Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bazı Erkekler Neden Kudurur…?
Yine bir mail geldi. Bence önemliydi… son derece anlamlıydı… -di’li geçmiş zamanı kullanmama rağmen, geçmiş bir hali temsil etmiyordu. Yaşanan, -maalesef- yaşadığımız bazı gerçekleri özetliyordu.
“Mehtap Hanım… ben 39 yaşında 4 çocuk annesi bir ev hanımıyım. Eşim benden iki yaş büyük. Zamanında evlenirken eşimin çok iyi bir insan olması, ahlaklı olması, edepli olması gibi gerekçelerle evlendim. İnanın ki son derece salih bir insandı.
Son dönemde ona ne oldu anlamadım. Birkaç yıldır internet alışkanlığı başladı. Önceleri kötü sitelere girip çıkmaya başladı. Porno içerikli yerlerden çıkmaz oldu. Şimdilerde güya kötü bir amacı olmadan kumar oynanan yerlere giriyor. Sadece kadınlarla oyunlar oynuyor. Orada tanıştığı bayanlarla buluşuyor, tanışıyor, sohbet ediyor. Yaptıklarından rahatsız olduğumu dile getirince, yaptıklarının içinden geldiğini, beni ilgilendirmediğini, onun özel hayatı olduğunu söyleyerek kestirip atıyor. Resmen koptuk. Aile hayatı diye bir şey kalmadı bizde. Hatta onunla birlikte olurken, iğrenç filmler izlemek istiyor ve bana da zoraki izletmeye çalışıyor. Orada gördüğü şeyleri bana yaptırmaya çalışıyor. Çok utanıyorum bunları yazarken ama, ilişkide haram şeyler istemeye başladı. Ben kabul etmeyince de kızıyor. Beni boşanmakla tehdit ediyor. Çok bunaldım. Ne yapacağımı bilemiyorum.
Anlayamıyorum Mehtap Hanım… geçmişte dininde olan, Salih bir kul olan, kimseye kötülüğü dokunmayan kocama ne oldu? Niye böyle şeyler yapıyor? Adam resmen kudurdu… Bazı arkadaşlarım da aynı şeylerden şikayetçi… Bu erkekler belirli bir yaşa gelince neden kuduruyor? “ içerikli bir mail…
…
Bayanın eşini “Kudurmak” fiiliyle tanımlaması dikkatimi çekti. Aldım elime sözlüğü, başladım kelimeyi aramaya…
Kuduz hastalığına yakalanmak, kuduz olmak fiilinden, mezaci olarak türetilen “Kudurmak” kelimesi, azmak, şiddetli şekilde kızmak anlamına gelirken; aynı zamanda şiddetli ve tehlikeli hal almak anlamına da geliyor.
Kelimeden yola çıkınca kuduran insan için kullanılan “Kudurgan” tabiri ise, azgın, kudurmuş, mütecaviz, sağa sola saldıran kelimelerini de tarif ediyor.
Kudurgan kişiyi tanımlarken arada geçen “Mütecaviz” kelimesini de cımbızla çeker, onun anlamını da verecek olursak ortaya şöyle bir ifade çıkıyor… Tecavüz eden… sarkıntılık yapan… saldıran… saldırgan…
…
Peki ne oluyor da geçmişte efendi/Salih olan bazı erkeklerimiz “kudurgan adam” pozisyonuna geçiyor…?
Nedir bu erkekleri “dürten”… onlara sorunca cevap veremedikleri; ama kendilerini tanımlarken “içimden geldi” dedirten…
Nedir bu “iç”ten gelen…?
…
“İç”ten gelen şeyin adına biz “dürtü” diyoruz sevgili okurlar! Çünkü dürtü “içeri”den bir yerden “iç”ten gelir. Yani sevgili Vehbi Keser”in bir kongrede esprili bir dille söylediği gibi “dürtü, içeriden dürter”…
Psikoloji disiplini açısından bakılacak olursa, eyleme enerjisini veren şeyin adıdır dürtü. Nedeni anlaşılamayan bir davranış sergilendiğinde, verilen tipik yanıt “İçimden geldi” şeklindedir.
Çocuk kardeşini dövdüğünde… evladınız, kız arkadaşının saçını çektiğinde değişmeyen cevap; kocanızı porno sitelerinde yakaladığınızda da değişmez… “Biliyorum doğru değil ama… içimden geldi…!”
Aslına bakarsanız dürtüyü hep içerden dışarıya çıkmak istediğinde tanırız. İçerdeyken farkına varmadığımız ihtiyaçlarımız, dürtülüp de dışarı çıkmaya çalıştığında adı konulur bir hal alır… fark edilir… görülür… İçeriden gelen, içeride bir yerde dürtülerek, bedenimiz yoluyla dışarıya süzülmek ister. Dışarıya çıkmak ve hep doyurulmak ister.
Psikoloji açısından dürtü, içten gelir. Dış dünyanın kural ve yasalarının işlemediği yerlerden. Doyurulmak ister. Doyum ister. Çünkü dürtü tamamen “iç”e aittir, “dış”ı tanımayandır.
…peki dürtü, istediği an, koşulsuz bir biçimde duyuma ulaşmak zorunda mıdır…? Doyuma ulaşmadığı zamanlar olamaz mı…? Eğer doyuma ulaşmıyorsa, onu engelleyen ve doyumu engelleyen nedir…?
…
Bizim günlük yaşantımız anlamında olaya bakacak olursak sevgili okurlar, içten gelen, içimizden gelip bizi dürten ve hemen her şeyin olmasını isteyen yanımızın karşısında duran güçlü bir “benlik” algımızın olması gerekir. “ben” dediğimiz “kendim” diye tarif ettiğimiz “ego”muz, tüm bu kuralsız istek ve doyum dayatmalarıyla baş edebilir nitelikte oluşturulmuşsa, “iç”ten gelenler “dış”taki dünyanın istekleriyle çatışmayabilir. Çünkü benlik(ego), “dış”ın oldukça farkındadır ve “dış”ta olanları dikkate alır.
…
Bizler büyürken, gelişirken, gelenek ve göreneklerimizle beslenerek yetişirken, aslında bir yandan da “kendi dışımızdaki gerçekler”in kurallarıyla da donatılmış oluyoruz.
İçinde bulunduğumuz hayat, inançlarımız, değer yargılarımız, bizi biz yapan insani yanlarımız, ideolojilerimiz “iç”ten gelenle “dış”ta bulunanlar arasında denge unsuru olacaktır. Çünkü istesek de istemesek de hayat hep doyum-doyumsuzluk, haz-hoşnutsuzluk gibi ikilemlerin arasında gidip gelecektir.
Hangi dünya görüşüne, hangi ideolojiye sahip olursak olalım, toplumsal yaşam kuralları gereği birçok hazzımızı ertelemek zorundayız. İster Amerika’da yaşıyor olalım, ister Malezya’da ister Türkiye’de. Dünyanın neresinde olursak olalım “dış”ımızda olanlarla uyum içinde yaşamak zorundayız.
…Nasıl “Canım cinsel ilişki istiyor, hemen şu yoldan geçen kadını yatağa atayım…” ya da “Şu galerideki arabanın benim olmasını istiyorum, hemen camını kırıp alayım” diyemiyorsak; sahip olduğumuz değer yargılarını da bir kenara bırakıp, sırf “içimden geliyor” diye eşimize zoraki porno filmler izletip, onunla aynı şeyleri yapmaya zorlayamayız. Zamanında haram olduğunu inandığımız ve kaçındığımız davranışları, bugün sanki o konuların üzerinden haram olduklarına dair hükümler kalkmış gibi uygulayamayız. Uyguluyorsak da onlara kılıf uydurmak için “içimizden gelen”leri delil olarak gösteremeyiz.
…çünkü… çünkü “içimizden gelen”ler hep vardı… ilk insandan bugüne, bugünden kıyamete kadar var olmaya devam edecektir de. İçimizden gelenler var ama; “dış”ta olanlar da var.
Bu ve benzeri durumlarda bence unutulmaması gereken en önemli mesele şudur sevgili okurlar… yaşam devam ettiği müddetçe hayat hep ikili bir zeminde sürüp gidecektir. İçten gelenler hep olacaktır… dışta duranlar da… Bazen doyum olacaktır hayatımızda bazen doyumsuzluk… bazen haz aldığımız olaylar olacaktır… bazen haz alamadığımız veya ertelediğimiz için hoşnutsuz olduğumuz zamanlar…
Önemli olan; her şeye karşın yaşamdan tat almanın başka yolları olabileceğini bilmektir bence… bir yerde ertelenen doyum, başka bir ilkeli ve edepli platformda kolaylıkla hazza dönüştürülebilir.
…
…ve o eskinin salih(“) eşlerine gelince…! Açıkça söylemem gerekirse, ben o kişilerin yetirince salih olduklarına inanmıyorum. Gerçekten Allah’tan korkan, kuldan utanan insanların bireysel ihtiyaç ve beklentilerinin yönünü değiştirme gücüne sahip olduklarına inanıyorum ben. Ona bakarsanız dürtü herkeste var. Ama canımız bir şey istediğinde, istediğimiz o şeyin haram fiil olduğuna inanıyorsak eğer, kendimizi o faaliyetten uzaklaştırmanın bir yolunu elbette buluruz. Ama uzaklaştıracak daha faydalı alanlar bulmuyorsak/bulamıyorsak, sağa sola saldırıyorsak, porno yayınlar takip ediyorsak, cinsel içerikli faaliyetlere yöneliyorsak bunun adı “kudurmak” oluyor kolaylıkla.
Günümüzde yeni moda insanlar var. Akşama kadar bilgisayar başında oturan ve cinsel doyumdan başka bir şey yapmayan insanlar. Şimdi bu kişiler isteseler, cinsel enerjilerini sanata, edebiyata, bilime, insanlığa yönlendiremezler mi? Çok da güzel yönlendirirler bence. Yanlışı hatırlatılınca “Sen karışma” diyen, “İşine geliyorsa… gelmiyorsa kapı orada!” diye eşine yol gösteren beyler olmazlar…
Ben bu kişilerin psikolojik sorunları olduğuna inanıyorum. “iç”ten gelenler için en iyi çözüm “içe yolculuk”tur sevgili okurlar! “içe yolculuk” için en iyi yollardan birisi de psikoterapi görmektir. Başka yollar yok mudur? Elbette vardır. Yeter ki bu kişiler “iç”ten gelenle “iç”e gidecek bir yöntem bularak mücadele etmek istesinler…!
Son olarak dürtü için önemli bir hatırlatma daha. Dürtü, hangi yolla yatıştırılmaya alışırsa o yolu kendisine ilke edinir. Alıştığı doyum nesnesinden uzaklaşması zorlaşır. Tam da bu nedenle ilk başta doyum nesnesi olarak yanlış alışkanlıklara ilk adımı atmamak için mücadele etmek gerekir. Adım atılınca, gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
Bunun için olsa gerek Allah(cc) Kur’an’da “Haram işlemeyin” demiyor… “Harama yaklaşmayın” diyor…
Sevgiyle kalın…
__________________ Ve elçi dedi ki: 'Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktı'' (furkan-30)
|