Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ZİKİR NEDİR? NE DEĞİLDİR?
Bu yazı İşteKuran istesinden alıntıdır.
ZİKR/ ZİKRULLAH
“Din Adına Toplumdaki Yanlışlar”
adlı kitabımızda da yer almış olan bu konu maalesef toplumda sürekli
yanlış algılanıp, yanlış olarak uygulanmaktadır. Bu sebeple konuyu
tekrar gündeme getirmekte yarar görmüş bulunuyoruz. Bu incelememiz de
her zamanki gibi kişisel bir yoruma veya herhangi bir mezhep, meşrep,
hizip, cemaat görüşüne değil, konunun Kur’an ile sağlamasının yapılması
amacına yönelik olarak tamamen KUR’AN’A dayanan tahlillerden
oluşmaktadır. Çünkü bize göre, dine ait bir sözcüğü veya kavramı en iyi
ve en doğru şekilde öğrenmenin yolu Kur’an’dır. Zaten Yüce Allah,
vermiş olduğu görevleri kullarının nasıl yapacağını sadece Kur’an’da
açıklamıştır ve bunları anlamak ve uygulamak için de, ne kimsenin
himmetine ne de izahına gerek vardır. Her inanan, dine ait konuları
Kur’an’dan kendisi okur, anlar ve uygular, yöntem budur.
Yüce
Allah, dinle ilgili olup da, Kur’an’ın indiği dönemde Arap toplumunda
var olmayan veya var olmasına rağmen orijinalliğini yitirmiş her sözcük
ve kavramı, herhangi bir şekilde tahrifata uğramaması için Kur’an’da
herkesin anlayacağı tarzda açıklamıştır. Buna karşılık, yozlaşmamış,
bozulmamış sözcük ve kavramlar ise Kur’an’da, “Ma’lumu ilam (bilineni
tekrar bildirme)” olmasın diye -zira aksi durum Kur’an’ın vecizliği ile
bağdaşmaz- izahat verilmeksizin yer almıştır. Meselâ Kur’an, “namaz”ı
tarif etmemiştir. Çünkü “es-salat (namaz)” sözcüğü Araplar arasında
bilinen ve sürekli NİYAZ ETMEK anlamında kullanılan bir sözcüktür.
Gerçekten de “namaz”, İbrahim peygamberden itibaren bütün peygamberlere
görev olarak verilmiş ve toplumlarda varlığını devam ettirmiştir
(Enfal; 35, Tövbe; 54, Enbiya; 73, Bakara; 43, Âl-i Imran; 43, Hud; 87,
Meryem; 31, 55, Ta Ha; 14). Kur’an’da “namaz” tarif edilmemiştir ama
“abdest” adı verilen namaz öncesi TEMİZLİK, eski toplumlarda
olmadığından Maide suresinde açıklanmıştır:
Maide;
6: Ey iman sahipleri! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve
dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, topuklara
kadar ayaklarınızı da (meshedin/ yıkayın). Eğer cünüp iseniz iyice
temizlenin …
Bu
konudaki bir başka örnek de YEVMİ-D-DİN terimidir. Bu kavram da
peygamberimiz ve Arap toplumu tarafından önceden bilinmeyen ve ilk defa
Fatiha suresinde geçen bir kavramdır. Bu kavramın ne olduğu ise İnfitar
suresinde açıklanmıştır:
İnfitar; 15-19: Din günü girerler oraya. Onlar ondan görülmeyecek şekilde uzaklaşmış değillerdir. Ve Din gününün ne olduğunu sana ne bildirdi? Sonra, Din gününün ne olduğunu sana ne bildirdi? Bir gündür ki o, hiçbir kimse başka bir kimse için hiçbir şeye güç yetiremez. Ve o gün buyruk yalnız Allah’ındır.
Keza
“LEYLETÜ-L-KADR (KADİR GECESİ)” tabiri de insanlara ilk olarak Kur’an
ile duyurulmuş ve ne olduğu yine Kur’an’da açıklanmıştır. Diğer
taraftan, eski toplumlara da farz kılınmış bir ibadet
olan “oruç” kavramı, zaman içerisinde orijinalliğini kaybettiğinden,
Kur’an’da detaylı olarak açıklanmıştır. Orucun ne zaman tutulacağı,
orucun süresi, orucu kimlerin tutup kimlerin tutmayacağı, oruçlunun
yapabileceği ve yapmaması gereken davranışlar, Bakara suresinin
183-187. ayetlerinde, en kalın kafalı kişinin bile anlayabileceği
açıklıkta bildirilmiştir. Böyle olmasına rağmen, oruç ibadetini hâlâ
başkalarından öğrenmeye çalışanlara tavsiyemiz; birazcık zahmete
katlanarak konuyu Kur’an’dan okumaları ve bu vesileyle Kur’an ile
tanışmalarıdır.
Dinlerini
Kur’an’dan öğrenen inananlar öncelikle şunu bilmelidirler ki; Kur’an
Allah’ın koruması altındadır ve hiç kimsenin onu bozması ve içine yalan
yanlış şeyleri sokması mümkün değildir:
Hicr;
9: Hiç kuşkusuz Biz, o ZİKİRİ Biz indirdik Biz. Ve mutlaka Biz onun
için koruyucularız.
Ayrıca,
dinlerini Kur’an’dan öğrenen inananlar hiç akıllarından
çıkarmamalıdırlar ki; Kur’an anlaşılmaz, çözümü zor denklemler yumağı
değildir. Kur’an, MÜBİN’dir, MUFASSAL’dır.
Açıklanması gereken her şey Kur’an’da açıklanmış ve Yüce Allah’ın
mesajı sadece Kur’an’da AÇIK AÇIK anlatılmış ve izah edilmiştir. Örnek
olarak İsra ve Fussılet surelerinde Kur’an’ın “şifa” olduğu
bildirilmiştir:
İsra; 82: Ve Biz Kur’an’dan, inananlar için ŞİFA ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve (bu) zalimlerin yıkımını artırmaktan başka katkı sağlamıyor.
Fussılet;
44: Ve eğer Biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette:
“Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister
Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “ O, iman edenler için bir kılavuz ve bir ŞİFADIR.
İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve
Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan
seslenilmektedir.
Kur’an’ın neye “şifa” olduğu ise Yunus suresinde açıklanmıştır:
Yunus; 57: Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt. GÖĞÜSLERDEKİNE ŞİFA, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet geldi.
Görüldüğü
gibi, Kur’an’ın neye şifa olduğu sorusu Yüce Allah tarafından yine
Kur’an’da cevaplandırılmıştır. Allah’ın açıklamalarına göre Kur’an
nezleye gribe, ülsere kansere, baş ağrısına, diş ağrısına değil,
göğüslerdekine yani, DÜŞÜNCENİN, AKLIN ÜRÜNÜ OLAN HASTALIKLARA ŞİFAdır.
Diğer bir ifadeyle Kur’an; küfür, şirk, her türlü ahlâksızlık ve her
türlü rezilliği de içine alan gönül yaralarına, gönül dertlerine
şifadır. Ayette bu “şifa”nın “öğüt” de olduğu bildirildiğine göre demek
oluyor ki DÜŞÜNCENİN, AKLIN ÜRÜNÜ OLAN HASTALIKLARDAN mustarip olanlar,
ancak bir şifa olan bu öğüdü, Kur’an’ı okuyup anladıklarında bu
dertlerinden kurtulacaklardır (Amenna/ şüphesiz inandık ve
tasdik ettik). Peki, ya içinde ne olduğunu bilmediği kâğıt parçalarını
muskacılardan alıp üstlerinde taşıyanların, Kur’an’ı süslü kılıflar
içinde saygıyla (!) evin en yüksek yerinde asılı tutarak ondan medet
umanların ve ne olduğunu bilmeden hatim inenlerin durumları nicedir
(kulakları çınlasın)?
Dine
ait konuların sadece Kur’an’dan öğrenilmesi gerektiğine dair olan bu
açıklamalardan sonra asıl konuya dönülecek olursa, “ZİKR” sözcüğünün
sözlük anlamı; “anmak, hatırlamak, hatırdan çıkarmamak, unutmamak, öğüt almak, ibret almak” demektir. Sözcük, gerek “zikr” mastarı ve gerekse diğer tüm türevleri olarak Kur’an’da hep bu sözlük anlamıyla kullanılmıştır.
Ancak
sözcük “EZ-ZİKR” şekli ile, yani başındaki harf-i tarif ile muarref
(belgisizliği giderilmiş, belirtili bir sözcük yapılmış) hâlde MECAZ-I
MÜRSEL olarak, “ÖĞÜT VERME” ekseni etrafında Semavî Kitaplar için yani,
Vahy, İlâhî Kitap; Kur’an, İncil, Tevrat, Zebur için kullanılmıştır
(Âl-i Imran; 58, A’râf; 63, 69, Hicr; 6, Enbiya; 7, 42, 50, 105,
Furkan; 29, Şuara; 5, Ya Sin; 69, Sad; 1, 8, 49, 87, Zümer; 23,
Fussılet; 41, Şûra; 5, Zühruf; 36, 44, Kamer; 25, Kalem; 51, Tekvir;
27, Kehf; 83, Ta Ha; 10, 99, 113, Saffat; 3, 168, Talâk; 10, Mürselât;
5, Müminun; 71, En’âm; 90).
“Zikr” sözcüğü, “ALLAH” sözcüğü ile tamlama yapılıp, “ZİKRULLAH” olarak ifade edildiğinde anlamı; “ALLAH’I ANMAK”
demek olur ki bizim de ana konumuz budur. Yani “zikr” mastarı (fiilin
kökü) ma’mulüne muzaf olarak izafet-i lâfziyye oluşturduğunda (“anmak”
mastarı, tümleci olan “ALLAH” sözcüğü ile tamlama oluşturduğunda)
anlamı; “ALLAH’I ANMAK” demektir. Nitekim Kur’an ayetlerinde de “…
Allah’ı ANARLAR”, “… Allah’ı ANMAYA koşunuz” tarzında kullanılmıştır.
Kur’an’da
yüzlerce ayette geçen ”zikr” mastarı ve bu sözcükten türemiş olan
“zikrullah” ifadesi, “salat (namaz)”, “savm (oruç)”, “zekât” gibi bir DİNÎ TERİM
olmayıp, bir fiildir ve “yemek”, “içmek” gibi bir eylem ifade eder.
Bilindiği gibi “namaz” bir dinî terimdir ve; “belirli zamanlarda,
belirli beden hareketleriyle, belirli dua ve ayetlerin okunmasıyla
yapılan bir kulluk” demektir. Aynı şekilde “oruç” da bir terim olup;
“belirli bir zaman diliminde özel bir amaçla, yemeyi içmeyi ve cinsel
ilişkiyi terk etmek” demektir.
İşin
aslı böyle olmasına rağmen, Arapçadan Türkçeye yapılan tüm çevirilerde
“zikr” sözcüğü Türkçeleştirilmeden Arapça olarak bırakılmış ve böylece
sözcük, sanki bir dinî terim gibi kullanıla gelmiştir. Bu bilgisizlik
her zamanki gibi, açıkgözler ve art niyetliler tarafından sömürülmüş ve
cahil halk arasında zikir halkaları, zikir şekilleri ve zikir aletleri
icat edilmiştir. Bu sözcüğün yanlış algılandığının farkında olan İslâm
düşmanları ise, binlerce senedir sürdürdükleri faaliyetlerine bu konuyu
da dahil ederek Müslümanların daha fazla uyuşturulmalarını, daha çok
perişan edilmelerini, daha derin SAPIKLIĞA DÜŞÜRÜLMELERİNİ sağlamışlar,
üstelik de bu saplığın yararlarını, faziletlerini anlatan kitaplar
yazarak bunları Müslümanlara satmışlardır.
Kur’an’ın bir çok ayetinde “zikrullah”tan (Allah’ın anılmasından) bahsedilerek bunun önemine ve gereğine değinilmektedir:
Âl-i Imran; 191: O (Aklını kullanan) kişilerdir ki, ayakta, otururken yan yatarken ALLAH’I ANARLAR ve göklerin
ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler: “Ey Rabbimiz! Sen bunu
boşu boşuna yaratmadın! Senin şanın yücedir. Bizi ateşin azabından
koruyuver!”
Nisa; 103: Sonra da namazı tamamlayınca, artık ALLAH’I AYAKTA, OTURARAK, YAN YATMIŞKEN ANIN. Sonra sükûnet bulduğunuzda da, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakitlenmiş bir farz olmuştur.
Bakara; 114: Ve Allah’ın mescitlerini, içlerinde ALLAHIN ADI ANILMASIN
diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha zalim kim
olabilir! Böylelerinin, o mescitlere girmeleri ancak korka korka
olacaktır. Onlar için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için ahirette
de büyük bir azap vardır.
Ankebut;
45: Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Şüphesiz ki namaz,
çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki ALLAH’I ANMAK daha büyüktür. Allah yaptığınız şeyleri bilir.
Hadid; 16: İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki, kalpleri ALLAH’I ANMAK
ve Hakk’tan gelen için ürpersin de daha önce kendilerine kitap
verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş de kalpleri katılaşmış
kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.
Zümer;
22: Peki Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir
ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse ALLAH’I ANMAYA karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte onlardır, açık seçik sapıklık içindekiler.
Ta Ha; 42: Sen ve kardeşin ayetlerimi götürün ve BENİ ANMAKTA ikiniz de gevşeklik etmeyin.
Ta Ha; 124-126: Kim BENİM ANILMAMDAN (beni anmaktan) yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için
zor, sıkıcı bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak
haşrederiz. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden
kör olarak haşrettin?” (Allah) Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana
geldiğinde sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk
ediliyorsun.”
A’râf;
205: Ve sabah akşam (her zaman) kendi içinden, korkarak ve yalvararak,
yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma!
Cinn; 17: onları, onun içinde imtihan edelim. KİM RABBİNİN ANILMASINDAN yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar.
Nur; 37: Öyle erkekler vardır ki, ne bir ticaret ne bir alış veriş onları ALLAH’I ANMAKTAN, namaz kılmaktan zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar kalplerle gözlerin ters döneceği günden korkarlar.
Münafikun; 9: Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi ALLAH’I ANMAKTAN alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa işte onlar, hüsrana uğramışların ta kendileridir.
Cuma; 9: Ey inananlar! Toplantı günü namaz için çağrı yapıldığı zaman ALLAH’I ANMAYA koşun, alış verişi de bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Bakara; 152: Öyleyse BENİ ANIN ki, Ben de sizi ANAYIM. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.
Rad; 28: O kişiler inanan ve kalpleri ALLAH’I ANMAKLA yatışan kişilerdir. Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız ALLAH’I ANMAKLA yatışır/ tatmin olur.
Müslümanlar,
Kur’an’da bu kadar önem verilen “zikrullah”ın ne demek olduğunu, nasıl
yapılacağını Kur’an’dan öğrenecek yerde sözünü ettiğimiz İslâm
düşmanlarından öğrenmeye kalkınca, ortaya “zikr” yaptıklarını söyleyen
bir takım gruplar çıkmıştır. Bu gruplar Dünya üzerinde, özellikle geri
kalmış, sürünen Müslüman ülkelerde binlerce cemaat, tarikat, zikir
halkaları şeklinde oluşmuş, haftanın belirli gün ve saatlerinde doksan
dokuzluk, binlik, on binlik elde tespihleriyle “zikr” yaptıklarını
zannederek “Allah, Allah”, “La ilahe illallah, La ilahe illallah” veya
“Hu, Hu” diye bağırıp durmuş ve bu yaptıklarıyla da kolayca ve garanti
olarak cennete gideceklerine inanmışlardır. Acaba bunların yaptıkları
ve inandıkları doğru mudur?
Hayır!
Bu tarz inanışlar doğru değildir ve bu tip yozlaştırılmış davranışların
hiç kimseye bir yararı olmaz. Parayı çok seven veya paraya ihtiyacı
olan bir kimsenin herhangi bir para kazanma uğraşısına girmeden, eline
bir tespih alıp günde binlerce kez “para, para, para, …” diye
sayıklamak suretiyle para kazanması nasıl mümkün değilse, ahirette
cennetle ödüllendirilmek isteyen bir kimsenin de, yukarıda
açıkladığımız yoz ve saçma davranışlarla Allah’ın rızasını kazanması
mümkün değildir. Çünkü Yüce Allah, cennetin bedelini Kur’an’da
bildirmiştir:
Tövbe; 111: Kesinlikle Allah, Müminlerin CANLARINI ve MALLARINI, KARŞILIĞINDA CENNET VERMEK ÜZERE SATIN ALMIŞTIR. …
Cennetin
bedelinin CANLARIMIZ ve MALLARIMIZ olduğunu söyleyen yukarıdaki ayet
Kur’an’da duruyor iken, bir Müslüman’ın bilmem kaç tane tespih çekerek
Allah’ın rızasını kazanmayı umması ve cennete gireceğine inanması;
ucuza cennet kapatma uyanıklığından (!) veya ömrünü lâklâkla geçiren leylek gibi, ömrü bilinçsizce harcama enayiliğinden
başka nedir ki? İslâm düşmanları tarafından uydurulan bu tip yalanlar,
Müslümanları gayretten, faaliyetten, rekabetten uzaklaştırıp,
tembelliğe, miskinliğe ve uyuşukluğa sevk etmekte ve bu yalanlara
uyarak dünya hayatını Allah’ın razı olmayacağı şekle sokanların ahiret
hayatlarını da karartmaktadır.
Oysa,
Allah’ın bizden beklediği doğru davranışların hepsi Kur’an’da
mevcuttur. Bir Müslüman olarak bize düşen, Allah’ın bizden
istediklerini Kur’an’daki şekliyle öğrenip uygulamaktır. Konumuz
hakkında da Yüce Allah, kendisini anmamızı emretmiştir. Dinini
Kur’an’dan öğrenen bir Müslüman’ın bunun nasıl yapılacağını öğrenmek
için yapacağı tek şey Kur’an’a başvurmaktır. Çünkü, “Madem ki Yüce
Allah kendisini anmamızı istemiştir, bunun nasıl yapılacağını da
mutlaka bize bildirmiştir.” mantığı ile başvurulacak ve Allah’ın
mesajını taşıyan yegâne kaynak Kur’an’dır. Nitekim Yüce Allah,
“zikrullah” eyleminin, kendisinin gösterdiği şekilde yapılmasını
istemiştir:
Bakara;
198: Rabbinizden bir lütuf istemenizde hiçbir sakınca yoktur. Sonra
Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ari-Haram’da ALLAH’I ANIN. Ve O’nu O’nun SİZE GÖSTERDİĞİ GİBİ ANIN. Ve siz bundan önce gerçekten sapıklardan idiniz.
Yüce Allah’ın, kendisini anmamız için bize gösterdiği, öğrettiği şekil ise iki ayet sonrasında bildirilmiştir:
Bakara; 200: Sonra da ibadetlerinizi bitirdiğinizde yine ALLAH’I ANIN, TIPKI BABALARINIZI ANDIĞINIZ GİBİ. Hatta DAHA KUVVETLİ BİR ANIŞLA ANIN. İnsanlardan bazısı, “Ey Rabbimiz bize dünyada ver!” diyen kimselerdir. Onun için de Ahiret’te bir nasip yoktur.
Ayetlerden
açık ve net olarak anlaşıldığı gibi Yüce Allah, kendisini babalarımızı
andığımız gibi, hatta daha kuvvetle/ şiddetle anmamızı emretmektedir.
Bu
durumda, öncelikle babalarımızı nasıl andığımızı düşünmemiz
gerekmektedir. Babasını, elde otuz üçlük, doksan dokuzluk, binlik, …
tespih, gece gündüz “Baba, Baba …” diye diliyle anan bir kişinin bile
mevcudiyeti söz konusu olamayacağına göre, burada düğümü çözecek olan
ipucu, babamızı anmamızın, onu düşünmemizin nasıl olması
gerektiğindedir.
Babalarımızın
bizlere “Oğlum/ kızım beni unutma!” dedikleri zaman, elimize bir tespih
alıp gece gündüz durmadan “Baba, Baba …” diye tespih çekmemizi
kastetmedikleri kesindir. O hâlde babalarımızı anmamız; “onları
düşünmemiz, onları aklımızdan çıkarmamamız, ONLARIN BİZLER ÜZERİNDEKİ
HAKLARINI DÜŞÜNÜP, ONLARA KARŞI MADDÎ VE MANEVÎ SORUMLULUKLARIMIZI
HATIRLAYIP ONLARA SEVGİDE SAYGIDA KUSUR ETMEMEMİZ” demektir.
Aksi görüşte olup “zikrullah”ı tespihle yapan zihniyetin, Allah’ın Bakara suresinin 152. ayetinde verdiği “BENİ ANIN ki, Ben de sizi ANAYIM”
mesajı hakkında ayrıca kafa yormalarında ve Allah’ı “Allah, Allah …”
diye anan kullarını, Allah’ın “kulum, kulum …” diye mi andığını
düşünmelerinde, kendi çıkarları açısından büyük yarar vardır.
Bu
dini en iyi anlayan ve en iyi uygulayanların, peygamberimiz ile onun
çağdaşı olan ve ondan eğitim, terbiye alan Müslümanlar, yani sahabe-i
kiram oldukları hiç şüphesiz ve tartışmasızdır. Onlar ise bu ayetleri,
bugünkü sapık tarikat, tekke ve tasavvuf anlayışıyla anlayıp
uygulamamışlardır. Onların, ellerinde tespih, bilmem kaç kere “Allah,
Allah …” dediklerini kimseler duymamış, kitaplar yazmamıştır. Onlar,
ömürlerini lâklâkla geçirmemişlerdir. Çünkü onlar LÂFLA PEYNİR GEMİSİNİN YÜRÜMEYECEĞİNİ bilmekteydiler.
Onlar, kişinin aynasının “iş” olduğunun, lâfına bakılmayacağının
bilincinde oldukları için ömürlerini hep EĞİTİM ile ve Allah için
mücadele (cihad) ile geçirmişlerdir.
Netice
olarak anlıyoruz ki ZİKRULLAH/ ALLAH’IN ANILMASI, halk arasında
uygulandığı tarzda; elde tespih, dil ile “Allah, Allah …” demek
değildir. ZİKRULLAH/ ALLAH’IN ANILMASI; Allah’ın bizler
üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, kul olarak
O’na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizin
kontrolünü yapmak ve verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek,
nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek ve daima bu bilinç
içerisinde olmaktır.
Hakkı YILMAZ
hakkiyilmaz@istekuran.com
http://www.istekuran.com
Evet, ZİKRULLAH/ ALLAH’I ANMAK işi işte bu dur. Allah’ın istediği de budur.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|