Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
"Namaz" Kelimesi'nin Kökeni'ne Dair...
Sasaniler dönemi (226-651) Farsçasında “namaz”; boyun eğenlerin, buyurganlar, kethüdalar ve tanrılar karşısında ta’zim, yakarış, hizmet ve boyun eğme işini yaptıkları anlamlarına geliyordu. (1)
İslam’dan sonraki Farsça bazı edebi eserlerde de “namaz”, Sasaniler dönemindeki anlamında kullanılmıştır. (2) Mino-yi Hıred (Hikmetin Ruhu) kitabında görüldüğü gibi “namaz”, Tanrı karşısında üç vakit -sepâs- (sabah erken, günün ortasında ve güneş battığında) yapılan amelin adıdır. (3) Muhtemelen günümüzde dilimizde kullanımda olan “sipâs (şükür, teşekkür)” kelimesinin kökü, eski Farsça’daki “sepâs (üç vakit)” menasikidir. Nitekim biz İranlıların, beş vakit namazı pratikte üç vakit olarak kılmamız belki bu arkaplanla çok da bağlantısız değildir.
Anlaşılan “salat (namaz)” kelimesinin kök anlamı hakkında sözlüklerde bir tek görüş yoktur. Ama çoğu lugat sahibi bu kelimeyi “s-l-v” kökünden türetir. (4) “S-l-v”; “yumuşak olmak”, etkilenmek, yönelmek anlamlarına gelir. Eğer “salat (namaz)” kelimesini “s-l-l” kökünden alırsak belki Kur’an metnindekine daha yakın bir mana elde edilir. “S-l-l”, şarabı saflaştırmak, rengini açmak anlamına gelir. Aynı zamanda su dökerek tepeyi topraktan ayırmak da demektir.
“Salat” fiili, Kur’an’da, okumak ve kıraat etmek olarak kullanılmamıştır. Aksine, onun ikame edilmesi, yani uhdesine almak ve hayata geçirmek manasında zikredilmiştir. Bunun da anlamı, sözsüz amellerle yerine getirilen ödev demektir. Bundan dolayı “salat”, sadece okumak ve dua değildir. Bazı sözlüklerde “salat”a dua ve yakarış anlamı verilmişse de burada kasdedilen daha çok onun sözlü kısmıdır ki, o da sözsüz amelle, hatta niyet ve zihnin odaklanmasıyla eşzamanlı ve birlikte olan bölümdür.
İşaret edildiği gibi, “namaz” (Farsça anlamı itibariyle ve Sasaniler dönemindeki metinlerde geçtiği şekliyle) boyun eğenlerin, önünde baş eğilenler için yerine getirdiği ameldir. Yani namaz kılanın ta’zimde bulunduğu ve üstün kudretin kendisi üzerindeki egemenliğini kabul ettiği kimsenin üstünlüğünü ikrar için yapılan sembolik bir harekettir. Namaz kılanın üstün bir kudrete itaat etmesi, bu ikrardan sonra ortaya çıkan bir noktadır. Bundan dolayı namazda hiyerarşik, yukarıdan aşağıya doğru, ibadet edilen ile ibadet eden arasında bir rabıta vardır. (5) Aynı şekilde bu ilişki türünde, namaz kılanda varlığa ilişkin bir değişimin ortaya çıkması sözkonusu değildir. Bu bakımdan, namazın tarifinde (hiyerarşik ilişki yaklaşımıyla bakıldığında) mesela Allah’ın da buna karşılık insana namaz kılacağı gibi bir anlam yoktur. Fakat Kur’an’ın “salat” tanımında Allah ve onun melekleri insana (mü’minlere) “salat” ederler: “Karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salat edendir. Aynı şekilde melekleri de size salat eder.” (Ahzab 43)
Başka bir ayette de Peygamber’e şöyle hitap edildiğini görüyoruz: “Onların mallarından sadaka al ki böylelikle onları temizlemiş olasın ve onlara salat et. Çünkü senin salatın onlar için sükunettir. Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe 103)
Bu ayetlerden ve Kur’an diğer ayetlerinden çıkacak sonuç şudur ki, “salat”, aslında iki tarafı yakınlaştırmak için karşılıklı bir ilişkidir. Bu durumda ilişkinin, namazın tarifinde olduğu gibi hiyerarşik ve tek düzeyli olması ortadan kalkmaktadır. Fakat öyle görünüyor ki, İslam’ın zuhurundan sonra “salat” kelimesine Kur’an’da bu şekilde anlam verilmiş olsaydı, doğal olarak, sınıfsal toplumla ve özellikle de Abbasilerin hilafet iktidarını yönetmekteki siyasetiyle o kadar da uyumlu olmazdı. Belki de bu yönden sonraları Kur’an’daki “salat”ın anlamı için somut basamaklar ve katmanlar tarif edilmiş ve şöyle denmiştir: “Salat”, Allah için kullanıldığında rahmet; melekler için kullanıldığında bağışlanma talebi; mü’minler için kullanıldığında dua ve yakarış; kuşlar için kullanıldığında tesbih anlamlarına gelmektedir. (6) Anlaşılan bu tarif, “salat”ın, önceleri “namaz” için beyan edilen mana ve biçime dönüşmesine daha fazla sebep olmuştur.
Değinilmesi zorunlu olan bir diğer nokta da şudur: Kur’an’da “salat”ın zahiri şekli için somut bir açıklama verilmemiştir. Belki de bu nedenle “salat”ın şekli zaman ve mekana göre değişiklik arzedebilmiştir. Nitekim İbrahim, Musa ve İsa Mesih’in dönemlerinde “salat” farklı bir âdâp ve tertibe sahipti ve bugün İslam’da bulunan biçim, tertip ve âdâp o zamanlar yoktu. Bununla birlikte Kur’an, bütün peygamberleri namazı ehli sayar ve İbrahim’i, “salat”ı ikame için gayret içinde olan en önemli rasullerden biri olarak zikreder. (İbrahim 40)
Ali Tahmasbî
NOTLAR
1) Erdevirafnâme, s. 83 2) Rüstem’in yanına geldiklerinde yaklaştılar / Hepsinin huzurunda namaza durdular (Firdevsi), Gül yüzlü cariyeler yaklaştı / Hepsi kalabalığın huzurunda namaza durdu (Esedi) 3) Mino-yi Hired (Hikmetin Ruhu), s. 70 4) el-Müncid, Kâmûs-i Kur’an, Seyyid Ali Ekber Kureyşi 5) Hiyerarşik ilişkiye örnek olarak, mesela toplumumuzda bir trafik polisi ile sürücünün konuşma biçimini gösterebiliriz. Sürücü polis memuruna hitapta “siz” kelimesini kullanırken polis memuru sürücüye “sen” der. Bu tür bir diyalogu polis ile sürücü arasındaki hiyerarşik ilişkinin göstergesi sayabiliriz. 6) Dehhoda sözlüğü, “salat” maddesi
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|