zulfikarxk Groupie
Katılma Tarihi: 11 agustos 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 63
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Statükonun yıkımına kim ağlar ? Kemal Burkay
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın bölgeye ilişkin son sözleri Türkiye’de, bazı çevrelerde bir süreden beri yaşanan paniği daha da arttırdı. Bu çevreler oldukça da geniş. Bu ülkede ABD aleyhtarlığı yüzde seksenlere dayanmıştı, herhalde bu açıklamadan ve koparılan yaygaradan sonra daha da aşar.
Bölgede olup bitenleri “doğum sancıları” olarak niteleyen Rice, “yeni bir Ortadoğu istemenin zamanıdır; farklı bir Ortadoğu istemeyenlere üstün geleceğiz,” demiş..
Malum, Afganistan ve Irak işgalinden beri ABD bölgede, radikal İslam’dan kaynaklanan terörizmin yanısıra, böylesi bir terörizmi, batı düşmanlığını besleyen çağı dolmuş yapıları sona erdirecek bir demokratikleşmeyi amaçladığını söylüyor.
ABD bu söylemde ne kadar samimi, onun dünyada işlerin bu duruma varmasında günahı, sorumluluğu ne, şu anda söylemin ötesindeki gerçek hesapları ne, bunlar elbet tartışılabilir. Bize göre de, son yıllarda azan radikal İslamcı terörün doğuşunda ABD’nin büyük payı var. Aslında bugün yaşananların kaynağında iki süper güç, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaşta ABD’nin galip çıkması, Sovyet sisteminin çökmesi ve iki sisteme dayalı dünya dengesinin yıkılması geliyor. Böylesi bir denge yıkılınca sarsıntıların tüm dünyada yaşanması ve yeni yapılanmanın sancılı geçmesi doğaldır.
ABD ve müttefikleri sosyalist sistemi çökertmek için her yönteme başvurdular. Ortadoğu’da İran Şahlığı, Suudi Arabistan, Kuveyt ve benzeri gerici monarşilere destek oldular. Sıkışınca Latin Amerika’da, Yunanistan, Türkiye ve Pakistan’da askeri darbeleri ve faşist diktatörlükleri iş başına geçirdiler. Atlantik kıyısından Pakistan’a kadar sosyalizmi İslami ideoloji ile engellemeye yönelik “yeşil kuşak politikası” da bunun ürünüydü. Afganistan’da okul yakan, öğretmen başı koparan, kadını zorla çarşafa ve “burka” denen baş kafesine sokan, heykel bombalayan Taliban ve şu ünlü El Kaide de bu politikanın ürünlerindendi…
Sonuçta Sovyetler Birliği ve sosyalist sistem yıkıldı. Dünyanın her yerindeki kapitalistler, liberaller zafer naraları attılar. Sosyalizmi de faşizm gibi acımasız, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine düşman bir rejim gibi göstermeye çalıştılar, hala da, kufuryoksiz köyde deyneksiz dolaşan efendiler gibi bu nakaratı sürdürüyorlar. Gerçi demokrasiye alışık olmayan kimi geri toplumlarda, Kim İl Sung gibilerin elinde sosyalizm de ucubeleşmedi değil. Pol Pot ve Saddam gibileri ise sosyalizm adına faşizme rahmet okutacak işler yaptılar. Ama dünyamızda, sömürüsüz ve özgür toplum yönünde çok önemli bir değişim olan sosyalist devrimleri, SSCB ve bir bütün olarak sosyalist sistem deneyimini bu şekilde toptan karalamak tarihi ve toplumsal olguları çarpıtmaktır.
Her neyse, tartışma konumuz bu değil. Ama bugün yaşadıklarımızla çok sıkı ilgisi olduğu için değindim. Eğer kapitalist sistem, Sovyetler Birliği’nin başını çektiği “barış içinde bir arada yaşama” önerisine evet deseydi, silahlanmayı, faşizmi ve her türden gericiliği tüm gücüyle kışkırtmasaydı, bugün çok daha uygar bir dünyada yaşıyor olabilirdik. İki sistem arasındaki yarış da barışçı yöntemlerle sürerdi. Uzlaşmazlık ve sosyalizme tahammülsüzlük politikası ise yalnızca sosyalist sistemi çökertmekle kalmadı, dünyanın dengesini fena halde bozdu ve böylesi bir ortamda, şişeden çıkan cinler harekete geçti. Düne kadar sosyalist ülkelerde federal biçimler altında birarada yaşayan halklar, canlanan milliyetçilik tutkuları ile aralarına duvarlar çekme, daha fazla toprak kapma çabalarıyla birbirlerinin boğazına sarıldılar. Radikal İslamcı terör ise mızrağını kapitalist ülkelere çevirdi. O, dün sosyalizmi istemiyordu, bugün de kapitalizmi, liberal demokrasiyi, kapısını çalan yeni yaşam tarzını filan istemiyor; o geçmişi istiyor!.
Böylesi bir ortamda ABD’nin ve Avrupadakiler dahil, öteki kapitalist müttefiklerinin radikal İslamcı terörle yüzyüze gelmeleri şaşırtıcı değil. ABD şimdi, bu dünkü dostu ve yeni düşmanı tepelemek, onu besleyen yapıyı ve kaynakları kurutmak için harekete geçmiştir. Elbet, işin içinde, hatta başında, bölgede ve bölge dışındaki enerji kaynaklarını denetime ve güvenceye almak da var. Bunun için saha temizliğine gerek duyuyor ve dünyadaki öteki rakip güçlerle (Rusya, Çin ve başkaları) çekişiyor.
Bu günümüzün önemli bir kavgasıdır. Böylesi dünya çapında bir kavgada, biz kapitalist ya da emperyalist olmayan, radikal İslamcı da olmayan, herhangi bir ülkede petrol deryası üstünde oturan emir, şeyh vs. de olmayan, Türkiye gibi bir ülkede paşa da olmayan; iş, eğitim, sağlık, konut, özgürlük, kısacası daha insanca bir yaşam isteyen sıradan insanlar ve halklar ne yapmalıyız?
ABD’nin mi, yoksa Rusya ve Çin’in yanında mı saf tutmalıyız? Derdimiz, Ortadoğu petrolünün bunlardan hangisine satılacağı mıdır? Yoksa, dünya tarihini geriye çevirmeye çalışan şu çılgın radikal İslamcı terör örgütlerinin, ya da bölgede statükonun yıkılmasından, imtiyazlarının ve tahtlarının elinden gideceğinden paniğe kapılan İran mollalarının, Arabistan Şeyh ve emirlerinin, Baas kalıntısı diktatörlerin mi yanında saf tutalım?
Besbelli bizim politikamız bunların hiçbiri olamaz. Bizim politikamız, bölge halklarını özgürleştirecek, demokratik rejimlerin yolunu açacak değişikliklere destek olmak, bu yönde çaba göstermektir. Bölgede statükonun yıkılması, her şey demek olmasa bile, tam da buna hizmet ediyor. Tamam, ABD radikal İslamdan kaynaklanan tehlikeyi bertaraf etmek ve bölgedeki çıkarlarını güvenceye almak için bunu yapıyor. Ama yaptıkları eğer sonuçta bölgedeki gerici rejimlerin ve diktatörlüklerin yıkılması ve halkların zincirlerini çözmesi ile sonuçlanacaksa bundan neden paniğe kapılmalı?
Böylesi bir değişime radikal İslamcıların karşı çıkması anlaşılır. Ama onlar bunu özgürlük ve daha iyi bir gelecek adına yapmıyorlar ki. Onların yaratmak istediği dünyada hiç yaşanmaz. İran’ı yöneten ayetullahlar, Suudi şeyhleri, Ürdün Kralı, Kuveyt Şeyhi, Baasçılar, Mübarek ve benzeri diktatörlerin de korku ve kaygılarını paylaşmamız gerekmiyor elbet. Ya Kürdistan’ı aralarında bölüşmüş, sömürgeleştirmiş ve Kürt halkına eşit hak ve özgürlükler tanımamak için yüzyıla yakın süredir çırpınıp duran, şimdi de Kürdistan ellerinden gidecek diye krize kapılan Türkiye, İran ve Suriye rejimlerinin telaş ve kaygısına aldırmaya gerek var mı?.
Türk rejimi düne kadar ABD’nin can ciğer müttefiki idi. ABD yıllar boyu Vietnam’ı, Laos’u bombalarken hiçbir şikayeti yoktu. Hatta Kore’de onunla omuz omuza savaştı. Daha dün ABD ve NATO Sırbistan’ı bombalayıp Yugoslavya’yı dağıtırken de yanında idi. Türk Başbakanı ve Türk aydınları Bosna seferleri yapıyorlardı.. Aynı Türk devleti, Cezayir kurtuluş mücadelesi sırasında da Fransızların yanında idi ve Cezayirli direnişçileri “asi”diye niteliyordu..
Bugün değişen ne? Değişen o ki Ortadoğu’da statükonun yıkılması Türkiye’deki statükoyu da etkileyecektir. Irak gibi, İran, Suriye ve Türkiye’de de Kürtlerin özgürleşmesi gündeme girmiştir. Baylarımızı korkuya, paniğe uğratan nedenlerden biri budur.
Ama önemli bir neden daha var. Nerdeyse yüz yıllık ırkçı, şoven, militarist rejimin, bunun dayandığı Kemalist ideolojinin, paşalar egemenliğinin sona ermesi ihtimali… Bu da Kürt sorunu kadar, belki ondan da çok, onların korkulu rüyası..
Peki, bu ülkenin işçileri, emekçileri; iyi bir gelecek beklentisi içindeki gençleri; baskı ve eşitsizliklerden kurtulmak isteyen kadınları; özgür, demokratik, gelişkin, çağdaş bir ülke özleyen aydınları, işverenleri; Aleviler gibi baskı gören inanç grupları, yani halkın ezici çoğunluğu -Kürt halkını hiç saymıyorum, çünkü onun çıkarı zaten belli- onların da bu değişimden ürkmeleri için neden var mı?
Soğuk savaş sonrası Doğu Avrupa’yı ve Balkanları altüst eden, Kafkasları sarsan değişim dalgası şimdi Ortadoğu’ya ulaştı. Burada da, Birinci Dünya Savaşı ertesinde oluşmuş statüko şimdi yıkımla yüzyüze ve belki de soğuk savaş sonrası yaşanan en önemli değişim bu olacak. Bu, sosyalist ve federal SSCB’nin ve aynı nitelikteki Yugoslavya’nın çöküp dağılması gibi, tarihsel bakımdan geriye dönük ve olumsuz özellikler taşımıyor. Burada kaybedilecek hiçbir şey yok, ne sosyalizm, ne federalizm. Kaybedilecek olan sadece gericiliktir, baskıdır, zamanı dolmuş ve çürümüş olandır.
Bunun için gözyaşı dökmeyin baylar! Ne ülkenizi esir etmiş paşaların egemenliği sarsılacak ve nazizm benzeri Kemalist ideoloji tarihin çöplüğüne gömülecek diye, ne de Kürtler özgür olacak diye ağlamak gerekmez…
Neden Kürtlerle eşitlik temelinde barışçı bir yaşamı düşünmüyorsunuz? Kürtlerin Slovakya gibi ayrı bir devletleri de olabilir. Nasıl bugün batıda bir Yunanistan ve Bulgaristan varsa, doğuda da bir Kürdistan’la komşu olmak çok mu kötü? Dünya mı yıkılır?..
Ama bakın, biz Kürtler federasyon da istiyoruz. Yani, bize yapılan bunca kötülüğe rağmen hala birlikte yaşamaya da varız.. Dünyada o kadar çok federal ülke var. Burada federal bir sistem oluştursak, özgür, demokratik, barışçı bir toplum kursak, bu hırgür artık bitse, enerjimizi, olanaklarımızı birlikte ve ülkenin gelişmesine seferber etsek, çağla bütünleşsek, AB’nin bir üyesi olsak fena mı?.
Gelin lütfen biraz da “şu çılgın Türkler” gibi değil de, akıllı adamlar gibi düşünün.
Böyle bir durumda “yeni bir Ortadoğu” sizi ürkütmez, ürkütmesi için neden olmaz.
Kaynak: www.demanu.com.tr
__________________ hay aklımı seveyim gerçekden aklımı kiraya vermediğim içinde ayrıca çok mutluyum ayrıca aklımı kullandım diye arşimendede nbenzemedim sadece guranı okudum duydum ve uyguluyorum
|