Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
S.A CEMAL ÇAĞLAK'TAN ALINTIDIR
Öze Dönüş
Mümin olduğuna inanan bir insanın diğer varlıklarla olan diyaloğunu vahiy belirler. Gerçekleşen bu davranışların sonucu da iyilik veya kötülük şeklinde tezahür eder.
Kan döken ve bozguncu bir varlık tipi olarak hayat sahnesine çıkan beşer, Allah'tan kendisine ulaştırılan emirlerle adaleti ve merhameti tanımış böylece mevcut olan kötülüklerle, iyiliklerin kavgası o zamandan başlamıştır. İnsandaki bu bilinçlenme süreci Rabbinden gelen doğruları onayladığı müddetçe, meleklerin sessiz saygı ikrarıyla kabul görmüş; başına buyruk bir varlık olmaya yeltenip ilahi hükümleri ters yüz ettiği zaman da kan dökücü ve bozguncu bir beşer olarak kınanmıştır. İnsanların her dönemde heva ve arzularına uyarak bozguncuların yönlendirmesiyle yoldan çıktığı vakitler, Allah, elçileriyle iletmiş olduğu emirler vesilesiyle zamanın kana bulandığı saatlerde bozgunculuktan ve canilikten kurtuluş fırsatını her defasında takdim etmiştir.
Meleklerin beğenmediği, özü değişken, kokuşmuş, cıvık, katı balçık özellikli beşere vahiyle yapılan çağrı; onu süzme çamura dönüştürme çabasıdır. Vahiy balçığın pis özelliklerini rafine eden bir süzgeçtir. Varolduğu günden bu yana balçığındaki bütün özellikleri taşımaya devam etmektedir. Çünkü o, sıkıntıyı gördüğü zaman değişken, nemelazımcılıkla birlikte kokuşan, menfaat ve hüküm konusunda katılaşan ve yükümlülükler karşısında sorumluluktan kaçarak cıvık bir yaşantıya yönelebilen varlıktır. Bu insan sadece bunlardan ibaret değildir. Onun içinde birkaç özelliği bulunduran bir boyut daha vardır. Bu, onun süzme, saf, arı-duru, seçebilen özelliğidir. Bunları ortaya çıkardığı zaman mazlumların yanında şefkat ve merhamet duyguları taşıyan, zalimlere ise zorlu ve çetin bir tavır sergileyen konumunu belirginleştirir. Bunu da Allah'tan gelen hükümlerle şekillendirdiği zaman mümin kelimesiyle özelleşir. Zaten meleklerin kabule rıza göstermediği tip, birinci özellikleri taşıyan bozguncu bir varlık özelliğiydi. O insanın, sadece cıvık, katı, değişken, kokuşmuş yanını görmüşlerdi. Bu beşerin, melekler gözündeki tanımı "beş para etmez bir varlıktır". Ancak o Allah ki, meleklerin göremediğini ezeli bilgisiyle biliyordu ve onlara "sizin bilmediğinizi bilirim" demişti. Vahiyle onlarda yapılacak olan süzme girişimi neticesinde ortaya çok farklı bir varlığın çıkacağını bilmiş; Adem'e bir takım kelimelerle kendisini ispat etme hakkını vermişti. Verdiği kelimelerle (vahiyle) "konuş seni dinlesinler" dediği zaman, daha dün en ufak bir menfaat için ortalığı kana boyayanların; Evs ve Hazrec'in, Ebu Zerr'in, Ömer'in, kan davalıların, kapitalistlerin nasıl adalet ve imameti Allah'tan gelenlerle şekillendirdiklerini öğrenen melekler, süzme hale gelerek mümin insan olan bu varlığa secde ederek onayladılar. Kabullendiler ki, ilahlaşma ve rablaşma arzularından sıyrılan insan, süzme bir kıvama gelir ve saygıya şayan olur.
İlahi hükümler öyle bir süzgeçtir ki (furkan) içten gelerek gösterilen teslimiyet neticesinde özde bulunan cıvıklığı, katılığı, değişkenliği ve bunların oluşturduğu kokuşmuşluğu bertaraf eder. İhlasla yöneliş bu eylemde tortu bırakmadan yürümeyi sağlar. Böylece insanda bulunan öz bütün çirkefliklerden arınarak hayata ulaşır.
Değişken özellikliydi bu insanoğlu. Ne zaman medeniyeti yakalayarak adaleti ikame ettiyse de sonradan bu nimet tekrar külfet haline getirilmiştir. Allah'tan gelerek arı-duru bir toplum oluşturan bu süzgeç, zamanla ya birşeyler katılarak sentezlendi, ya da özü budanarak analize tabii tutuldu. Böylece hayata yansıyan formu bozuldu. Bundan sonraki süreçte ise defolu müslüman tipler sahneye çıktı. Bunlar kimi zaman erken imalat hikmetsiz tipler, kimi zaman hayattan kopuk ansiklopedik alimler, bazen de kokuşmuş hurafeler ve cıvık diyalogçu kafaların oluşumuna zemin hazırlamışlardır. İlahi programa yapılan "hangi devirde yaşıyoruz veya bunca alim boşa mı konuşmuş?" şeklindeki saplantılı yaklaşımlar şekillenmek yerine şekillendirici bir takım usuller oluşturmuşlardır. Bu eksiltme ve yetersiz bulma yaklaşımları neticesinde iki yüzlü tiplerin deforme olmuş fikirleri akide olarak karşımıza çıkmıştır.
Elçilerin tebliğlerine başladıkları zamanda hiçbir katkı bulaştırmadan yapmış oldukları çağrı ne acıdır ki kısa bir zaman geçmeden alt ünitelerden yapılan köreltici çıkışlar neticesinde donuklaşmıştır. Sonuçta vahiy, beşeri sapma yollarına payanda yapılmak istenmiş günümüzde de otoritenin, ırkçılığın ve sınıflaşmanın yerleşmesinde katkı maddesi olarak kullanılması gerçekleştirilmiştir. Arı duru kaynağa her menzilde yapılan bağlantılar ve üzerine atılan pislikler zamanla onu bulandırmış, nihayetinde musluğumuza bulaşan kanalizasyon artığı da abı hayat iksiri olarak bize takdim edilmiştir. Hangi ünvanla din adına ortaya çıkanlar olmuşsa da öze döndürme ve arıtma yapmak yerine kokuşan bir mirası koruma yoluna gitmişler, yanlışları ortadan kaldırmak bir yana bunu ortadan kaldırmak isteyenlere olmadık yakıştırmalarla saldırıda bulunmuşlardır. Böylece elimizdeki değerler beşerin varlık sahnesindeki kokuşmuşluğunu, katılığı, değişkenliği ve cıvıklığını bir kere daha sahnelemeye başlamıştır. Vahyin her temizlik sürecinden sonra meydana gelen bozulma, hükmün zaman karşısındaki acziyetinden olmadı. Yapılan tahribatlar bilfiil bu yükü üzerine alanlardan kaynaklandı. Yusuf'u kuyuya atan kardeşleri misali biz de elimizdeki değerleri baş aşağı ettik ve fikri sefaletimizle beraber hayatımızdaki sefalet de kaçınılmaz oldu. İcad ettiğimiz fikirler ve kaynaklar, yabancılar tarafından elimize tutuşturulmadı. Geçmişin mezarlıklarından hortlatılan gelenek, kültür ve ataların şanlı mirası tefsir kıstaslarımız oldu. Bunu yaparken Muhammed'in çağrısını da öve öve bitiremedik. Bu tefsirler ve yaklaşımlar kimi zaman ırkçı, kimi zaman sosyalist, budist, humanist, hıristiyan, yahudi tesiriyle sunulurken bazen daha gerilere giderek antik çağ bağlantılı katkılar yapıldı. Mistik artıkların ilavesiyle beraber oluşmuş tasavvuf adlı yeni din, İslamiyetin yerine geçerek ibadet ve saltanatı bir araya getirdi.
Herşeye muktedir olan Allah'ın hidayet vericiliği bir kısım insanlarca bulandırılarak elde olanlar terkettirildi. Yerine "doğrusu budur" diye yaldızlı sözlerle ciltlerle hazırlanmış kaynaklar sunuldu. Neticesinde her zaman yaptığı gibi yaratılışının ilk günlerindeki kan dökücü özelliğine meyletti ve barbarları, diktatörleri, tiranları bir kez daha gün yüzüne çıkarttı. Yetinmedi, nereden alındığı bilinmez bir yetkiyle elindeki kitabı Allah'ın yazdırdığını söylerken kainatta tasarruf hakkının olduğunu ilan ederek Romalı ilahlar olan Jüpiter, Mars ve Merih'in yanında gökyüzünde bir arsa parselleyerek "kutup yıldızı" oluverdi. Bu yıldızlar geçidinin defilesinden sonra insanımız köle kamplarında seyahatine devam etti. Bedir'de cehennemi boylayan soylular aynı toprakta yeniden hortladı. Firavunsa Kızıldenizden bir kere daha çıktı.
Yıllarca yapılan bu zulümlere başkaldırılar oldu. Kimi zaman iyi niyetle ama hikmet ve ahkamdan habersiz çıkışların neticesinde bu çıkışlar heba oldu. Arada bir gerçekten özü idrak eden müslümanlar çıktılar ve çoğu zaman yeşerme döneminde yabancı güçlere gerek kalmadan kendi mescit yandaşlarınca kıyıma uğradılar. Hem de fitneci, aşırı, bölücü sıfatlarıyla yaftalanarak. Cahiliyenin 21. yüzyılı yine Allah Rasulünün Mekke'deki okuyucusuna muhtaçtır. Allah'ın belirlediği metoda rağmen taze metod belirleyiciliği yaparak yapılan çıkışlar ve uzlaşıcı hareketler erimeye mahkumdur. İnananlar ise taşıdıkları kararlılığa rağmen arada bir içine düştükleri azlık psikolojisiyle beraber çoğulcu çıkış tuzaklarına düşmekten düne kadar vazgeçilmez olarak ortaya koydukları değerleriyle zıtlaşmaktadırlar. Daha düne kadar eleştirdikleri kişi ya da kaynakları "durun yeni bir şey keşfettik" edasıyla iyi yönlerini takdim mantığı hedeflemek düşmanı dost etme felsefesini oluştururken mevcut dostları da kaybediş faturasını da önlerine koymaktadır. Daha acı yönü ise dün tevhide aykırı bulunan değerleri "keşfedilen yeni boyut" ünvanıyla takdim etmek fikri disiplinin bulunmadığının da alametidir.
Hakla batılın ayrışmasını inanç programının bir parçası gören her müslümanın bu ayrışma neticesinde azınlık olarak kalması bir hatanın sonucu değil, sünnetullahın yansımasıdır. Mekke 13 yıl boyunca ayrışmayı sağlayan ayetlerin indiği dönemdir. Sürekli "elbiseyi temizlemeyi" emreden hükümlerin gelişi az ama sağlam ve kararlı bir topluluk oluşturmuştu. O inanan insanlar Kureyş kalabalığının içinde yok denecek bir azınlık kadardılar. Ancak buna rağmen ne Lat'a ne de Uzza'ya bir parça meyletmediler. Üstelik elçi iyi niyetle böyle bir meyletme programına sıcak baktığında ilahi uyarı "şah damarını koparmakla" tehdit ediyordu. Azınlık olmak her dönemde inanan kitlenin görüntüsüdür. Nuh'un bir gemi insanı, Musa'nın bir avuç genci mağaraya sığınan birkaç genci, Talut’un askerleri, Lut'un ailesi ve Yunus'un yalnızlığı... Bütün bunlardan sonra peygamberi örnek aldığını söylerken, değişmez modelin tersine değişken aykırılığımız nedir acaba?
Aynı dönemin insanlarıyla bir arada yaşamaktayız. Peygamberle mücadele eden insanlar İbrahim'den kalma tevhid dinini örf dini haline getiren insanlardı. Günümüz insanı da Muhammed'e gelen tevhid dinini örf dini haline getiren müslüman olduğunu iddia eden kişilerce savunulmaktadır. Hatta bugün müslümanlar tarafından tevhidi dışlayarak yapılan ibadetlerin çoğu o günkü müşrikler tarafından "salih amel" niyetiyle yapılıyordu. Öyleyse Allah bu "salih amelli müşriklerden" niçin razı değildi? Bugün hüküm koyma hakkını üstlenen ya da kendileri gibi olan insanlara devreden şahısların cahiliye dönemindeki tiplerle arasında ne fark vardır? İbrahim'in yolunu örfe çeviren insanların durumu bugün Muhammed'in yolunu örfe çeviren insanların durumuyla aynıdır. Hatta öyle bir boyuta gelinmiştir ki ibadet edilen mescitlerde zalimlere dua ve beka terennümleri serdedilmektedir. Oysa bizlerin, bu zalimce tavırları sergileyenlerden Sümeyye'ye işkence yapan Ebu Cehil'den uzak durduğumuz gibi kaçınmamız gerekirdi. Mümin'in vasfının zulmetmeyen ve zulme rıza göstermeyen olduğunu bile bile onlara payanda olmak ve cumalar dolusu dua etmek peygamber yanında olanlar için olacak iş değildir. Ne kadar azınlıkta kalınırsa kalınsın tevhidin vereceği yalnızlık şirkin çokluğundan iyidir. Ne yazık ki zaman ve şaşırmışlık bunları unutturmaktadır. Bu ıssız ada çılgınlığı içinde bir yol tutmuş müslümanlar gün geldi dayanamadılar ve patlayıverdiler "kendimize gelelim" diye. Uzaklaşmanın farkına varmadan kendilerine gelivererek yıllarca taşıdıkları söylemler ve neşrettikleri yayınları bir kenara koyarak itirafçı mantığıyla ayrıldılar. Daha önceki uyanışlarından sonra ikinci kez uyanarak yeni buluşlar yapma gayretine girdiler. Kur'an'la yetişme ve terbiye alma yetersizliğini! uzun vicdan sıkıntılarından sonra tekrar keşfederek "tu ka ka" ettikleri düşünce arkadaşlarını aydınlatma yoluna girdiler. Said Nursi ve Mevlana'dan kalma saklı incileri gün yüzüne çıkardıktan sonra marjinal kalmanın acısını ve çaresizliğini gidermek için cuma ve teravih vakitlerini kollamaya başladılar. Archimet'in tası kaparak hamamdan çıkışı gibi bir çıkış yaparak bulduğu su üstü metodolojisiyle cumanın kenarında kalanları "kibre sapan tipler" olarak nitelendirdiler. İşte yılın glasnost ve perestroikası... Her hayvandan bir cm2 deri parçasıyla oluşmuş hilkat garibesi dabbetül arz (hurafeye göre) kopardığı kıyametin arkasından inanmadığımızı söylüyor.
Şüphe yok ki bu yola çıkıldığında sıkıntıların kaçınılmaz olduğu muhakkak. Hele doğruları tam anlamıyla yaşayın ve konuşun, o zaman görün. İki arada ve bir derede kalma mantığıyla savunulan değerler ancak kendi karnımızı ağrıtmaktadır. Taze vahiy olmadığına göre çıkılan bu yürüyüşte mehter takımı gibi iki ileri adımın arkasından bir geri adım atma acziyeti kişisel zayıflığımızdan kaynaklanmaktadır. Toplumdan kopmak ifadesi bile yanlış bir tezdir. İsteseniz de istemeseniz de birlikte yaşamak kaçınılmazdır. Ancak onların yanlış ve söz ve eylemlerini onların hal ve hareketlerine uyarak ortadan kaldırmak mümkün değildir. Üstelik Allah bizden bunu istememektedir. Dosdoğru duruş yaparak karşı olduğumuz yanlışlarla ilgili açıklamaları açıkça anlatırsak muhatap olduğumuz insanların arasında kaybolmak yerine düzgün bir davet yapabiliriz. Gerilimin her kayboluşu anında inanan insanlara Allah'ın "ey iman edenler! iman ediniz" çağrısını bir kere daha yaparak topuklarımız üzerinde dönmememiz gerektiğini anlatmalıyız.
cecaglak@mynet.com
|