Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hilafet ve Halife:
Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk
"Halife (Arapça’daki
noktalı Hı ile) kelimesinin kökü olan half; sonraki, sonradan gelen, öncekini
izleyen demek. Halef ve halife de, sonradan gelen, kendinden önce gelmiş olana
vekâlet eden demektir.
Kur’an’da halife kelimesi
iki yerde (2/30; Sad,26), çoğulu olan halaif sözcüğü
dört yerde ( 6/165; 10/14,73; 35/39), hem halife, hem de halıf kelimesinin
çoğulu olan hulefa kelimesi de üç yerde ( 7/69,74; 27/62) geçmektedir. Bunların
hiçbirinde siyasal bir anlam yoktur. Tasavvufun dile getirdiği şekliyle (insan
Allah’ın halifesidir anlamında) bir kullanım da yoktur. Kelime daima, önceden
gelip gitmişlerin, birey ve toplum olarak yerine geçiş ifade edilmektedir.
Kur’an’ın
halife sözcüğünü kullandığı ayetlerde vermek istediği mesaj şudur: Sizden
öncekiler de birçok imkân ve kudrete sahip kılındı ama görevlerini
savsakladıkları için hesap ve azaba müstahak hale geldiler. Şimdi siz onların
yerine geçirildiniz. Görevlerinizi savsaklarsanız Allah sizin de hesabınızı görür
ve yerinize başka birilerini geçirir. Yani siz, birilerinin halefi oldunuz,
birileri de sizin halefiniz olur.
BİD’ATLAR, SAPTIRMALAR
* İnsanı Allah’ın –hâşâ- halifesi
kabul etmek:
Kur’an’ın hiçbir ayeti
insanın Allah’ın halifesi olduğunu söylemez; böyle bir şeye işarette bile
bulunmaz. Bu konuda sürekli delil gösterilen 2. sure 30-33.ayetlerin söylediği,
insanın Allah tarafından yeryüzüne "halife" (daha önceki insan
benzeri bir neslin halefi) olarak gönderileceği ve bunun gerekçesinin de
insanın sahip kılındığı bilgi-bilme potansiyeli olduğudur.
Bu ayetlerin neresinde
"insanın Allah’ın halifesi" olduğu veya olacağı söyleniyor? Böyle bir
şey söz konusu değildir. Ayetleri bu anlama çekmek, tasavvufun bir
zorlamasıdır.
Şunu açıkça ifade
etmeliyiz ki "Allah’ın halifesi" tâbiri, Kur’an’ın sergilediği
tevhide zıttır, küfürdür. Allah’ın halefi olmaz ve böyle bir iddia Kur’an’dan
asla onay alamaz!
Bu ayetlerden
çıkarılabilecek ve Kur’an’dan onay alabilecek sonuçlar şunlar olabilir:
1.Âdem’in soyu olan insan, yeryüzünde daha önce faaliyet göstermiş bir başka
insan neslinin halefidir, yani onun yerine getirilmiştir. Ayetlerden anlıyoruz
ki, melekler, daha önceki nesli, yani Âdem’in soyunun selefi olan insanı
tanımakta, onun kan dökücü, bozguncu bir karaktere sahip olduğunu
bilmektedirler. Bu açık bir bilgidir, tahmin değil. Çünkü ayetler gösteriyor
ki, melekler Allah’ın öğrettiği, gösterdiği dışında hiçbir gaybî bilgiye sahip
değillerdir. O halde, adem neslinin huyunu-suyunu, tahminle söylemeleri söz konusu
olamaz.
Şu halde,
Âdem soyundan önce yeryüzünde faaliyet göstermiş bir "önceki insan
nesli" veya "insana benzer bir nesil" vardır.
* Hilafeti siyasal anlamda, halifeyi
devlet başkanı anlamında değerlendirmek:
Hilafet ve halife
sözcüklerine Kur’an vahyinden sonraki zamanlarda yüklenmiş siyasal anlamlara
destek sağlamak için Kur’an’daki halife tâbirini kanıt göstermek tam bir
saptırmadır. Kur’an’ın insan için kullandığı halife kelimesi ontolojik bir
anlam taşımakta, siyasal bir yönü bulunmamaktadır. Siyasal anlamda halife
söylemi isabetli veya isabetsiz bulunabilir, yine siyasal anlamda
savunulabilir; bu ayrı bir meseledir. Değişmeyecek gerçek şudur:
Kur’an’da geçen hilafet
kavramını siyasal anlamlara çekmek, Kur’an’daki yönetimle ilgili ilkeleri saf
dışı etmiştir. Çünkü siyasal anlam yüklenen halifelik kavramı, Kur’an’ın fesat
ve haksızlık sistemi (bk. Neml Suresi, 34) olarak gördüğü kırallık düzenine
destek olmaktadır. Böyle olunca da Kur'an'ın, yönetim erkinin arkasına koyduğu
"bey’at ve şûra" yani cumhuriyet ve demokrasi ilkeleri anlamsız
kalmakta, despotizm yasallaşmaktadır. Oysaki bizzat Hz. Muhammed'in ifadesiyle,
"Kisra öldüğünde artık ondan sonra kisra olmayacak, kayser öldüğünde de
artık ondan sonra kayser olmayacaktır." (Beyhakî; Delailü’n-Nübüvve,
4/393)
Hadisteki kisra, Doğu
kırallarına, kayser ise Batı kırallarına verilen addır. Demek ki bu iki krallık
türü de tarihe karışacak ve Kur’an vahyinin gelişiyle birlikte kitlelerin
yönetim biçimi bey’at ve şûra olacaktır. Yani yönetenler kitle tarafından
seçilecek ve yine kitle tarafından görevden uzaklaştırılacak. Oligarşi, hanedan
saltanatı, despotizm, monarşi bitecek. Peygamberlik bittiğine göre, hiçbir kişi
ve zümre, kitleleri "Allah adına" yönetemeyecek, böyle bir iddia ile
ortaya çıkamayacak.
Allah adına yönetmek
yalnız ve yalnız peygamberlerin yetkisidir. Allah bu yetkiyi onlar dışında
kimseye layık görmemiştir. Peygamberler dışındaki insanlar ancak kitle adına ve
ondan aldıkları yetkiyle yönetebilirler.
Ne yazık ki, Kur’an
vahyinin bu en hayatî ilkesi, hilafet kavramının yozlaştırılmasının ardından,
Kur’an’ın düşman ilan ettiği yönetim biçimlerinin savunulmasında kanıt olarak
kullanılmış ve Müslüman kitleler, yüzyıllarca aldatılmıştır.
* Hz. Muhammed’den sonraki devlet reislerini
"Peygamber’in Halifesi" olarak anmak:
Son Peygamber’in halifesi
olabileceğini düşünmek ve savunmak, Kur’an’ın nübüvvet anlayışı açısından
bakıldığında açık bir sapmadır.
Allah, peygamberliği sona
erdirmiştir. Allah, eğer peygamber göndermeye devam edecek olsa, elbette ki
görevlendirecek birini bulurdu. Peygamberliği bitirdiğine ve bu kurum onun
tanrılık tasarrufları içinde bir kurum olduğuna göre, Hz. Muhammed’den sonra ne
vekâleten ne de asaleten bir peygamber olmayacak, hiçbir insan, peygamberlik
yetkileriyle donanmış kabul edilmeyecek...
Bitmiş bir kurum söz
konusudur. Böyle bir kurumda asaletten söz edilemeyeceği gibi, vekâletten de
söz edilemez. O halde, son temsilcisi bu âlemden ayrılmış bir kurumda halefler
olamaz.
Kısacası, Hz. Muhammed’in
halifesi olamaz, olmaz. Devlet başkanlığı görevini kutsal bir desteğe
ulaştırmak için onu "Peygamber’in yerine geçen kişiler
kurumu"na dönüştürmek dinin ruhuna tamamen terstir.
Tarih boyunca, Doğu’da,
Batı’da birçok toplum, krallarını ve din büyüklerini bir tür ilah gibi gördü ve
saltanatı elinde tutanlar bu görüşü daha canlı ve kalıcı kılabilmek için
sürekli bir biçimde dini kullandılar. Hz. Muhammed, çok düşündürücü ifadelerle
bu iki gerçeğe dikkat çekmiştir. Onun beyanına göre, din adamlarını
ilahlaştırmak, onların hoş görmediklerini haram, hoş gördüklerini helal kabul
etmekle gerçekleşiyor.
Halife anlayışına destek
sağlamada kullanılan hadis, teorik açıdan senedi ne olursa olsun, İslam
dışıdır. Kur’an’ın peygamberi böyle bir sözü söylemiş olamaz. İlk dört halife
de, ötekiler de sadece "devlet reisi"dir. İyisi vardır, kötüsü
vardır. İyilikleri ve kötülükleri kendi içlerinde ve ait oldukları kurallar
içinde değerlendirilir.
Vahyin ilkeleri açısından
bilinmesi gereken şudur: Peygamber’in halefi olmaz, hiç kimseye Peygamber’in
halifesi denemez.
Halife ve hilafet
kavramlarıyla ilgili saptırma, özellikle ırkçı Arap hegemonyasının
güçlendirilmesi için kullanıldı. Yine Hz. Peygamber’e yalanlar isnat
edilerek...
* Halifenin, tüm Müslümanların birliğini temsil ettiğine
inanmak:
Böyle bir inancın da
siyasetin ötesinde bir değeri yoktur. Siyasal anlamda savunan savunur; tutarlı
olur veya olmaz. Ama bunu din buyruğu gibi ortaya sürmek tam bir saptırmadır.
Her şeyden önce şunu
bilmeliyiz: İslam’da müminlerin birliğini kişi olarak Hz. Peygamber, kaynak
olarak da Kur’an temsil eder. İslam, ruhban sınıfına karşı olduğu için
Müslümanların birliği bir din sınıfı tarafından savunulamaz. Bu sınıf
olamayacağına göre, bu sınıfın lideri diye biri de söz konusu olamaz.
İkincisi, İslam evrensel
bir dindir. Ne devlet şekli önerir ne de tek devlet veya tek bayrak fikri
taşır. Bu tür iddiaların tümü, kitlenin duygularını sömüren siyasal
söylemlerdir. O halde, İslam, yüzlerce devlet şekli, yüzlerce devlet başkanı
tarafından kabul edilebilecek ve edilmesi gereken bir ortak yaratılış
değeridir. Bunun özel bir devleti ve özel bir başkanı olamaz. Her devlet,
Kur’an’ın evrensel ilkelerini korumakla yükümlü olmakla birlikte yalnız
kendisini ve kendisine yetki veren kitleyi temsil eder. Bunun
aksini yapmak, birilerini veya bir kişiyi kutsal ve dokunulmaz kılarak
rableştirir. Buna bir de "Peygamber’in halifesi" unvanı eklenince
dört başlı bir çarpıklık vücut bulur. Bu çarpıklığın Müslümanlara nelere mal
olduğunu anlamak isteyenler tarihi bir kez daha dikkatlice okumalıdır.
Tam bu noktada, Mustafa
Kemal Atatürk’ün, hilafetle ilgili şu sözlerini hatırlatmak yararlı olacaktır:
"Türk tarihinin en
mutlu devresi hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. Bir Türk padişahı,
hilafeti her nasılsa kendisine mal etmek için nüfuzunu, itibarını, servetini
kullandı. Bu sırf bir tesadüf eseriydi. Peygamberimiz, ashabına dünya
milletlerine İslamiyet'i kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin
hükûmetleri başına geçmelerini emretmedi. Peygamberimizin zihninden böyle bir fikir
asla geçmemiştir. Hilafet demek, idare, hükûmet demektir. Hakikaten vazifesini
yapmak, bütün Müslüman milletleri idare etmek isteyen bir halife buna nasıl
muvaffak olur?!"
"Bütün İslam
milletleri üzerinde ulvî ve ruhanî vazifesini yapan yegâne halife fikri
hakikatten değil, geleneksel din kitaplarından çıkmış bir fikirdir..."
(bk. Sadi Borak; Atatürk ve Din, 91-92)
(İslam Nasıl
Yozlaştırıldı; s.264-276 - 14. Baskı)
http://www.hyp.org.tr/haber.asp?hid=1206
|