Kaç yaşındaydık, kim bilir... Hayatta ilk defa işittiğimiz günden bu yana, “üstünlük takvadadır” ifadesi, kafamızın bir yerinde durmaktadır.
Hal böyleyken, karşımıza “Takva” adında bir film çıkarsa, ilgisiz kalabilir miyiz?
Çıktı ve kalmadık. Daha ilk günden o çok ödüllü filme koştuk.
***
Sahneler etkileyici, çekimler güzel, senaryo ustaca, konu çarpıcı, müzik başarılı, oyunculuk harika.
Geriye ne kaldı diyeceksiniz. Ses, ışık, montaj gibi teknik konular. Ve bütün bunların toplamından çıkan sonuç.
İşte o sonuç bana hoş gelmedi. (Filmin sonundan bahsetmiyorum, orası ayrı.) Un iyi, şeker iyi, yağ iyi fakat helva kötü.
***
Kendi halinde yaşayıp giden Muharrem, babadan kalma evinde tek başına bir hayat süren orta yaşlı biri.
Çuvalcının yanında çalışıyor. Hırslı ve iddialı olmadığı için çırak konumunda. Çuvalları tartıyor, taşıyıp istifliyor, satış yapıyor ve ortalığı süpürüyor.
En önemli görevlerinden biri de patrona çay kahve söylemek.
***
Esas oğlanın, esas önemli tarafı tarikat mensubu olması.
Muharrem işten çıkınca evine giden, yemeğini yiyen, namazını kılan, dergâha gidip zikre katılan fukaradan bir adam.
Ne zaman ki dergâhın gayrimenkullerinden kira toplama görevi kendisine veriliyor, işte o günden sonra Muharrem'in hayatı değişmeye başlıyor. Hem de ne değişme!
***
Müstakil ev, apartman dairesi, dükkân, arsa gibi toplamı yüz civarında olan gayrimenkulü var dergâhın.
Oradan alınan paralarla talebe okutuluyor, ihtiyaçları karşılanıyor.
Muharrem günün yarısını çuvalcıda geçiriyor, öğleden sonralarını da kira toplamak, faturaları yatırmak gibi işlere ayırıyor.
HHH
Efendi Hazretleri, işlerini kolay yürütebilmesi için Muharrem'e cep telefonu, saat, araba ile şoför ve yeni kıyafetler hediye eder.
Muharremin trajedisi burada baş gösterir.
Kira tahsil etmeğe gittiği bir evde karşılaştığı tablo üzüntüye sokar onu.
Adam hastalanmış, yatakta yatıyor. Kadın çaresiz, çocuklarla beş parasız kalakalmış. Temizliğe gidemez olmuş. Ne kirası! Yiyecek ekmeği yok.
Onların haline acıması, tarikatın ikinci adamı Rauf Efendi tarafından hoş karşılanmıyor.
Konu Efendi Hazretlerine aksedince, “Sen bilirsin” diyor Muharrem'e “İster al, ister alma. Fakat kira almadığın için buradan bir talebe mağdur olur ve memleketine dönmek zorunda kalırsa bunun vebali senindir.”
***
Şimdi burada bir hesap yapalım. O fakir ailenin vereceği kira, iki-üç yüz lira arası ancak eder.
Muharreme alınan araba ise manda gibi bir şey. Ford Mondeo. Fiyatı 50 ile 60 bin yeni lira arası.
Mantık bunun neresinde; vicdan ne yana düşer?
Sonra o nasıl şeyhtir ki (bırakın keramet göstermeyi) Muharrem'in o yükün altından kalkamayacağını bile tahmin edemiyor?
***
Rauf Efendi'nin bizimkini fırçalaması da cabası.
“İçki içiyor diye kirasını düzgün ödeyen adamı çıkardın, fakir diye bu aileden kira almak istemiyorsun!”
Gel de çık içinden! Muharrem bocalamasın da ne yapsın? Tabii ki kafayı üşütür.
Film diyor ki para kimi adamı bozar. Doğrudur.
Ayrıca tarikatların geliri gideri vardır, bu işler de hayli karışıktır. İsabet.
Kendi halinde dervişlik kolay, işin içine akçe hesabı girince vaziyet değişir. Elhak, o da doğru.
***
Bir de evlilik meselesi var. Şeyh kendi kızıyla evlendirmek istiyor Muharrem'i. O ise evlilik bahsini kapatmış. Sadece rüyalarında bir kadın görüyor. Ki onun sonradan şeyhin kızı olduğunu öğreniyoruz. Meğer Muharrem daha önce o kızı hiç görmemiş. Bu kimin kerameti? Şeyhin mi, kızın mı, Muharrem'in mi?
Şeyh Efendi, onu cemaat içinde “kızımla evlendirmek istedim, kabul etmedi” diye övüyor. Oysa daha önce kendi kızının söz konusu olduğu özellikle söylenmemişti.
İşte burada Muharrem'in trajedisi bitiyor, seyircininki başlıyor.
***
Son nokta şu... Tekke ve zaviyeler yıllar önce kapatılmamış mıydı? Nereden çıktı bu tarikat marikat işleri?