Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 110
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
TASAVVUF EHLİNE DİL UZATMAK
Bazılarının yaptığı gibi zahiri ilmi kabul edip, manevi ilmi reddetmek suretiyle tasavvuf ehline dil uzatmak bunlara bir menfaat sağlamadığı gibi o tasavvuf ehline de bir zarar veremez. Nitekim Hz. Peygamber (S.A.V) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Benim ümmetimden hak üzere bir cemaat olacaktır. Bir kimsenin onları hak yoldan çevirmeye çalışması onlara zarar vermez, ta ki ALLAH-u Zülcelal'in emri gelinceye kadar bu böyle devam eder." (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Bu hadis-i şeriften anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber (S.A.V)'in varisleri hak üzere Ümmet-i Muhammed'i kıyamete kadar irşad edeceklerdir. O varisler ki hakiki ilmiyle amel eden alimlerdir. Herhangi bir kimsenin Evliya-ı Kiram'ı kabul edipte tasavvuf ve tasavvuf yolunu inkar etmesi sözkonusu olamaz. Mezhep imamları da tasavvufu kabul etmişlerdir. Mesela Hanbeli mezhebinin imamı Ahmed bin Hanbel önceleri tasavvuf tasvip etmediği halde, Ebu Hamza Bağdadi'yi gördükten sonra tasavvufun hak ve de gerekli olduğunu itiraf etmiştir.
Hatta oğlu Abdullah'a: "Oğlum bu insanlardan ayrılma, onlarla beraber ol, ALLAH-u Zülcelal'in tanınması, zühd ve güzel ahlak bunlarla beraber bulunmaktadır." diye nasihatte bulunmuştur. Çünkü bütün Evliya-ı Kiram bu büyük tasavvuf yolundan gelmişlerdir. Bu yüzden onlarla beraber olmak büyük bir ilaç olduğu gibi onlardan ayrılmakta acı bir zehirdir. Nitekim Ebu Turab şöyle demiştir: "Kula, ALLAH-u Zülcelal'den yüz çevirme hali gelince, Evliya-ı Kiram'a sataşmaya başlar."
İbn-i Hacer-i Mekki’nin Fetava-i Hadisiyye isimli eserinde şöyle anlatılmıştır:
"Ebu Said, İbn-i Sakka ve Seyyid Aldulkadir Geylani ilim öğrenmek için Bağdat’a geldiler. Seyyid Abdulkadir Geylani o zamanlar çok gençti. Yusuf Hamedani'nin Nizamiye Medresesi'nde vaaz ettiğini duymuşlardı. Bunlar onu ziyaret etmeye karar verdiler. İbn-i Sakka: "Ona bir soru soracağım ki, cevabını veremeyecek!" dedi. Ebu Said: "Ben de bir soru soracağım. Bakalım cevap verebilecek mi?" dedi. Küçük yaşına rağmen bir edeb timsali olan Seyyid Abdulkadir Geylani de: "ALLAH korusun. Ben nasıl soru sorarım. Sadece huzurunda beklerim. Onu görmekle şereflenir, bereketlenirim." dedi.
Nihayet Yusuf Hamedani'nin bulunduğu yere vardılar. O anda orada yoktu. Bir saat kadar sonra geldi ve İbn-i Sakka'ya dönerek: "Yazıklar olsun sana ey İbn-i Sakka! Demek bana bilemeyeceğim sual soracaksın. Senin sormak istediğin sual şudur, cevabı da şöyledir. Ben görüyorum ki, senden küfür kokusu geliyor." dedi. Yusuf Hamedani, sonra Ebu Said’e dönerek: "Ey Ebu Said! Sende bana soru soracaksın ve bakacaksın ki, ben o sualin cevabını nasıl vereceğim. Senin sormaya niyet ettiğin sual şudur ve cevabı da şöyledir. Fakat sen de edebe riayet etmediğin için, ömrün hüzün ile geçecek." dedi. Sonra Seyyid Abdulkadir Geylani'ye döndü: "Ey Abdulkadir! Bu edebin güzelliği ile ALLAH-u Zülcelal'i ve Resulü'nü razı ettin. Ben senin Bağdat’ta bir kürsi de oturduğunu, çok yüksek bilgiler anlattığını ve: 'Benim ayağım, bütün evliyanın boyunları üzerindedir.' dediğini sanki görüyor gibiyim ve ben, yine senin vaktindeki tüm evliyayı, senin onlara olan yüksekliğin karşısında boyunlarını eğmiş halde olduklarını görüyor gibiyim." dedi ve sonra gözden kayboldu.
Ardından uzun seneler geçti. Hakikaten Abdulkadir Geylani yetişti ve zamanında bulunan bütün evliyaları baş tacı oldu. İbn-i Sakka'ya gelince, o Yusuf Hamedani ile aralarında geçen hadiseden sonra, şer'i ilimlerle meşgul oldu. Çok güzel konuşurdu. Şöhreti zamanın sultanına ulaştı. O da bunu elçi olarak Bizans'a gönderdi. Hıristiyanlar buna çok alaka gösterdiler. Nihayet onların yalanlarına aldanarak hıristiyan oldu. Bu hadiseyi anlatan zat şöyle demiştir: "Bir gün onu gördüm, hastaydı ve ölmek üzereydi. Ben yüzünü kıbleye döndürdüm. O başka tarafa çevirdi. Tekrar kıbleye döndürdüm. O tekrar başka tarafa çevirdi ve böylece öldü."
Ebu Said de diyor ki: "Ben Şam'a geldim. Bazı vazifelerde bulundum. Çeşitli sıkıntılar ile hayatım geçti. Yusuf Hamedani'nin her üçümüz hakkında da söylediği aynen meydana geldi." El-Meşrevü'r-Revi kitabının sahibi olan Cemaleddin Muhammed bin Ebi Bekr el-Hadrami eş-Şafii şöyle demiştir: "Bu menkıbe, rivayet edenlerin çokluğu sebebiyle lafızları değişik olsa bile, mana yönünden tevatür halini almış bir menkıbedir. ALLAH-u Zülcelal'in evliyasını inkar etmeye cüret edenler, -neuzubillah- İbn-i Sakka’nın durumuna düşmekten çok korkmalıdır."
Akıllı olan herkes, şuurlu bir şekilde düşündüğü zaman, ALLAH-u Zülcelal'in dostları ile beraber olmanın, onlarla sohbet etmenin faydalı olduğunu itiraf edip, bunun ALLAH-u Zülcelal'e ulaşmak ve rızasına nail olmak için şart olduğunu kabul edecektir. Hz. Ömer (R.A)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"ALLAH'ın bazı kulları vardır ki; onlar ne peygamber ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara verilen makama gıpta edip imrenirler."
Ashab-ı Kiram: "Onlar kimlerdir?" diye sordular. Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle devam etti:
"Onlar (aralarında) neseb ve akrabalık olmadığı, mal alışverişi olmadığı halde birbirlerini ALLAH için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlendikleri günde onlar mahzun da olmazlar." (Ebu Davud) Hz. Peygamber (S.A.V) daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:
"Dikkat edin! ALLAH'ın veli kulları için korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar." (Yunus Suresi/62)
aşağıda Fereç Hüdür'e aid olan yazıyı ön kabülsüz ve objektif olarak okumanı rica ediyorum :
İslamın yönetim şekli biât, yani seçimle iş başına gelen devlet başkanları ve onların istişare meclisi olan şura’nın toplumu Kur’an’a göre yönetmeleridir. Biât esası, Muaviye’den itibaren kaldırılarak, idarenin babadan oğula geçmesi ve dolayısıyla Krallık rejiminin geçerli olması yoluna gidildi. Bu ise müslümanların idari sistemini gasp etmek manasına geliyordu ve Kuran’dan destek görmesi beklenemezdi. İslâmi biât sistemiyle işbaşına gelmemiş olmalarına rağmen, kendilerine İslâm halifesi adını takan krallar, meşru yönetici olduklarına dair Kuran’dan delil getiremeyince, meşruiyetlerini topluma kabul ettirmek amacıyla, Kur’an dışında, Kuran’ın gösterdiği yol haricinde yollar aramaya başladılar. Bunun için çeşitli metotlar tatbik ettiler. Bu metotlarının en en başta geleni peygamber adına uydurmuş oldukları binlerce sahte rivayettir. Öyle ki, bu uydurma rivayetlerinin Kur’an’dan üstün olduğunu, Kur’an ayetlerini nesh , yani iptal ettiğini söylemekten ve kabul ettirmeye çalışmaktan çekinmediler. Peygamber hadisleri adı altında ki bu rivayetler vasıtasıyla, İslâm adına toplumu çok çeşitli mezhep ve fırkalara böldüler. Kur’an’ı bir çok hususta dışlayınca da, Kuran’ın müslümanlara vermiş olduğu bilimsel ve moral destekte kitlelerin arasından kalkmış oldu. İşte tam bu noktada doğan boşluğu, adına tasavvuf dedikleri, kendilerine sofu denen sofistlerin hayali ve aldatıcı sözleriyle örülmüş uyuşturucu bir sistemi topluma dikte ettiler. Aynı zamanda batıni olan bu sisteme İslamın rûhu adını taktılar. Böylece İslâmi sistemle gelmemiş olan yöneticiler. İslâm’dan, sahte hadisler ve tasavvuf yoluyla uzaklaşmış toplum fertlerini, şeyhler ve sahte din alimleri vasıtasıyla kendilerine bağladılar. Sahte din alimlerinin ve şeyhlerin kendilerine yapmış oldukları bu hizmet karşılığında da faaliyetlerini sürdürme ortamıyla mali destek sağladılar. Yaptıkları bu hareket, İslâm adına teşekkül etmiş diğer krallıklarda da örnek kalıp görevi gördü. Bu Emevi tezgahı gönümüzde de halen çeşitli şekillerde sürmektedir.
Bu durumlar neticesinde ortaya şöylece bir olay çıktı :
1- Seçilmiş Devlet Başkanı yerine babadan oğula devreden Kraliyet. 2- Kûr’an yerine, rivayetler, keyfi şahıs sözleri, felsefi görüşler ve tağuti uygulamalar. 3- İslâm birliği yerine, mezhepler ve fırkalar. 4- Mescit yerine, tekke ve zaviyeler.
5- Açık Kûr’an öğretisi yerine, batini öğreti. 6- İslâm ümmetçiliği yerine ırkçılık. 7- Takva ile üstünlük yerine, soy sop üstünlüğü. 8- Namaz yerine, sema, raks ve çalgı aletleri. 9- Kabe yerine, türbelerin tavaf edilmesi. 10- Allah iman ve Allah’ın birliği yerine, Kutup, Gavs, kırklar, Yediler, Evtad v.s. Telakki edilen kimseler. 11- zekat ve Sadakalar yerine, Sofistlere vakıf tahsisi ve mali destek. 12- Helal ticari kazanç yerine, faizcilik ve karaborsacılık. 13- Aktif, adaletli ve çalışkan toplum yerine, hak gözetmeyen pasif ve tembel toplum. 14- Yaratılış ve yaratıklar üzerine açık ve müspet düşünen toplum yerine, düşünceden kaçan, akletmeyen, boş hayaller kuran fertler toplumu. 15- Meşru müdafaa üzerine kurulu, af ve barışa teşvik eden İslâm cihadı yerine, haksız saldırılar ve çapulculuk. 16- Allah’ın korumasını isteme yerine nazarlıklar, muskalar, kullar v.s. den medet ve koruma ummak. 17- Allah’a istiâne yerine, kullara istiâne. 18- Peygamber yerine, rivayet imamları. 19- Allah’ın tevhidi; birliği yerine, kulların ilâhlık iddiaları. 20- Aklı önemseme ve kullanma yerine, aklı küçümseme ve red etme. 21- Gayba iman yerine, gayb konusunda keyfi iddialar ve falcılık. 22- Açık ve adil adalet yerine, zorbaların ve diktatör yöneticilerin tağuti kararları.
Bu ve bu gibi durumlar neticesinde, fertler ve toplumlar hızla İslâmiyet’ten uzaklaştılar. İsmen Müslüman olmalarına rağmen büyük bir inanç bunalımı içine düştüler. Zira, İslâm adına bir çok kimseden İslâm’a aykırı ve çelişkili sözler öğretiliyordu, onlarda sorgulamadan bunları kabul ediyorlardı.
Fereç Hüdür
Kur'an Dışı Oluşumların Kur'an'a Arzı ( yazarın 2. kitabı )
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma