Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Katılma Tarihi: 01 temmuz 2005 Yer: Bulgaria Gönderilenler: 31
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Sayın komutanlarım,
değerli silah arkadaşlarım,
değerli konuklar,
basınımızın değerli mensupları,
harp akademilerinin değerli mensupları,
bugün,
burada harp akademilerinin 2006-2007 eğitim ve öğretim yılının açılışı
nedeniyle aranızda bulunmaktan büyük bir mutluluk ve gurur duymaktayım.
iki
yıl öğrenci subay, beş yıl öğretim üyesi olarak hizmet ettiğim türk
silahlı kuvvetlerinin en yüksek eğitim ve öğretim kurumunda, yeni bir
öğretim yılının açılış töreninde bulunmak, bana yalnız onur vermiyor,
aynı zamanda büyük bir heyecanı da beraberinde getiriyor.
değerli konuklar,
harp akademilerinin değerli mensupları,
bugün
yapacağım konuşmayı son yıllarda sıkça gündeme getirilen sivil-asker
ilişkileri başta olmak üzere, güncel bazı konulardaki düşüncelerimi de
sizlerle paylaşmak için bir fırsat olarak kullanmak istiyorum.
bir
açılış töreninde daha çok akademik konulara değinmek isterdim. ancak
son yıllarda özellikle son günlerde gündeme getirilen bu konu; silahlı
kuvvetlerin bu konudaki görüşlerinin açıklanmasını zorunlu hale
getirmiştir. bu nedenle bugün, huzurlarınızdaki konuşmamı, üç bölüm
halinde yapacağım. birinci bölümde, harp akademilerinin yeni eğitim ve
öğretim dönemine başlaması nedeniyle, genel bir değerlendirme ve genel
güvenlik sorunları üzerinde silahlı kuvvetlerin görüşlerini açıklamaya
çalışacağım.
konuşmamın ikinci bölümünde ülkemizin geleceğini ilgilendiren irtica ve bölücü terör konusuna değineceğim.
üçüncü
bölümde ise, biraz önce ifade etmeye çalıştığım konularda, son
zamanlarda, bazı kesimlerce silahlı kuvvetlere yöneltilen ve hiçbir
objektif dayanağı olmayan, bilimsel araştırmalardan yoksun saldırılar
ve suçlamalar konusunda görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.
değerli arkadaşlarım,
ülkemizin
dünyanın en hassas bölgelerinden birinde bulunduğu herkes tarafından
bilinmektedir. bu nedenle, içinde yaşamakta olduğumuz coğrafyada
gelecekte neler olabileceğini sürekli değerlendirmemizin önemini
vurgulamak istiyorum. çünkü bu coğrafyada tarih; öngörülemeyen ancak
barındırdığı uluslara acı yaşatan ve ibret alınması gereken olaylarla
doludur. bu sebeple, türkiye gibi etrafı çok sayıda istikrarsızlıkla
dolu bir coğrafyada yaşayan bir ülkenin güvenliğini sağlamak ve ulusal
menfaatlerine yönelik tehditleri caydırmak için her bakımdan güçlü
olması gereken silahlı kuvvetlerin gelecekteki komutanlarının
yetiştirildiği harp akademilerimizde icra edilen eğitim ve öğretim
büyük önem taşımaktadır. yaşadığımız coğrafya, türkiye cumhuriyetinin
bekası için güçlü muhafızların varlığını gerekli kılmaktadır. bu güçlü
muhafızlar, ulus ve devletin yalnız askeri, polisi değil; tüm
kurumlarıdır. harp akademilerimiz, verdiği eğitim ve öğretimle yalnız
silahlı kuvvetlerin değil, aynı zamanda cumhuriyetin güçlü
muhafızlarını da yetiştirmektedir.
değerli arkadaşlarım,
içinde
yaşadığımız bilgi çağı ile birlikte düşünce ve bilgi öne çıktıkça insan
unsuru kurumların en önemli sermayesi haline gelmiştir. başarılı olmak
için de öncelikle çağın gerektirdiği insan kaynaklarına sahip olmak
lazımdır.
bilgi, beceri, entelektüel düşünce gücü bakımından
gelişmiş ve teknik anlamda yeterli personelin türk silahlı
kuvvetlerinin daha ileri seviyelere yönlendirilmesi için bir araya
gelmesi şarttır. harp akademilerimiz bir bilgi ve bir strateji üretim
merkezi olarak bu yönlendirmeyi sağlayacak liderleri yetiştirmektedir
ve bundan sonra da yetiştirmeye devam edecektir.
bilgi çağının
insanı kendini tanımaktan, ifade etmekten ve düşündüklerini
açıklamaktan korkmayan; edindiği bilgiler aracılığı ile görevleri ve
geleceği arasında ilişkiler kurarak, yeni bilgiler üretebilen insandır.
peter drucker'a göre: bilgi, mutlaka üretime dönük olmalı ve sonuçlara
odaklanmalıdır. bu anlamda bilgi çağının gereklerine göre yetişmemiş
olanlar, zaman içinde küçülerek etkisizleşecek ve kaybolacaklardır.
bu
bağlamda, harp akademilerimiz bilgi çağının ihtiyacı olan yalnız askerî
konuları değil, uluslararası güvenlik konularını da bilen subayları
yetiştirmek zorundadır.
bugün barışı destekleme harekâtı ve
insanî yardım harekâtı nedeniyle dünyada hiçbir problem sahası sadece
sorunlu iki ülke ile sınırlı kalmamıştır. diğer ülkeler de doğrudan ya
da dolaylı olarak problemin sonuçları itibariyle, söz konusu probleme
bir şekilde taraf olmaktadır. günümüzde sıkça karşı karşıya kalınan bu
görevler için komutanlar; geleneksel askerî harekât görevlerine ilave
olarak, müşterek icra edilen bu tip görevlerin gereklerini de önceden
dikkate almak zorundadır. mevcut eğitim ve öğretim sistemimiz
değerlendirildiğinde müşterek/birleşik eğitim, harp akademilerimizin
dışında arzu edilen şekilde verilmemektedir. bu nedenle harp
akademilerimizdeki öğretimin kuvvet temel yeteneklerinden fedakârlık
yapmaksızın, geleceğin liderlerini, mesleklerinin başından itibaren
müşterek harekât içinde yetiştirecek şekilde olması önemlidir. kısacası
geleceğin liderleri, çok uluslu operasyonlar ve daha karmaşık müşterek
harekâtta becerilerini ve hünerlerini en yüksek düzeyde gösterecek
eğitimi harp akademilerinde almak durumundadırlar. ayrıca, silahlı
kuvvetlerimizin yönetici kademelerine gelecek bu liderlerimize harp
akademilerimizde, kalıcı barışı elde edebilmek için yumuşak güç olarak
cazibe/ikna yeteneğinin gerekli olduğu öğretilmeli ve yumuşak gücü
geliştirebilecek bilgi birikimine de sahip olmaları sağlanmalıdır.
değerli arkadaşlarım,
bilgi
çağındaki eğitim ortamları; sorgulamaya dayanan, eğitici ve eğitilenin
tartışma ortamı içerisinde bulunduğu bir yapıda olacaktır. bu yapıda
öğrencileşen öğretmen ve öğretmenleşen öğrenci kavramları ön plana
çıkacak ve öğrenmeyi öğrenme eğitim sisteminde önemli bir yer alacaktır.
insanların
gençliklerinde öğrendikleri bilgileri yaşamları boyunca kullanmaları
savı artık geçersiz hale gelerek yerini yaşam boyu öğrenme anlayışına
bırakmıştır. çünkü, yaşadığımız çağda bilgi çok çabuk bayatlayan bir
tüketim malzemesi haline gelmiştir. sizler, harp akademilerinde
aldığınız eğitimle sınırlı kalmayarak, eğitiminizi sürekli
faaliyetleriniz içinde düşünmeli ve bu konuda uzmanlaşmalısınız.
uzmanlık bilimsel bir kariyerdir. bu eğitim-öğretim yılından itibaren
akademilerden yalnız kurmay diplomanızla değil aynı zamanda ulusal ve
uluslararası güvenlik stratejileri yönetimi ve liderlik dalında yüksek
lisans diplomanızla mezun olacaksınız. bu diplomanızı daha yüksek
seviyedeki eğitimlerin alt yapısında kullanmak sizin iradenizdedir.
diğer
taraftan bilginin çığ gibi aktığı ve devamlı yenilendiği süreçte
öğretilmesi gereken bilginin miktarının artması, öğrenim görecek
personel miktarının artmasına neden olmaktadır. artan eğitim ihtiyacı
eğitime ayrılması gereken kaynağı da artırmaktadır. kısıtlı bütçe ile
örgün eğitim sistemimizi destekleyecek ilave yöntemler de
kullanmalıyız. bu konuda türk silahlı kuvvetleri olarak başladığımız
uzaktan eğitim çalışmaları, eğitimin kalitesini artırmak, faaliyetlerin
yürütülmesinde sürat ve ekonomiklik sağlamak ve teknolojiden daha fazla
yararlanmak maksatlıdır. uzaktan eğitim bazı üniversitelerimizin de
başlattığı gibi lisansüstü eğitim boyutunu da kapsayacak şekilde
düşünülmelidir.
değerli arkadaşlarım,
harp akademilerinin
en önemli işlevlerinden biri de değişime ayak uydurabilen liderleri
yetiştirmektir. lider: olayların akışını tahmin edebilen, vizyon sahibi
kişidir. bilgi toplumu çağında temel özellik, sürekli değişimdir. bunun
için sadece bugünün koşullarına uymak yetmemekte, kurumları ve toplumu
geleceğin özelliklerine göre değişime yönlendirmek, daha doğrusu,
değişimin yönünü okuyup, yönettiğiniz toplumu o yönde değişime sevk
etmek önem kazanmaktadır. değişimi yönetmenin en iyi yolu değişimi
yaratmayı bilen liderlere sahip olmaktan geçmektedir. hedefimiz, ulu
önder atatürk'ün: ufuklara kadar görüyoruz, onun ötesini görmeye
çalışacağız sözünü rehber edinen liderler yetiştirmektir.
başarı,
zorlu bir çalışmanın sonucunda oluşur. yalnız karmaşık strateji,
taktikler ve modern harp silah ve araçlarına sahip olmakla da başarıya
ulaşılamaz. tarih, bu konuyla ilgili örneklerle doludur. modern ve tam
donanımlı orduların, lider eksikliğinden dolayı başarıya ulaşamadığını
veya tam aksine küçük, yeterli silah ve teçhizata sahip olmayan
orduların, kendisinden güçlü ve modern orduları, liderlerinin
yetenekleri ve kabiliyeti ile perişan ettiklerini bilmekteyiz. bu
nedenle başarı için, modern harp silah ve araçlarına sahip olmanın yanı
sıra görevini tam anlamıyla yerine getirme istek ve azminde olan,
liderlik sorumluluklarını benimseyen yönetici kademesinin bulunması
şarttır.
günümüzde başarı tüm personelin performansına, göreve
gönülden bağlılıklarına ve liderin bunu sağlamada göstereceği etkinliğe
bağlıdır. astlarını teşvik edebilen, destek olabilen, onlara
önemsendiklerini hissettiren ve gelişmeleri yönünde onlara yeni ufuklar
açabilen liderler başarılı olacaklardır. bunun için liderlik anlayışı;
ödül, ceza gibi alışveriş içeren kavramlar yerine liderin sahip olduğu
inanç ve değerlerin, astlarını harekete geçirme gücü üzerine
kurulmalıdır. bu güç, lider ve astların ulaşmayı arzuladıkları yüksek
hedeflerin tek bir potada eritilmesini sağlayacaktır.
ancak, tüm
bu lider-ast dokusunun temelinde iletişimin etkin bir şekilde kurulması
ve kullanılması vardır. liderlerin sorumluluğu; iletişimi sağlıklı ve
sürekli kılmaktır.
değerli arkadaşlarım,
günümüzde,
kurumlar ve uluslar arasındaki ilişkiler sürekli bir değişim ve
belirsizlik süreci içinde son derece karmaşık hale gelmiştir. bu
bağlamda, yöneticilerin daha titiz ve dikkatli bir yönetim tarzı
uygulaması gerekliliği ortaya çıkmıştır. toplumsal hayattaki
değişmelere ilave olarak iletişim vasıtalarındaki baş döndürücü
gelişmeler, yaşanan bu değişim sürecini ve belirsizlik ortamını
kurumsal etkinliğin sağlanmasındaki temel değişkenler olarak ortaya
çıkarmıştır. böyle bir ortam, belirlenen kurumsal hedeflerin elde
edilebilmesi için karşılaşılabilecek risklerin geleceğe ait hazırlanan
senaryolar çerçevesinde önceden tahmin edilmesini, değerlendirilmesini
ve olumsuz etkilerinin azaltılmasını veya yok edilmesini içeren
kurumsal bir risk yönetimi kanizmasının tesis edilmesini ve
uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. unutmayınız ki, geleceği tahmin
etmenin en sağlıklı yolu; onu yaratmaktır.
risk ve risk
yönetimi, türk silahlı kuvvetleri için yeni bir kavram değildir. risk
alma, askerlik mesleğinin doğasında vardır. ülke savunması gibi oldukça
ağır, ancak çok önemli ve kutsal bir görevin sorumluluğunu üstlenen;
üstün disiplin anlayışı, fedakârlık ve feragat gerektiren askerlik
mesleğini bir yaşam biçimi olarak seçen ve özümseyen asker kişiler her
zaman ve her koşulda risk altındadır. hem muharebe sahasında hem de
barış döneminde günlük faaliyetlerin icrası esnasında alınan kararlar
genellikle çeşitli riskleri ihtiva eden belirsizlik ortamında
verilmektedir.
bu noktada, konunun önemini vurgulamak açısından
falih rıfkı atay'dan bir anekdotu aktarmak istiyorum. amerikalı bir
gazeteci atatürk'e: işlerinizde nasıl muvaffak oluyorsunuz? diye sorar.
atatürk de: ben, bir işte nasıl muvaffak olacağımı düşünmem. o işi
başarmama neler engel olabilir diye düşünürüm. engeller ortadan
kalktıktan sonra iş kendiliğinden olur. şeklinde karşılık verir. karar
verici için önemli olan, hangi riskleri kabul edip veya etmeyip bir
faaliyetin başlatılmasını veya başlatılmamasını onaylamadır. hangi
risklerin kabul edilebileceği ve hangilerinin göze alınamayacağı
konularında doğru karar verilmesi, ancak yeterli bir risk yönetimi
eğitimi ve uygulaması ile mümkündür.
değerli arkadaşlarım,
yaşadığımız
yüzyılda, birey ve ülke olarak içinde olduğumuz yarışta başarılı
olabilmek için, vizyonumuzu sürekli geliştirmek, güncelleştirmek ve
derinliğini artırmak zorundayız. dar kalıplara sıkışıp kalmış bir
vizyonla silahlı kuvvetlerimizi geleceğe hazırlayamayız. bunu sağlamak
için de yaratıcı bir düşünme ortamının tesisine ihtiyaç vardır. çünkü
vizyon, yaratıcılığı gerekli kılar. askerî sistemlerde yaratıcılık çok
önemlidir. kuralların önceden belirlenmiş olmasının yaratıcılığı
zorlaştırdığı söylenmektedir. ben bu düşünceye katılmıyorum. kurallar
yol göstericidir, geleceğin engelleyicileri değildir. şu gerçeği hiç
unutmayın: esasen yaratıcılık tüm canlılarda vardır. yeter ki biz
yönetsel engellerle yöneteceğimiz insanlarda yaratıcılığı
kısıtlamayalım.
değerli arkadaşlarım,
subayın düzenli ve
mütevazı bir yaşamı; milletine karşı örnek olma sorumluluğu vardır. bu
kutsal görevi yerine getirebilmek üzere her subay; kişisel ve toplumsal
psikoloji, eğitim, davranış bilimleri ve sosyoloji konusunda bilgi
sahibi olmalıdır. bu birikim ve niteliklerini yüksek bir iletişim
becerisi ile yazılı ve sözlü olarak aktarırken de türkçeyi doğru ve
etkin bir şekilde, ifade zenginliklerinden yararlanmanın inceliklerini
de bilerek kullanabilmelidir.
bir ulusu ulus yapan değerlerin
başında gelen dil bozulduğunda ulusun yapısı da bozulacak ve ülkede bir
kimliksizleşme baş gösterecektir. dil bayrağımız olan türkçemizin
kirlenmemesi adına gerek yazılı, gerek sözlü ifadelerinizde özel bir
çaba sarf etmelisiniz. bu da ulusal bir görevinizdir. bunu asla
unutmayınız. tekrar etme gereği duyuyorum. bir halk kitlesini ulus
haline getirmenin üç temel öğesi vardır:
- ortak bir tarih şuuru,
- ortak kültürü
- ve dil birliğidir.
cumhuriyetimizin
kurucusu mustafa kemal atatürk, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren
ümmetten millete geçiş süreci içinde bu üç unsuru güçlendirmeye
çalışmıştır. dil ve tarih kurumu ve türkiye cumhuriyeti'nin temeli
kültürdür. sözleri hep bu düşüncenin yansımasıdır. bu vatan
topraklarında hür ve bağımsız olarak yaşayacaksak, bu üç temel değere
sımsıkı sarılmalıyız. kültürümüze, tarihimize ve dilimize sahip
çıkmalıyız. çünkü, yaşadığımız günlerde her üç değerimize saldırılar ve
aşındırmalar vardır.
değerli arkadaşlarım,
konuşmamın
ikinci bölümünde irtica ve bölücü terör konusuna değinmek istiyorum.
irtica konusunda kuvvet komutanlarımız harp okullarının öğretim yılı
açılış törenlerinde yapmış oldukları konuşmalarda türk silahlı
kuvvetlerinin görüşlerini net olarak dile getirmişlerdir.
ancak, ben de, bu konuda bir kaç hususa değinmek isterim. türkiye'de;
- her fırsatta: lâikliği yeniden tanımlayalım diyenler yok mudur? bu kişiler devletin en üst düzeylerinde yer almıyorlar mıdır?
-
cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder atatürkün yalnız şahsı değil,
düşünce sistemi, cumhuriyet rejimimizin temel nitelikleri ağır bir
saldırı altında değil midir?
- her fırsatı türk silahlı
kuvvetlerini yıpratmak için kullananlar kimlerdir?her fırsatı türk
silahlı kuvvetlerini yıpratmak için kullananlar kimlerdir?
- toplumsal yapımızı bozarak, insanımızı çağ dışı bir görünüme sokmak isteyenler yok mudur?
değerli konuklar,
bu
listeyi uzatmak mümkün. ben şunu ifade ediyorum: bu sorulara, hayır,
türkiyede bunlar yoktur diyebiliyor musunuz? diyemiyorsanız, türkiyede
irtica tehdidi vardır ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır.
terörle
mücadele konusunda da bazı hususları ifade etmek istiyorum. türk
silahlı kuvvetlerinin terörle mücadeledeki kararlılığı ve terörle
mücadelede taraf olduğu defaatle açıklanmıştır. bundan sonra da böyle
olmaya devam edecektir.
benim dikkatlerinize sunmak istediğim
konu, bir süreden beri devam eden ve adına da, sanki çatışan iki ülke
varmış gibi, ateşkes denen bir sürecin başlatılmış olmasıdır. bu evvela
yurt içinde çeşitli şahıs, kuruluş ve gruplarca gündeme taşındı,
bilahare avrupa parlamentosunun bazı üyelerinden ve bazı devletlerden
benzer çağrılar yapıldı. geçtiğimiz hafta da irak devleti, terör
örgütünü ateşkes yapmaya ikna ettiklerini açıkladı. dün de terör
örgütü, sözde, ateşkes ilan etmiştir. buraya kadar arz ettiklerim bu
konunun ne kadar geniş çaplı bir kurgu içinde ele alındığını
göstermektedir. türk silahlı kuvvetleri silahlı tek terörist
kalmayıncaya kadar terörle mücadelesini sürdüreceğini ilan etmiştir. bu
tutumumuzda değişiklik yoktur. terör örgütü için tek çare silahını
kayıtsız şartsız bırakıp türk adaletine sığınmaktır.
geçmişte
yaşananlar, bunun dışında bir çözümün mümkün olmadığını göstermiş,
terör örgütünün dilediği anda tekrar silaha sarıldığı hatta birtakım
isteklerinin karşılanması için devletle pazarlık yapmaya, muhafaza
ettiği silahlarla devlete baskıya tevessül ettiği görülmüştür.
terörle
mücadelenin bir başka boyutuna da dikkat çekmek istiyorum. bu da terör
örgütüne sağlanan dış destektir. bildiğiniz gibi, nato tarihinde ilk
defa terörle dünya çapında mücadele için vaşington antlaşmasının
kolektif savunmayı öngören 5inci maddesini yürürlüğe sokmuş, bu amaçla
akdenizde bir harekât başlatmış, hem avrupa birliği hem de nato pkkyı
terörist örgüt ilan etmiştir. yine her iki kuruluş terörle mücadele
konusunda, birleşmiş milletler tarafından alınmış kararlara ilave
olarak kendileri de çeşitli kararlar almışlar, dokümanlar
yayımlamışlar, özel personel görevlendirmişler ve yeni
teşkilatlanmalara gitmişlerdir.
hal böyle iken, bu kuruluşlara
üye bazı ülkeler, kendi topraklarında terör örgütünün serbestçe
faaliyet göstermesine, para toplamasına ve ülkemiz aleyhine çeşitli
çalışmalar yapmalarına seyirci kalmaktadır. bunun da ötesinde
ülkelerinde yakaladıkları teröristleri ya yargılamamakta, yargılasa da
30 küsur güvenlik görevlisinin kontrolünde iken kaçmalarına müsaade
etmekte ya da onu türkiyeye iade etmeden silahlı kuvvetlerimize karşı
kullanılmak üzere terör örgütüne geri göndermektedir. bir televizyon
istasyonunun yayınlarının önlenmesinde ilgili ülke maalesef tamamen
şiddete yönelik ve terör örgütünün propagandası mahiyetindeki yayınları
ifade özgürlüğü kapsamına sokarak müttefikinin değil teröristlerin
yanında yer almaktadır.
örneğin, avrupa birliği adalet divanı
dahi pkknın terör örgütleri listesinden çıkarılıp çıkarılmamasına
ilişkin olarak açılan bir davayı gündemine almıştır.
peki nerede sizin terörle mücadele için aldığınız kararlar? nerede alınan bu kararlar gereği terörle mücadele için iş birliği?
değerli konuklar,
demokratik
değerlere ve demokratik hakların kullanılmasına hiç kimse karşı
değildir ve olamaz da. bu konu yakın geçmişte ülkemizde de gündeme
gelmiş ve hâlen terör örgütünün aktif üyesi olan bazı eski
milletvekillerinin de aralarında bulunduğu bir takım kişilerin
seçimlere katılmasının anayasal ve demokratik bir hak olduğu ve bunun
önlenemeyeceği yolunda görüşler belirtilmiştir.
şurası açıktır
ki, anayasal hak talep etmek için evvela o anayasayı tanımak ve kabul
etmek gerekmektedir. anayasayı değiştirmek için eline silah almış veya
silah alanları desteklemiş olanlar, değiştirmeye çalıştıkları
anayasadaki hakları talep edemezler. aynı şekilde yıkmaya çalıştıkları
demokratik düzenin sağlayacağı imkânlardan istifade etme hakları da
yoktur.
değerli arkadaşlarım,
konuşmamın üçüncü bölümünde
de bazı kesimlerce türk silahlı kuvvetlerini yıpratma yönünde
sürdürülen kampanyaya değinmek istiyorum.
daha önceki
konuşmalarımda da belirttiğim gibi türk silahlı kuvvetleri tenkitlere
her zaman açıktır. hatta bu tenkitlerden, bilime, mantığa ve gerçeklere
dayandığı takdirde, istifade edebileceği de şüphesizdir ve
kaçınılmazdır.
ancak ne yazık ki, bir süredir türkiye
cumhuriyeti devletinin temel niteliklerini ve değerlerini sorgulama ve
aşındırma çabaları artarak devam etmektedir. bu saldırılar maalesef
bazı kişi ve çevreler tarafından muteber olmanın bir ön şartı olarak
görülmekte, saldırının dozu ne kadar artarsa bu, demokratikleşme
yolunda atılmış o kadar büyük bir adım olarak kabul edilmektedir. yüce
türk ulusunun sevgi ve güvenine en güvenilir kurum olarak mazhar olmuş
türk silahlı kuvvetleri de bu kampanyanın en önemli hedeflerinden biri
haline getirilmiş, kampanya yeni şekil ve boyutlar alarak ordumuzun
toplum içindeki yerini sorgulamaya ve türk silahlı kuvvetlerini
demokratikleşme önünde bir engel olarak göstermeye kadar ulaşmıştır. bu
noktaya gelinceye kadar türkiye cumhuriyeti devletinin yaşam biçimi
olan atatürkçülük sorgulanmış ve bunun türkiyenin önünü kapayan,
gelişmesini engelleyen bir husus olduğu resmî raporlara dahil edilmiş,
atatürkçülüğü savunanlar ise bağnaz ve tutucu olarak
nitelendirilmiştir. üzülerek ifade ediyorum, bu saldırılar, dıştan
olduğu gibi içimizden de destek bulmuştur.
diğer taraftan, dost
ve müttefik bir ülkenin dışişleri bakanlığı, türkiye genelkurmay
başkanlığının türkiye millî savunma bakanlığına bağlanması yolunda
almış oldukları karara gerekçe tespit etmek için yerli ve yabancı
kuruluşların katıldığı toplantılar icra etmiş ve raporlar
yayımlamıştır. hatta, aynı ülkenin genelkurmay başkanı, türkiyeye gelip
türkiyedeki sistemi tenkit eden ve maddi hatalarla dolu bir konuşma
yapmıştır. böylesine bir girişim, türkiye cumhuriyeti tarihinde ilk kez
gerçekleşmiştir. bu durumu: askerler her konuda beyanatta bulunuyor
diyenlerin dikkatine sunuyorum.
bu gayretlerin bir devamı
olarak, türk silahlı kuvvetlerinin konumu konusunda içeriği pek çok
maddi hata ile dolu yeni bir belge yayımlanmıştır. bu belgede dikkat
çeken en önemli konu, dokümanı oluşturan 22 bölümden 9unun polis
akademisi tarafından yazılmış olmasıdır. kurumsal iş birliğine en fazla
ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, devletin önde gelen kurum ve
kuruluşlarının bu tür çalışmalara katılmalarının nasıl bir fayda
sağlayacağını da takdirlerinize bırakıyorum.
ağırlıkla türk
silahlı kuvvetlerinin işlevlerinin ele alındığı raporun ön sözünde yer
alan: itaat kültürünün yerine itiraz kültürünü yerleştirmeyi amaçladığı
yolundaki ifadeler, raporun gerçek niyetini açıkça ortaya koymaktadır.
bu belgenin tanıtımı 22 eylül 2006 tarihinde, yani daha bir kaç gün
önce icra edilen bir toplantı ile yapılmıştır. bu toplantıda yerli ve
yabancı konuşmacılar tarafından yapılan bazı beyanlar her türlü teamül,
nezaket ve tahammül sınırını aşmaktadır.
bu konuşmacılar, türk
silahlı kuvvetlerinin yüce türk milletinin anayasa ve kanunlarla,
tartışılmaz bir şekilde kendisine vermiş olduğu görevlerini
sahiplenmesini; ülkenin hukuki ve kurumsal yapısına saygısızlık olarak
nitelemekte, yargıya intikal etmiş bazı münferit olayları tek merkezden
kontrol edilen geniş çaplı ve planlı uygulamalar olarak göstermekte ve
kullandığı her türlü mali kaynağın tahsisi, harcanması ve son kuruşuna
kadar denetlenmesinin, devletin ilgili kurumları tarafından yapılmakta
olduğunu göz ardı ederek, şeffaflıktan uzak ve hesap verebilirlikten
muaf olduğu iddiaları ile türk silahlı kuvvetlerinin de ötesinde, onu
en güvendiği kurum olarak bağrına basmış olan asil milletimize de
saygısızlık yapmışlardır.
bu beyanların, mayıs 2006da
yayımlanmış bir belgenin aylar sonra yapılan tanıtım toplantısı
vasıtasıyla, kasım ayında avrupa birliği tarafından yayımlanacak
ilerleme raporu öncesine denk getirilmesinin amacının da silahlı
kuvvetleri cevap vermeye zorlamak ve hazırlanacak olan rapora, bu
cevabî beyanatımızı bir gerekçe olarak dahil ettirmek olduğu aşikârdır.
bütün
bu mesnetsiz beyanlara maalesef devletin hiçbir kurum ve kuruluşundan,
kamuoyundan herhangi bir açıklama ve tepki gelmemiştir.
türk
silahlı kuvvetlerinin ülkemizin avrupa birliği üyeliğini tamamen
desteklediği daha önce müteaddit defalar beyan edilmiştir. bu nedenle
bu açıklamamın türkiyenin avrupa birliği üyeliği ile ilişkilendirilmesi
yanlış olur. siyasi her türlü polemiğin dışında kalmak için azami
gayret gösteren türk silahlı kuvvetlerinin avrupa birliği paravanası
arkasına gizlenerek yapılan bu ithamlara karşı kendini savunma hakkını
kullanması da en tabii hakkıdır.
unutulmamalıdır ki, türk
silahlı kuvvetleri bazı çevrelerin hedef tahtası değildir. ben bir
askerim ve yasaların bana verdiği görevleri yerine getiriyorum. asker
olarak bizim siyasetle ilgimiz yoktur. ancak güvenlik ve rejim ile
ilgili temel mülahazalarımızdan rahatsızlık duyanlar varsa, bu onların
kendi rahatsızlıklarıdır. şimdi bu konuyla ilgili düşüncelerimi
açıklamak istiyorum.
türk silahlı kuvvetleri ile ilgili olarak
avrupa birliği yetkilisi bay kretschmer bir ip ucu veriyor: silahlı
kuvvetlerin ulusal güvenlik konusuna çok geniş perspektiften bakarak,
kamu hayatının hemen her yönüyle ilgili, örneğin: din eğitimi, kültürel
haklar, üniversite gibi hususlarda açıklamalar yaptığı, bu
açıklamaların halk üzerinde büyük etkisi olduğu, silahlı kuvvetlerin
halktan en çok saygı gören en istikrarlı kurum olarak değerlendirilmesi
gerçeğinden cesaret alarak bu açıklamalarda bulunmayı meşru gördükleri
tespitinde bulunuyor.
değerli konuklar,
değerli silah arkadaşlarım,
bu
tür ifadeler demokratik söylem açısından kulağa hoş gelen söylemlerdir.
ancak, ben bu söylemleri açık türkçeye çevirerek yorumlayacağım;
- din eğitimi,
- kültürel haklar,
- üniversite derken, sözü geçen avrupa birliği görevlisi nelerden rahatsızlık duyuyor?
türk
silahlı kuvvetlerinin halktan en çok saygı gören gücünden. halkın bu
söylemlerden etkilenmesinden neden rahatsızlık duymaktadır? türk
silahlı kuvvetlerinin demokrasi dışı hangi söylemi vardır? yoksa, türk
silahlı kuvvetlerinin söylemleri bu yorumları yapanların gizli
ajandalarının hedeflerini mi zorluyor? bunları iyi bilmeliyiz.
harp akademilerinin değerli mensupları,
bu
konuyu burada gündeme getirmemin bir anlamı var. bugün bu salonda
öğrenci subay olarak bulunan genç subaylar, gelecekte bizim yerlerimizi
alacaklardır. bu kişilere doğru ve objektif bilgileri vermemiz
gerekmektedir. temel bilgileri alacakları yer bu kurumdur. bu kurumdan
yetişecekler, atatürkün kurduğu türkiye cumhuriyetini korumaya da
muktedir olanlardır ve olacaklardır.
değerli konuklar,
silahlı
kuvvetlerin demokratik kontrolünün ne anlama geldiği ve bu amaçla ne
tür uygulamalar yapılabileceği, konu ile ilgili dokümanlarda kural
olarak benimsenebilecek neler yazdığı ayrı bir konudur. gerek olursa bu
konudaki görüşlerimizi de açıklarız. ancak burada önemli olan yapılan
çalışmaların bilimsel verilere ve bulgulara dayanması ve gerçekleri
yansıtmasıdır.
konuyu fazla uzatmadan bir iki örneği sizlerle paylaşarak takdiri türk milletinin engin sağduyusuna bırakıyorum.
örnek-1 (sayfa 52): genelkurmay başkanının görev ve yetkilerini kime bağlı olarak yürüttüğü hususu anayasada mevcut değildir.
cevap: anayasa madde 117/4: genelkurmay başkanı görev ve yetkilerinden dolayı başbakana karşı sorumludur.
örnek-2
(sayfa 12): mevcut durumda zorunlu askerlik, sivil demokratik bir
kültür yerine askerî değerleri şekillendirici bir laiklik ve
milliyetçilik anlayışını toplumsallaştırmaktadır. askerî kararlar
üzerinde parlamenter denetim tam olarak oluşturulamamaktadır.
şeklindeki
ifadelerden zorunlu askerlik yerine, profesyonel ordunun kurulmasının
millî savunma bakanlığı bütçesine getireceği yük hakkında bilgi sahibi
olunmadığı açıkça anlaşılmaktadır. bu konuda bir açıklama yapmak
isterim.
türk silahlı kuvvetleri tamamen profesyonel bir yapıya
geçerse; sadece personel maaşları ve sosyal yardım giderleri; bugünkü
millî savunma bakanlığı bütçesinin üç katı olacaktır. hal böyle iken
dokümandaki ifadeleri bilimsel kabul etmek mümkün müdür?
örnek-3
(sayfa 54): üst düzey komutanlar, düzenli olarak gerek iç ve gerekse
dış politika konularında görüşlerini açıklamayı sürdürmektedirler.
cevap:
buna örnek olarak, şemdinli olaylarında yer alan bir astsubay hakkında;
benim söylediğim tanırım iyi askerdir, ancak suç işlemişse cezasını
alır cümlemi gerekçe göstermiştir. bu hususun iç ve dış politika ile
ilgisi nedir? ayrıca sarf ettiğim cümleyi tam olarak yazma dürüstlüğü
dahi gösterilmemiştir.
örnek-4 (sayfa 56): bir basın mensubu
şöyle yazıyor: bir general bana dedi ki: millî güvenlik siyaset
belgesini biz hazırlarız, başbakanlığa basılması için göndeririz. böyle
gerçekle hiçbir ilgisi olmayan ifadelerin hangi kritere uygun olduğunu
anlamak da mümkün değildir.
değerli komutanlar,
değerli konuklar,
bu
tür raporlar kimlerin desteği ile hazırlanıyor bilmiyorum. bir kısmını
sadece tahmin ediyorum. ancak bu tahminlerim, bu raporların kimler
tarafından desteklendiğini gördükçe gerçeğe dönüşüyor ve bundan
ziyadesiyle rahatsız oluyorum. bu örnekleri çoğaltmak mümkün. ancak, bu
anlamlı günde daha fazla örnek vermek istemiyorum. bununla birlikte, bu
tür raporlar gelecekte de yayınlanırsa, daha açık ve net belgeleri
kamuoyu ile paylaşacağımdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
değerli silah arkadaşlarım,
değerli konuklarımız,
konuşmamın son bölümünü, üzülerek ifade ediyorum, kendi içimize yönlendiriyorum.
bu
anlamsız raporun tanıtım konferansına türk yetkililer de katıldı ve
konuşma yaptılar. basında yer alan bu konuşmalardan bazı ifadeleri
takdirlerinize sunuyorum. ifade aynen şöyle:
genelkurmaydan gelen bildiriler her zaman serttir, medya başka konularda aslan kesilir, bu konuda dişidir.
türk
âleminin 200 senedir siyasetle çözemediği en çetin problemlerinden bir
tanesi türk ordusunun silahlanmasıdır. nereden elde ediyor bu silahı,
hangi imkânlarla?
savunma bütçemiz şeffaf değildir. millî eğitim bütçemizde birbirimizin gırtlağına sarılırız. savunma bütçesi geldiği gibi gider.
türk silahlı kuvvetleri üzerinde yasama, yürütme ve yargı bağlamında hiçbir organın denetleme yetkisi yoktur.
millî
güvenlik siyaset belgesi bakana imza karşılığı verildi. utanarak
söylüyorum, milletvekiliyim içinde ne olduğunu bilmiyorum.
değerli konuklar,
türkiye
cumhuriyeti devletinin yapısı, bu yapı içindeki kurumların ve bir bütün
olarak sistemin işleyişi konusunda içimizdekilerin bu hayret verici
bilgi noksanlığı karşısında neredeyse biraz önce eksik bilgileri nedeni
ile tenkit ettiğim yabancılara haksızlık ettiğimi düşüneceğim.
sayın konuklar,
harp akademilerinin değerli mensupları,
harp
akademilerinin 2006-2007 eğitim ve öğretim yılına başlaması nedeniyle
düzenlenen bu törende sizlerle beraber olmaktan büyük mutluluk
duymaktayım.
yeni öğretim yılında harp akademilerinin değerli mensuplarına başarılar diliyor, hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum.
"HERKES sivil iradeye uymak zorunda" diyen Başbakan Erdoğan tabii ki haklıdır.
Tersi düşünülemez! Tasavvur edilemez!
Zaten de, aşağıda ayrıntısıyla değineceğim gibi, bu evrensel ilke sırf demokrasilerde değil, "militarizm" hariç istisnasız bütün rejimler için geçerlilik taşır.
Dolayısıyla, "cihet-i askeriye"ler de yukarıdaki iradeye uymak zorundadırlar.
* * *
ÖYLEDİR, çünkü ordular yalnız ve yalnız siviller için vardır. Aksi mümkün değildir.
Apoletli üniforma sahipleri kendi başlarına ne bir sosyal katman, ne bir üretici güç, ne de bir toplumsal "amaç" oluştururlar.
Askerlik mesleği daha ilk çağlardan itibaren sivillerin ihtiyacını karşılamak için ve bizzat yine aynı siviller tarafından bir "araç" olarak yaratılmıştır. Öyle ikáme ettirilmiştir.
Dolayısıyla, ihtiyaç değiştiğinde ordular da değişir. Değişmek zorundadırlar.
Ve burada asla tartışılamayacak nokta da, söz konusu "ihtiyaç değişimi"ni saptayan ve saptayacak olan yegáne unsurun yukarıdaki "sivil irade" olduğu gerçeğinde odaklanır.
* * *
HAYIR, yukarıdaki temel ve hayati ilke sadece demokrasiler için geçerlik taşımıyor.
"Herkesin sivil iradeye uyması" zorunluluğu illá çoğulcu rejimle özdeşleşmiyor.
Çünkü, imparatorluklara, krallıklara, otokrasilere, diktatoryalara ek olarak, bilhassa ve bilhassa cumhuriyetler de dahil, söz konusu evrensellik tüm yönetim tarzlarında hüküm sürer.
Yegáne iki istisnayı ise "militarizm" ve ona meyleden "bonapartizm" oluşturur.
* * *
YUKARIDA"cumhuriyet dahil" derken, altını "bilhassa" diye kasten çizdim.
Zira malûm, çoğulcu demokrasi ve açık toplum düşmanı bizim "statüko zaptiyeleri" şimdi pek bir "cumhuriyetçi" kesildiler. Akılları sıra da, ikisi arasına barikat kuracaklar.
Tabii ki doğru değil ama kabullendiğimi varsayalım. Fakat orada da çuvallıyorlar.
Çünkü, "ordu sivil iradeye uyar" ilkesi en önce bir "cum-hu-ri-yet-çi" amentüdür.
* * *
EVET evet öyledir ve zaten bunun içindir ki, Korsikalı meşhur amcadan ziyade, daha sonra peşpeşe darbe yapan ve nihayet kendisini imparator ilán eden yeğen Louis - Napoleon’dan dolayı lugáte "bonapartizm" olarak girmiş olan "cihet-i askeriye dayanaklı" zapturapt ideolojisi, 1789’un öz be öz anavatan Fransa’da o cumhuriyetçiliğin baş düşmanı addedilir.
Ve yine bunun içindir ki, aynı Fransa ordusu sivil hayata müdahil olamayacağından "dilsiz ejderha" diye adlandırılır. Oradaki cumhuriyetçi gelenek erdemlerinin başında sayılır.
Sonra, kızıl komünistinden háki nazisine, totaliter rejimler de durum farklı olmamıştır.
Politbüroya subay almayan Stalin’in ha bire general tasviye etmesinden, Mussolini’ninyıldızının orduyla barışmamasına; Hitler’in kurmaylığı bile üstlenmesinden, Mao’nun "tetiği siyaset çeker" sözüne, asla demokrasi olmayan cumhuriyetler de aynı ilkeyi sürdürmüşlerdir.
Çünkü tekrar en başa dönmek gerekiyor, ordu bir "amaç" değildir ve bir "araç"tır!
* * *
ORDULARIN kendilerine "amaç" vehmettiği ideolojiye ise "militarizm" deniliyor.
Bu ideolojinin "uyarıcı dürtüleri" ise iki temel eksen üzerinde yükselir.
Birincisi, apolet dokunulmazlığını ve lonca tipi kast ayrıcalığını korumak arzusudur.
Diğeri ise askerlik mesleğinin doğasında olan "katı kuralcılığı" ve zaten adı üzerinde "uniforma";yani tek biçim tarzları sivil hayata da empoze etmek içgüdüsünden kaynaklanır.
Günü geldiğinde bu konuyu da işleyeceğim ama şunu bir daha tekrarlayayım:
Kimse tersini vaaz ederek katakulli yutturmaya kalkışmasın, orduların "siyasi iradeye uymak" zorunluğu demokratlıktan bile çok önce, "cum-hu-ri-yet-çi" bir yükümlülüktür!
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma