Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün Aleyküm ! Değerli Kardeşlerim!
Radyoman Kardeşimizin çeviri yaparak istifademize sunduğu makaleyi okuduk.
Alperen Kardeşimizin bu makale ile ilgili değerlendirmesini de okuduk.Allah Razı olsun. Rabb'im cümlemizin ilmini artırsın.
Okuyan kardeşlerimizin sağlıklı bir değerlendirme yapabilmeleri için bu konuda yapılmış bir çalışmayı istifadelerinize sunmak istedim.
CUMA
(Yerel Gündem Toplantısı)
Cuma ’nın sözlük anlamı: Cumua kelimesi, Cem’a kökünden türemiş bir sözcük olup, toplamak, bir araya getirmek anlamına gelir. Burada ‘Yevmü-l Cumua’ , terkip/tamlama halinde olup Toplantı Günü demektir.
‘Cuma günü’ tarzında mânâlandırmak, Arapça iki kelimenin birini Türkçeleştirip birini yine Arapça bırakmak olduğundan, böyle bir uygulama hem yanlış olur hem de binlerce senedir olduğu gibi anlam saklanmış olur. Bu da bir çok yanlış inanç ve ameli beraberinde getirir.
Tarihçesi:
Bugünkü Yevmü-l Cumua/Toplantı günü dediğimiz güne eskiden Araplar yevmül arube/yedinci cennet günü derlerdi. Peygamber efendimiz henüz hicret etmeden Yesrip (Medine’nin o zamanki adı)li Müslümanlar Es’ad İbnü Zurara ile birlikte toplanıp, namaz kılar ve istişarede bulunurlardı.
Yahudiler ve Hıristiyanlar haftada bir gün toplanıyorlar, bizde haftada bir toplanalım diye karar alıp toplanmaya başladılar. Ve toplantı gününün haftanın altıncı günü (bize göre beşinci gün) olmasına karar verdiler. Çünkü o gün Yesrip’te pazar kuruluyor; çevreden, yakın mesafelerden halk pazara geliyordu. Böylece toplantıya katılım daha çok olacaktı. İşte böylece yevmül arube, yevmül cümüa/toplantı günü oldu. Sonradan eski adıyla değil de yeni adı söylenir oldu. Asrı saadetten sonra maalesef kavram ve amacı yozlaştırıldı.
Vucubunun şartları/zorunlu görev olmasının koşulları:
Tüm fıkıh kitapları ve ilmihal kitaplarında bu şartlar :
·   ; ; Erkek olmak
·   ; ; Hür olmak
·   ; ; Şehirde oturmak
·   ; ; Sıhhatli olmak
·   ; ; Güvende olmak ; tarzında açıklanır.
Erkek olma koşulunun, uydurma ve yanlış olduğunu aşağıdaki bölümlerde geniş bir biçimde açıklayacağız.
Hürriyet/özgürlük: Fıkıh ve İlmihal kitapları bu kavramı köle olmayanlara, özgür insanlara farzdır diye açıklamışlardır. Halbuki Hürriyet kavramı sadece esâreti, köleliği ifade etmez. Düşünce ve ifade özgürlüğünü de kapsar. (Bu gün kölelik zaten kalmamıştır. Bu insanlığın yüz karası uygulamanın ortadan kaldırılması şerefi Müslümanlara değil maalesef Müslüman olmayanlara aittir.) “O toplantıda herkes özgürce fikrini beyan edecektir. Kimsenin fikri, düşüncesi asla kısıtlanmayacak, sansür edilmeyecek, fikrinden dolayı kimse takibata uğramayacaktır.” demektir.
Şehirde ikamet : Yani toplantı beldenin yerli nüfusuna zorunlu görevdir. Misafirler için zorunlu görev değildir. Çünkü dışarıdan geçici olarak gelenler o beldenin sorunlarını bilemezler. Onun için onun tartışmasına katılmasalar olur. Katılırlarsa da dinleyici sıfatıyla bulunup bilgilenirler. Beldenin kendi sakinleri kadın-erkek toplantıya katılmak zorundadırlar.
Sağlıklı olmak, kör, topal olmamak ve güvenlik şartlarını ise açıklamaya gerek yok. Bunlar ise her işte önemsenen hususlardır.
Cuma/toplantının uygulanması:
Cumaya katılmanın zorunluluğu bir yana Rasulüllah efendimiz, toplantıya hazırlık için de çok önemli öneri ve uygulamalar getirmiştir. Bu öneri ve uygulamaları tüm hadis kitaplarında vardır. Özetle:
Evinde boy abdesti /gusül alıyor, (herkese de öneriyor, özellikle boy abdestinin cünüplükten çıkmak için alınmış olmasını istiyor. Yani Cuma/Toplantıya çıkmadan evvel cinsel ilişkide bulunup iyice yıkanın toplantıya gelin buyuruyor.) Beyaz ve temiz elbisesini giyiyor. (Cuma/toplantı için iş elbisesinin dışında özel toplantılarda giyilecek, bayramlık tabir ettiğimiz cinsten herkesin bir elbisesi olsun arzuluyor.) Güzel kokular sürünüyor. (herkese güzel koku önerdiği gibi, soğan ve sarımsak yemiş olanların ağzı kokar bir durumda, hayız elbiseli, elbisesi lekeli olan kadınların toplantıya katılmalarını istemiyor.)
İşte bu koşullar ve pozisyonda Müslümanlar, toplantı mahalline, musallaya/mescide toplanıyorlar.
Cuma’nın/toplantının edası/uygulanması için şartlar:
1. Veliyyül emir :
Yani Cuma’yı/toplantıyı resmi otoritenin başı, devlet başkanı ya da naibi/yetkilendirdiği birisi kıldıracak/yönetecek.
2. İzn-i âmm :
Cuma/toplantının yapılacağı yer herkese açık olacak. Mülki âmirin izin verdiği yerde (miting izni gibi) uygulanacak.
Bu iki şart bugünkü siyasi yapı gereği uygulama imkanı olmayan şeylerdir. İşin aslında böyle şartlar İslam’da yoktur. Müslümanlar nerede olsa toplanır; (ilk Müslümanlar koyun ağılında toplanmışlardı.) Cuma/toplantı başkanını (kongre divan başkanını) aralarında tayin eder; “Allah’ın anılması” işini icra eder, yeryüzüne Allah’ın nimetlerini aramaya dağılırlar. İslam Allah’ın koyduğu sınırlarda yaşanır. Asla onun bunun himmeti ve verdiği izin kadar yaşanmaz.
Bu iki şartı, resmi otorite, mülki idareye bağlayanlar, laik sistemde işin içinden çıkamamışlardır. İnançları gereği “Bu şartlarda Cuma kılınmaz” diyemedikleri gibi kıldıkları Cuma’nın kabul olmama endişesini de içlerinden atamamışlardır. Onun için iki rekat namaz ve hutbe/Allah’ın anılmasından ibaret olan Cuma/toplantıyı hutbe ve on altı rekata çıkarmışlardır. On altı rekata nasıl niyet edileceğini ise bir türlü kitaba sığdıramayıp ikna edici bir cevap bulamamışlardır.
Bu şartlar, Peygamber sonrası Müslümanları kontrol altında tutma çabası gösteren siyasi kadrolarca İslam’a sokulmuş. arı, duru, Allah’a ait İslam; Arap, Acem, Selçuklu, Osmanlı Müslümanlık’ı olarak dejenere olmuştur. Abant konsülünden sonra da Türk Müslümanlığı olarak yozlaştırılmak istenmektedir.
Her Müslüman bu toplantının doğal üyesidir. Hiçbir Müslüman’a katılımda kısıtlama konamaz. Herhangi bir nedenle katılımı kısıtlanmış kişiye katılmadığı için sorumluluk yoktur. Ama mazeretsiz olarak ard arda üç Cum’a’ya/toplantıya katılmayanları Peygamber efendimiz münafık ve kalbi mühürlü olarak nitelendirmiştir.
3. Vakit :
Bu günkü uygulamada haftanın beşinci günü Yevm-ül Cumua’dır. Yani Toplantı Günü’dür.
Haftanın beşinci günü olmasını Allah cc. tespit etmemiştir. İlk Cuma’yı uygulayan Medineli Müslümanlar içerisinde bulundukları sosyal ve ekonomik şartları dikkate alarak haftanın bize göre beşinci gününü (Araplara göre altıncı gün. Çünkü Araplarda haftanın birinci günü pazardan başlar.) Yevm-ül-Cumua /Toplantı Günü olarak kararlaştırmışlardır. O günden bu güne de aynı uygulamalar devam edip gelmektedir. Her hangi bir bölgedeki Müslümanlar şartları gereği bu Yevm-ül Cumua’yı/Toplantı Günü’nü haftanın başka bir gününde uygulamayı uygun bulurlarsa buna da saygı duymak gerekir.
Allah Cc. Cumua suresi, 9. âyet:
“ Ey inananlar ! Toplantı Günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, Allah’ın anılmasına koşun. Alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”
diye günün tümünü işaret ettiğine göre, günün beş vaktinden her bir vaktinde Cuma/Toplantı uygulanabilir. Bunu da yine bölge Müslümanları sosyal ve ekonomik bölgesel koşullarına göre ayarlayabilirler. Bu güne kadarki gün ve saat uygulamaları bir teâmül (genel uygulama) dür. Allah Cc. tarafından tespit edilip zorunlu tutulmamıştır.
Yine fıkıh kitapları bu vakti Cuma/toplantı gününün öğle vakti olarak şartlandırsalar da Resulüllah S.v. in, öğleden evvel, öğlen sonrası uyguladığı sahih (güvenilir) hadis kitaplarında var. Ayrıca, âyet-i celilede ‘yevmül Cuma/toplantı günü’ ifadesi yer aldığına göre günün herhangi bir saatinin olabileceğine ilâhi bir işaret vardır. Cuma/toplantı gününün tayiniyle ilgili açıklamayı yukarıdaki kısımlarda yapmıştık.
4. Cemaat :
Bu kavram ekoller/mezhepler, imamlar/din önderleri arasında tartışılmış; peygamber döneminden gelen haberlere göre kimi üç kişi kimi yedi kişi, kırk kişi olmalı demiş. Bu ifadelerin kaynağında üç kişiyle de yedi kişiyle de kırk kişiyle de uygulandığını anlıyoruz. Ama işin özü; Arapça’daki çoğul ifade eden sayıdır: O da ‘ÜÇ’tür. Âyet-i celile çoğul olarak “Allah’ın zikrine koşunuz” diye hitap edildiğine göre çoğulun en küçüğü ele alınıp toplantıda bulunması gereken Müslümanlar ister kadın, ister erkek, ister kadın erkek karışık olsun en az üç kişidir.
5. HUTBE :
Hutbe, âyette geçen zikrullahtır/Allah’ın anılmasıdır.
Bu mezhepler/ekoller ve mezhep içi imamlar/din bilginleri arasında değişik şekillerde yorumlanmıştır. Halbuki Zikrullah/Allah’ı anmak ameli/eylemi idrak edilse, hiç yoruma ihtiyaç olmadığı anlaşılır.
En güzel anlayışı İmam-ı Azam Ebu Hanife yapmış. O hutbe ‘Zikrullahtır/Allah’ı anmaktır.’ demiş. Ki doğrusu da âyetin açıkça beyanıyla budur.
Ama bizimkiler bunu, “imam minbere çıkıp ‘Allah’ deyiverse hutbe tamam olur” diye anlamışlar. (zikrullah/Allah’ın anılması işini lütfen iyi anlayıp kavrayalım!!) Hutbe, aşağıdaki toplantının amacı adlı parça ile izah edilecektir.
Hutbe belirli bir gündemle icra edilir. Hutbeyi okuyan bir nevi kongredeki DİVAN BAŞKANI görevini yürütür. Herkesin söz hakkı vardır. Hem de sansürsüz. Orada görüşülen her konu Zikrullah’a yönelik ve de “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” anlayışı çerçevesinde olduğundan hiçbir Müslüman görüş ve eleştirisinden ötürü takibata alınmaz, ayıplanmaz. Tam bir dokunulmazlık hakkına sahiptir.’ .Mescidde dünya kelâmı konuşulmaz; hutbe esnasında konuşulmaz vb. ilmihallerde yer alan bu ifadeler, eleştiriye tahammül gösteremeyen güçler tarafından para karşılığı uydurtulmuş şeylerdir. İslâm’ın aslı ile hiç alakası yoktur. Aktif ve cevval, uyanık olmaları lazım gelen Müslümanların pasif birer koyun sürüsü haline getirilmesi için yapılmış bir cinâyettir ki bu gün buna muvaffak olmuşlardır. Mescitlerde cemaatın katılımı yoktur. İmam bildiğini okur, yalan ve yanlış da olsa. Tur dağına Musa’yı, gök yüzüne İsa’yı, Mi’rac’a Muhammed Mustafa’yı çıkarsa da ses çıkarılmaz, ana avrat sövse de ses çıkmaz cemaattan. Halife Ömer R.a. hutbe okurken ‘Susun ve beni dinleyin’ dediğinde, ’Üzerindeki elbiseyi nerden bulduğunu, nasıl ona sahip olduğunu bize açıklayıp bizi ikna etmeden sana itaat etmeyiz’ diyen erkek cemâat da, ‘Rasülüllah’ın bize verdiği Mehir haklarında sen nasıl kısıtlamaya gidebilirsin ?’ diye itiraz eden kadın cemâat da tarih oldu.
6. Mısır / Yerleşim birimi :
Her yerleşim alanında Cuma /toplantı yapılır. Köyde ve kentlerde. Mahalle ve mezralarda, geçici kamplarda yapılmaz. Her yerleşim biriminde tek bir yerde Cuma/Toplantı icra edilir. Bu günkü her yerde her yüz metrelik mesafede bir Cuma /toplantı, YANLIŞTIR. Bir beldenin her camisinde ayrı ayrı Cuma/Toplantı, cuma/toplantının amacına aykırıdır. Böyle uygulamalardan maksat hasıl olmaz. Konu fıkıh kitaplarında uzun uzun anlatılır. Bir belde de bir den fazla Cuma kılınacak olursa ilk Cuma’ya başlayan cemâatın Cuma’sı kabul olur; diğerlerinki olmaz denir. Özellikle İmam-ı A’zam Ebu Hanife, bir beldede değişik yerlerde birden fazla cemaat olunup Cuma kılınamaz derken, Hanefi mezhebinden olduklarını iddia eden ahmakların, diğer ekollerden daha çok bu hatayı yapmaları da dikkat çekicidir.
Cuma/toplantıya katılmak zorunluluğu:
Cumaya/toplantıya katılmak kadın ve erkek, bedenen ve aklen sağlıklı her erişkin Müslüman’a farzdır. Zorunlu görevdir. Allah Cc.
Cuma Suresi, 9. âyette :
“Ey inananlar! Toplantı günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, Allah’ı anmaya koşun. Alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”
buyurur. Ayrıca Rasulüllah muhtelif hadisi şeriflerinde ‘üç Cumayı/toplantıyı art arda mazeretsiz terk edenin kalbinin mühürlendiği/münafık sayılacağını buyurur. Ayrıca Cuma/toplantıya gelmeyenin bir altın lira sadaka vermesini emreder. Bir yandan da Cumaya/Toplantıya erken gidenlerin geç kalanlardan daha çok sevap alacağını bildirir. Cuma/toplantıya teşvik ve gelmeyenleri azar konusunda bir hayli hadisi şerif var. Kitaplardan okunabilir.
Cuma/toplantı kadınlara da farzdır/zorunlu görevdir:
Fıkıh ve İlmihal kitaplarında Cuma namazı kadınlara farz değildir diye yazar. Ama bu yanlıştır, hem de çok yanlıştır. Bu konu ‘Dinimiz İslam’da kadının yeri’ adıyla tarafımızdan genişçe incelendi. Oradan tetkikinde de fayda var. Yine de ana hatlarıyla konuya kısaca değinelim:
Allah’ü Teala tüm emir ve yasaklarını milliyet, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmadan genel ve mutlak olarak bildirmiştir. O nedenle İslam dini Fıtrat dinidir ve EVRENSELDİR. Her milleti, her ırkı, her cinsi ve her ülkeyi aynen kapsar. Kulluk ve görev yükleme Vs. yönünden kadını erkekten ayırmamıştır. Kadını asla ikinci sınıf insan ve aklı ve dini noksan Müslüman yerine koymamıştır. (bu tarz kabuller hainler tarafından İslam’a sokulmak istenmiş; maalesef gafiller tarafından da kabul görmüştür. Bu tip inanç ve kabul büyük bir ihanet ve cinâyettir.)
Kur’ân-ı kerimde kadının cumaya/toplantıya katılmamasını açıkça veya işaret yoluyla isteyen, kadınlara farz olmadığını açıklayan hiçbir âyet yoktur. Cuma suresi 9. âyeti tekrar gözden geçirirsek:
‘Ey İnananlar ! Toplantı günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, Allah’ı anmaya koşun. Alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.’
diye, Allah Cc. kadın ve erkek, cinsiyet, milliyet ayırımı yapmadan her inanana sesleniyor. Herkesi bu işe görevlendiriyor.
Hadisi şeriflere ve İslam Tarihi’ne bakarsak Peygamber efendimizin kadınların mescitlere gitmelerini ve eşlerinin bu duruma engel olmamalarını istediğini ve Müslüman kadınların belirli bir zamana kadar (Emeviler dönemi) Cuma /Toplantı ’lara iştirak ettiklerini görürüz. Ama bazı hadis kitaplarında yer alan ve siyasi otoritesini baskı ve parayla sağlayabilmek için yazdırılmış kitaplarda göreceğimiz hadis diye bir rivâyet vardır ki, bu yalan bu konuda malzeme olarak kullanılmıştır. O da şu: Tarık bin Şihap hadisi diye meşhur olan hadis. Bu hadiste güya Peygamber efendimiz, “Cuma namazı, cemaat içinde bulunan her Müslüman üzerine Allahü Tealanın bir hakkı olup farzdır. Ancak bundan, köleler, kadınlar, çocuklar ve hastalar müstesna.” buyurmuş. Bu rivâyet/söylenti, hadis bilginleri tarafından tetkik edildiğinde bu hadisi ortaya atan Tarık bin Şihap’ın Peygamber efendimizi gördüğü; ama ondan hiçbir söz işitmediği teferruatla yer alır. Yani böyle bir şey aslında yok. Olay düzmece.
İşin aslı şu: O günkü siyasi otorite haksız iktidarlarını sürdürebilmek için, toplumdaki direnci kırmayı düşünür. Toplumun yarısını oluşturan kadınları olmadık yalanlarla (ki en fazla peygamber efendimizle ilgili), ayrıca kadınlar FİTNEYE sebep oluyorlar yani onlar Cumaya/toplantıya geldiklerinde erkekler kadınları görüyor ve CİNSEL TAHRİK oluyorlar bahanesiyle CUMADAN/TOPLANTIDAN uzaklaştırıp evlerine kapatırlar. O gün bu gün de böyle devam edip gidiyor...
Toplantının amacı:
Bu toplantının amacı, zikrullah/allahı anmaktır. Bu görev, bu gün, adına hutbe /söylev dediğimiz bölüm olarak icra edilir. Bu kavramı zikrullah/Allah’ı anmak adlı çalışmamızdan aynen buraya aktarıp, konuyla ilgili yeterli bilgi verildikten sonra Cuma /Toplantı konusuna devam edeceğiz ki konu iyi anlaşılsın.
Zikrullah/Allah’ı anmak:
‘“.........Görüldüğü gibi bu âyeti celileler Zikrullah/Allah’ın anılmasından bahsediyor. Önemine ve gereğine değiniyor. Öyleyse bu Zikrullah/Allahın anılması nedir, ve nasıl olur? Bunu, kimden nasıl öğreneceğiz? Toplumda Zikir yaptıklarını söyleyen gurupların yaptıkları doğrumu? Dünya üzerinde özellikle geri kalmış, sürünen Müslüman ülkelerde binlerce cemaat, tarikat, zikir halkaları var. Haftanın belirli gün ve saatlerinde doksan dokuzluk, binlik, on binlik elde tespihleriyle zikir yaptıkları zannıyla, Allah, Allah ve ya Lâ ilâhe illallah, Lâ ilâhe illallah ve ya Hû, Hû diye bağırıp duruyorlar. Bunlar doğru mu?
Hayır, bunlar hiç de doğru şeyler değil. Bunlar yozlaştırılmış şeyler. Kur’ân’da cennetin bedelini cenabı hak bildirmiş;
Tevbe Suresi, âyet 111:
“Allah, Müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. .......”
Cenneti bedeli can ve mallarımız iken bilmem kaç tane tespih çekersen cennete girersin gibi uyuşturucu, Müslümanları gayretten, faaliyetten, rekabetten uzaklaştırıp, tembelliğe, miskinliğe ve uyuşukluğa sevk eden Allah’ın razı olmayacağı şeyler bunlar. Hatta ucuza cennet kapatma uyanıklığı yaparken, leyleğin ömrünün lak lakla geçtiği gibi, ömrü bilinçsizce harcama enayiliğidir. Peki doğrusunu kimden ve nerden öğreneceğiz? Tabii ki Allah’tan öğreneceğiz. Kur’ân’daki şekliyle öğrenip uygulayacağız. Madem bize, kendisini anmamızı emrediyor, nasıl yapmamız lazım geldiğini bize mutlaka bildirmiştir.
Bakara Suresi, âyet 198:
“Rabbınızdan bir lütuf ve bereket istemenizde hiçbir sakınca yoktur. Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde Meş’ari-Haram’da Allah’ı anın. O’nu O’nun size gösterdiği gibi anın. Siz bundan önce gerçekten sapıklardan idiniz.”
Gördünüz mü, dikkat ettiniz mi Allah nasıl anılacakmış? Allah, Allah’ın gösterdiği, öğrettiği şekilde anılacakmış. Peki bize gösterdiği, öğrettiği şekil nasıl bir şey? Şimdi ona dikkat edelim.
Bakara Suresi, âyet 200:
“Gerekli ibadetlerinizi bitirdiğinizde yine Allah’ı anın. Tıpkı babalarınızı andığınız gibi. Hatta daha kuvvetli bir anışla anın. İnsanlardan bazısı şöyle der: ‘Ey Rabbımız bize dünyada ver.’ Böylesi için Âhiret’te bir nasip yoktur.”
Evet Allah’ı babalarımızı andığımız gibi, hatta daha kuvvetle/şiddetle anmamız lazımmış. Allah’ın emri böyle. Başka türlü anamayız. Çünkü Allah’a isyan olur.
Mademki böyle Allah’ı babalarımızı andığımız gibi hatta daha da kuvvetle anacağız öyleyse düşünelim bir kez: Babalarımızı nasıl anarız? Elimizde, otuz üçlük, doksan dokuzluk, binlik,.... tespih gece gündüz Baba, Baba,.....baba diye dilimizle mi anarız? Babamızı anmamız, onu düşünmemiz nasıl olması lazım ? İşte düğümü çözecek olan düşünce budur.
Babalarımızı anmamız, onları düşünmemiz, onları aklımızdan çıkarmamamız, onların bizler üzerindeki haklarını düşünüp, onlara karşı maddi ve manevi sorumluluklarımızı hatırlayıp onlara sevgide saygıda kusur etmememizdir. Babalarımız bizlere “oğlum/kızım beni unutma!” dedikleri zaman, eline bir tespih alda ‘gece gündüz durmadan Baba, Baba...diye tespih çek!’ demek istemezler.
Netice olarak anlıyoruz ki zikrullah/Allah’ın anılması, halk arasındaki tarzda elde tespih, dil ile Allah, Allah,...., Allah demek değil. Zikrullah/Allah’ın anılması ‘Allah’ın bizler üzerindeki haklarını, bize sunduğu nimetleri düşünmek, kul olarak O’na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizin kontrolünü yapmak ve verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemektir. Daima bu bilinç içerisinde olmaktır..........”’
Cumanın/Toplantının Zikrullah/Allah’ın anılması/hutbe bölümüyle Müslümanların bir nevi haftalık bakımları yapılıyor. İnançları ve amelleri revize ediliyor. İleriki hafta için işlerini programlıyorlar. Aralarındaki ihtilaflar, yaşamlarında ortaya çıkmış aksaklıklar, yapılması lazım gelen işler, dertler, tasalar, eleştiriler her şey, orada Allah için hiç kimsenin kişisel çıkarına alet olmadan , her Müslüman’ın katılımı ile özgürce, sansür edilmeden, Cumaya/Toplantıya fesat karıştırılmadan tam bir dokunulmazlıkla istişare edilip karara bağlanıyor.
Ayrıca bu toplantı vesilesi ile Müslümanlar, konuşup, tanışıyorlar. Dostluklar tazeleniyor. Bilgileri, bilinçleri artıyor. Kenetleniyorlar. Güç birliği yapıyorlar ve bu güçlerini dost düşman herkese gösteriyorlar. (Koyun sürüsü gibi camiye dolup, uyuklayıp uyuklayıp dağılmıyorlar.
Sahih sünnette ve tarihî belgelere bakılırsa Peygamber efendimizin mescidi/camiyi her türlü kamu hizmeti ve sosyal aktivite için kullandığı görülür. Bu gün de mescitler/câmiler kongre, konferans, sergi solunu, kütübhane gibi tüm sosyal ve kültürel aktivitelere açık olmalıdır. Kesinlikle, mescitler/câmiler uyuma ve uyutma mekanları, mahalleri ve merkezleri olmaktan çıkarılmalı, İslâm’daki orijinal kimliğine kavuşturulmalıdır. Yâni mescitler/câmiler bilgilenme, bilinçlenme ve aydınlanma yerleri olmalıdır.))
Sonra da, bu dinamizmle,
Cumua Suresi, 10. âyet:
“Namaz kılınınca hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa erebilesiniz.”
Emri gereği, Allah’ın nimetlerini aramak ve kazanmak için yer yüzüne yayılıyorlar. Ne kadar güzel ve anlamlı...
İşte İslâm’ın cuması... Böyle olmalı Müslümanların yerel gündem toplantısı!
Kaynak:İşte Kur'an.com
Kusursuz olan Allah'tır.
En doğrusunu Allah bilir.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
|