HZ. MUHAMMED'E MUCİZE VERİLMİŞ MİDİR?
Bu yazı Kuran İslamı sitesinden alıntıdır.
Hangi İslam, Erhan Aktaş
1- Mucizeler Uydurmanın Psikolojik Arkaplanı
Sözcük olarak ‘aciz bırakan, karşı konulmayan,
benzeri yapılamayan, harika’ anlamına gelen mucize; kavram olarak da:
‘İnandırmak ve ikna etmek amacıyla, Allah’ın peygamberleri şahsında yaptırdığı,
yarattığı, gösterdiği fiil’ anlamına gelmektedir.
Kur’an’da kelime olarak geçmeyen mucizeyi
karşılama anlamında ‘ayet, ayat, beyyine, delil ve delail’ kelimeleri
kullanılmıştır. Ayet: ‘Belli olan bir alamet, bir şeyi ispat eden delil veya
işaret’ demektir.
Mucizenin yaratıcısı/yapıcısı Allah’tır. Yani,
mucize, Allah’a ait bir fiildir.
Kur’an, elçi gönderilen toplumlardan ve o
toplumların azgın, inkarcı ve ileri gelenlerinin elçilere karşı koymalarından ve
Allah’ın da karşı koyanları ikna, elçinin de haktan olduğunu ortaya koyma
amacına yönelik bir çok mucizeden söz etmektedir. Kur’an’da ismi geçen hemen
hemen bütün peygamberler çeşitli mucizeler göstermiş, fakat yine Kur’an’ın
bildirdiğine göre, gösterilen bu mucizeler bir yarar sağlamamış ve genellikle
inkarcılar yok(helak) edilmişlerdir.
Diğer peygamberlere yaptırdığı mucizelerden
açık-seçik söz eden Allah, Hz. Muhammed(s)’e de mucize vermediğini aynı
açıklıkla ifade etmektedir. Bu konuda, Kur’an’da bir çok ayet bulunmaktadır. Bu
ayetleri aktarmadan önce bazı hususları belirtmekte yarar var: Hz.
Muhammed(s)’in gösterdiği mucizeler olarak Kur’an’dan gösterilen bazı ayetlerin
yanında -ki o ayetlere değineceğiz- yüzlerce hadis rivayet
edilmektedir.
Bu konudaki bütün hadisler uydurmadır. Ayetler
de yanlış tevil edilmektedir. Allah, Rasulune mucize vermediğini bildirmiş
olmasına rağmen; bunca yalanın uydurulmuş olması psikolojik tatmin ve Peygamberi
yükseltme kompleksinden başka bir şey değildir. Diğer peygamberlerin göstermiş
olduğu mucizelerden daha büyük ve sayı olarak da daha fazla mucizeyi peygambere
mal ederek, onu diğer peygamberlerin önüne geçirme gayreti, insanları mucize
uydurma yarışına sokmuştur.
Oysa ki, mucizelerin peygamberlerin şahıslarında gerçekleşmiş olması, onların
üstün oluşundan ve kendi güçlerinden kaynaklanan bir şey değildir. Yani mucize,
peygamberlerin değil; Allah’ın eseridir: “And olsun Biz, senden önce de elçiler
gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi,
Allah’ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah’ın emri geldiği zaman hak
yerine getirilir ve işte o zaman (Allah’ın ayetlerini) boşa çıkarmaya
uğraşanlar, hüsrana uğrarlar.”(Mü’min -78).
Gerçek bu olunca da binlerce mucize de
göstermiş olsa; bu peygamberlere bir şey kazandırmaz.. Rasulullah (sav)’de
isterse hiç mucize göstermemiş olsun; isterse binlerce mucize göstermiş olsun bu
onun değerini, büyüklüğünü ve üstünlüğünü ne artırır ne de azaltır. Çünkü:
mucize göstermiş olsa bile, Mucizede onun -diğer resullerde olduğu gibi- bir
katkısı yoktur.
Zira, mucizenin kaynağı asla peygamberler
değildir. Mucizeler peygamberlerin kendi yetenekleri ile gerçekleştirdikleri,
kendi üstünlükleri ve güçlerinin eserleri olan şeyler değildir. Mucize: Ancak
Allah’ın iradesi ve dilemesi ile insanın, eşyanın ve doğanın yapısında meydana
gelen ‘olağanüstü’ değişikliklerdir. Burada, ‘aracı’ olmanın ötesinde
peygamberlerin hiçbir rolü yoktur. Önemli olan araç değil, araca hükmeden
güçtür. Bu bakımdan mucize, şahsında gerçekleşene bir üstünlük vermez. Çünkü,
‘yaptıran olmazsa, aracının hiçbir şey yapmaya, gerçekleştirmeye gücü
yetmeyecektir.’
2- Mucizeler Peygamberleri Daha Kıymetli Yapmaz
Peygamberlerin şahsında gerçekleşen mucizeler
(ayetler), onların üstünlüklerini belirtmek için değil; yaratıcının gücünü
insanın idrakine sunmak içindir.
Mucizeler, sanki onları gösteren peygamberlerin
eseriymiş; sanki onların şahsi özellikleriymiş gibi algılanarak; mucize sahibi
peygamberler, mucizeleri ile yüceltilerek adeta bir destan kahramanı
yapılmışlardır. Böyle olunca da peygamberler, getirdikleri mesajla değil;
şahıslarında | gerçekleşen mucizelerle anılmakta ve aralarında üstünlük yarışına
girişilmektedir. Her ümmet/toplum kendi peygamberini yaptığı mucizelerle öne
çıkarmakta; onu diğer peygamberlere üstün göstermeyi de, yaptığı/gösterdiği
mucizenin büyüklüğü ile sağlamaya çalışmaktadır.
Şu gerçeği göz ardı eden zihniyete hatırlatmak
gerekir ki: Müslüman olmak, peygamberlerin arasını açmadan, onları birbirinden
ayırmadan hepsine iman etmeyi gerektirir, ilk peygamberden son peygambere kadar
bütün elçiler peygemberimiz; gönderilmiş kitaplar da bizim kitabımızdır.
Hepsinin Allah’ı birdir. Hepsi aynı mesajı(dini) insanlığa sunmakla
görevlendirilmişlerdir. Hz. Muhammed(sav) bizim peygamberimiz olduğu gibi,
İsa(as)’da, Musa(as)’da, İbrahim(as)’de, Nuh(as)’da bizim peygamberimizdir.
Allah (Bakara-4)’de Müslümanlardan bütün kitaplara ve peygamberlere iman
etmelerini istemektedir.
Bu gerçeğe rağmen, Müslümanların
Hz.Muhammed(s)’i üstün gösterme ve öne çıkarma yarışına katılmaları ve öne
geçirmek için peygambere yapmadığı halde yüzlerce mucize(!) yaptırmaları, doğru
sayılsa bile; bu mucizelerin, peygambere artı bir üstünlük sağlamayacağı
gerçeğini değiştirmez. Çünkü, yukarıda da değindiğimiz gibi, mucizenin gerçek
sahibi ve gerçekleştireni Allah’tır,
“İnkarcılar: “Ona Rabbinden mucizeler
indirilmesi gerekmez miydi?” derler. De ki: “Mucizeler ancak Rabbimin
katındadır. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebut - 50) ve
“De ki: Allah’ın dilemesi dışında ben kendime
bir zarar verecek ve yarar sağlayacak durumda değilim. Her ümmetin bir süresi
vardır. Onların süreleri dolduğu zaman, bir an bile onu geciktirmezler ve öne de
alamazlar.” (Yunus -49) ayetlerinde mucizenin kaynağı açıkça
belirtilmektedir.
Peygamberlerin kendiliklerinden birşey gerçekleştirmeleri söz konusu
değildir. Onun için yapılan olağanüstü işler onların adına bir üstünlük
sayılamaz. Üstünlük ve güç Allah’ındır. Ayrıca biraz olsun aklını kullanan için,
başta insan olmak üzere, evrende ne varsa hepsi birer ayettir(mucizedir). Bunca
ayetle yetinmeyen ve Kur’an gibi bir mucize elimizde iken, uydurulan yalanları
İslam’a yamamak kime ne yarar sağlayacaktır? İnanmayan; mucizeyi gözü ile
gördüğü halde ikna olmayan insan, anlatılan -geçmişe ait- şeylerle inanır
mı?
Elbette ki Rabb’imiz isteseydi, diğer nebilere
verdiği gibi, Muhammed(sav)’e de mucize verirdi. Ancak vermemiştir; O’nun
vermediğini, bizim vermeye gücümüz yetmediğine göre, geriye bir tek seçenek
kalmaktadır: O da yalan uydurmak. Uydurulan bu yalanlara yaptığımız
itirazlara,verilen cevaplarda alabildiğine çarpık bir imani yapının
sergilenmekte olduğunu görmekteyiz. “Peygamber mucize göstermemiştir” sözüne
karşılık: ne yani(!)”Allah’ın her şeye gücü yetiyor da buna mı yetmiyor?”;
“Allah istese yapamaz mı?” denmektedir. Sanki onlara: ‘Allah’ın gücü yetmiyor’
diyen varmış gibi…
Elbetteki itirazımız, Allah’ın yapıp
yapamayacağına değil; itirazımız, Allah’ın böyle bir şeyi Hz.Muhammed(s)’e
yaptırdığı inancınadır. Zira, Kur’an’da birçok ayette Allah, Hz. Muhammed(sav)’e
mucize vermediğini açıkça bildirmektedir. Allah’a rağmen bizim: “Hayır,
yapmıştır, göstermiştir” demeye hakkımız var mı?
Kaldı ki, Kitab’ın bildirdiğine göre: Allah,
hangi topluma mucize göstermişse, o toplumun gösterilen mucizeye rağmen
inanmayanlarını genellikle helak etmiştir. Şayet, Hz. Muhammed’e de mucize
verseydi, mucizeye rağmen inanmayanların sünnetullah gereği helak olması
gerekirdi.
Peygamberden mucize göstermesini isteyen müşriklere karşı, Allah’ın verdiği
cevaplar, Rasulullah(s)’e mucize verilmediğini açıkça belirtmektedir.
3- Hz. Muhammed Kendisine Mucizeler Verilen Bir Elçi Değildir.
Şimdi Allah’ın;Peygamberimiz(sav)’e mucize vermediğini belirten ayetleri
aktaralım:
“Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi (yapabilirsen) yerin
içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki
onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi elbette onları hidayet üzerinde
toplardı. O halde cahillerden olma!” (En’am - 35)
“Hayır, dediler, (bu) karmakarışık hayallerdir;
hayır onu uydurmuş; hayır o şairdir. (Eğer gerçekten peygamberse) öncekilerin
(mucizelerle) gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin.” (Enbiya - 5)
“Bundan önce helak ettiğimiz hiçbir kent(halkı) inanmamıştı, şimdi bunlar mı
inanacaklar?” (Enbiya - 5,6)
“İnkar edenler, “Rabbinden Muhammed’e bir
mucize indirilmeli değil miydi?” derler. Sen ancak bir uyarıcısın ve her
toplumun bir yol göstereni vardır.” (Ra’d - 7)
“İnkar edenler, “Rabbinden Muhammed’e bir
mucize indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: “Doğrusu, Allah, dileyeni
saptırır, kendisine yöneleni doğru yola iletir.” (Ra’d - 27)
“Muhammed’e, Rabbinden bir mucize indirilmeli
değil mi?” diyorlar. De ki: “Görünmeyen ancak Allah’a aittir, bekleyin, doğrusu,
ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (Yunus - 20)
“İnkarcılar: “Ona Rabbinden mucizeler
indirilmesi gerekmez miydi?” derler. De ki: “Mucizeler ancak Rabbimin
katındadır. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebut -
50)
“Eğer kendisi ile dağların yürütüldüğü, yahut
arzın parçalandığı, yahut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı!… Hayır
bütün işler Allah’a aittir, insanlar hala anlamadılar mı ki, Allah dileseydi,
bütün insanları doğru yola iletirdi? Yaptıkları işler yüzünden inkar edenlerin
başlarına ani bela(lar) gelmeye devam edecek, yahut yurtlarının yakınına konacak
(yahut sen onların yurtlarının yakınına konacaksın), Allah’ın vaadi gelinceye
kadar bu böyle sürüp gidecektir. Allah sözünden caymaz.” (Ra’d - 31).
“Mucizeler göndermekten bizi alıkoyan husus,
öncekilerin onları yalanlamış olmasıdır. Semudlulara, gözle görülebilen bir dişi
deve vermiştik de ona zulmetmişlerdi. Oysa, Biz mucizeleri yalnız korkutmak için
göndeririz.”(İsra -59)
Yukarıdaki ayetler, Rasulullah (sav)’dan mucize
rivayet edenleri yalancı çıkarmaktadır. Kuşkusuz mucizelerle ilgili haberlerin
dayandırıldığı sahabeleri bu nitelemeden tenzih ederiz. Onların bu işle hiçbir
biçimde ilgileri yoktur. Ne var ki yapılan rivayetlerin bir yerlere
dayandırılması gerekmektedir. Bu nedenden dolayı, başta Rasulullah olmak üzere,
birçok sahabe adına yalanlar uydurulmuştur, işin ilginç yanı, temel kaynak
olarak kabul edilen İslami eserlerde bu konu kabul görmüş ve pekiştirilmesi
konusunda bir çok izahlar yapılmıştır. Haber baştan doğru kabul edilince, onu
sağlamlaştırmak ta Müslüman alimlere düşmüştür. Mucizenin olduğuna dair
uydurulan rivayetlerin, Kur’an’la sağlamasının yapılmamış olması, iyi niyetli
birçok kimseyi yanılgıya düşürmüştür, işin başında uydurulan yalan, fark
edilmediğinden -iyi niyet yüzünden-, sonra gelenler tarafından da kabul görmüş
ve inancımızda tartışmasız bir şekilde yer etmiştir.
Ancak Müslümanların yeniden Kur’an’a yönelmeleri ve onu birinci kaynak olarak
almaları, inancımızda yer etmiş yanlışların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Din
yeniden kaynağıyla buluşmuş, bid’at ve hurafelerden arındırılmaya
başlanmıştır.
Rasulullah’ın mucizelerine(!) Kur’an’dan delil
olarak gösterilen ayetler, mucizenin olduğunu baştan kabul eden zihniyetin
ayetleri yanlış tevil etmesinden başka birşey değildir. Özellikle, Kamer
Suresi’nin l. ve 2. ayeti (ayın yarılması olayı), İsra Suresi’nin l. ayeti (Gece
yürüyüşü/Mi’rac hadisesi), Necm Suresi’nin 7. ayetinden 20.ayetine kadarki
ayetler (Peygamberin Sidretü-l Münteha’da Allah ile buluşması), İnşirah
suresinin l. ayeti ( Peygamberin göğsünün yarılması olayı) Peygamberin
mucizeleri olarak gösterilmektedir.
Bu ayetlerle ifade edilmek istenen gerçeğin şu
şekilde olduğuna inanıyoruz:
Ayın yarılması:
Kamer - 1. ve 2. ayetleri: “O saat yaklaştı, ay
yarıldı. Bir mucize görecek olsalar yüz çevirirler ve süregelen bir büyüdür”
derler.
Benzeri birçok ayette olduğu gibi bu ayetlerde
de kıyametin kopacağı(koptuğu) zaman olacak olan olaylardan birini
anlatmaktadır. Kıyametin kopması ile ilgili ayetlere bakıldığında da
görülecektir ki: Bir çok olay, ya olmuş gibi veya olmaktaymış gibi
anlatılmaktadır. Yani, gelecekte olacak birçok şey sanki olmuş gibi geçmiş zaman
kipiyle veya şimdi oluyormuş gibi canlı ve kesin bir ifade kullanılarak
verilmektedir. Özellikle, cennet ve cehennem sahneleri şu anda oluyormuş,
gerçekleşiyormuş gibi anlatılmaktadır. Oysa biliyoruz ki, cennet ve cehennemle
ilgili olacak olanlar kıyamet koptuktan sonra gerçekleşecektir. Bu da gösteriyor
ki, bu Kur’an’ın sık sık kullandığı bir anlatım yöntemidir.
Bu ayet, kıyamet kopacağı zaman gerçekleşecek
olan ‘ayın yarılması’ olayından söz etmektedir. Buna başka anlam vermek mümkün
değildir. Zaten rivayetlerdeki çelişkiler de rivayetlerin ne denli gerçekten
uzak olduklarını göstermektedir. Olayın oluş biçimi, oluş zamanı, tanıkları ve
olayla ilgili verilen bilgiler incelendiğinde; rivayetlerin gerçeği yansıtmadığı
gün gibi ortaya çıkmaktadır. Ayette, “saat yaklaştı, ay yarıldı” denmektedir.
Yaklaşan şey kıyamettir. Saat kıyamete işarettir. Böyle olunca, ayet, ayın
yarılma hadisesini kıyametin kopacağı zamanda olacak bir olay olarak
belirtmektedir. Yoksa, ayın yarılmasını, saatin (kıyametin) yaklaşmasına
bağlanmazdı.
Olayı rivayet edenlerin olayın oluş tarihinde
ya doğmamış veya henüz çocuk yaşta oldukları ve ravilerden yalnızca bir-iki
kişinin olgun yaşta olduğu ve Peygamberin çok yakınında yer alanlardan hiç
kimsenin olaya tanık olmayışı da dikkate alınırsa, bu konudaki haberlere ne
denli güvenilmesi gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Bu konudaki birçok rivayet, olayın bir anda
olup bittiğinden; ayın iki parçaya ayrıldığından ve parçalarından birisinin
dağın bir tarafına, diğerinin de diğer tarafına indiğinden söz etmektedir. Bu
rivayetler akla şu soruları getirmektedir: Mucize bir gerçeği ortaya koymak için
yapılmaktadır; Kur’an’ın değindiği bütün mucizelerde bu ‘işin şartı’ olarak
ifade edilmektedir. Ve mucize gösterileceği zaman bu açıktan ilan edilmekte ve
inkarcıların görecekleri ve tanık olacakları şekilde ortaya konmaktadır. Çünkü,
mucizenin gerçek muhatabı müşrikler ve kafirlerdir. Ve Kur’an’da meydana gelmiş
mucizeler açıkça yer almakta ve neticeleri ilan edilmiş olmasına rağmen bu
mucizeye(!) hiçbir açıklık getirilmemektedir.
Ayın yarılarak ikiye ayrılması ve her bir parçasının dağın ayrı ayrı
yanlarına inmesi ise işin ravilerce gözden kaçırdıkları başka bir yanlışları.
Öyle ya, ay her ne kadar gökyüzünde küçük bir parça olarak görülüyorsa da şu
bilinen bir gerçektir ki; her bir parçasının değil dağın bir yanına sığması,
bütün bir Arap Yarımadasına sığması bile mümkün değildir. Çünkü ay, dünyanın
dörtte biri büyüklüğündedir. Ne var ki anlaşılan, o günün şartlarında ayın
gerçek büyüklüğünü bilmeyen raviler (daha doğrusu olayı o raviler adına
uyduranlar) böyle bir yanlışa düşmüşlerdir.
Mucizenin amacına ulaşması için yeterli bir
süreyi kapsaması gerekirken, olayın göz açıp kapayıncaya kadar bir sürede
olduğunun rivayet edilmesi, yapılan rivayetin bir anlam taşımadığını ve gerçeği
yansıtmadığını ortaya koymaktadır.
Göğsün Açılması/Kalbin Yarılması
Göğsün açılması ile ilgili rivayet özetle
şöyledir: Peygamberimizin dört kez göğsü açılarak kalbi temizlenmiştir.
Bunlardan, birincisi, henüz çocukken sütannesi Halime’nin yanında, ikincisi on
yaşlarında çölde üçüncüsü Hira mağarasında ilk vahiy geldiğinde, dördüncüsü de
Miraç esnasında meydana gelmiştir. Kütüb-i Sitte ve diğer islam kaynaklarında bu
konuda birbirinden farklı ve çoğu yerde de birbiriyle çelişen birçok rivayet
bulunmaktadır. Ortak olan anlatıma göre, beyaz elbiseli görevliler peygamberi
yere yatırıyor, göğsünü açıyor, kalbini dışarı çıkarıp altın kaptaki zemzem suyu
ile yıkayıp kalbinin üzerinde bulunan kan pıhtısını da attıktan sonra işlemi
tamamlıyorlar. Ve bu işlem yukarıda da değindiğimiz gibi ayrı ayrı zamanlarda ve
yerlerde dört kez tekrar edilmiştir.
Bu rivayetler ayrıca,”Ey Muhammed ! Senin
göğsünü genişletmedik mi? (İnşirah -1) ayeti ile desteklenmiştir. Ayetle de
desteklendiği için kesin olmuş bir hadiseymiş gibi Müslümanların düşüncesine
yerleşen bu uydurma göğüsün yarılması olayının kritiğini yaptığımızda, gerçekle
hiçbir ilgisi olmadığı açıkça görülmektedir. Hadis rivayetleri üzerinde durmaya
değer görmüyoruz. Zira uydurma oldukları, olayın hikaye edilişinden de
anlaşılmaktadır. Sanki, Allah elçi seçeceği kulu bilmiyormuş gibi temiz kalpli
birini yaratacağı veya seçeceği yerde; elçi seçmeye karar verdiği kimsenin
kalbini temizleme gereği duymuştur. Ayrıca temiz olması gereken -her canlıda
bulunan- bir et parçası olarak düşünülmesi de olayın nasıl bilinçsiz bir temele
oturtulduğunu göstermektedir.
Neden bir kez değil de dört kez kalp ameliyatı
yapıldığı da işin başka bir gülünç yanı. Bu ameliyata neden ihtiyaç duyulduğu da
ayrı bir sorun. Dini, ‘efsaneler ve kıssalar dini’ haline sokanlar uydurdukları
bu yalanla, bütün bir islam alemini kandırmış olmaları, Müslümanım diyenlerin
islam’dan ve onun Kitab’ı Kur’an’dan ne kadar uzak olduklarını göstermektedir.
Bu, ‘hurafeci ve kıssacı’ çarpık zihniyet, Hz.Muhammed(sav) için “bütün bir alem
onun hatırı için yaratılmıştır” diyen zihniyettir. Bütün evrenin kendisi için
yaratıldığı bir kimseyi, ameliyatla ‘kalbini’ temizlenmesi gereken bir kişi
konumuna düşürmek, bu zihniyetin ne kadar gerçek dışı, basit ve dayanaksız
olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu gibi yanlış, yalan ve uydurma rivayetlerin
inancımızda yer etmesi Kur’an’dan uzak kalmamız yüzündendir. Göğsün açılması
deyiminin geçtiği diğer bazı ayetlere baktığımızda ne anlama geldiğini gayet net
bir biçimde görmekteyiz. Örneğin:
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun
göğsünü İslam’a açar…”(En’am - 125) ayetini ele alalım.
Şimdi bu ayete, “Allah kimi doğru yola iletmek
isterse, göğsünü meleklerine açtırarak kalbini zemzemle temizler” şeklinde anlam
vermek mümkün mü? Veya, “Allah’ın göğsünü İslam’a açtığı kimse, Rabb’inden bir
nur üzerinde değil midir?” (Zümer -22) ayetindeki “göğsün İslam’a açılması”
deyimine; ‘göğsün yarılması(ameliyat edilmesi) anlamını vermek doğru olabilir
mi?
Keza, “İnandıktan sonra , Allah’a nankörlük
eden, kalbi imanla yatışmış olduğu halde(inkara) zorlanan değil, fakat küfre
göğüs açan, (küfürle sevinç duyan) kimselere Allah’tan bir gazap iner ve onlar
için büyük bir azap vardır.” (Nahl - 106); ayetindeki “kalbin küfre açılması”nı,
Allah’ın, nankörlük, eden kimselerin göğüslerini meleklere yardırarak
(ameliyatla), onları kafir yaptığı anlamını çıkarmak mümkün mü? Bu bütün
küfredenlerin ameliyatla kafir yapıldıkları anlamına gelmez mi?
Gerek bu ayetler ve gerek ” (Musa) dedi ki:
“Rabb’im benim göğsümü aç (risalet görevini yüklenebilmem için yüreğimi
genişlet.)” (Taha - 25) ayetinde, göğsün açılmasının ne anlama geldiği açıkça
ifade edilmektedir.
“Göğsünü açmadık mı” ayetini, bu ayetlerin ışığında değerlendirdiğimiz zaman
görmekteyiz ki: ‘Göğsün açılması’ asla ameliyat edilme anlamına gelmemektedir.
Dolayısıyla bu konudaki rivayetlerin uydurma oldukları da kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır. Zaten, İnşirah suresinden bir önce inen “Duha” suresi ile bu ayetin
devamı olan diğer ayetlere bakıldığında, göğsün yarılması(açılması) olayının ne
anlama geldiği açıkça görülmektedir.
‘Duha’ suresinde, Allah, peygamberin giriştiği çetin mücadelede; karşılaştığı
zorluklar, bitmez tükenmez saldırılar ve yaptığı davetin cevapsız kalması
yüzünden, oldukça zor durumda kalmasından dolayı ona ‘moral destek’ vererek ,
yalnız ve sahipsiz olmadığını ve “sonunun iyi olacağını bildirerek, bıkmadan
usanmadan yoluna devam etmesini istemektedir. Ayrıca, “seni yetim bulup,
barındırmadı mı?, şaşırmış bulup yola iletmedi mi?, fakir bulup zengin etmedi
mi?” ayetleri ile de kendisine daha önce verilen nimetler hatırlatılarak; bu
sahiplenmenin devam edeceği belirtilmektedir.
“Göğsün açılması” da, ‘bir destek ve yardım anlamında’ bu nimetlerin arasında
nimetlerden bir nimet olarak yer almaktadır. Bununla; bunalan, çaresizlik içinde
kıvranan Rasulüne; sana düşen sadece uyarmaktır, onların iman etmeyişlerini
kendine dert etme, gönlünü ferah tut, canını sıkma; kendini harap ederek bir
yere varamazsın; ‘hesap görücü olarak’ onları bana bırak” denmektedir. Bu mesaj,
Rasulullah’ı rahatlatarak ‘göğsünün açılmasını’ sağlamıştır.
Demek ki, “göğsün açılması” ayeti : Sıkıntılara
ve zorluklara karşı yılgınlığa düşmemek; ümitsizliğe kapılmamak, morali bozmamak
anlamına gelmektedir. Gerçekten de müşrik ve kafirlerin amansız saldırıları, her
sahada boykota gitmeleri, iftira kampanyaları açmaları, alay etmeleri ve
hakaretleri karşısında Allah Rasulü çok güç durumda kalmış ve bu durumun verdiği
sıkıntıdan göğsü alabildiğine daralmıştı. Allah’ta ondaki umutsuzluk ve
çaresizlik ‘hissini’ “göğsünü açarak” gidermiştir. Her türlü zorluğa katlanma ve
dayanma gücünü ‘kendisinde bulma duygusunu’ Rasulüne aşılayan Allah; bunu
“göğsünü açmak” olarak tanımlamıştır. Evet, göğsün açılmasının gerçek anlamı
budur; yoksa ameliyat edilerek, kalbinin zemzem suyu ile yıkanması
değil.
Göğsün açılması deyimini kendimize uyarlayarak
açıklamaya çalışalım; örneğin,çok değerli bir eşyanızı yitirdiniz. Bu sizde
sıkıntıya neden olmaz mı? Ve bu sıkıntıdan dolayı göğsünüz daralıp canınız
sıkılmaz mı? Şayet yitirdiğinizi bulursanız bunun sizde meydana getirdiği
rahatlamaya karşılık, “oh be göğsüm açıldı, rahatladım” demez misiniz?
Veya birine borcunuz var. Ödeme günü geldi ve
ödeyecek paranız da yok. Çaresiz, ‘canınız sıkkın ve dünyanız kararmış’ bir
durumdasınız. Şaşkın ve ne yapacağınızı bilememenin verdiği sıkıntısından
göğsünüz daralmış bir haldesiniz, işte böyle bir durumda hiç ummadığınız bir
arkadaşınızla karşılaşıyor ve o size borcunuzu ödeyecek miktarda para yardımında
bulunuyor. Bu yardım sizdeki sıkıntıyı sona erdiriyor ve bunun verdiği
rahatlamayı arkadaşınıza: “Allah razı olsun; göğsüm bayağı daralmıştı, sanki
canım çıkacak gibiydi; yardımınla ferahladım, adeta dünyalar benim oldu”.
Şeklinde veya diğer bir deyimle “oh be dünya varmış, göğsüm açıldı” demez
misiniz? İşte Allah’ın Peygamber(sav)”göğüs açması” da bu anlamdadır.
Miraç Mucizesi
Hadis ve tarih kitaplarında anlatılan ve
geleneksel kültürümüzde yer etmiş şekli ile miraç; Hz. Muhammed(sav)’in göğe
yükselip, huzura kabul edilerek Allah’la bizzat görüştüğü sanılan olayın adıdır.
Bu görüşmenin şöyle gerçekleştiğine inanılmaktadır:
Hicretten bir yıl ya da on yedi ay önce, Recep
ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşen miraç olayının iki aşaması vardır.
Birinci aşamada Hz.Peygamber, Mescidü’l -Haram’dan Beytü’l- Makdis’e(Kudüs)
götürülür. Kur’an gece yürüyüşü anlamına gelen bu aşamayı İsra suresinin birinci
ayetinde şu şekilde anlatmaktadır:
“Eksiklikten uzaktır O(Allah) ki geceleyin
kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya
yürüttü, ona ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye.(böyle yaptık).
Gerçekten O, işiten, görendir.”
İkinci aşama ise Hz.Muhammed (sav)’in Beytü’l
Makdis’ten (Mescid-i Aksa) Allah’a yükselişi oluşturur. Kur’an’da anılmayan ve
Miraç denilen bu olay çok sayıda hadisle(!) ayrıntılı biçimde
anlatılır.
Hadislerde verilen bilgilerin hepsini buraya
almaya gerek görmediğimizden konuyu özetlemeye çalışacağız. İsteyen daha detaylı
bilgi için hadis kitaplarının konu ile ilgili bölümlerine bakabilir. Buna göre
Miraç olayı özetle şöyle gerçekleşmiştir:
Peygamber, Kabe’de uykuda olduğu bir sırda
Cebrail gelip göğsünü yarıyor, kalbini zemzem ile yıkadıktan sonra içine iman ve
hikmet dolduruyor. Burak adlı bir binekle Mescid-i Aksaya götürüyor. Burada
diğer peygamberler tarafından karşılanan Hz.Muhammed(sav), onlara imamlık
yaparak namaz kıldırıyor. Daha sonra yanında Cebrail olduğu halde göğe doğru
yükselmeye başlıyorlar. Göğün birinci katında Hz.Adem(as), ikinci katında Hz.
İsa(as)ve Hz.Yahya (as) üçüncü katında Hz.Yusuf(as), dördüncü katında
Hz.İdris(as), beşinci katında Hz.Harun(as), altıncı katında Hz.Musa(as), yedinci
katında Hz. İbrahim(as) ile görüşüyor. Cebrail ile birlikte süren bu yükseliş
Sidretü’l Münteha’ya kadar devam ediyor. Cebrail; “Buradan öteye geçecek olursam
yanarım” diyerek orada kalıyor.
Hz.Peygamber(sav) Refref adlı bir binekle yükselişini sürdürerek Allah’ın
huzuruna varıyor. Bu yükseliş sırasında kendisine cennet ve cehennem
gösteriliyor, ümmetinden Allah’a şirk koşmamış olanın cennete gireceği müjdesi
veriliyor önce elli vakit namaz farz kılınıyor; Allah’la yapılan pazarlık
neticesinde elli vakit namaz beş vakte indiriliyor.
Allah’la görüşmeyi tamamlayan Hz.Muhammed(sav),
dönüşte Musa (as)’a uğruyor. Musa: “Ne ile emrolundun?” diye soruyor.
Hz.Muhammed(sav): “Elli vakit namaz” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Musa
(as): “Hergün elli vakit namaz çok fazla, buna ümmetinin gücü yetmez. Rabb’ine
söyle bunu azaltsın” diyor. Hz.Muhammed(sav)’de yeniden Allah’a giderek vakit
sayısını azaltmasını istiyor, Allah’ta on vakit azaltıyor. Peygamber dönüşte
yeniden Hz.Musa(as)’a uğruyor. Hz.Musa “bu kadarı da çok, git Allah’tan biraz
daha azaltmasını iste” diyor. Hz.Musa(as)’ın bu uyarıları ile namaz beş vakte
indirilinceye dek Hz.Muhammed(sav)’ın Allah’la görüşmeye gidip gelişi devam
ediyor. Peygamber, namaz beş vakte indirildikten sonra yeniden Hz.Musa’ya
uğruyor. Musa bu beş vaktin de çok olduğunu, ümmetin bunu da yerine
getiremeyeceği uyarısında bulunarak yeniden Allah’a dönmesini ve biraz daha
azaltmasını istemesini söylüyor. Ancak bu kez Hz. Peygamber artık isteyecek
yüzünün kalmadığını belirterek beş vakte razı olduğunu söylüyor. Ve miraç olayı
böylece tamamlanmış oluyor.
Olayın birinci aşaması ayetle sabittir. Bu
konuda hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Bizim itirazımız olayın ikinci
aşamasıyla, yani miraç kısmı ile ilgilidir. Allah, bir kısım ayetlerini
göstermek amacıyla kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya
yürüttüğünü söylemektedir. Kur’an bu ayetlerin/belgelerin neler olduğu konusunda
herhangi bir bilgi vermemektedir. Bu tamamen gaybi bir konu olup, Kur’an bu
konuda başka hiçbir şeyden söz etmemektedir.
Şimdi Miraç hadisesinin neden uydurma olduğunu
izah etmeye çalışalım. Muhaddisinden siyercisine, aliminden cahiline varıncaya
kadar, İslam toplumunun büyük bir çoğunluğunca gerçekliği kabul edilen miraç
olayı, Kur’an’ın dışında başka kaynaklara dayandırılan bir olaydır. Ve olay
tamamen uydurmadır.
Aslında olayı nakleden hadisler üzerinde
düşünüldüğünde, olayın uydurma olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Ancak
hadislerdeki çelişkilere değinmeden önce, olayı Kur’an açısından değerlendirmeye
çalışalım:
1 - Konunun başında da izah etmeye çalıştığımız
gibi Kur’an, Hz.Muhammed’e mucize verilmediğini söylemektedir.
2 - Kur’an, gece yürüyüşünün nasıllığı hakkında
hiçbir ipucu vermemektedir. Eğer olayın mucize yönü bulunsaydı açık olması
gerekirdi. Zira mucizenin açık ve anlaşılır olması şarttır. Oysa olay tamamen
peygamberin şahsında gerçekleşmiş bir olay olup mahiyeti
bilinmemektedir.
3 - Namazın ilk kez Hz.Muhammed ve ümmetine farz kılınan bir ibadet olmayıp,
daha önceki ümmetlere de farz kılınan bir ibadet olduğu Kur’an’da açıkça
belirtilmektedir. “Kitap’ta İsmail’i de an. Çünkü o sözünde duran, elçi bir
peygamberdi. Halkına namaz kılmayı, zekat vermeyi emrederdi…” (Meryem
-54,55)
4 - Kur’an’da namazla ilgili onlarca ayet
bulunmaktadır. Bu ayetlerde namazın vakitleri, şartları ve önemi
vurgulanmaktadır. Söz konusu ayetler değişik zaman aralıklarında vahyedilmiş
olup, her biri başta namazın rükünleri ve vakitleri olmak üzere birçok değişik
boyutunu anlatmaktadır. Şayet namaz Miraçla belirlenmiş olsaydı ayrıca Kur’an’da
bu kadar değişik şekilde anlatılmazdı. Özellikle vakitleri bildiren ayetlere
bakıldığında her bir vaktin değişik bir ayetle belirtildiği görülmektedir. Miraç
hadisesinde namazın vakitleri belirlenseydi Kur’an’ın değişik yerlerinde
vakitler konusu tekrar tekrar işlenmezdi.
5 - İsra suresinden önce inen surelerde de
hatta ilk indiği konusunda ittifak bulunan sure olan Alak suresinin onuncu
ayetinde de namazdan söz edilmektedir. “Gördün mü şu men edeni. Namaz kılarken
bir kulu(namazdan)? (Alak -9,10); “Rabb’inin adını anıp namaz kılan.”(Ala - 15).
Oysa ki miraç olayının vahyin on ikinci yılında olduğu iddia edilmektedir. İlk
inen Vahiy ile İsra suresinin indiği zaman aralığında birçok ayette namazdan
detaylı bir şekilde söz edilmektedir. Yani namaz Miraç hadisesinden çok önce
farz kılınmış bir ibadettir.
6 - Allah’a mekan izafe edilemez. Oysa ki,
Peygamber’in yolculuk güzergahı ve sonu bir mekanda noktalanmaktadır. Bu olgu
Kur’an’a ters düşmektedir.
Rivayet edilen hadislere gelince:
l - Günün 24 saat olduğunu bilen Allah, nasıl
olur da 50 vakit namazı farz kılar? Uyku için 7-8 saati çıktıktan sonra; 50
vakit namaz geriye kalan 16 saate bölünecek olunursa, yaklaşık her 15 dakikada
bir namaz kılınması gerekir. Böyle bir hayatı yaşamak nasıl mümkün olabilir?
Mümkün değil diyorsak, mümkün olmayan birşeyi Allah’ın kullarından
isteyebileceğini nasıl düşünebiliriz?
2 - Nasıl bir Allah ki, kullarının gücünün neye
yetip yetmeyeceğini hesaplamadan 50 vakit namazı farz kılıyor? Ve kendisi ile
yapılan pazarlık sonucu bunu beş vakte düşürüyor? Ne dediğini ve ne istediğini
bilmeyen ve kulu ile pazarlık eden bir Allah düşünülebilinilir mi?
3 - Hz.Musa ile karşılaşma işi olmasa, bu
azaltma işlemi de olmayacaktı. Olayı aktaran hadislere bakılırsa Hz.Musa oldukça
akıllı, Peygamberimiz de akılsız bir konuma düşürülmektedir. Demek ki Hz.Musa
(dikkat edin, diğer peygamberler değil. Çünkü olay israiliyat olduğu için,
Hz.Musa da İsrail oğulları’na gönderilen bir peygamber olduğundan olay onun
adına uydurulmuştur. Ve bu olayla Hz.Musa, Peygamberimizden daha akıllı ve üstün
gösterilmek istenmektedir) olmasaydı deyim yerinde ise “biz happı yutmuş”
olacaktık, iyi ki Hz.Musa peygamberimize akıl vermiş(!). Öyle ki; Hz.Musa,
Allah’ın ve Hz.Muhammed(sav)’in düşünemediği şeyi düşünmüş(!). Bu anlayış,
Allah’ı ve Rasulünü alay konusu ettiğinin farkında olmayacak kadar kör bir
anlayış değil mi?
4 - Namaz Miraçla farz kılındıysa daha miraca
çıkılmazdan evvel Hz.Muhammed’in diğer peygamberlere imamlık ederek, namaz
kıldırmış olduğunun ayni metinlerde anlatılması büyük bir çelişki değil
midir?
5 - Elli vakitten beş vakite düşürülünceye
kadar Allah’la pazarlık yapılmasının ve bunun ilk gidişte bitirilemeyip,
pazarlığın birkaç kez yapıldıktan sonra neticelenmesini izah etmek mümkün
mü?
Gerek Kur’an’dan, gerek bu konuda rivayet
edilen hadislerdeki tutarsızlıktan yola çıkarak konuyu izah etmeye çalıştık.
Kuşkusuz daha birçok şey söylemek mümkün. Ancak biz konunun anlaşıldığına
inanıyor konuyu burada bitiriyoruz.
Not: Konuyla ilgili önceki başlık malesef silinmiştir. Üyelerimizden özür dileriz.