selimbay Yasaklı
Katılma Tarihi: 22 ocak 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 110
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sahabenin Sünnet Karşısındaki Titizliği | |
Ashab-ı
Kiram'ı "en büyük ve yegâne dâvası Allah'ın rızasını aramak olan nesil"
olarak târif edebiliriz. Onlar hayatın gerçek mânasını, yaratılışın
hakiki gâyesini hakkıyla bilen insanlardı. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) onlara öncelikle bu dersi vermiş idi. Bu sebeple, her
hareketleriyle, her yaptıklarıyla, her düşündükleriyle sâdece ve sâdece
Allah'ın rızasını arıyorlardı.
Onların, Nebîlerinden (aleyhissalâtu vesselâm) ve kitapları olan
Kur'ân-ı Kerîm'den aldıkları derse göre, hayatlarının gâyesi olan
Allah'ın rızasını kazanmanın da tek yolu vardı: Sünnet'e uymak, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yolunda gitmek.[43] Çünkü Cenâb-ı
Hak, en güzel olanı, en ideal olanı en iyiyi, en hayırlıyı Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) vasıtasıyla kendilerine öğretiyordu, her
şeyin, bütün yolların, tarzların en iyisi onda vardı.[44]
O'nda olanlar mutlak güzeldi, her çeşit kirlilikten, bulanıklıktan,
şâibeden uzak, güzeldi. Çünkü ilâhî garanti vardı: O başıboş, hevâsına
tâbi değildi. Vahiyle konuşur, ilâhi murakabe altında hareket eder
davranırdı.[45] Öyle ise ona koşmalı, onun sünnetine sarılmalı, onun
sünnetinde olmayan her şeyden kaçmalı, sünnetine zıd düşen her şeyi,
yakıp yutucu ateş bilmeli idi. Rabb'ül-âlemin de böyle emrediyordu:
Mü'min, Resûlünü tam bir aşkla sevecek, sünnetine eksiksiz teslim
olacak idi:
"De ki: `Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
kabîleniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesâda uğramasından korka
geldiğiniz bir ticâret ve hoşunuza gitmekte olan meskenler size
Allah'dan, O'nun Peygamberinden ve O'nun yolundaki bir cihâddan daha
sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleye durun. Allah
fâsıklar gürûhunu hidâyete erdirmez." (Tevbe: 9/24).
Öyle ise yapılacak bir işi önce O'nda, O'nun söz ve fiillerinde, yani
sünnette aramak, sünnete uyuyorsa yapmak, uymuyorsa terketmek, uyup
uymadığı belli değilse ihtiyatlı davranmak gerekiyordu. Buna sünnete
teslimiyet diyoruz.
İşte, Ashab (radıyallahu anhüm ecmain)'a hâkim olan bu ruhu iyice
kavramada, onların sünnet karşısındaki tutumlarını anlamak için,
öncelikle zihnimizde onlardaki sünnete teslimiyet ruhunu canlı tutmamız
gerekmektedir.
Meselâ, Kur'ân-ı Kerîm'in kitap hâline konması (tedvin) hadisesini
düşünelim. Tanınmış Kur'ân hafızlarının Ridde harplerinde birer birer
şehîd olmaya başlamaları üzerine Hz. Ömer (radıyallahu anh), Kur'an-ı
Kerîm'in, istikbalinden endişe etmeye başlar. Çünkü Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) vahyin ne zaman kesileceğini bilmediği,
hayatının son günlerine kadar vahiy gelmeye devam ettiği için, Kur'ân-ı
Kerîm'e nihâî bir şekil, bir kitap düzeni vermeden vefat etmişti. Tâbir
câizse Kur'ân-ı Kerîm âyetleri vardı, fakat Kur'ân-ı Kerîm diye
müstakil bir kitap henüz yoktu. Ayetler, sureler birbirinden ayrı
parçalar üzerinde idi: Kemik parçaları, demir, tahta vs
Evet, Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu parçalara bir kitap şeklinin
verilmesi gereğini hissediyordu. Ama bunu Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yapmamıştı. Bu işe emir verecek yetki ve makamda da değildi.
Hissiyâtını müslümanların başı ve yetkilisi ve Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın halifesi olan Hz. Ebu Bekir (radıyallahu
anh)'e açtı. Fakat ne garib, Hz. Ebu Bekir bu fikir yadırgamış ve
reddetmişti; gerekçesi açık: Bu iş Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın yapmadığı bir işti. Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ömer (radıyallahu
anhüma)'e verdiği cevap aynen şöyledir: "Resülallah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın yapmadığı bir şeyi ben nasıl yaparım?"
Hz. Ömer'in mesele üzerine ısrarı karşısında yumuşamak zorunda kalan
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
vahiy kâtibi Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh)'i görmesini söyler. Hz.
Ömer (radıyallahu anh)'in teklifi karşısında şoke olan Zeyd İbnu Sâbît
(radıyallahu anh) de aynı aksülâmeli gösterir:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yapmadığı bir şeyi ben nasıl yaparım?"
Hz. Ömer (radıyallahu anh) ısrar eder, bunda hayır olduğunu açıklar.
Sonunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in cem işini yapmamış
olması, bu işi yapmanın kerih veya haram olduğu mânasına gelmeyeceği
anlaşılır.
Cenâb-ı Hak onun kalbini de, Hz. Ebubekir'in kalbi gibi bu işin hayırlı
olacağı hususunda açar. "Yardımcılar verilmek" şartıyla kabul eder.
Kabul eder ama, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yapmadığı bu işi
yapmayı, öylesine ruhuna ağır bulur ki:
"Sırtıma bir dağ konsaydı bu kadar ağır olmazdı!" demekten de kendini alamaz.
Ashâb (radıyallahu anhüm ecmain)'ın, sünnete teslimiyet rûhunu gösteren
bir başka örnek, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in irtidâd edenlere karşı
tavrıdır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatından sonra,
isyân eden bir kısım Bedevîler: "Namaz kılarız ama zekat vermeyiz"
diyorlardı. Mesûliyet makamındaki Hz. Ebu Bekir: "Namaz zekattan
ayrılmaz. Hz. Peygamber'e vermekte olduğu bir çebici bile vermeyenle
savaşacağım" diye büyük bir azîm ortaya koymuş ise de Hz. Ömer
(radıyallahu anh); buna karşı gelmişti. Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın: "Ben insanlar lâilahe illallah deyinceye kadar onlarla
savaşmakla emir olundum. Bunu söyleyince mallarını ve kanlarını benden
emîn kılıp korumuşlardır... Gerçek hesapları Allah'a aittir" dediğini
işitmiştir. Bedevîler ise sâdece zekat vermeyi reddetmektedirler, öyle
ise onlarla savaşılamaz...
Ashâb'ın sünnete teslimiyet ruhuna bir başka misal yine Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'den. Hz. Ömer, kocanın hatasıyla vukûa gelen cinayet
sebebiyle ödenmesi gereken diyete sâdece kocanın âkilesi[46] iştirak
edip, karısının buna karıştırılmaması prensibinden hareket ederek,
hatâen kocası öldürülen kadının, kocası için ödenecek diyetten pay
almaması gereğine inanıyordu ve vukûat oldukça tatbikatı böyle
yaptırıyordu.
Bilâhare, Dahhâk İbnu Süfyân (radıyallahu anh)'ın Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu meseleyle ilgili farklı tatbikatını
haber verince, Hz. Ömer kıyâs yoluyla tesbît etmiş olduğu hükmü derhal
değiştirmiştir. Dahhâk (radıyallahu anh)'ın verdiği haber şu idi:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine mektup yazarak hatâen
öldürülmüş olan Üşeym ed-Dıbâbî'nin diyetinden karısına da verilmesini
emretmiştir."
Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh) sünnete teslimiyeti öylesine ince
noktalara götürmüştür ki bu mesele de âdeta darb-ı mesel olmuştur: İbnu
Ömer bir sefer sırasında yoldan ayrılıp tekrar gelir. Niçin böyle
yaptığı sorulduğunda, bu yerde sefer sırasında Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'i de öyle yapar gördüğünü söyler. Yine İbnu
Ömer, Mekke ile Medine arasında yer alan bir ağacın altında kaylûle
(gündüz uykusu) yapar, niçin diye sorulunca, "Bu ağacın altında
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) uyumuştu" der. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Mescid-i Nebevî'nin bir kapısı için "Bu kapıyı
kadınlara bıraksak" dediği için Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh) o
kapıdan ölünceye kadar geçmemiştir.
Kadınların mescide devam edip etmemeleri mevzubahis edildiği bir
fırsatta Abdullah İbnu Ömer: "Erkek, ehlinin mescitlere gitmesine mâni
olmasın" hadîsini hatırlatır. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in
Bilal (veya Vâkid) adındaki bir oğlu: "Biz kadınların oralara gitmesine
mâni oluruz" der. Bunun üzerine Abdullah (radıyallahu anh): "Ben sana
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan rivayette bulunuyorum, sen hâlâ
böyle söylersin! Bir daha benimle konuşma" der ve Ahmet İbnu Hanbel'in
bir rivayetindeki sarâhete göre ölünceye kadar bir daha konuşmaz.
Hadis karşısındaki bu hassasiyet sâdece birkaç sahâbeye has değildir.
Hepsinin müşterek vasfıdır. Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'dan şu dersi almışlardı: "Hevâsı (arzu ve istekleri), benim
getirdiğime tabi olmadıkça sizden hiç kimse inanmış sayılmaz." Nitekim
Abdullah İbnu Muğaffel (radıyallahu anh) otururken, yanına elinde sapan
olan bir yeğeni gelerek kuşlara taş atmaya başlar. Abdullah
(radıyallahu anh) sapan atmakla ilgili Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın bir hadisini hatırlatarak yeğenini bu işten meneder. Ancak
yeğeni, bu işe devam eder. Abdullah (radıyallahu anh): "Ben sana,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bunu yasakladığını söylüyorum,
sen hâlâ sapan atıyosun öyle mi! Bir daha benimle konuşma!" der.
Hz. Ubâde İbnu's-Sâmit, Hz. Muâviye (radıyallahu anhüma) ile Rum
diyarına gazveye çıkar. Orada halkın dinarla (altın para) altın
parçalarını, dirhemle de (gümüş para) gümüş parçalarını alıp
sattıklarını görür. Bu muâmelenin fâiz olduğunu, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) tarafından yasaklandığını duyurur. Bu yasaktan
habersiz olduğu anlaşılan Hz. Muâviye: "...Ben, vâde karışmadıkça bunda
faiz görmüyorum" der, Ubâde (radıyallahu anh) "Ben, sana Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'dan rivayette bulunuyorum, sen kendi re'yini
söylüyorsun. Allah beni şu seferden çıkarsın, bir daha senin âmir
olduğun yerde ikâmet etmeyeceğim" der. Seferden dönünce Medine'ye gider
ve Hz. Ömer'in huzuruna çıkarak durumu anlatır. Hz Ömer (radıyallahu
anh) kendisine: "Ey Ebu'l-Velîd, yerine dön, sen ve emsallerinin
bulunmadığı bir yerde hayır yoktur" der. Ve Hz. Muâviye'ye şöyle yazar:
"Ubâde üzerinde hiçbir surette âmirliğin yok. Halkı da onun söylediği
tatbikata sevket, çünkü Resulallah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın emri
öyledir." [47]
**************
44] "Andolsun ki, Resûlullahda sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü
dileyenler ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir (imtisâl) nümunesi
vardır.” (Ahzab: 33/21)
[45] "O kendi hevâsından konuşmaz, O'nun konuştuğu (Allah'ın) kendisine
yaptığı vahiyden başka bir şey değildir. Bu vahyi ona öğreten de müthiş
bir güç sahibi (Cebrâil) dir." (Necm: 53/3-5). (İbrahim Canan)
[46] Akile: Baba tarafından olan akraba ki, hatâ ile maktulün diyetini ödemeye iştirak eder. (İbrahim Canan)
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/38-42.
|