Önce bir gerçeği hatırlatmalı: Bir yerde yapılan siyasetin kalitesi, siyaset yapan insanların kalitesinden bağımsız değildir. İşte tam da bu yüzden siyasetinizin kalitesi ticaretinizin, sanatınızın, biliminizin ve hatta dindarlığınızın kalitesinden bağımsız değildir.
Bu da gelip insan kumaşının kalitesinde düğümlenmektedir. Kumaşı kaliteli bir şahsiyet nereye girerse girsin, oraya bir "katma değer" olarak girer. Girdiği yerin değer ortalamasına katkıda bulunur ve o ortalamayı yükseltir. Tabiî ki tersi de geçerli; kumaşı kalitesiz bir insan girdiği yerin değer ortalamasını düşürür.
Türkiye'de yapılan şekliyle politika zâtî bir illetle maluldür. Bunlardan birincisi kurulu düzenin siyasete ve siyasetçiye güvenmemesidir. Bu güvensizliğin sonucunda siyasetçinin siyaset etme alanı daraltılmıştır. Kurulu düzen siyasetin alanını önce iş göremeyecek kadar daraltmış, sonra da görülemeyen tüm işlerin sorumlusu olarak siyasetçiyi göstermiştir. Bu siyasete ve siyasetçiye kurulmuş hince bir tuzaktır.
Siyasetin böylesine kalitesiz olmasında bu tuzağın rolü var mıdır?
Nasıl olmaz? Şöyle ki: kurulu düzenin siyaset dışı koruyucuları siyaset etmeyi bir "ulûfe" dağıtımı, hatta bir "rüşvet" olarak görüyorlar. Siyaset onlar sayesinde siyaset olmaktan çıkıp -etimolojik anlamıyla- tam bir "politika" haline geliyor. Ve siyaset arıların uğraş alanı olmaktan çıkıp sineklerin uğraş alanına dönüşüyor. Çünkü "üretenler" değil "tüketenler" ve "yağmalayanlar" siyasetin başına üşüşüyorlar. Ve sonunda siyasetçiler sınıfı bir asalaklar ve tufeyliler sınıfı olup çıkıyor.
Çünkü siyaset, kurulu düzenin sahipleri tarafından bir ulufe ve rüşvet olarak sunulmuştu. Her halde rüşvete şahsiyetli, ahlaklı, erdemli ve değerli insanlar itibar edecek değillerdi. Hoş, iyi niyetlerle bu ulufeyi yüzü kızararak da olsa alan değerli insanlara, ulufeyi dağıtanlar eğer nitelikli olduklarını fark ederlerse geçit vermiyorlardı. Kazara bir yolunu bulup siyasete katma değer olabilecek nitelikte olanların ipini, hadım ederek kendilerine hâdim ettikleri güçlere çektiriyorlardı.
Böyle dizayn edilmiş bir siyasal alanda başarılı olmak mümkün mü? Adeta başarısızlığa endekslenmiş bir alan siyaset. Çünkü müesses düzenin kahraman koruyucuları, siyaseti aynı zamanda rakip bir alan olarak görüyorlar. Ve siyaset hasmı kadı olan sanık konumuna düşürülüyor. Malumunuzdur: "Hasmın kadı olursa yardımcın Allah olsun."
Bu durumda hâlâ siyasetin kalitesi neden bu kadar düşük diye sormanın âlemi var mı? Çünkü maçı yönetmesi için sahaya çıktığı sanılan hakem, maçın önceden belirlenmiş olan skorla bitmesi talimatıyla sahaya çıkmış zavallı bir "memur".
Bu politikanın zâtî illeti. Elbette yapısaldır ve bu ülkedeki kurulu düzenin tabiatı değişmedikçe o da değişmeyecektir. Sonuçta politika kalitesiz politikacılar eliyle rezil edilecek, kurulu düzenin siyaset dışı sahipleri de aslında kendilerine ait olan tüm başarısızlıkların sorumlusu olarak politikacıyı göstereceklerdir. İşte bir taşla birçok kuş vurmak buna denir.
Bu yapısal illetine rağmen bu ülkede politika "siyasete" dönüştürülmek zorundadır. Bunu yapacak olanlar, öncelikle siyaseti tüketici-ganimetçi sineklerin değil üretici-değer katıcı arıların alanı olarak gören zihniyet ve kadrolar olacaktır.
Onlar, kurulu düzenin kahraman sahipleri tarafından kendilerine "sus payı" olarak sunulan "sınırlı-sorumlu" politikayı ellerinin tersiyle itmelidirler. Eğer bunu bir "ulûfe" olarak alırlarsa, ulufe alan yeniçeri gibi "Padişahım çok yaşa!" diye bağırmak zorundadırlar. Zaten siyaseti bir ulufeye dönüştürenlerin bütün derdi de budur; siyasetçi esnafına hep bir ağızdan "Padişahım çok yaşa!" diye bağırtmak. Ondan sonra mı? Sonrasını merak etmeye ne hacet: keçeye pala (=dostlar siyasette görmüş olur), kazana kaşık (=yolunu bulmuş olur) sallamaya devam…
Yok eğer kendisine sunulanı bir rüşvet olarak alırsa, o zaman da tüm diktatör ve firavunların klasik tuzağına düşmüş olacaktır: "Önce suç işlet, sonra kul-köle et!" Dosyan masasının çekmecesindedir. Ne zaman diklenecek ya da kula kulluğa baş kaldıracak olsan, başının eğilmesi için dosyanın hatırlatılması kâfîdir.
Böyle bir siyasetten ve siyasetçiden millete hayır gelir mi? Bu siyaset ve siyasetçi milletin hayrına çalışır mı? Çalışmaz, çünkü siyasette oluşunu millete değil kendisine siyaset etme izni veren yetkili ve etkili kurumlara borçludur. Herkes kime borçluysa boynu ona karşı eğridir.
Peki millet de neyin nesi oluyor? O mu, o, bu senaryoda kendisine seçimden seçime baş vurulan figüranlar yığını olmuş oluyor; filmdeki rolü sandığa oy atarken görüntü vermektir, o kadar.
Bu oyun bozulmalı. Siyasete girecek olanlarda aranan ilk şart bu oyunun farkında olmak; ikinci şart, bu oyunu bozacak bir akliyyet, liyakat ve beceriye sahip olmak; üçüncü şart, siyaseti yirmi parmakla birden tutulan bir bal kovanı değil, tutunca eli yakacak bir kor ocağı gibi görmek.
Bu millet siyasetçiyi bal tutan parmaklarını yalarken değil, kor tutan parmaklarını yanarken görmek istiyor. Korkmayın, o yanan parmakları yüreğine sarıp iyi etmesini bilir; yeter ki gücün sözcüsü değil, milletin sözcüsü olsun. ( M.İSLAMOĞLU)