Yazanlarda |
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
dost1 Yazdı:
Tüm "Müslüman" Kardeşlerin ve Diyanetİn de bu gerçekleri değerlendirmesi gerekir. Bu kaynaknaklara bizler ulaşabiliyoruz da "Diyanet" mi ulaşamıyor. Bu gün de bile Miraç Gecesi adı altında Peygamber Efendimizi Mekke Taif arasındaki Cirane bölgesindeki Mescidil Aksa yerine Kudusdeki Beytül Makdis'e gönderiyorlar Mescidil Aksa diye.
Alak 9-10 da Kabede namaz kılarken Ebu Cehilce engellenen Peygamber Efendimizin Gittiği ve İlk vahyi aldığı yer olan Mescidil Aksa Sizin de (Ebuzer) yazınızda belirttiğiniz Cirane Bölgesindeki Mescidil Aksa'dır.
|
|
|
Mescid-i Aksa nerede? |
Soru: Bir yazınızda İsra ve Miraç hakkında bilgiler verdikten sonra Mescid-i Aksâ'nın yeri konusunda bir dip notunuz vardı. Mescid-i Aksâ'nın, Cirane'de bulunan küçük bir mescit olduğunu belirtmiştiniz. Ben, bu yer kargaşasından kendimi kurtaramadım. İsra Suresi'nin ilk ayetinde bahsedilen Mescid-i Aksa, Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa mı yoksa sizin bahsettiğiniz Arafat'ta Cirane'de bulunan küçük mescit mi? Beni bu konuda aydınlatır mısınız? (Hikmet Coşkun)
Cevap: İsra Suresi'nin başında işaret edilen Mescid-i Aksâ'nın, Cirane'de bulunan bir mescit olduğu kanaatindeyim. Çünkü Kur'ân indiği zaman Kudüs'te Mescid-i Aksa adıyla bir mabet yoktu. Harabe halinde bulunan Süleyman Mabedi, onarılmış olsa da adı Mescid-i Aksa değildi. Hem Yahudiler kendi mabedlerine niçin mescit adını versinler ki? Kur'ân'ın indiği sırada Kudüs'te bu adla bilinen bir mabet bulunmadığına göre İsra Suresi'nin baş tarafında Hz. Peygamber'in yürütüldüğü mescidin, Araplarca bilinen bir mescit olması gerekir. Bu da Kudüs'te değil, Mekke yöresinde bulunan bir mescit olmalıdır. Mescid-i Aksâ'nın Cirane'de, Hz. Peygamber'in ihrama girdiği mescit olduğu rivayetini Vakıdi ve Ezraki kaydetmişlerdir.
Kaynak: Vatan Gazetesi
////////////////////////////
Süleyman Mabedi'ne niçin bu isim verilmiştir? Hz. Ömer, eski Süleyman Mabedi'nin yerine bir mescit yaptırmıştır. Mescid-i Aksâ adı, eski Süleyman Mabedi'nin bulunduğu yerin güney kesiminde yapılmış olan camiye verilmiştir. Bazılarına göre bu cami, başlangıçta Justinian tarafından yaptırılmış bir kiliseydi. Sonraki dönem Arap yazarlarına göre de bu cami, Halife Abdülmelik tarafından yaptırılmıştır. Aslında bu ifade, Justinian kilisesinin, esaslı bir onarımıyla camiye dönüştürüldüğü anlamına gelir. (Bkz. İslâm Anksiklopedisi, Mescid-i Aksâ maddesi.)
Kaynak: Vatan Gazetesi
|
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
dost1 Admin Group
Katılma Tarihi: 28 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 538
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün Aleyküm! Alperen Kardeşim!
Uzak mescid anlamına gelen Mescid-i Aksa’nın, Kudüs'te bulunan Süleyman ma'bedinin adı olduğu, kamuoyu halindedir.
Gerçekte ise bu böyle değildir.
İsra 7: “İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, o da kendi aleyhinizedir. Son taşkınlığınızın zamanı gelince (yine öyle kullar göndeririz) ki, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden suratlarınızın asılmasına sebeb olsunlar) ve ilk kez girdikleri gibi yine Mescid'e (Kudüs'e) girsinler ve ele geçirdiklerini mahvetsinler." âyetinde düşman istilâsına uğrayıp tahrîb edilen Mescid, Kudüs'teki Süleyman Ma'bedi'dir.
İsrâ 1. âyette anılan Mescid-i Aksâ'nın da, 7. âyette anılan Mescid (Süleyman Ma'bedi) olduğu ve Peygamber'in, geceleyin Mescid-i Harâm'dan, Kudüs'e yürütüldüğü, büyük olasılıkla Hadîs derleme faaliyetlerinin başlatıldığı Emevîler döneminde kamuoyu haline getirilmiştir. Ancak biraz sonra gelecek notumuzda açıklayacağımız üzere Kur'ân-ı Kerîm'de Mescid-i Aksâ'nın, Kudüs'teki Süleyman Ma'bedi olduğuna dair bir delîl bulunmamaktadır.
Arapların Kudüs adını verdikleri kente, eski yazarlar genellikle Bey-tu'1-makdis adını verirler. Bu isim, İbrânîce Bethemmikdaş kelimesinin çevirisi olup Süleyman ma'bedi anlamına gelirdi. Sonra Kent için kullanıldı. Bu kent hakkında eskiler İlyâ adını da sık sık kullanmışlardır.
Beyt-i Makdis önce Buhtunnasır tarafından tahrib edilmiş, sonra Fars Kralı Erdeşîr-i Behmen (Kuruş) tarafından onarılmıştır. Kuruş zamanında otonom bir hükümet kurmuş olan Yahudiler, Yunanlıların ve Romalıların idaresine geçmişlerdir. Neron'un halefi Ospasyanoş ve onun oğlu Titus tarafından Beyt-i Makdis ikinci kez tahribedilmiştir. Titus Yahûdîlere katliam uyguladı. Kaçıp kurtulabilen İsrâîloğulları, toparlanmağa başladılar. Nihayet Hıristiyanlığı kabul eden Bizans İmparatoru Konstantin'in annesi Eleni, Kudüs'e geldi. Hz. îsâ'nın, çarmıha gerildiği yerde bir kilise yaptırdı, fakat biraz harab vaziyette bulunan Beyt-i Makdis ma'bedini de tamamen yıktırıp burayı mezbele yaptırdı. İşte Hz. Ömer Kudüs'e gelince bu mezbeleyi temizletip bir bölümü üzerine yaptırdığı mescide Mescid-i Aksa adı verilmiştir.
Peygamberimiz zamanında Kudüs'te Mescid-i Aksa adıyla bilinen bir mescid yok idi.
Bazılarına göre bu Hz. Ömer tarafından yapılan Mescid-i Aksa, vaktiyle Jüstinian tarafından yaptırılmış olan bir kilise idi. Sonraki dönem Arap yazarlarına göre de bu câmi'i, Halîfe Abdu'l-Melik yaptırmıştır. A.J. Wensinck'e göre herhalde Abdu'l-Melik'in, Jüstinian kilisesini esaslı bir onarımdan geçirtmesi, onun tarafından yaptırıldığı şeklinde algılanmıştır. (İslâm Ansiklopedisi, Mescid-i Aksa maddesi.)
Kaynaklar, Mescid-i Aksâ'nın, Süleyman Ma'bedi olduğunu söylüyorlarsa da Peygamber Efendimizin döneminde Süleyman Ma'bedi, bir harabeden ibaret olup adı Mescid-i Aksa değildi. Zaten konu başına yazdığımız İsrâ Sûresi'nin 7. âyeti de Mescid'in düşman tarafından harâbedildiğini belirtmektedir. Gerçi âyette Süleyman Ma'bedi, mescid olarak anılmakta ise de Mescid-i Aksa şeklinde özel bir unvanla anılmamaktadır. Kur'ân 'da mescid, ma'bed anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan Süleyman Ma'bedi de elbette mescittir. Fakat bu Ma'bed'in, Hz. Peygamber'in yürütüldüğü Mescid-i Aksa olduğuna dair Kur'ânî bir kanıt yoktur.
Hz. Ömer döneminde Süleyman Ma'bedinin yerine yapılan mescide, Mescid-i Aksa adı verilmiştir. Bu durumda Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Aksa olmadığına göre İsrâ Sûresi'nin bu ilk âyetinde sözü edilen Mescid-i Aksâ'nın, Süleyman Ma'bedi 'nden ayrı bir mescid olması gerekir.
Alfred Guillaume, bir araştırma yazısında Mescid-i Aksâ'nın yeri hakkında iki kaynaktaki rivayete dikkat çekmektedir. Bu kaynaklardan biri Vâkıdî'nin Mağâzîsi, diğeri de Ebû'l-Velîd Ahmed ibn Muhammed el-Ezrakî'nin (ö. 212, 217 veya 219)nin, Ahbâru Mekke adıyla basılan kolleksiyonudur.
Vâkıdî (130-201), Hz. Peygamber'in, Zî'1-Ka'de'nin son beş gününde, Perşembe günü Ci'râne'ye gelip orada onüç gece kaldıktan sonra, karşı yakada bulunan Mescid-i Aksâ'ya geçip orada ihrama girdiğini, Resullah'ın namazgahının Ci'râne'deki Mescid-i Aksa olduğunu; Mescid-i Ednâ(Yakın Mescid) adını taşıyan Mescidi ise Kureyşli bir adamın yaptığını; Resulullah'ın, Ci'râne Vâdîsini ihrâmsız geçmediğini yazıyor.
Ezrakî ise bu konuda şöyle diyor: "Mücâhid'le birlikte Ci'râne'de Vâdî'nin arka tarafından ihrama girmiş olan Muhammed ibn Târik, Hz. Peygamber'in de buradan ihrama girdiğini söylemiş ve demiştir ki: 'Ben Ci'râne'de birlikte ihrama girdiğim Mücâhid bana dedi ki: Mescid-i Aksa, Vâdî'nin öte yakasında, Peygamber'in namaz kıldığı yerdir. Bu Mescid-i Ednâ(Yakın Mescid) ise Kureyşli bir adamın bir duvar çevirerek yaptığı namazgahtır. ( Alfred Guillaume, Where vvas al-Masjidd al-Aqsâ?, Al-Andalus dergisi, sayı: 18, s. 323-336.)
Bu durumda Mescid-i Aksa, ne Kudüs'teki Süleyman Ma'bedi, ne gökte bir ma'bed'dir. Hz. Peygamber'in, zaman zaman gidip namaz kıldığı, Ci'râne Vadisinde bir namazgahtır. Ci'râne Vâdîsinin Arafat yakınında bulunan kıyısında, bir Kureyşli tarafından yapılan mescide Mescid-i Ednâ, Hz. Peygamber'in namaz kılıp ihrama girdiği namazgahına da Mescid-i Aksa denmiştir.
Ancak âyette bunun, çevresi mübarek kılınan bir mescid olduğu söyleniyor. Bu bereketlilik sıfatı, Mekke'deki Mescid-i Haram için de kullanılmıştır: "Doğrusu insanlara (ma'bed olarak) ilk kurulan ev, Mekke'de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidâyet kaynağı olarak kurulmuştur." (Âl-i İmrân: 96) Aynı kentte ve Hac Vakfesinin yapıldığı Arafat yöresindeki bir mescid için de bu sıfatın kullanılması gayet doğaldır. Çünkü insanların toplanıp duaya durdukları bu yerde aynı zamanda satıcılar çeşitli ürünler satar, ekonomik bir canlanma, bolluk, bereket olur.
Eğer Mescidi Aksa, Ci'râne'de, Hz. Peygamber'in, zaman zaman gidip namaz kıldığı yer ise, İsrâ olayı, Hz. Peygamber'in, bir gece, içine düşen güçlü bir arzu ile kalkıp Ci'râne mescidine bedenen gelmesidir. Bu yürüyüşü, Allah'ın içine düşürdüğü arzu ile olduğundan "Allah, kulunu yürüttü" şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü O'nun şevkiyle olmuştur. Nitekim yine Allah'ın ilhâmıyla Bedir Savaşına çıkması da "Allah'ın, kendisini evinden çıkardığı" şeklinde ifade edilmiş.
Enfâl 5 de “Nitekim hak uğruna (savaşa gitmek için) Rabbin seni, evinden çıkardı..." buyurulmuştur.
" O, kulunu geceleyin Mescid-i Harâm'dan, Mescid-i Âksâ'ya yürüttü."söylemiyle,
“Rabbin seni evinden çıkardı" söylemi arasında bir fark yoktur.
Nasıl ikincisi, Peygamber'in, Allah'ın vahiy veya ilhâmıyla evinden çıkıp Bedir'e gittiğini belirtiyorsa, birincisi de Peygamber'in, gecenin bir kısmında Allah'ın ilhamı ve dürtüsüyle Peygamber'in, geceleyin kalkıp Mescid-i Aksa'ya yürüdüğünü belirtiyor.
İkincisinde nasıl, havada uçurma, kaçırma yoksa, birincisinde de yoktur. Eğer öyle bir şey olsaydı, “Kulunu uçurdu" denilirdi.
Peygamber Efendimiz, Ci'râne'deki Mescid'e vardıktan sonra tıpkı Necm Sûresinin 18. ayetinde "Andolsun, onu bir inişinde daha görmüştü; Sidre-tü'l-Müntehâ(uzak ağaç)ın yanında, ki onun yanında oturulacak bahçe vardır. Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. (Muhammed'in) Göz(ü) şaşmadı ve azmadı. Andolsun, Rabbinin büyük âyetlerinden bazılarını gördü." âyetlerinde anlatıldığı üzere Hirâ Dağı yakınındaki Sidret'l-Müntehâ'da olağan üstü olaylara şâhid olduğu gibi, bir gece Allah'ın yönlendirmesiyle geldiği bu Ci'râne'deki Mescid-i Aksâ'da da olağanüstü olaylara şâhid olmuştur.
Nasıl Hz. Peygamber, Hirâ'ya gidiyor idiyse mu'tâdı üzere bir gece Mescid-i Aksâ'ya da gitmiş, işte orada Rabbinin olağanüstü olaylarına şâhid olmuştur.
Bu durumda Hz. Peygamber'in, Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya gelmesi, normal bedensel bir yürümedir. Mescid-i Aksâ'da gördüğü olağanüstü olaylar ise ruhsal vizyondur.
Bu Mescid-i Aksa vizyonu, Necm Sûresi'nde belirtilen "Sidretu'l- Müntehâ" vizyonuna çok benzemektedir. Nasıl Hz. Peygamber, Hirâ yöresindeki Sidretu'l-Müntehâ'da "Rabbinin bazı âyetlerini gördü" ise, geceleyin geldiği Mescid-i Aksa'da da "O'nun bazı âyetlerini görmüştür." Peygamber'in Sidretu'l-Muntehâ'ya ve Mescid-i Aksâ'ya gelişi, bedensel yürümedir, ama oradaki müşahedeleri, ruhsal vizyonlardır. Yani İsrâ ruh ve bedenle yapılan normal yürüme, mi'râc ise ruhsal bir yükselme ve müşahededir.
Kur'ân'ın anlattığı bu sade vizyonlar, rivayetlerde efsaneleştirilmiş, aslı olmayan senaryolara temel yapılmıştır.
Kudüs'te Mescidu's-Sahra'dan bir görünüş. ( Pr. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Asiklopedisi, Kuba Yayınları: 13/270-274.)
Kusursuz olan Allah'tır.
En doğrusunu Allah bilir.
ALLAH’A EMANET OLUNUZ.
|
Yukarı dön |
|
|
safbilgi Yasaklı
Katılma Tarihi: 25 agustos 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 841
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam dostlar
Mescid-i Aksa' nın peygamberimiz döneminde yahudilerce kullanılan HZ SÜLEYMAN dan harabe şeklınde kalan bir mabed olduğu ve isminin Mescid-i aksa olmadığı tarıhi kaynaklarda var.bildiğimiz Mescid i aksa googledan araştırdığıma göre emevi döneminde halife Abdülmelik tarafından yaptırılmış.
şu an peygamberimizin miraca çıktığı yer olarak idda edilen kaya ise burda yer alan ikinci bir mabed olan Kubbetüs sahra da yeralıyor.
bu bilgiler yazıyı doğruluyor yinede daha kapsamlı kaynaklardan araştıralım ve tartışalım.
Allaha emanet olun...
|
Yukarı dön |
|
|
savasen Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 331
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Tarihî kaynaklardaki Mescid-i Aksa:
“Mescid-i Aksa”; “en uzak mescid” demektir. Bu ifadenin kullanılabilmesi için birden fazla mescit olması ve bu mescitlerden birinin merkeze diğerlerinden daha uzak olması gerekir. Aksi hâlde bu ifade dil bilimi bakımından hatalı olur. Nitekim o dönemin Mekke şehrinin tarih ve coğrafyasından bahseden eserlere bakıldığında, karşımıza bu mantığı doğru çıkaran bilgiler çıkmaktadır.
İlk İslâm tarihçilerinden Vakıdî’nin “Kitab-ül Meğazî” ve el-Ezrakî’nin “Ehbar-ül Mekke” adlı kitaplarında derlemiş oldukları bilgilere göre, Mekke’de Mescid-i Haram’dan başka değişik yerlerde mescitler vardır. Hatta bazı evler bile Mekkeliler tarafından mescit olarak kullanılmaktadır. Bu mescitlerden biri de Mekke’ye sekiz kilometre mesafedeki CİRANE VADİSİ’nin yukarısında olmasından dolayı “Mescid-i Aksa/ en uzak mescit” denilen mescittir. Bunu Kureyş’ten birisi yaptırmıştır. Bir keresinde peygamberimiz burada ihrama girerek Mescid-i Haram’a gelmiş ve Kâbe’yi tavaf etmiştir. Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlar bu eski küçük mescitleri yenilememişlerdir. Buna rağmen bu mescitlerin yerlerinde teberrüken namaz kılmışlardır.
Adını verdiğimiz kitapların eski nüshalarında yer alan bu bilgiler, sonraki nüshalarından çıkartılmıştır. Bu tahrifatın sebebi, Kudüs’teki tapınağı, Kur’an’da sözü edilen Mescid-i Aksa olarak yutturma çabaları olsa gerektir.
Uyarı:
O günkü Mekkeliler, İbrahim peygamberin dininin mensupları idiler. Dinleri tahrifata uğramış olsa da namaz, secde, rükû ve hacc gibi dinî vecibeleri kendi mevcut inançları doğrultusunda yerine getirmekteydiler. Peygamberimizin durumu da aynıydı. Bu husus daima göz önünde tutulmalı, namazın, secdenin ve dolayısıyla da mescidin peygamberimizin elçi oluşu ile ortaya çıktığı düşünülmemelidir. Diğer taraftan, mescit denilince bugünkü şaşaalı mescitler akla gelmemelidir. Örneğin Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî denilince onların bugünkü şekli akla gelip bugünkü yapısı vs. anlaşılmamalıdır. Mescit, secde edilen yer demek olduğuna göre, bu mescitler de, namaz kılmak ya da toplantı yapmak için belirlenmiş olan yerler, yani o çağa göre basit kerpiç yapılar veya ağaçtan yapılma çardaklardır. Önemli olan oranın yapısı değil kullanımıdır. O mescitler bugünkü şaşaalı, debdebeli, şatafatlı şekle sonradan getirilmişlerdir.
Kur’an’daki, çevresi mübarek kılınmış olan Mescid-i Aksa:
Konumuzu aydınlatarak yerli yerince anlaşılmasını sağlayacak olan hususlar, aşağıdaki iki sorunun sağlıklı cevaplarıdır:
- Mescid-i Aksa neresidir?
- Mübarek çevresi neresidir?
Mescid-i Aksa’nın “en uzak mescit” anlamına geldiği ve Kâbe’ye sekiz kilometre uzaklıkta olduğu, yukarıda zikredilen tarihî eserlerden anlaşıldığına göre, burada ikinci sorunun cevabını aramak gerekmektedir.
İsra suresinin 1. ayetinde açıkça Mescid-i Aksa’nın çevresinin mübarek bir yer olduğu ifade edilmiştir. Yani Mescid-i Aksa, mübarek bir yerin kenarındadır. Şu hâlde önce mübarek yerin neresi olduğunu bulmamız ve bilmemiz gerekmektedir. İşte size cevap:
Âl-i Imran; 96: &nb sp; İnsanlar için konulan ilk ev, Bekke (Mekke)’deki mübarek ve âlemlere rahmet olan evdir.
Mescid-i Haram; “Haram bölgenin mescidi” demektir. Yani mescit, haram bölgenin merkezindedir. Bu mescit ise Kâbe’dir.
Buna göre Kâbe merkez kabul edilerek, haram/ mübarek/ bereketli bölge de şöyle belirlenmiştir:
- Kâbe’den Medine yolu istikametine dört mil,
- Kâbe’den Yemen yolu istikametine altı mil,
- Kâbe’den Taif yolu istikametine on bir mil,
- Kâbe’den Irak yolu istikametine yedi mil,
- Kâbe’den Ci’rane vadisi istikametine dokuz mil,
- Kâbe’den Cidde yolu istikametine on mil
mesafede olan bölge, haram/ mübarek/ bereketli bölgedir.
Görüldüğü gibi, mübarek yer Kudüs değil, Mekke’deki haram bölgedir. Öyleyse Mescid-i Aksa da Kudüs’te değil, Mekke’deki haram/ mübarek yerin kenarındadır. Dolayısıyla rivayetlerde söz konusu edilen mescit de Kudüs’teki mescit değil, Mekke’nin kenarındaki bu mescittir. Yani, hakikî Mescid-i Aksa, Mekke’nin civarındadır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Kudüs şehri ve civarı Kur’an’da; Rum suresinin 3. ayetinde “Edna -l- Arz/ yakın yer” olarak ifade edilmiş olup, oralara “Aksa” denmemektedir.
Gerçek bu olmasına rağmen yukarıda verdiğimiz rivayetlere tefsir, şerh, haşiye yazanların, hadisin içeriğinden çıkardığımız sorulara (onların anlayışına göre oluşan tutarsızlıklara) kılıf hazırlamak için yaptıkları hokkabazlıkları, tevilleri görmek ve gülmek için metinlerin ister orijinaline ister tercümesine bakılabilir.
Kur’an’daki Mescid-i Aksa’nın neresi olduğu anlaşıldığına göre, bugün Kudüs’te bulunan ve Mescid-i Aksa denilen yapının ne olduğunu da araştırmak lâzımdır:
Selamlar!
|
Yukarı dön |
|
|
dost1 Admin Group
Katılma Tarihi: 28 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 538
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün Aleyküm! Safbilgi Kardeşim!
Safbilgi yazdı:
şu an peygamberimizin miraca çıktığı yer olarak idda edilen kaya ise burda yer alan ikinci bir mabed olan Kubbetüs sahra da yeralıyor.
bu bilgiler yazıyı doğruluyor yinede daha kapsamlı kaynaklardan araştıralım ve tartışalım.
Bir akademisyenin çalışmasını sunuyorum.
"Davud'un ölümünden sonra yerine oglu Süleyman geçti. Tanrinin vadettigi gibi Süleyman, Kudüs'deki Moriah daginda büyük mabedi insa etti. Böylece, Yahudi tarihinde I. Mabet Dönemi baslamis oldu. Bu mabet, Bet-Hamikdas (Kutsal Ev) adiyla bilinmektedir. Islam tarihinde ise adi Mescid-i Aksa'dir.
Süleyman'in ölümünden sonra Israiogullari arasinda huzursuzluk meydana geldi. Bunun nedeni, Davud'un islemis oldugu bir günah idi. Israilogullari, Süleyman'dan sonra bölünmekle cezalandirildi. Biri kuzeyde Israil, digeri de güneyde Yahuda olmak üzere iki ayri krallik ortaya çikti. Bunlardan Israil kralligi putperestlige yöneldi. Bu krallik, M.Ö. 722'de Asur'lular tarafindan ortadan kaldirildi. Asur'lular, bölgedeki kontrollerini saglamak için Asur'dan bir grup insani buraya getirip yerlestirdiler. Bu grup, daha sonra Yahudi inançlarini benimsedi. Fakat Yahudiler, Israil irkindan olmamalari yüzünden bunlari samimî Yahudi kabul etmediler. Onlari daima disladilar. Yahuda kralligi bir süre varligini devam ettikten sonra o da M.Ö. 587'de Babil krali Nabukednazar tarafindan yikildi. Kudüs'deki mabet Babilliler tarafindan tahrip edildi ve halk Babil'e sürüldü. I. Mabet Dönemi de böylece sona ermis oldu. Bundan sonra Israilogullari M.S. 1948'e kadar bagimsiz bir devlet kuramadilar. Daima sürgün hayati yasadilar.
Israilogullari Babil'de yetmis yil kaldilar. Babil'deki sürgün hayatlari, Perslilerin Babillileri yenmesinden sonra sona erdi. Pers krali Kores (Cyrus) Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve mabedi yeniden insa etmelerine izin verdi. Ezra'nin önderliginde mabet yeniden insa edildi ve Yahudiligin kurum ve kurallari hayata geçirildi. Böylece, Yahudi tarihinde II. Mabet Dönemi baslamis oldu. II. Mabet Dönemi, M.S. 70 yilina kadar devam etti. Romalilarin idaresi altinda yasayan Yahudiler, çesitli dinî ve siyasî baskilar altindaydilar. Yahudi isyanlari yüzünden M.S. 70 yilinda Romalilar Kudüs'ü tamamen isgal ettiler ve Babil sürgünü dönüsünde insa edilen Mabedi yiktilar. Yahudilerin bazilarini da sürgüne gönderdiler. Böylece, ilk defa Asur sürgünüyle baslayan Yahudi diasporasi dünyanin bir çok bölgesine yayilmis oldu
Yahudilik, kutsal sayilan Filistin topraklariyla kimliklestirilmis bir din oldugu gibi ayni zamanda mabet merkezli bir dindir. Yahudilikteki bir çok kuralin mabette gerçeklestirilmesi gerekir. Bu mabet de her hangi bir mahalli sinagog (havra) degildir. Yerini Tanrinin seçmis oldugu ve onun istemesiyle Kral Süleyman tarafindan yaptirilan Kudüs'deki meshur mabettir. Süleyman Mabedi olarak da bilinen bu mabedin Yahudiler nezdindeki adi Bet-Hamikdas'tir (Kutsal Ev). Bir çok defa tahribata ugrayan ve en son M.S. 70 yilinda tamamen yikilan Süleyman Mabedi'nden geriye bugün sadece bati duvari kalmistir. Mabedin yerine daha sonra Müslümanlar tarafindan Mescid-i Aksa insa edilmistir. Süleyman Mabedi'nden kalan bati duvari Yahudiler için önemlidir. Adi, Ibranice'de "Kotel"dir. Yahudiler, bu duvarin önünde Mabedin durumu için agit yakarlar ve en kisa zamanda yeniden insa edilmesi için Tanriya yakarirlar.
Kaynak:Yahudilik ve Anadolu'daki Gelismesi (Doç.Dr. Baki Adam)
Kusursuz Allah'tır.
En doğrusunu Allah bilir.
ALLAH'A EMANET OLUNUZ.
iSRA 1:" Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir."
|
Yukarı dön |
|
|
safbilgi Yasaklı
Katılma Tarihi: 25 agustos 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 841
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam dost1
Allah razı olsun senden ve emeği geçen tum arkadaşlardan su an görüşlerımde çok daha kesın yargıdayım.
İSRA RUYA AYETI MIRAC MI YOKSA HAC MÜJDESI MI?
http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=2112
Bu forumda konuyla ilgili üzerıne İsra ruyasında görulen ayetıde katarak bir kaç çıkarım yaptım,fıkırlerınızi açtığım bu foruma beklıyorum.
|
Yukarı dön |
|
|
polaris01 Newbie
Katılma Tarihi: 15 mart 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 2
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam sevgili Hanif Dostlar!
Tartışmaya konu olan Mescid-i Aksa Nerede? Sorusunu Vatan Gazetesindeki köşesinde Sayın Süleyman Ateş’e soran arkadaşınız benim. Konuyu Foruma taşıyan ve tartışmaya açan arkadaşıma ve tüm katılımcılara teşekkürlerimi sunuyorum. Bu konuda duyarsız kalan Diyanet işleri Başkanlığı’nı da kınıyorum.
Şu halde sen hemen yüzünü doğruca Mescid-i Haram'ın şatrına çevir. Bu emir Peygamberimiz Medinenin kuzey batısında bulunan Mescid-i Kıblateyn de bazı yazılarda öğlen namazı bazılarında ise ikindi namazı kılınırken gelmiştir. İnternette milyonlarcasını bulabileceğiniz alıntı’lardaki yazılardan anlaşıldığına göre Peygamberimiz ve cemaat farklı bir yönde bulunan mescid-i haram bölgesine dönerek namazlarını bitirmişlerdir. Mescid-i Haram bölgesi kabe merkezli sınırlardır. “Bu sınırların Kâ’be’ye en yakını, Mekke’ye 8 km. mesafede Medine istikametinde “Ten’îm”; en uzak olanları ise Tâif yönünde “Ci’râne” ve Cidde istikametinde Hudeybiye yakınlarında “Aşâir”dir. Diğerleri; Irak yolu üzerinde “Seniyyetülcebel”, Yemen yolu üzerinde “Edâtü Libn” ve Arafat sınırında “Batn-ı Nemîre”dir”
Dikkat edilirse Mescid-i Kıblateyn camiinde kılınan bir namazda kıblenin yönünü değiştirmek yani yüzünü doğruca Mescid-i Haram’ın şartına çevir demek eğer Mescid-i Aksa ciranede bulunan küçük bir mescit olduğu iddia ediliyorsa mümkün değildir.Çünkü namaz Ciranedeki mescit yönünde kılınmaktadır. Cirane de Haram sınırları içinde olduğundan herhangi bir yön değişikliği söz konusu değildir. Peygamberimize ve cemaate saf değiştirmesine neden olan Mescid-i Aksa’ yı Cirane bölgesi dışında başka bir yerde aramak gerektiğine inanıyorum. Şahsi kanaatim kuran’ın işaret ettiği Yahudilerle müşterek kullanılan kıble olması asabiyle ve namaz esnasında peygamberimize ve cemaate saf değiştirtecek kadar farklı bir açıda olan (Yaklaşık 160 derece) Küdüs yönünde bulunması muhtemel bir Mescid-i Aksa olduğu yönündedir.
Sayın Süleyman Ateş hocam’a da sormadan geçemiyorum. Sayın Hocam siz Diyanet işleri Başkanlığı gibi din konusunda yetkili tek makam’ın başkanı iken mescid-i aksa’nın yerinin bu günkü gibi ciranede olduğunu düşünüyor idiyseniz neden isra ve mirac ile ilgili bu mantıkla bakıldığında sahih olmayan hadisleri hadis kitaplarından çıkartmadınız. Örnek mescid-i aksanın kaç kapısı ve penceresi var? Peygamberimizin dönüş yolculuğunda bir kervanda su içmesi ve su kabını deve üzerinde bir yere koymuş olması ve kervanın mesafesinin 3 günlük yolda olması ve kime ait olduğunu söylemesi ve daha yüzlercesi. İnsanlar Peygamberimizin zaman zaman gittiği cirane bölgesinde ve içinde namaz kıldığı mescid’in kapı ve camlarının kaç adet olduğunu niye sorsunlar ki. Sayın Hocam! Tabidir ki siz Kuran’ı çok çok iyi bilen ve yorumlayan birisiniz. Dinimiz bir mantık dini olduğu için Mescid-i kıblateyn de yönü ciranede bulunan küçük bir mescit olan mescit-i aksa istikametinde kılınan bir namazda yönünü mescid-i haram tarafına çevir gibi bir emri mantığım kabul etmiyor. Zira cirane de mescid-i haram sınırları dahilinde iken. Coğrafi veriler doğrultusunda durumu yeniden değerlendirmenizi saygılarımla arz ederim.
Google Earth proğramından aldığım fotoğraf çok açık bir şekilde anlatılanlara ışık tutacaktır. Maalesef bu fotoğrafı upload edemiyorum. Forum yöneticileri bir mail adresi verirlerse oraya gönderirim. Bu yazımın eki olarak foruma koyarlar. Tüm katılımcılara Saygı ve Sevgilerimi sunuyorum.
Hikmet Coşkun
ALINTI:
28. 03. 2000 AKRA TEFSİR SOHBETİ (Bakara: 144 - 147)
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
Hazırlayanlar: Dr. Metin Erkaya & M. Esad Erkaya
------------------
KIBLENİN KÂBE'YE ÇEVRİLMESİ
Peygamber Efendimiz Medine-i Münevvere'ye hicret ettiği zaman, Allah-u Teàlâ Hazretleri kendisine, "Namaz kılarken Beytül-Makdis'e, yâni Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'nın olduğu şehre dönün!" diye emrettiği için, oraya dönerek namaz kılıyordu. 15-17 ay kadar Medine-i Münevvere'de böyle namaz kılmıştı. Ama namaz kıldığı zaman içinden Kâbe-i Müşerrefe'yi istiyordu, özlüyordu. Çünkü Kâbe-i Müşerrefe, İbrahim AS'ın İsmail AS'la beraber yenilediği yeryüzünün en eski mabedi. Kudüs'teki Beytül-Makdis'ten, Mescid-i Aksa'dan daha şerefli... Oraya arzusu vardı.
Mekke'deyken müezzin mahfeli tarafında namaza durduğu zaman, hem Kâbe-i Müşerrefe önünde oluyordu, hem de Beytül-Makdis'e doğru dönmüş oluyordu. İkisini birden idare etmek mümkün oluyordu. Bir dönüşte, ikisini birden sağlamak mümkün oluyordu.
Ama Medine'de, Kudüs'e doğru dönünce artık Mekke arkada kaldığından, Kâbe arkada kaldığından dolayı, kıblenin Kâbe olmasını temenni ederek gökyüzüne bakıyordu. Cenâb-ı Hak'tan duasını kabul etmesini istiyordu.
(Fevelli vecheke şatral-mescidil-haram) "Haydi artık yüzünü Mescid-i Haram şatrına çevir!" Şatr, bir şeyin yarısı demek. Yâni bir elmayı bölsen, birini karşındakine versen --yarım elma, gönül alma-- işte şatrı, bir parçası, bölüğü demek olur. Burada taraf mânâsına geliyor, insanın yönlerinin bir tarafı olmuş oluyor. "O halde sen de yönünü el-Mescidül-Haram'a çevir hadi bakalım! Madem istiyordun, işte biz de seni istediğin kıbleye muhakkak çeviriyoruz. Al, duanı kabul ettim, temennîni ihsân eyledim sana... Ey Rasûlüm, yönünü hadi bakalım Mescid-i Haram'a çevir!" diye bu âyet-i kerime ile, Peygamber Efendimiz'e Kâbe-i Müşerrefe'ye dönmesini emretmiş oluyor.
c. Ehl-i Kitâbın İnad Etmeleri
(İnnellezine ûtül-kitâbe leya'lemûne ennehül-hakku min rabbihim) "Kendilerine kitap verilenler, yâni yahudiler, bu kıblenin değişmesine itiraz edip, "Yâ, önce dönüyordu Kudüs'e, şimdi niye dönmüyor?" filan diye diyenler; onlar biliyorlar ki bunun böyle olacağı onlara daha önceden kitaplarında, şeriatlarında peygamberleri tarafından da bildirilmişti. 'Ahir zaman peygamberi gelecek, böyle böyle olacak.' diye onu biliyorlardı. Bu dönüşün olacağını da ve bu dönüşe itirazlarının haklı olmadığını da bilyorlardı." Ama yine de çeşitli ters duygulardan, inattan, küfürden, hasedden dolayı işte maalesef imana geliverip, Allah'ın rızasını sağlayacak davranışı sergileyememişler.
İmtihan tabii, herkes imtihan geçiriyor. Bakın Peygamber SAS Efendimiz'in, Allah'ın emrine itaatine bakın: "Ey Rasülüm Kudüs'e dön yönünü!" deniyor; "Başüstüne..." diyor, Kudüs'e dönüyor. Ondan sonra, "Ey Rasûlüm, bundan sonra Kâbeye dön yönünü!" buyruluyor; hemen Kâbe'ye dönüyor. Müslümanlar da öyle... Yâni emir nasılsa, onu uyguluyorlar. Ama Allah'ın öteki kullarının da öyle yapması gerekirken, birinci emrini tutup da ondan sonraki emrini tutmuyorlar, itiraz ediyorlar.
Peygamber Efendimiz SAS, gökyüzüne bakıp da, gönlünden kıblenin değiştirilmesini Cenâb-ı Hak'tan temenni ederken, "Ey Rasûlüm, senin gökyüzüne bakışını görüyoruz. Haydi bakalım, bundan sonra yönünü Mescid-i Haram tarafına çevir!"
Binâen aleyh, insanların kıble konusunda böyle çeşitli tutumları var; kimisi kıbleyi kabul ediyor, kimisi reddediyor, kimisi dedikodu yapıyor, kimisi itaat ediyor... Ama itaat edenlerin en başında ve en Allah'ın seveceği tarzda itaatini isbatlamış olan Peygamber-i Zîşânımız'dır. Çünkü ilkönce Beytül-Makdis'e doğru dönülmesini Cenâb-ı Mevlâ emredince, emre itaat etmiş, o tarafa dönmüş; ondan sonra öbür tarafa dönün deyince, o tarafa, Kâbe-i Müşerrefe tarafına dönmüş. Gönlü başından beri Kâbe'yi sevdiği halde, Allah "Kudüs'e dönün!" dediği zaman, Kudüs'e dönmekte tereddüt etmemiş.
144- Biz, senin, yüzünü çok defa göğe doğru çevirip-durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnud olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin.(146) Şüphesiz, kendilerine kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil olmayandır.
145- Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti (delili) getirsen, yine de onlar senin kıblene uymaz; sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. (Hatta) Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine de uymaz. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve tutku) larına uyacak olursan, kuşkusuz, o zaman zalimlerden olursun.(147)
MESCİD-İ KIBLETEYN
İslamiyet’in ilk yıllarında kıble, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ idi. Peygamber efendimiz ve ona îman edenler Mescid-i Aksâ istikametine dönerek namazlarını edâ ediyorlardı. Fakat Rasülullah (s.a.v) efendimizin içinde hep Kabe-i Muazzama’ya yönelmek arzusu vardı. Bu hususta duâ ediyor ve vahyin gelmesini arzu ediyordu.
Hicretten 18 ay kadar sonra Şaban ayının 15’inci günü Rasülullah (s.a.v) Seleme Oğulları yurdunda öğle namazının iki rek’atı edâ edilmişti ki kıblenin çevrilmesi ile alâkalı aşağıdaki âyet-i kerîme nâzil oldu. Peygamber efendimiz yönünü Beyt-i Makdis’ten Kâbe-i Muazzama’ya çevirdi. Cemâatte safları ile birlikte döndüler ve son iki rek’atı Kâbe’ye doğru kıldılar. Bundan dolayı bu mescide “Mescid-i Kıbleteyn” (iki kıbleli mescid) denilmiştir.
Manası: Yüzünün gökyüzüne çevrilmekte olduğunu görüyoruz. Seni elbette hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde yüzünü hemen Mescid-i Haram’a doğru çevir. Ey Mü’minler yüzlerinizi onun yönüne çevirin. (Bakara S. Âyet 144)
Resulullah Aleyhisselâm Hicret’ten üç yıl önce Kudüs’teki peygamberler makamı olan Mescid-i aksa’ya doğru namaz kılmaya başlamıştı. Namaz kılarken Mescid-i aksâ’ya doğru yönelir, Kâbe de önünde bulunurdu. Medine’de bulunan müslümanlar da namazlarını Mescid-i aksâ’ya doğru kılıyorlardı. Hatta Medine devrinin ilk yıllarında yapılan Kuba mescid’i ile Mescid-i nebevi’nin kıbleleri de Mescid-i aksâ’ya doğru yapılmıştı.
Resulullah Aleyhisselâm hicret edince Mescid-i aksâ’ya doğru namaz kılarken Kâbe’nin arkada kalışından üzüntü duyuyor, öteden beri de ceddi İbrahim Aleyhisselâm’ın kıblesi olan Kâbe’ye yönelerek namaz kılmayı arzu edip duruyordu.
Hele yahudilerin “Muhammed ve arkadaşları, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı.” gibi sinsi sinsi lâflar etmeleri kendisini büsbütün rahatsız ediyordu.
Bir gün Cebrâil Aleyhisselâm geldiğinde “Yâ Cebrâil! Rabbimin yüzümü yahudilerin kıblesinden döndürüp Kâbe’ye çevirmesini arzu ediyorum.” buyurdu. Cebrâil Aleyhisselâm “Ben ancak bir kulum, sen Rabbine niyazda bulun, O’ndan iste!” cevabını verdi. Artık namaza duracağı zaman başını semâya doğru kaldırmaya başlamıştı.
•
Hicretin ikinci yılında Medine’de ikâmetinin onyedinci ayının ortalarında bir pazartesi günü, Seleme oğulları yurduna gitmiş; oranın mescidinde müslümanlara İkindi namazı kıldırıyordu. Birinci rekât kılınmış, ikinci rekâtın sonuna gelinmişti. Tam bu esnada kıblenin değişmesi ile ilgili vâhiy nazil oldu, Allah-u Teâlâ Mescid-i aksâ’dan Mescid-i haram’a dönülmesini emretti.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Biz senin, yüzünü çok kere göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye elbette çevireceğiz.” (Bakara: 144)
Seni sevdiğin bir kıbleye, atan İbrahim’in kıblesi olan Kâbe’ye yönelteceğiz.
“Bundan böyle yüzünü Mescid-i haram tarafına çevir!” (Bakara: 144)
Resulullah Aleyhisselâm yönünü hemen Kâbe’ye doğru çevirdi, Cemaat de safları ile birlikte döndüler. Kudüs’e yönelerek başlanılan namazın son iki rekâtı, yeni kıble olan Kâbe’ye doğru kılınarak tamamlandı. Bu sebepten dolayı Seleme oğulları mescidine “İki kıbleli mescid” mânâsına gelen “Mescid-i kıbleteyn” adı verilmiştir.
Bu suretle eski kıble kaldırılmış ve “İstikbâl-i Kıble” farz olmuş oldu.
Elmalılı Tefsiri:
Peygamber Efendimiz Mekke'de iken Kâbe'ye dönerek namaz kılardı. Medine'ye hicretten sonra Kudüs'e doğru namaz kılmaya başlamıştı ki, bunda oradaki Yahudileri İslâm'a ısındırma çabası ve maksadı bulunduğu söylenebilir. Bunun hakkında buyuruluyor ki: âyetteki "kıble" "Ce'alnâ" fiilinin mukaddem olan ikinci mef'ûlüdür, "elleti" ise birinci mef'ûlüdür, kıblenin sıfatı sanılmamalıdır. Yani, senin vaktiyle üzerinde bulunduğun Kâbe'yi yine sana kıble yapmışız, başka bir şey değil, ancak peygambere ittiba edip, ona uyanları, geldiği izden geri dönüp gidecek ve irtidat edecek olanlardan seçip ayırmak, çirkin ile güzeli, yani iyi ile kötüyü birbirinden ayırdetmek ve bu suretle her birinin halini açığa çıkarmak, Benim bildiğim şeyi sizlerin de bilmesini sağlamak içindir. Böyle olmasa idi, onları yalnızca Ben bilirdim, siz bilemezdiniz, ayırdedemezdiniz.
Peygamber Efendimiz, Medine'ye gelip Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılmaya başlayınca, bu iş Araplar'ın gücüne gitti. Daha sonra tekrar Kâbe'ye dönülerek namaz kılınması emir buyurulduğu zaman Araplar sevindi, yahudilerin gücüne gitti: Yahudiler, "Bu ne iş böyle, kâh buraya, kâh oraya? Bunda kesinlik ve kararlılık olsa böyle olur mu?" diye İslâm'dan çıkıp dinden çıkanlar oldu. Münafıklar, ipe sapa gelmez sözlerle müslümanlar arasına şüphe ve fitne sokmaya çalıştılar. Müslümanlardan bazıları, "Vefat eden arkadaşlarımızın kıldıkları namazlar ne olacak?" diye telaş ve endişeye kapıldılar. İşte bütün bunlara karşı ve daha doğrusu, kıblenin değişmesinden önce bu gibi hallerin olabileceğine işaret etmek üzere bu âyetler inmiştir. İşte bu meselede birçok bakımdan deneme vardır. gerçi bu hal, bu deneme büyük ve ağır bir şeydir, ancak Allah'ın hidayet ihsan ettiği, imanda sebat için irade nasip eylediği kimselere ağır gelmez, onlara Allah'ın hiçbir emri ağır gelmez. Şunu da iyi biliniz ki, Allah, sizin imanda sebatınızı ve imanınızın eser ve alâmeti olarak kıldığınız namazlarınızı ve iyiliklerinizi hiç yok etmez, kaybolmasına izin vermez. Şu halde kıble değişmiş olunca bundan evvel kıldığınız namazlar ve vefat eden kardeşlerinizin namazları Allah katında zayi olmaz, kaybolup gitmez. Çünkü Allah kesinlikle insanlara karşı pek şefkatli ve pek merhametlidir. Ne onların ecirlerini zayi eder, ne de iyiliklerine olmayan ve işlerine yaramayan bir emir gönderir.
144-İşte Allah böyle bir Allah'dır. Ve size bu şekilde bir sırat-ı müstakim verecek ve sabit bir kıble gösterecektir. Hz. Peygamber, yukarıdan beri devam edip gelen bu işaretler üzerine artık kıblenin değişmesiyle ilgili vahiy emrinin gelmesini bekleyip duruyordu. Adeta semadan Cibril'in yolunu gözlüyor ve atası İbrahim aleyhisselâmın kıblesi olan Kâ'be'ye yönelmek için Allah'a dua ediyordu. Nihayet şu âyetler nazil oldu: Ey Muhammed! Biz senin yüzünün sık sık semada dönüp durduğunu görüyoruz, artık seni, pek memnun olacağın bir kıbleye kesinlikle çevireceğiz. Şu halde sen hemen yüzünü doğruca Mescid-i Haram'ın şatrına çevir. Yani, Kâ'be tarafına çevir. Bu suretle eski kıble kaldırılmış ve istikbal-i kıble (kıbleye dönme) farz olmuş oldu. Yüzün dosdoğru olarak kıbleye çevrilmesi, bedenin ön tarafından tamamiyle yönelmesi demek olduğu aşikardır. Şu halde yüzün ve bedenin Kâ'be'den başka bir tarafa dönmesi namazı bozar. Fakat uzakta bulunanlar için bizzat Kâ'be'ye isabet de şart değildir. İşte bundan dolayıdır ki, bizzat "Kâ'be" denilmeyip, "Mescid-i Haram'ın şatrına" buyurulmuştur. Mescid-i Haram ise Kâ'be'nin kendisi değil, çevresindeki Harem-i şeriftir. Ve burada savaş, kavga ve her türlü saldırı yasak bulunduğu ve tam bir güvenlik hedef tutulduğu için ona "haram" veya "harem" denilmiştir.
Berâ b. Âzib hazretlerinden rivayet olunuyor ki, Resul-i Ekrem Efendimiz Medine'ye gelmiş ve onaltı ay "Beyt-i Makdis" tarafına namaz kılmış idi. Daha sonra namazda Kâ'be'ye dönmesi emredildi. Bu Kıble'nin çevrilmesi olayı, Bedir Gazası'ndan iki ay önce Recep ayı içinde öğleyin güneşin zevalinden sonra meydana geldi. Resulullah, Beni Seleme mescidinde ashabı ile birlikte öğle namazını kılarken âyet geldi. Kılmakta olduğu öğle namazının ilk iki rek'atini Mescid-i Aksa, son iki rek'atini Mescid-i Haram tarafına kıldığı, hatta Peygamberimizin yer değiştirip Kıblenin değiştiğini bildirmesiyle erkeklerle kadınların da yer değiştirip birbirlerinin yerini aldıkları ve bundan dolayı o mescide "Mescidü'l-Kıbleteyn" adı verildiği dahi zikredilmiştir. Derhal etrafa haberler gitmiş, Kuba mescidinde dahi halka namazda iken biri gelmiş "Resulullah Kâ'be'ye çevrildi!.." diye bağırmış olduğu da rivayetler arasındadır.
Harem bölgesi Sözlükte “yasak bölge” anlamına gelen “Harem bölgesi” Mekke ve çevresine verilen bir isimdir. Mekke ve çevresine bu ismin verilmesi, zararlılar dışındaki hayvanlarının öldürülmesinin ve bitkilerinin koparılmasının yasak olması sebebiyledir. Harem bölgesinin sınırlarını ilk defa Cibrîl’in rehberliğiyle Hz. İbrâhim (sas) belirlemiş, sınırları gösteren işaretler daha sonra Hz. Peygamber (sas) tarafından yenilenmiştir. Bu sınırların Kâ’be’ye en yakını, Mekke’ye 8 km. mesafede Medine istikametinde “Ten’îm”; en uzak olanları ise Tâif yönünde “Ci’râne” ve Cidde istikametinde Hudeybiye yakınlarında “Aşâir”dir. Diğerleri; Irak yolu üzerinde “Seniyyetülcebel”, Yemen yolu üzerinde “Edâtü Libn” ve Arafat sınırında “Batn-ı Nemîre”dir. Kur’ân-ı Kerîm’de Kâ’be’ye “el-beytü’l-harâm” (Mâide 5/2) onu çevreleyen mescide “el-mescidü’l-harâm” (İsrâ 17/1) denildiği gibi, bu mescidin içinde bulunduğu Mekke şehri de “harem” (Kasas 28/57, Ankebût 29/67) yani “saygıya lâyık” sözüyle vasıflandırılmıştır.
|
Yukarı dön |
|
|
dost1 Admin Group
Katılma Tarihi: 28 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 538
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün Aleyküm! Değerli polaris01 Kardeşim!
polaris01 Yazdı:
Dikkat edilirse Mescid-i Kıblateyn camiinde kılınan bir namazda kıblenin yönünü değiştirmek yani yüzünü doğruca Mescid-i Haram’ın şartına çevir demek eğer Mescid-i Aksa ciranede bulunan küçük bir mescit olduğu iddia ediliyorsa mümkün değildir.Çünkü namaz Ciranedeki mescit yönünde kılınmaktadır. Cirane de Haram sınırları içinde olduğundan herhangi bir yön değişikliği söz konusu değildir. Peygamberimize ve cemaate saf değiştirmesine neden olan Mescid-i Aksa’ yı Cirane bölgesi dışında başka bir yerde aramak gerektiğine inanıyorum. Şahsi kanaatim kuran’ın işaret ettiği Yahudilerle müşterek kullanılan kıble olması asabiyle ve namaz esnasında peygamberimize ve cemaate saf değiştirtecek kadar farklı bir açıda olan (Yaklaşık 160 derece) Küdüs yönünde bulunması muhtemel bir Mescid-i Aksa olduğu yönündedir. |
|
|
Namaz , Medine’de Cirane bölgesindeki mescid yönünde değil;
Namaz, Medine’de Kudus’deki Beytil Makdise yönünde kılınmıştır.
Namaz,aşağıdaki ayetlerin vahyedilmesi ile de Mescidil Haram yönüne doğru kılınmıştır.
Bakara;144:Kad nera tekallübe vechike fis semai fe lenüvelliyenneke kibleten terdaha, fevelli vecheke şatral mescidil haram, ve haysü ma küntüm fevellu vücuheküm şatrah, ve innellezine utül kitabe le ya'lemune ennehül hakku mir rabbihim, vemallahü bi ğafilin amma ya'melun
Biz senin, yüzünün ha bire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i Haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.
Bakara;149:Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatral mescidil haram, ve innehu lel hakku mir rabbik, ve mallahü bi ğafilin amma ta'melun
Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram'a döndür. Bu, elbette Rabb'inden gelen gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Bakara;150:Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatral mescidil haram, ve haysü ma küntüm fe vellu vücuheküm şatrahu li ella yekune linnasi aleyküm hucceh, ilellezine zalemu minhüm fe la tahşevhüm vahşevni ve li ütimme ni'meti aleyküm ve lealleküm tehtedun
Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram'a çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın. Onların zulme sapanları müstesna. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Yüzünüzü Mescid-i Haram'a dönün ki, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Ve bu sayede güzeli ve iyiyi bulmanız da umulmaktadır.
İsra suresinde söz konusu olan mescidil aksa ise Cirane bölgesindeki mesciddir.
İsra;1:”Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semiul besiyr”
Bütün varlıkların tespihi o kudretdir ki, ayetlerimizden bazılarını kendisine gösterelim/kendisini ayetlerimizden bir parça olarak gösterelim diye kulunu, gecenin birinde Mescit-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür. Hiç kuşkusuz, O'dur Semî' ve Basîr.
Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
En doğrusunu bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.
|
Yukarı dön |
|
|
polaris01 Newbie
Katılma Tarihi: 15 mart 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 2
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
dost1 Yazdı:
İsra suresinde söz konusu olan mescidil aksa ise Cirane bölgesindeki mesciddir.
İsra;1:”Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semiul besiyr”
Bütün varlıkların tespihi o kudretdir ki, ayetlerimizden bazılarını kendisine gösterelim/kendisini ayetlerimizden bir parça olarak gösterelim diye kulunu, gecenin birinde Mescit-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya yürütmüştür. Hiç kuşkusuz, O'dur Semî' ve Basîr.
|
|
|
Selamünaleyküm Sevgili dost1 kardeşim.
Öncelikle ilginize teşekkür etmek isterim. İsra süresine konu olan mescid-i aksa'nın cirane bölgesindeki küçük mescid olduğu yönündeki ısrarları anlamakta güçlük çekiyorum. Çünkü Mescid-i Haram bir noktanın adı değil; bir bölgeye verilen isimdir. Bu bölgenin sınırlarını da daha önceki yazımda vermiştim. Dikkat edilirse ciranedeki mescid de bu sınırlar içindedir. İsra süresinin ilk ayeti Peygamberimizi Mescid-i Haram bölgesinden çevresi bereketlendirilmiş olan başka bir bölge olan Mescid-i Aksa'ya götürüldüğünden bahsetmektedir. Bu söz konusu olan Mescid-i Aksa da Mescid-i Haram sınırları içinde ciranede bulunan mescid olmadığı ayetten açıkça anlaşılmaktadır. Ayette aynı bölge içerisinde örneğin batıdan doğuya bir yürüyüşten bahsetmiyor. Bilakis iki farklı bölge isminden bahsediyor. Bu bölgelerden biri Mescid-i Haram diğeri de çevresi bereketlendirilmiş başka bir bölge olan Mescid-i Aksa'dır.
Konunun aydınlanmasına yardımcı olacağını düşündüğüm isra süresi ilk ayetinin tefsirini Sayın Bayraktar Bayraklı Hocamın müsadeleriyle aşağıya ekliyorum. Muhakkak bir ortak noktada anlaşabileceğimiz ümidiyle saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Hikmet Coşkun
Alıntı Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı
Rahman Ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla:
Gece Yürüyüşü:
1. Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya yürüten Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. O, işitendir, görendir.
İslam âlimlerini oldukça meşgul eden, farklı görüşler beyan eden gruplara ayıran bu âyette geçen İsrâ, yani "gece yürüyüşü" meselesinin genelde oluşumu üzerinde durulmuş, onun insanlığa neler getirdiği konulan ise gölgede kalmıştır. Bu gece yolculuğu diyebileceğimiz gece yürüyüşünün hep nasıllığı üzerinde duruldu, ama niçini, yani amacı üzerinde pek durulmadı. Şimdi âyetin analizini yaparak, İsrâ ve Mi'râc'ın ne olduğu ve niçin gerçekleştirildiğini açıklayacağız.
1."Noksan sıfatlardan uzak olan"
"Sübhân" kelimesinin kök fiili, "suda yüzmek, bir işten boşalmak; geçimini temin etmek için öteye-beriye koşmak, çabalamak; uyumak, sakin olmak, dinlenmek, yeri kazmak, uzak gitmek; sözü çok söylemek; at koşarken ayaklarını uzatması; yıldızın gökyüzünde hareket etmesi" anlamına gelen ~l~. sebehadır. Bu fiilin sebbeha kalıbı "Sübhânellâh demek, Yüce Allah'ı tenzih etmek, noksan sıfatlardan uzak tutmak" manasını ifade etmektedir. öUa- Sübhân da masdar olmakla beraber "tenzih yani Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutmanın alemi" olmuştur. Bu kelime, "tenzih etmek" için kullanılan bir kelimedir. Allah ismi ile kullanılınca, yani Sübhânellâh, "Allah'ı tenzih ederim", yani "noksan sıfatlardan uzak tutarım" anlamına gelmektedir.
Sübhân kelimesini, Yüce Allah Kendi Kendine kullanmakta ve Kendisinin noksan sıfatlardan uzak olduğunu söylemektedir. Biz de bu kelimeyi söylerken O'nunla beraber teşbih yapmış oluyoruz.
Diğer taraftan Sübhân kelimesine aynı zamanda: "Bütün varlıkların teşbih ettiği, bütün akılların, ruhların kendisine doğru yüzüp aktığı Allah" manası da verilebilir. Her şey Allah'a doğru aktığı, hareket ettiği, yüzdüğü için Allah Sübhân"dır. Varlıklar ancak noksan sıfatlardan uzak olan bir varlığa doğru akarlar, hareket ederler, benliklerinden sıyrılıp O'na yönelirler.
Ne demek "Allah'ı noksan sıfatlardan uzak tutmak?" Bu sorunun cevabını İhlâs sûresinin 3 ve 4. âyetleriyle verebiliriz: "O, doğurmamış ve doğmamıştır. O'nun hiçbir dengi yoktur." İşte bu âyetleri okurken Allah'ı teşbih ediyoruz, "sübhânellâh" demiş oluyoruz. Yüce Allah bu şekilde noksan sıfatlardan uzak tutulmaktadır.
Bu açıklamanın ardından şu soruyu sorabiliriz: Yüce Allah, İsrâ sûresine Sübhân kelimesi ile, Kendini teşbih etmekle, noksan sıfatlardan uzak tutmakla niye başlamıştır? Sorunun cevabını âyetin devamından çıkarabiliriz. Kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürütmesi, O'nun noksan sıfatlardan uzak olmasını gerektirir. Bu özelliğe sahip olmayan bir varlık bu gece yolculuğunu gerçekleştiremez. İsrâ olgusu, çok yönlü ve sırlarla dolu olan bir uygulama olduğu için, Yüce Allah yaptığı işe göre sıfatını âyetin başına koymuş oldu.
Yukarıda vermiş olduğumuz ikinci manadan hareket edersek, meseleyi biraz daha yakınen kavramış olabiliriz. Madem ki sübhân, bütün varlıkların, insan aklının Kendisine doğru hareket ettiği, noksan sıfatlardan uzak olan bir varlığı ifade ediyor, işte o gece Allah Hz. Muhammed kulunu Kendisine doğru yürütmüş ve kendisine doğru çıkarttığı için sübhân sıfatını almıştır. Yüce Allah'ın sübhân, yani noksan sıfatlardan uzak olma özelliği göz önüne getirilmeden isrâ olayı çözülemez ve anlaşılamaz.
2. "Bir gece kulunu Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya yürüttü." İsrâ "gece yürüyüşü" olduğuna göre, bir kere daha niye "bir gece" ifadesine yer vermiştir?
Her iki gece kavramı bir araya gelince pekiştirme olmaktadır. Hem fiil hem de zaman zarfı gece ile alakalı olduğundan, İsrâ olgusunun gece vakti olduğu vurgulanmış olmaktadır.
Mescid-i Haram, Kutsal Mescid, "canlı bir varlığın öldürüleme-diği, öldürmenin yasak olduğu Mescid" anlamına gelmektedir. Ka'be'nin etrafında sınırları belli olan mekân'a "Mescid-i Haram" denmektedir. Ka'be de bunun içindedir. Mescid-i Haram, özellikle onun içinde yer alan Ka'be'nin bulunduğu yer ibadet yeridir. Ancak orası sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda bir okul, yani bir üniversitedir.
Bakara 125'te açıkladığımız gibi Beyt, yani Ka'be, Beytullâh denen üniversitenin işlevi belirlenmiştir. mesâbeten linnâsdır. Yani buraya "insanların toplandığı yer manası" verilebilir, sâbe fiili, "geri dönmek, bayılanın kendine gelmesi, rüşde ermek, karşılığını vermek, ödemek" demektir. Sâbe fiilinden türeyen sevb "elbise, kıyafet, örtü, kisve, bir kılığa sokmak, maske" manasına gelmektedir.
Âyette geçen hfc mesabe de, "bir kimsenin döndüğü yer, toplantı yeri, sığınılacak, barınılacak, buluşulacak yer" demektir.
Beytullâh, geniş anlamı ile Mescid-i Haram, insanlık kültürünün doğduğu yer ve o kültürün odak noktasında bulunması nedeniyle merkezî bir önem kazanmaktadır. Madem ki sâbe fiili "bayılan kimsenin kendisine gelmesi" anlamına gelmektedir, o manadan hareket ederek diyebiliriz ki Ka'be, "insanları kendine getiren, iç muhasebesi yaptıran; anlayış, bilinç ve ahlâkî bakımdan kendilerine çekidüzen vermelerini temin eden bir eğitim ve ibadet yeri"dir. İnsanlığın din ve kültür merkezi olan bu üniversite de insanlar kendilerini bulmakta ve kendilerine dönmektedirler.
Sâbe kelimesi, "aklını başına devşirmek" anlamına da gelmektedir. Ka'be'deki alametler ve haccın faydaları, insanları olgunlaştırmakta ve aklın yolunu izlemenin önemini öğretmektedir. Onun içindir ki Hac-cm getirişi ile ilgili olan Bakara 197. âyet akılla bitmektedir.
Diğer taraftan mesabe, Yüce Allah'ın ödülünü kazandıracak olan, sevabın, güzelin, doğrunun, iyinin amellerinin üretildiği yerdir. Demek ki Beytullâh, başka bir adı ile Mescid-i Haram bir üniversite niteliğinde iyiyi, güzeli, doğruyu üreten bir okul olmaktadır.
Sâbe kelimesinden türeyen ve elbise manasına gelen sevb de mesabenin başka bir türevi durumundadır. Elbise insanın avret yerlerini örter, soğuk ve sıcaktan korur. Mescid-i Haram yani özel anlamı ile Beytullâh denen üniversitede üretilen bilgi, iyi, doğru ve güzel gibi değerler de insanın iç aleminin şeytana açık olan çıplaklığını örter, şeytanın etkisine karşı inşam korur. Bu bakımdan da Ka'be bir üniversitedir.
Haram kelimesinin bir anlamı "kutsal", diğeri de "hiçbir canlının öldürülmediği, öldürülmesinin yasak olduğu güvenli yef'dir. Bakara 125'te iLÜ emnâ "güvenli" kelimesi de bunun anlamı olmaktadır.
Bakara 125'te önce mesabe, sonra emnâ kelimesinin olması manidardır. Mesabe, "iyinin, doğrunun, bilginin üretildiği yer, üniversite" olduğuna göre, önce bu değerler üretilecek sonra da güvenli olacaktır. Mesabe, yani bilginin olmadığı yerde güvenlik olmaz. Câhillerin toplumunda güvenlik aramak hayalden öteye geçemez.
Beytullâh, başka bir adı ile Mescid-i Haram üniversitesinin temelleri Hz. Âdem zamanında atıldı, daha sonra Nûh tufanı ile izleri silinip gitmişti; ardından da Yüce Allah Hz. İbrahim'e Beytullâh'ın yerini gösterdi, neresi olduğunu belirledi (Hacc 22/26) ve Hz. İbrahim'e onu yeniden inşa etmesini söyledi. Demek ki Beytullâh ve geniş anlamı ile Mescid-i Haram, insanlığın ilk ma'bedi (Âl-i İmrân 3/96), aynı zamanda ilk üniversitesidir. İlk peygamber Hz. Âdem orada yaşadığı gibi son peygamber Hz. Muhammed de orada yaşadı.
3. İşte gece yürüyüşü dediğimiz İsrâ olgusu, insanlığın ilk ma'bedi, ilk üniversitesi olan Mescid-i Haram (Beytullâh)dan başladı, yani bereket ve hidâyet kaynağı olan (Âl-i İmrân 3/96) Mescid-i Haram denen üniversiteden başladı.
Yolculuk, Mescid-i Aksa denen, çevresi mübarek kılınan, yani kutsal olan üniversiteye doğru olmuştur. O dönemde Mescid-i Aksa Yahudi ve Hıristiyanlar için önemli bir ma'bed idi. Yüce Allah İsrâ l'de "çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa" demektedir. Sadece Mescid'in kendisi mübarek değil, çevresi de mübarek idi. Bu açıdan bakınca bu ma'bedin, yani üniversitenin Mescid-i Haram'a benzeyen yönü olduğunu görür ve anlarız. Mescid-i Aksa da Yahudi ve Hıristiyanlığın eğitim merkezi ve üniversiteleri idi. Demek ki Mescid-i Aksa, insanlığın ikinci üniversitesi olma özelliğini taşıyordu. "Bir ma'bed ve üniversiteden başka bir ma'bed ve üniversiteye gidiş"e İsrâ denmektedir. Burada şu soruyu sormamız gerekiyor: Bu olgu niçin gerçekleştirilmiştir?
4. "Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye." Âyetin bu kısmındaki gösterme fiilinin başında yer alan lâm harfi, amacı, yani gece yolculuğunun niçinini belirlemektedir. "Gösterme" eylemi, aslında öğretmek anlamına gelmektedir. Bir şeye gözlem yaptırı-lıyorsa, o şey gösteriliyorsa öğretiliyor demektir. Demek ki bu yolculuk, öğretim amaçlı yapılmıştır.
Yüce Allah, âyetlerinden bir kısmını Hz. Peygamber'e öğretmek, göstermek için bu olguyu gerçekleştirmiştir. Buradaki âyetlerden kasıt ne olabilir? Bu sorunun cevabını verebilmek için En'âm 75'teki Hz. İbrahim'in olgusuna gitmemiz gerekiyor: "Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteri yorduk." Hz. İbrahim'e gösterilen, yani öğretilenlerle Hz. Muhammed'e gösterilenler arasında bir benzerlik olsa gerek. Melekût ile âyât kelimesinin mana itibari ile yaklaşan tarafları vardır. Melekût kelimesinin "kâinatın işleyiş ve idare ediliş kanunları" anlamına geldiğini düşünürsek, âyât da "kanunlar, alametler, semboller" manasına gelmektedir.
Âyât kelimesine, "mesajlar, kâinatın idare ediliş kanunları" manası verilebilir. Bir bakıma "göklerin ve yerin hükümranlığının kanunları" da denebilir. O zaman Hz. Muhammed'in öğretimi ile Hz. İbrahim'in öğretimi arasında bir benzerlik kurulabilir.
5. "O gerçekten işitendir, görendir."
Âyetin başında sübhân olduğu için, sonunda da işitme ve görme sıfatları gündeme getirilmektedir. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, İsrâ olgusuna bu özelliği ile başladı; ardından işitme ve görme sıfatlarıyla bu olguyu tamamladı. Çünkü âyetin içinde yer alan "gösterme" anlamına gelen fiil, ancak görmesinde eksiklik olmayan biri tarafından gerçekleştirilebilir. Görme ve işitme sıfatlarının cüz'îsini Yüce Allah, kulu Hz. Muhammed'e verdiğinden onu öğretime tâbi tutmuştur.
Genelde tefsirde İsrâ olgusu ile beraber Mi'râc olgusu da anlatılır. Ama Yüce Allah bu âyette Mi'râc olayına değinmediği için biz de değinmeyi uygun bulmuyoruz. Günümüzün bilimine göre bir açıklama getirecek olursak şunu söyleyebiliriz: Hz. Peygamber'imizin İsrâ olgusunda, onun önünden zaman ve mekan kaldırılmıştır. Bir bakıma onun bedeni ışınlanmış ve bu ışınlanma anında mekan mefhumu ortadan kalkmıştır. Onun için İsrâ'nın bedeni mi ruhî mi olduğu tartışmasına girmek lüzumsuz bir uğraşıdır. Nasılından ziyade niçini üzerinde durmak daha faydalı olacaktır. Hz. Peygamber'e neler öğretildi, insanlığa hangi mesajlar gönderildi, insanlığın yücelmesinde onun yeri nedir? gibi sorulara cevap verilmelidir.
Şimdi şu soruyu sorabiliriz: İsrâ olgusunun insanlığa getirdiği faydalar, değerler nelerdir? Bunları maddeler halinde şöyle tesbit edebiliriz:
a) Yüce Allah mesajlardan bir kısmını Hz. Peygamber'e öğretmek için özel bir öğretim ortamı hazırlamıştır.
b) Mescid-i Haram denen üniversite ile Yahudi ve Hıristiyanların üniversitesi olan Mescid-i Aksâ'nın birleştirilmesi, Hz. Peygamber'in onlara yakınlaşması, yaklaştınlması için gerçekleştirilmiştir. Bu olay, Yahudi ve Hıristiyanları İslam'a davet için önemli bir yaklaşım niteliğini taşımaktadır.
Kitap ehlinin öğretileri ile İslam arasında müşterek noktanın bulunması için gerçekleştirilen bir yaklaşım olan İsrâ, ayrılıkları, farklılıkları değil de kitap ehli ile olan müşterek noktaları öne çıkarmak için yapılan bir öğretim ve birleştirme faaliyetidir.
Dedeleri Hz. İbrahim ile torunlarından olan Hz. Süleyman'ın inşa ettiği Ma'bed ve üniversitelerin birleştirilmesi, Allah'ın bitişmesini emrettiği şeylerin bitişmesini temin etmektir (Ra'd 13/21). Demek ki isrâ, beyin, gönül ve nefis ülkelerinin bitişmesi gibi, Ma'bed ve üniversitelerin bitişmesini gerçekleştirmek amacını taşımaktadır.
c) Kur'ân, daha önceki tüm peygamberlerin evrensel mesajları ile yerel bazı mesajlarını alıp yer verdiği ve onları birleştirdiği gibi, İsrâda alınan, öğretilen, verilen mesajlarda da bir müştereklik vardır.
Bu demektir ki İsrâ denen öğretim faaliyeti, Kur'ân'in hem ma'bed hem değerler hem ibadetler hem de tevhid inancı bakımından Kitap ehli ile Müslümanların sahip olduğu asgarî müştereki tesis etme amacını güdüyordu.
d) İsrâ olgusunun gece olması, Müslümanların insanlığı ihya edebilmeleri, geliştirebilmeleri için gece de çalışmalarını ilke haline getirmektedir.
Gündüz herkes çalışıyor, ama geceyi değerlendirenler, medeniyette öne geçeceklerdir. Gece çalışanlar İsrâ olgusunu kendi hayatlarına tatbik ediyorlar demektir. Maddeyi enerjiye, enerjiyi maddeye çevirenler, uzun mesafeleri kısaltacaklardır. Kafasını yorup teknoloji üretenlere, uzak mesafeleri kısaltacak şekilde Allah yardım edip onları yürütecektir. Çalışanı Allah yürütür (Rahman 55/33). Bu bilgiyi teknolojiye çevirme iledir ki insanlar göklerin ve yerin katlarını aşıp gideceklerdir.
Hz. Süleyman'ın yanındaki ilim adamının göz açıp kapayıncaya kadar Belkıs'ın tahtını getirmesi (Nemi 27/40) olgusu, mu'cizesi bilim haline dönüşecektir. Kur'ân'da bu iki olgunun, yani İsrâ ve Belkıs'ın tahtının anında getirilmesi insanların önüne çok ciddi ödevler koymaktadır. Aksi takdirde onlar tarihi bir olgu olarak kalır, sonraki nesillere bir kıssa olmaktan öte bir şey getirmez. Ama onlar bilimsel araştırma yapan üniversitelerin önüne program koymakta, hedef göstermektedir.[3]
|
Yukarı dön |
|
|
RAD_ Yasaklı
Katılma Tarihi: 19 haziran 2007 Yer: Finland Gönderilenler: 55
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam size..
İsra 1.ayette gecen ifadenin mirac (cahilyenin anlattığı gibi) la alakası yoktur..ayette ifade edilen aksa-uzak demek..
bu ayetten sonra musa ile iligi bir bölüm başlıyor..
Geleneğin dediği gibi öle mirac olayı 1 ayette kesitrilip atılcak bi olay olamaz..zaten 58 59 da da Allah peyagmebere göğe çık çıkabilirsen gibi bi ifade kullanıyor..kafirlerin böle bi ithamı var sanırım.
şunu söyleyebiliriz ki;
birinci ayette peygamberlerin gece yürüyüşüleri yani hicrete gece başlamarı konu ediliyor.
musa a.s da kavmini gece yürüttü..lut a.s da.
peygamber de gece yürüdü..
Ayette vurgu buna yapılıyor..mescidi haram-mekke
mescidi aksa (uzak mescid ) etrafı bereketli olması medinenin islam olması islamı kabul etmesi ve hicretin başlamasıdır..
zaten devamında musa ile devam etmesi ayetin buna vurgu yaptığını gösteriyor...7.ayeteki mescidin de kudus olma ihtimalide şu olabilir..
firavunun toprakları mescidil haram-secde edilmesi haram olan topraklardan uzak mescide gitmek..kavminin vaad edilmiş toprakları...
garip olan şu ki..musa kavmi ile kızıl denizi geçiyor..ama kızıl deniz doğuda kalıyor..ilerki taraf arabistan yarım adası..
kudus ise mısırın batısında kuzey batıda kalıyor ..nasıl oluyorda ordan geçip geriye dönüyorlar..bu ayrı bi konu..
dağıtmadan şunu söylyeyim..
isra 1.ayet peygamberin hicretine vurgu yapıyor...ve diğer pegamberlrinde kavimlerini gece yürütmesine..
surenin diğer ayetlerinde ise bu olayın bir rüya olduğu söyleniyor..
kanaatimce mirac olayı ne ruhen nede bedenen olmadı..çünkü bunu mucize olarak alırsak çelişir..
şunu diyebilirler..Allah dilese yapamaz mı kuluna bunu?
Allah dilerse herkes müslümanda olur? neden dilemiyor..
ben Allahın sünnetine aykırı hareket edeceğini sanmıyorum..
mecdil haram-mekke --haram işlenmeyen yer de olabilir secde edilmesi haram topraklarda olabilir..
mescidi aksa --uzak mescid demekse ..medine de olabilir. kuduste..ama görünürde etrafı bereketli kılınan yer medine..
doğrusunu Allah bilir..
selametle kardeşler...
RAD
__________________ Furkan Suresi Ayet 30...
|
Yukarı dön |
|
|
|
|