluğu
getirilmemişti. Örtünme statü göstergesiydi ve bunun cinsellikle filan hiç
ilgisi yoktu.
İslam dünyası içinde örtünmeye ilişkin farklı görüşler de
zamanla ortaya çıktı. Örneğin, Mevlana da kadının başörtüsü konusunda
şunları söylemiştir: "Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda
kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında kötülüğe yönelik bir
eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de o kişiliği doğrultusunda hareket
edecektir." (Fihi Ma Fih)
Mevlana’nın bu sözleri söylemesinde
geldiği Orta Asya kültürünün etkisivardır kuşkusuz. Peki Orta Asya’da
Müslümanlığı kabul eden Türkler ne zaman örtündüler?
RAMAZAN
AYINIZ KUTLU OLSUN
Yıl 1930. Bir ramazan gecesinde
Direklerarası’nda ünlü Ferah Tiyatrosu’nun önünde oyunu seyretmek için gelen
kişiler görülüyor. Kapının üzerindeki afişte, "Ramazanda her gece muazzam
beynelmilel varyeteler" yazılı. Paçaları yırtmaçlı, başları kukuletalı tavşan
kızların ramazan ayında bir tiyatroda gösteri yaptığına dikkatinizi
çekerim.
TÜRK KADINI NE ZAMAN BAŞINI ÖRTTÜ
ORTA
Asya’daki göçebe Türkmen kadınların sosyal hayat içindeki statüsü,
Hıristiyan ve Yahudi kadınlardan farklıydı.
Müslümanlığı kabul ettikleri
9. ve 11. yüzyıllardaki yaşam biçimleri de geleneksel Müslüman yaşamına
uymuyordu.
Osmanlı döneminde, Bizans alınana kadar örtünme kurumsal
olarak yerleşmedi. Tarihçi Şikari, İstanbul’un fethinden önce başkent
olan Bursa’da kadınların yüzlerini örtmediğini yazıyor: "Yüz örtmek sonradan
ádet oldu. Karamanoğlu Alaüddin’in Hamidoğlu İlyas diyarını katliam ettiğinde üç
kabile Diyar-ı Osman’a firar etmişlerdi. O vakit bunları Murad Han görüp pek
temiz ve uslu ádem olduklarından kendi şehrinde (Bursa’da) yerleştirmiş. İşte bu
kabile kadınları pek güzel olduklarından herkes bunları temaşa etmeye
(seyretmeye) başlayınca ulema tarafından bu kabilenin hatunlarının yüzleri siper
edilmesi (yüzlerinin saklanması) emredilmesi. İşte ne vakit taşraya çıksalar, o
kabile hatunları yüzlerini siper ederlerdi. Fakat bu hal sonradan diğer kadın ve
kızların da pek hoşuna geldiğinden herkes daima güzelce her tarafını örtmeye
başladı."
Burada dikkati çeken nokta örtünmeye inançtan çok,
toplumsal bir tedbir gereğine başvurulmasıydı.
Göçebe toplumun izlerini
taşıyan Osmanlı’da kadın, erkekle birlikte hareket etmekte, törenlere
katılmaktaydı. Bu dönemde kadınların yüzleri de açıktı.
Örtünme yıllar
sonra, Osmanlı Devleti’nin "halifelik" makamına sahip olmasıyla
yaygınlaştı.
Anadolu’da Asur’dan Antik Yunan’a, Roma’dan Bizans’a uzanan
kadının eve kapatılma süreci Türk kadınını da etkiledi.
Osmanlı’da
kadının kapanması 16. yüzyılda başladı ve Cumhuriyet Türkiye’sine kadar
sürdü.
OSMANLI GERİLEDİKÇE KIYAFETLE
UĞRAŞTI
Osmanlı’da kadınlar üzerine çıkarılan bütün yasalar,
kadının kapanması ya da kıyafetlerinin denetlenmesi yönünde oldu.
Çıkarılan bu ferman ve yasalarda kadının giyimi ayrıntılı olarak
tanımlanmıştı. Feracelerin yaka boyları, üzerlerindeki nakışlar, yaşmakların
biçimleri, kumaşların kalınlığı ve inceliği gibi detaylar bu fermanlara konu
olmuştu.
Bu fermanlarla gelen yasaklar, kadına üç alanda müdahale etti.
1. Giyimleri,
2. Sokaktaki davranışları,
3. Erkeklerle
olan ilişkileri.
Aslında Osmanlı, gerileme dönemine girmesiyle kadınlara
yönelik kıyafet yasakları konusunda sertleşti.
Örneğin, ilk yasak 1725’te
çıkarıldı.
"Günlük kıyafetlerinin şeriata uygun olması devlet namusu
gereğindedir. Fakat savaşlar yüzünden çok önemli işlerle uğraşılırken bu husus
ihmal edilmiştir. Bazı yaramaz kadınlar bunu fırsat bilip sokaklarda halkı
baştan çıkarmak için aşırı süslenmeye başlamışlardır. Yeni biçimlerde çeşitli
esvaplar yaptırmışlardır. Hıristiyan kadınlarını taklit ederek başlarına acayip
serpuşlar geçirmişlerdir.
Bundan böyle kadınlar bir karıştan ziyade
büyük yakalı ferace ve üç değirmiden fazla baş yemenisi ile sokağa
çıkamayacaklardır. Feracelerde süs olarak bir parmaktan enli şerit
kullanılmayacaktır.
Bu yasakları dinlemeyecek olan kadınların sokakta
yakaları kesileceği ve esvaplarının yırtılacağı ilan olunsun. Dinlememekte ısrar
edenler yakalanıp başka şehirlere sürüleceklerdir."
Bu yasak
Müslüman Osmanlı kadınlarının, Hıristiyan kadınlara benzememeleri için koyu
renkli giysiler yerine renkli giysiler giymelerini de tavsiye ediyordu.
Ama bazen de Müslüman kadına yakışan tek giysi olduğu iddiasıyla renkli
giysiler yasaklanıp çarşaf giymeleri istenmekteydi!
Osmanlı’da
kadınların kıyafeti hep tartışma konusu oldu.
Neredeyse her padişah bir
ferman çıkardı. Örneğin, Sultan II. Mahmud da bir fermanla Hıristiyan
kadınların başlarını Müslüman gibi, Müslüman kadınların ise Hıristiyan kadınları
taklit eder şekilde örtmelerini yasakladı.
II. ABDÜLHAMİD’İN
ÇARŞAF YASAĞI
19. yüzyılın ortalarında kadınlar İstanbul’da
çarşaf giymeye başladı. 1850’lerde Suriye valiliğinden dönen Suphi
Paşa’nın karısı, İstanbul’da ilk çarşaf giyen kadın oldu.
Daha çok
Yunanlılarda görülen bu giysi, Meşrutiyet dönemine değin baştan yere kadar
uzanan kolsuz tek parçalı bir sokak kıyafetiydi.
1876-1908 arasında ise
başı-omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve belden ayak bileklerine
inen bir etek olmak üzere iki parçalı sokak üst giysisi olarak kullanıldı.
1880’li yıllar, çarşafın hızla yayıldığı yıllar oldu.
Ancak,
Sultan 2. Abdülhamid öldürülme korkusuyla çarşafı yasakladı. 27 Ekim
1883’te Paris’te yayımlanan Le Courier d’Orient isimli gazetede, çarşaf
yasağından etkilenen kumaş tüccarlarının yakınmalarına yer verildi.
İstanbul’da bu tür yasaklar söz konusu iken Anadolu kadınları için
ferace ya da çarşaf güncel bir tartışma olmadı.
Hatta 1882’de çıkarılan
bir fermanla ferace giymeleri istenen kadınlar bu buyruğa isyan ettiler.
Konu ile ilgili olarak 27 Temmuz 1882’de Levant Herald Gazetesi’nde şu
haber yer aldı. "Yeni İzmit valisi civar köylerden pazarda satmak için pazara
mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün
hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı.
Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini
hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni kanuna uymaktansa, köylerinde kalmayı
yeğlediler."
Burada aslında şöyle bir durum ortaya çıkıyor:
Türkiye’nin bugün konuştuğu kamusal alan tartışması o zaman da yaşanıyor.
Osmanlı, pazaryeri gibi kamusal alanlarda örtünmeyi zorunlu kılıyordu.
Müslüman kadınlar Anadolu’da peçe takmadığı gibi İstanbul’un Kadıköy,
Tarabya gibi semtlerinde de bu serbestliğe sahipti. Oysa Beyoğlu’na giden bir
kadın peçe takmak zorundaydı.
Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: İktidarın
merkezinde duyarlılıklar fazla iken çevrede bu duyarlılığın azaldığını
görüyoruz.
Osmanlı’nın son döneminde türban, aydınlar tarafından çok
tartışılan bir konu oldu. Birçok kesim bu konuda kendi görüşünü belirtti. Kimi
gerekliliğini, kimi gereksizliğini savundu.
Ziya Gökalp gibi
aydınlar, İslamiyet öncesi Türk kadını konusunda araştırmalar yaparak o modelin
benimsenmesi gerektiğini savundular.
Görünen o ki, Osmanlı’da başlayan
bu tartışmalar günümüzde henüz sonuçlanmamıştır.
Başörtüsü, demokrasi mi
yoksa bir uygarlık meselesi midir?
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Selamlar. Sizden önce sayın Alperen burada bağlantıyı vermişti. Saygılar.
__________________ Dinin bakış açısına göre,tüm bu fantastik harikulade evren,tüm bu karmakarışık şeyler, ancak, Tanrı’nın, insanların iyi ve kötü için çabasını gözlediği bir sahnedir.. Bu sahne,bu oyun için çok büyük!
Selam, bu "BASÖRTÜSÜ" uzun zamandir kafama takildi dogrusu,
net bir cevabi araken,kuran da ayetleri okurken,aklimi da kullanmaya gayret ettim.Rabbimiz, Kuran da belirttigi gibi, kimler cennete girecekmis?,bu ayetleri incelerken, hic birinde"basörtüsü" takan yada takmayan,girmeyecekdir diye bir ayet e denk geldinizmi?
Ben gelmedim, misal:
Nisa 57: İnanıp; iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız. *
Başörtüsünün çok öncelerden beri var olması çok normal bir durum. Çünkü başörtüsü tamamen toplumların sahip oldukları kültüre ya da medeniyete göre değişiklik arz eden bir konudur. Evet Kuran dan önce arap toplumunda bu türden bir başörtüsünün olduğu herkesin malumudur. Ancak sadece kadınlar değil erkekler de başlarını örtmüştür ki halen arap ülkelerinde bunu görmek mümkündür. Her şey de olduğu gibi Kuran bu konuya da düznelme getirmiştir. Dışarı çıkıldığında üstlerine örtü almalarını emretmiştir.
Ancak Muhsinin dediği gibi cennete girecek olanlar arasında başı örtülü olanlar diye bir zümreden bahsedilmez. Kaldıki başlarınızı örtün diye bir emir de yok. Yani Nur-31 deki ayetten bile başları örtmenin bir gereklilik olduğu anlaşılmaz. Benim ayetten anladığım kadarıyla mutlaka örtülmesi gereken yer baş değil göğüs yırtmacı denilen yerdir. Baş kelimesi de ekleme gibi geliyor bana. Orada da sözü edilen şey örtüdür. Arap toplumunda başlar örtüldüğü için baş örtüsü diye anlaşılmış olabilir.
Kısaca bir kadın kendi toplumundaki gibi baş örtüsü gibi bir şey takıyorsa bu başörtüsüyle göğüs yırtmacını kapatması gerekir. Yok eğer baş örtüsü diye bir kültürün bulunmadığı bir toplumda ise başka bir örtüyle yine göğüs yırtmacını kapatması gerekir.
Ayeti şöyle açarsak; Kadınlar mutlaka göğüs yırtmaçlarını kapatacaklardır. Başında örtü varsa bununla yoksa dış örtüsüyle.
Ayrıca bu ayet Kuranın bütün toplumların özelliklerini nasıl göz önünde bulundurduğunun bir kanıtıdır.
Göğüs yırtmacını belirten Allah başların da örtülmesini isteseydi "Başlarını ya da saçlarını örtsünler, kapatsınlar" diye bir emir vermezmiydi (haşa)?
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma