Yazanlarda |
|
savasen Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 331
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Vahiy Savunması / Kur'an Dışı Vahyin İmkansızlığı
İnsanı özgürleştirmeyi hedefleyen, aklı, vahyin rehberliğinde, yönlendiriciliğinde temel seçici ve belirleyici olarak gören Kur'an vahyi, zamanla yerini kaderci/cebriyeci anlayışlara terk etmek zorunda kaldı. İnsan özgürleşemediği gibi, Kur'an’ın her bir buyruğu ile bir halkasını kırdığı köleliği en son kaldıranlar arasında kendini İslami olarak tanımlayan yönetimlerin de olması işin traji komik yanını oluşturdu.
Aynı şey kadınlara yönelik uygulamalar için de söz konusuydu. Örneğin kadınların şahitliği kabul edilmezken, evlendiğinde veya boşandığında fikri sorulmazken, mirastan herhangi bir hak alamazken, Kur'an bir ilk adım olarak tüm bu ve benzer alanlarda onlara yeni haklar tanırken ve bu hakların daha da genişletilerek geliştirilmesini ön görmüş iken Kur'an’ın verdiği haklar bile ellerinden alınarak özellikle şehir merkezlerinde dört duvar arasına mahkum edildiler. Pencerelerden bakmaları bile fitne olarak algılanır oldu.
Toplumsal ilişkileri, ben merkezci ve totaliter bir anlayış içerisinde değil, istaşereye ve karşılıklı rızaya dayandıran, bunun içinde bir çok yeni hüküm getiren Kur'an’a ve bu hedefleri kendi hayatında bire bir uygulayan Resul’un örnekliğine rağmen toplumsal hayat hep buyurgan ve tepeden inmeci bir anlayış içerisinde yeniden dizayn edildi. Toplumsal hayatın bu yeni totaliter anlayışa göre akması sağlandı. Yöneticilerin kutsallığını reddeden ve Allah’tan başka bir kutsal kabul etmeyen bir anlayışa rağmen günümüze kadar (günümüz dahil) yöneticiler Allah’ın gölgesi olarak anılageldi
Ne olmuştu da Kur'an’dan başka vahiy kabul etmeyen veya vahiy denince aklına sadece ilahi kelam gelen insanların çocukları, torunları Resul’un her sözünü vahiy olarak algılamaya başlamışlardı. Hatta adına “veli”,”şeyh” denilen insanların bile sıradan bir dost gibi Allah ile konuştuğuna inanılır olmuştu. Vahiy algılamasındaki bu sapmanın kaynağı neydi? Bu insanları, kimler, yaşadıkları hangi olaylar bu kadar çok değiştirmişti? Babaları, dedeleri her şeyi “ne”, ”nasıl”, ”niçin”, ”kim”, ”kimden”, ”niye”, ”nereden” gibi sorularla anlamaya çalışırken, oğullar ve torunlar bunları, bir suç ve günahmış gibi, niçin ağızlarına almaya korkar olmuşlar, hatta zihinlerinden bile geçirmez duruma gelmişlerdi.? Ne olmuştu da böyle olmuştu? İşte bu kitap bu soruların cevabını aramaktadır.
Mehmet Yaşar SOYALAN
Yayınevi : |
Anka Yayınları |
Yazarı : |
Mehmet Yaşar Soyalan |
Editör : |
Erhan Güngör |
Kategori : |
Düşünce |
ISBN : |
975-9044-15-3 |
Fiyatı : |
25,00 - YTL |
Boyutları : |
13,5 x 21 cm |
Sayfa Sayısı : |
712 |
Basım Yeri : |
İstanbul |
Basım : |
Kasım - 2005 |
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|
Yukarı dön |
|
|
savasen Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 331
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
VAHİYSAVUNMASI/KURAN DIŞI VAHYİN İMKANSIZLIĞI KİTABI NİÇİN YAZILDI?
Yüce Rabbimiz, insanoğlunu, bir kez daha karanlıklardan aydınlığa, kaostan sükuna, cehaletten adalete, kölelikten özgürlüğe yöneltmek için son vahyi Kur'an’ını inzal etmiştir. O’nda insanoğlunun hidayeti için gerekli bütün açıklamaları yapmış, dalalet içinde çırpınıp bahaneler üretmesine fırsat vermemiştir. Resulü Hz Muhammed, kendisine gelen vahyi “beşer bir resul” olarak toplumuna ulaştırmış, “seçilmiş örnek” ve “Müslümanların ilki” olarak ilk uygulamayı da içinde yaşadığı toplulukla birlikte ortaya koymuştur. Ancak çok geçmeden insanlar, bir çok işlerinde yaptıkları şeye şirk bulaştırdıkları gibi, vahiy algılamalarını da bulandırdılar. Kur'an’ın dışında Allah’tan, Kulu Muhammed’e başka vahiyler de geldiğini iddia etmeye başladılar. .
Bunu, Allah’ın, kitabı Kur'an’ında açıkça “size vahiy olarak Kur'an’ı indirdim” demesine, bunun dışında herhangi bir vahiy verdiğini ifade etmemesine rağmen yaptılar. Bu iddialarına, Allah’ın Resulü Hz Muhammed adına uydurdukları sözler yanında konu ile herhangi bir ilgisi olmayan çok sayıda ayeti de delil olarak göstermeye çalıştılar. Bu çabaların doğal bir tezahürü olarak, Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu “beşer bir resul” anlayışı “ melek bir Resul” anlayışına dönmüş, böylece, resul örnek olmaktan, dolayısıyla “melek resulün” getirdiği ayetler de yaşanılır olmaktan çıkmış, Resulün, yirmi üç yıl, yaklaşık bir o kadar da sahabelerinin Kur'an’ın hedeflerini gerçekleştirebilmek için ortaya koyduğu çaba ve emekler, bu anlayışın tüm Müslüman coğrafyaya egemen olmasıyla birlikte akamete uğramış, Müslümanlar bildiğimiz manzara ile karşı karşıya gelmişlerdir.
İşte elinizdeki bu çalışmada önce bu manzaranın bir fotoğrafı çekilmekte ve bunun nasıl bir manzara olduğu gözler önüne serilmeye çalışılmaktadır. Bu durumun nedenleri üzerinde bir tartışma açılmakta ve bu nedenler farklı boyutlarıyla masaya yatırılmaktadır. Bu manzaranın oluşmasının, tarihi, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal nedenleri, insanoğlunun arzu, istek, hırs, korku, nemelazımcılığı ve kan dökücülüğü ile birlikte ele alınmakta, sonuçta akıl almaz bir travmanın yaşandığının tespiti yapılarak, bu travmadan Kur'an dışı vahiy algılamasının doğduğu ifade edilmektedir. Bu konu özel bir başlık altında olmaktan öte, kitabın geneline serpiştirilerek yeri geldiğinde yapılmaktadır.
Bu çalışmanın asıl teması, Kur'an dışı vahiy algılamasının Kur’ani bir temelinin olup olmadığının bir tespitini yapmaktır. Bunun için Kur'an’ın, vahiy ve resul öğretisinin ne olduğu konusunda bir anlayış geliştirmeye çalışılarak, Kur'an dışı vahiy iddiasının, bu resul ve vahiy öğretisi karşısındaki konumu ifade edilmeye çalışılmaktadır. Bu bağlamda ilgili iddianın ileri sürdüğü deliller, özellikle de Kur'an ayetlerine dayanarak ileri sürdükleri iddialar tek tek ele alınarak, ilgili ayetler, siyak sibakı, konu ve Kur'an bütünlüğü, ayrıca nüzul ortamı da göz önünde bulundurularak cevaplandırılmaktadır.
Bu nedenle çalışmaya öncelikle; Kur'an’ın vahyedilmesi ile ilgili temel kavramlar ele alınarak başlanmaktadır. Bu terimlerin dildeki ve Kur'an’daki kullanımlarından örnekler verilerek, sözünü ettiğimiz anlayışla ilgisi araştırılmaktadır.
Bilindiği gibi Kur'an, “Arapça bir kitaptır”, bu nedenle Arapça dil yapısı ve dil algılaması önem arzetmektedir. Çünkü insanlar, kendileri dışındaki dünyayı ana dilleri ile algılarlar. Dil algılamaları hem çevre algılamalarını hem de din algılamalarını şekillendirir. Dil bir süreç içerisinde oluşur ve oluşmaya devam eder. Ancak bu süreçteki hazır dil algılaması, o dili kullananların hayat ve eşya algılamalarını da yönlendirir.
İşte Kur'an’ın nazil olduğu dönemdeki insanlar da şehirlisiyle, çölde yaşayanıyla herkes kendi dil algılamasına göre eşyayı anlamlandırdıklarından, gelen vahiyle de bu algılamaya uygun bir muhataplık sergilemişlerdir. Kur'an’ın, şehir dil algılamasını esas alarak kendi metnini inşa etmiş olması, çevre bölgelerdeki insanların bu şehirli dil ile iletişim kurmada veya onu algılamada sorunlar yaşamları nedeniyle Kur'an’ın mesajlarını içselleştirmelerinde de bazı sorunlar yaşanmıştır. Peygamberimizin vefatının hemen ertesinde çöl bedevilerinin önemli bir kısmının irtidat hareketlerine destek vermeleri, Kur'an vahyini içselleştiremediklerini açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Bunun sonucu olarak özellikle bedevi kökenli insanların sahip oldukları zahiri dil algılamaları dolayısıyla Kur'an’ın sembolik, soyut ve mecaz ifadelerini kendi dil algılamalarına göre yorumlamaları bazı yanlış anlayışların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu dönemde tüm bölgede ortak bir dil algılamasının mevcut olmaması nedeniyle, Resulün sağlığında küçük boyutlu olarak tezahür eden sorunlar, sonraki dönemlerde içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Bilindiği gibi, dil ile ilgili ortak kurallar Kur'an’ın nazil olmaya başlamasından yaklaşık yüz yıl kadar sonra, üstelik çöl geleneği, kültürü ve algılaması esas alınarak inşa edilmişti. İnsanlar, bir ölçüde Kur'an’ı zahiri Arap/bedevi algılamasına göre okumak durumunda bırakılmışlardı. Bu sorunlar bugün için de Kur'an’ı anlamada çözülmesi gereken temel bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada, Arapça’nın mevcut kurallarının, Kur'an sonrası dönemde, zahiri/somut/durağan/tekdüze çöl hayatı, kültürü ve dil algılaması üzerine bina edilmesinin bir sonucu olarak, bu mevcut dil yapısıyla Arapça’nın tek başına Kur'an’ı anlamada ve yorumlamada, yeterli bir araç olup olmadığı, bir bütün olarak Kur'an’ı kapsayıp kapsamadığı tartışılmış ve bir örnek olması açısından “ev” ve “vav” edatlarının kullanımlarından örnekler verilmiştir.
Kur'an dışı vahiy iddiasının bir sonucu olarak Kur'an’ın ortaya koyduğu “beşer bir Resul” algılamasının “melek bir resul” algılamasına dönüşmesinin ne anlama geldiği üzerinde durularak, böyle bir resulün örnek alınmasının mümkün olup olmadığı, Kur'an ifadeleri ve mevcut uygulamalar ışığında tartışılmıştır. Resulün söz ve davranışlarının bağlayıcılığı gibi konular da bu bağlamda ele alınmış, ilgili iddia ile bir ilişkisinin olup olmadığı konusunda da gerekli açıklamalar yapılmıştır.
Bu çalışmanın temel tezini oluşturan Kur'an dışı vahiy iddiasının imkansızlığı farklı boyutlarıyla tartışılarak, bu anlayışın Kur'an’ın temel argümanlarına ters düşüp düşmediği ve bu anlayışla Kur'an’ın hedeflerinin çarpıtılması arasında bir bağ olup olmadığı konusuna da değinilerek, böyle bir anlayışın, Kur’ani bir temel üzerine oturmasının imkansızlığı üzerinde durulmuştur.
Konu ile ilgili her tartışmada gündeme getirilen ve İmam Şafii başta olmak üzere bu düşünceyi savunan kişilerinin hepsinin üzerinde önemle durdukları “Kitap ve Hikmet verdik” anlamındaki, ayetlerin ne anlama geldiği bütün detaylarıyla incelenmeye çalışılmıştır. Bilindiği gibi ilk defa İmam Şafii, “kitap” kelimesinin Kur'an’a, “Hikmet” kelimesinin sünnete karşılık geldiği, bu nedenle, sünnetin de Kur'an gibi bir vahiy olduğu tezini öne sürerek, Kur'an dışı vahiy algılamasının teorik temellerini atmıştı. Ancak biz bu çalışmamızda bu iddiayı detaylı bir şekilde tartışarak, sanıldığı gibi Kur’ani bir gerçekliğe sahip olup olmadığını ifade etmeye çalıştık.
Ayrıca bu çalışmamızda, konu ile ilgili olması açısından, Kur'an’ın bir kitap haline getirilmesi ve korunmuşluğu meselesi ile, Kur'an’da her şeyin yazılı olması ve her şeyi kapsaması meselesi üzerinde de durularak çalışma nihayete erdirilmiştir.
Bu satırların yazarı söylediği şeyin öneminin ve söylediklerinin ne anlama geldiğinin farkındadır. Ancak o, söylediklerinin mutlak tek doğru olduğu iddiasında değildir. O, Müslümanların, yüz yıllardır bu algılamanın bir sonucu olarak inşa ettikleri medeniyetin geçmişteki ve günümüzdeki yansımalarının Kur'an’ın temel ilkeleri ile ve hedefleri ile örtüşmediği kanaatindedir. Bu nedenle farklı bir okuma denemektedir ve muhataplarına, enfusi, afaki ve Kur'an ayetlerini, yani kendi içlerindeki ve kendi dışlarındaki dünyayı bir de bu gözle okumaları önerisinde bulunmaktadır. Eşyaya bakışımızı, zahiri algılama veya batini algılamadan birisini seçerek yapmak zorunda olmadığımızı, bu noktada da vasat ümmet olmamız gerektiğini ifade etmeye çalışmaktadır. Sanıldığı gibi sünni paradigmanın bir orta yol değil, içerisinde bölgesel etkiler nedeniyle mistik tonlar taşısa da esas itibari ile zahiri/somut bir algılama biçimi olduğu düşüncesindedir. Bu çalışma, Kur'an’daki ve evrendeki ayetleri bir kez de, Kur'an dışı vahiy algılamasının dışına çıkılarak okunmasına bir katkı olması için kaleme alınmıştır.
Mehmet Yaşar Soyalan
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|
Yukarı dön |
|
|
|
|