Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
a-) Kırâat İlmi’nin Tarifi
Kırâat,
“Karae” fiilinden masdardır ve sözlükte “okumak” anlamını ifade eder.
Terim manasıyla ise kırâat, “Kur’ân kelimelerinin edasının keyfiyetini
ve ihtilaflarını, nakledenlerine isnat ederek bilmektir.” Kırâat
İlmi’nin buna benzer başka bir tanımı ise şöyledir: “Kur’ân-ı Kerim’in
kelimelerinin telaffuzlarını ve bunların çeşitli vecihlerle okunuş
tarzlarını, râvilerine isnat ederek bildiren bir ilimdir.”
b-) Kırâat İlmi’nin Gâyesi
Her
ilmin bir gâyesi olduğu gibi Kırâat İlmi’nin de bir gâyesi vardır. Bu
ilmin gâyesi, “Kırâat imamlarına isnat edilen her bir okuyuş şeklini
bilmek ya da mütevatir ihtilafların zabt melekesini elde etmektir.”
Böylece Kırâat İlmi sayesinde ne kadar mütevatir okuyuş varsa bu okuyuş
şekilleri tamamen bilinmiş olur.
c-) Kırâat İlmi’nin Konusu
Bu ilmin konusu, “Telaffuzlarındaki değişme ve edalarındaki keyfiyet bakımından , Kur’ân-ı Kerim’in kelimeleridir.”
Bu
ilimde, Sünnet ve İcma’dan yararlanılarak Medd, Kasr, Nakl… den söz
edildiği gibi Kur’ân-ı Kerim’in nazm şekillerinden ve zamanımıza kadar
tevâtüren gelmiş olan ihtilaflardan da bahsedilir. Bu sayede Kırâat
İlmi’nin, Kur’ân’ın doğru telaffuzuyla ilgili bir ilim olduğu hemen
anlaşılır.
d-) Kırâat İlmi’nin Faydası
Kur’ân
kelimelerini; telaffuz hususunda hatadan korumak, tahrif ve tağyirden
muhafaza etmek, kırâat imamlarından her birinin kırâatini bilmek ve
okuyuşlarını birbirinden ayırmak , bu ilmin faydaları arasındadır.
Yani
bu ilmin, doğru ve mükemmel bir şekilde öğrenilmesi Kur’ân’ı tahriften
muhafaza eder ve O’nun orijinal metnini her türlü tehlikeden korumuş
olur. Yeryüzünde böyle bir özellik, yüce kitabımız Kur’ân dışında
taraf-ı lâhûtî’den geldiğine iman edilen hiçbir kitaba nasip olmamıştır.
B-) Senetleri Açısından Kırâat Çeşitleri
a-) Mütevâtir Kırâat
Bu
kırâat çeşidi, yalan üzerine ittifak etmeleri mümkün olmayan bir
topluluğun kendileri gibi bir topluluktan naklettikleri, Hz. Peygambere
muttasıl/kesintisiz bir senetle ulaşan, bir yönden de olsa İmam
Mushaf’ın hattına ve Arap dil kurallarına uyan kırâat anlamına gelir.
Bu kırâat şekli, Hadis’in mütevatir şekline benzer.
Kırâat
imamlarından Nâfi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Asım, Kisai ve
Hamza’nın kırâatleri, bu guruba dahildir. Bu kırâatlerin hepsine birden
yedi kırâat anlamında “Kırâat-ı Seb’a” denir. Bu kırâatlerin hepsine
iman etmek şart olup, onlardan herhangi birini inkâr etmek küfürdür.
Bahsi geçen kırâatlerle hem namazda ve hem de namaz dışında Kur’ân
tilavet etmek câizdir.
b-) Meşhûr Kırâat
Senedi
sahih, Arap dili gramerine ve Osmânî Mushaflara uygun, kırâat imamları
arasında meşhûr olan ve fakat tevâtür derecesine yükselmeyen kırâatlere
bu isim verilir. Bu kırâat şekli, Hadis’in meşhûr şekline benzer.
Kırâat
imamlarından Ebu Ca’fer, Ya’kub ve Halef’in kırâatleri bu guruba
dahildir. Bu kırâatlerin hepsine birden üç kırâat anlamında “Kırâat-ı
Selâse” denir. Bu üç kırâatin Kırâat-ı Seb’a’ya ilavesiyle de on kırâat
anlamındaki “Kırâat-ı Aşera” meydana gelir.
Bahsi geçen kırâatlerin hepsine birden iman etmek elzem olup, onlardan herhangi birini inkâr etmek câiz değildir.
c-) Âhâd Kırâat
Âhâd
kırâat, senedi sahih olmakla birlikte ya hattı imam Mushaflara uygun
düşmeyen veya Arap dili gramerine uymayan ve yahut da kırâat imamları
arasında istenilen şöhrete ulaşmayan kırâat çeşididir. Bu da Hadis’in
âhâd kısmına tekâbül eder.
Bu tarz kırâatlere iman etmek gerekmediği gibi, onlardan herhangi biriyle Kur’ân tilâvet etmek de câiz değildir.
d-) Şâzz Kırâat
Nakli
sahih bir isnatla yapılmayan, bir başka ifadeyle mütevâtir kırâatlerin
taşıdığı üç temel şartı bünyesinde bulundurmayan kırâatlerdir.
Bahsi
geçen kırâatlere iman etmek gerekmediği gibi, onlardan herhangi biriyle
gerek namaz içinde ve gerek de namaz dışında Kur’ân tilâvet etmek câiz
değildir.
e-) Mevzû (Apokrif=Uydurma) Kırâat
Bu
kırâatler, hiçbir temele dayanmayıp asılsız olarak birilerine isnat
edilen uydurulmuş kırâatlerdir. Bu kırâat çeşidinin örneğini Muhammed
b. Ca’fer el-Huzâî’nin asılsız olarak Hanefî Mezhebi’nin kurucusu
olarak kabul edilen İmam Ebu Hanife’ye nispet ettiği kırâatler
oluşturur.
Asıl itibarıyla bu tarz okuyuşlara kırâat demek
bile uygun değildir. Zira bunlar kırâat olmayıp uydurulmuş şeylerdir.
Bu tarz kıraatleri kabul etmek de onlarla Kur’ân tilâvet etmek de câiz
değildir.
f-) Müdrec Kırâat
Müdrec kırâatler,
âyetlere tefsîr kabîlinden yapılan ziyâdelerden ibarettir. Ashaptan
Sa’d b. Ebi Vakkas, İbn Mesud ve Ubey b. Ka’b’ın bu türden örnekleri
oldukça fazladır.
Asıl itibarıyla bu ziyâdeleri de bir kırâat
çeşidi olarak değerlendirmek pek isabetli değildir. Zira az önce de
ifade ettiğimiz gibi bu ziyâdeler, kırâatle alakalı olmayıp tefsir
kabîlinden ashabın kendi Mushaflarına yazdıkları ziyâdeleri ifade eder.
Kaynakça
Aydüz, Prof. Dr. Davut, Kur’ân’a Dâir İncelemeler, İstanbul 2000. Cerrahoğlu, Prof. Dr. İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara 1997. Çetin, Prof. Dr. Abdurrahman, Kur’an Okuma Esasları, Bursa 2003. Demirci, Prof. Dr. Muhsin, Kur’ân Tarihi, İstanbul 2005. Eroğlu, Prof. Dr. Ali, Kur’ân Tarihi ve Kur’ân İlimleri Üzerine, Erzurum 2002. Karaçam, Prof. Dr. İsmail, Kur’ân-ı Kerim’in Nüzûlü ve Kırâati, İstanbul 1995. --------, “Kırâatlerin İntikâli”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları 4, İstanbul 2002. Temel, Dr. Nihat, Kırâat ve Tecvîd Istılahları, İstanbul 1997. Tetik, Dr. Necati, Kırâat İlminin Ta’limi, İstanbul 1990. Yüksel, Prof. Dr. A. Osman, İbn Cezerî ve Tayyibetü’n-Neşr, İstanbul 1996.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kıraat ve Tabakat kitapları tetkik edildiğinde, kıraat öğreniminde iki usul göze çarpar:
a- Sema veya istima, b-Arz.
Kıraat okuyan ve okutanlar arasında bu usullerden yalnız semai veya
yalnız arz, bazen her ikisi birden cereyan eder. Kıraatle ilgili
kitaplarda hafız ve Kuranın hayatı ve kıraat okumaları anlatılırken:
a- Sema için (semea min) veya (sem’an),
b- Arz için (karaa ala, arade ala) veya (Arden),
c- Her ikisi için ise, (Sem’an ve Arden) şeklinde ifadeler kullanılmaktadır.
Sema ve Arzın ifade ettiği manalara gelince: Sözlükte Sema, bir söze
kulak verip dinlemek , Arz ise, bir kimseye bir nesneyi izah etmek
demektir.
Kıraat ilminde birer ıstılah haline gelen ve iki ayrı mesleğin adı
olarak kullanıla gelen sema ve arzı Aliyyü’l-Kari şöyle tarif
etmektedir:
Sema yolu öğretmenin okuyup öğrencinin dinlemesiyle olur. Bu Mütekaddimin’in yoludur.
Arz yolu ise , talebenin okuyup hocanın dinlemesiyle olur ki, bu da Müteahhirin’in yoludur.
Daha açık bir ifade ile talebe üstadının okuduğu kıratı önce dinler
ve öğrenir ki, buna sema denir. Daha sonra dinleyip öğrendiği kıratı
üstadının huzurunda okur. Buna da arz denir. Gerektiği yerde üstad
tashih eder.
Ayrıca kıratı dinlerken üstadının dudağı ve ağzından harflerin ve
kelimelerin çıkışını öğrencinin görmesi de esastır. Hem işiterek hem de
dudaktan ve ağızdan görerek öğrenme, kıraat tahsilinde en belirgin bir
özelliktir. Kıraatler semaan ve müşafeheten sabit olurlar. Yani ağızdan
çıktığı şekliyle duyulacak, görülecek, tesbit edilecek ve öylece
okunacaktır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
1- Abdullah bin Kesir el- Mekki ed-Dari (120/737):
Kıraatte Mekkelilerin imamıdır. H. 45/M.665 yılında Mekke’de doğdu.
Sahabeden Abdullah bin Zubeyr, Ebu Eyyub el-Ensari ve Enes bin Malik,
Tabiinden de Mücahit bin Cübeyr’i görmüş ve onlardan rivayette
bulunmuştur.
Kıraati ARZAN Abdullah bin Sabit’ten okumuş, ayrıca Mücahit bin Cübeyir’e de arzetmiştir.
İbnu Mücahit der ki: “Abdullah bin Kesir Mekke’de kıraatte üzerinde
ittifak edilen İMAM olmuş ve 120/737 yılında vefat etmiştir.”
2- Nafi bin Abdurrahman b.Ebi Nuayim el- medeni(169/785):
Kıraatte Medinelilerin imamıdır. Yetmiş seneye yakın uzun bir zaman insanlara Kur’an tilavetinde bulunmuştur.
Kıraati Medineli Tabiilerden almıştır. Bilhassa Abdurrahman b.
Hürmüz, Ebu Cafer, Şeybe b. Nisah, Yezid b. Ruman, Müslüm b. Cündüb ve
Salih b. Havvat’tan kıraat aldığı mütevatiren sabittir.
Abdullah b. Ahmet b. Hanbel diyor ki: “”Babama; hangi kıraatin
kendisine daha hoş (iyi) geldiğini sordum. Medinelilerin kıraati, dedi.
Ondan sonra hangisi, deyince; Asım Kıraati, dedi.
3- Ebu Amr Zeban b. el-A’la et-Temimi el-Mazini el-Basri (154/770):
Mekke, Medine, Kufe ve Basra’da pek çok kimseden okuyan ve kıraatte
üstadı kendisininkinden daha çok biri bulunmayan Ebu Amir, Kıraatte
Basralıların imamıdır.
Kıraati arzen okuduğu üstatları arasında bilhassa Hasan el-Basri,
Humeyd b. Kays el-A’rac, Ebu’l-Aliye er-Riyi, Sait b. Cübeyr, Şeybe b.
Nisah, Asım b. ebi’n-Nücud, Abdullah b. İshak, Abdullah b. Kesir, Ata
b. Ebi Rebbah, İkrime b. Halid el-Mahzumi, İbnu Abbas’ın kölesi İkrime,
Mücahid b. Cübeyir, Ebu Cafer, Nasır b. Asım, Yezid b. Rumman ve Yahya
b. Ya’mur’u sayabiliriz.
4- Abdullah b. Amir b. Yezid el-Yahsubi (118/736):
Şamlıların kıraatte imamlarıdır. Kıraati arzen Ebu’d-Derda ve Muğire
b. Ebi Şihap’tan;(44) semaen ise sahabeden Muaviye b. Ebi Süfyan,
en-Nu’man b. Bişir, Vesile b. el-Eska’ ve Fudale b. Ubeyd gibi bir çok
kimseden almıştır.
5- Asım b. Behdele Ebu Bekir el-Esedi (128/745):
Kufelilerin kıraatte imamlarıdır. Kıraati arzan Ebu Abdurrahman
es-Sülemi, Zirr b. Hubeyş ve Ebu Umar eş-Şeybani’den alan Asım,
insanlar içinde Kur’an’ı en güzel okuyan biriydi.
Talebelerinden Hafs şöyle der: “Asım bana dedi ki, kıraatlerden sana
okuttuklarım, benim Hz. Ali’den Ebu Abdurrahman es-Sülemiye intikal
edeni okuduğum kıraattir. Ebu Bekir b. Ayyaş’a okuttuğum ise, İbnu
Mes’uddan Zirr b. Hubeyş’e intikal edipte benim kendisine arz ettiğim
kıraattir.”
6- Hamza b. Habip b. Ammare, Ebu Ammare el-Kufi (156/772):
Kıraatte Kufelilerin imamıdır. Sahabeden bazısını görmüş olan Hamza,
kıraati arzan Süleyman el-A’meş, Hurman b. A’yun, Muhammed b.
Abdurrahman b. Ebi Leyla, Talha b. Masrif, Muğire b. Miksem ve Cafer b.
Muhammed gibi tabiinin ileri gelenlerinden almıştır.
Denilir ki: Hamza, el-A’meşten İbnu Mes’udun kıraatini; İbnu Ebi
Leyladan Hz. Ali’nin kıraatini; Ebu İshak’tan da her iki kıraati
okurdu. Hz. Osman mushafının uygunluğundan çıkmamak şartıyla İbnu
Mes’udun kıraatini Hurmandan da okumuştur. Bu Hamza’nın ihtiyari idi.
Süfyan es-Sevri de, Hamza’nın rivayeti olmadıkça Allah’ın kitabından hiçbir harfi okumadığını nakleder.
7- Ali b.Hamza Ebu’l-Hasan el-Kisai, (189/805):
Kıraatte Kufelilerin imamıdır. Kıraati arzan Hamza, Muhammet b. Ebi
Leyla, İsa b. Ummar el-Hemedani’den almış ve Ebu Bekir b. Ayyaş,
Cafer’in oğulları İsmail ile Yakup’tan da çeşitli kıraat vecihleri
rivayet etmiştir. İbnu Mücahit der ki: “el-Kissai, Hamza ve başkasının
kıraatinden seçilmiş ve imamlardan gelen rivayetlerden çıkmadan orta
bir kıraat meydana getirmiştir.”
İbnu Amir Şamlıların, Asım, Hamza, el-Kisai Kufelilerin; İbnu
Kesir Mekkelilerin; Ebu Amir Basralıların; Nafi ise Medinelilerin
kıraatte ÜSTAD ve İMAM kabul edilmiştir.
Her biri bir beldenin kıraat imamı ve üstadı kabul edilen yedi
imamın hiç birinin kıraatine ta’n edilmemiş, hepsinin kıraatleri
sıhhatlı görülmüştür. Bu yedi imamın kıraatleri cumhura göre
mütevatirdir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kıraat
İlminin doğuşunu ve kıraat ihtilaflarının temelde nelere dayandığını
iyi kavrayabilmek için, Hz. Ebu Bekir devrinde cem edilip MUSHAF haline
getirilmiş olan Kur’an ayetlerinin, Hz. Osman devrinde teksir ve
istinsah ettirilirken (çoğaltılırken) ve çeşitli beldelere
gönderilirken dikkat edilen bazı önemli hususlara işaret etmek yerinde
olacaktır.
Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamberden kıraati
farklı vecihlerde telakki etmiştir. Ashap, Allah Rasulünden her sene
Cebrail ile karşılıklı birbirlerine Kur’an ayetlerini nasıl ve ne
şekilde okuduklarını tespit ediyorlardı. Ayetlerin her çeşit okuyuşunu
öğreniyorlardı. Onlardan bir kısmı “bir harf” üzerine, bir kısmı da
“başka bir harf” üzerine okuyordu. Daha sonra bunlar, çeşitli beldelere
dağılarak, halka Kur’an’ı Hz. Peygamberden duydukları şekilde
öğretiyorlardı. Bu yeni öğrenenler arasında, Hz. Peygamberin,
”Şüphesiz bu Kur’an yedi harf üzerine inmiştir. Ondan kolayınıza geleni
okuyunuz” şeklindeki müsaadesinin ruhuna vakıf olmayanlar vardı.
Nitekim bu husus, Hz. Osman devrinde vuku bulan Azerbaycan seferinde
açıkça göze çarpmaktadır. Bu sefere katılan Suriyeli ve Iraklı
askerlerin, kendi kıratlarının doğruluğu hususunda birbirleriyle ciddi
münakaşa etmelerine yol açmıştır.
Ordusunu güçlükle yatıştıran kumandan Huzeyfe, sefer dönüşünde
derhal meseleyi Halife Osman’a intikal etmiştir. Bunun üzerine Hz.
Osman, Hz. Ebu Bekir döneminde cem edilen ve zamanla peygamber zevcesi
olan Hz. Hafsa’ya intikal eden MUSHAF’ı istemiş ve Zeyd bin Sabit
başkanlığında kurulan bir komisyona, bu mushafı teksir ve istinsah
etmelerini istemiştir.
Halifenin emri ve talimatı gereğince çalışmalarını çok ciddi bir
şekilde sürdüren bu heyet, kendilerine teslim edilen bu mushafı teksir
etmişlerdir. Aynı zamanda sağlam ve sika kimselere de muracaat edilerek
yapılan bu teksir ve istinsah işinde, bir kelimede ihtilafa
düşüldüğünde Kureyş lehçesiyle yazılmış ve yedi harf dairesinde
değişik kıraat vecihlerine müsait bulunması için de kelimelere nokta ve
hareke konmamıştır.
Rivayetlerde beş veya yedi adet olarak teksir edildiği bildirilen
Kur’an nushalarından her biri merkezi durumda olan Mekke, Şam, Kufe,
Basra, Yemen ve Bahreyne gönderilmiş ve İmam adı verilen Nusha ise
Medinede bırakılmıştır. H. 25. yılında vüku bulan bu önemli olayda, bu
nushaların hattına ve tertibine uymayan diğer nushaların, halifelikçe
yakılması istenmiştir.
Hz. Osman adı geçen şehirlere yalnız Kur’an nushalarını göndermekle
kalmamış, bunların kıraat şekillerini öğretecek kimseleri de vazifeli
olarak göndermiştir. Zeyd bin Sabit Medine’de görevlendirilmiş,
Abdullah bin Sait Mekke’ye, Muğire bin Şihap Şam’a, Ebu Abdurrahman
es-Sülemi Kufe’ye, Amr bin Kays ise Basra’ya gitmişlerdir.
Gerek Medine’de bulunan, gerek özel olarak bazı beldelere Kur’an
öğretmeni sıfatıyla gönderilen veya çeşitli vesilelerle başka beldelere
göç eden Kurra sahabi, o beldelerde yaşayan insanlara, Kur’an’ı bizzat
Hz. Peygamberden aldıkları şekilde öğretmeye devam ettiler. Tabiin
halkasını meydana getiren topluluk da sahabeden öğrendikleri gibi
okudular. Böylece her beldede sahabenin rihle-i tedrisinde pek çok
hafız ve kurra yetişti ve zamanla bazıları bulundukları beldelerin
kutbu, direği oldular. Hatta içlerinden bir kısmı kıratta bizzat USTAT
telakki edildiler.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
hafız kime denir? kurra kime denir? hafız
hepimizin bildiği gibi Kur'an-ı Kerim'i baştan sona ezberleyip aslında
bütün müminlerin kalblerinde olan 6666 ayet-i kerimeyi kalbden akle
çıkaran kimsedir.. memleketimizde yüzyıllardan beri milyonlarca hafız
Kur'an-ı Kerim'i hıfzetmişler ve nesilden nesile aktaragelmişlerdir.
Son yıllarda her ne kadar hafızlık müessesesi azalmış olsa da yine de
takribi 2000-3000 aile, evlatlarını hafız yetiştirmek üzere hocalara
teslim ederler. hafızlık evvela merak işidir. merak etmeyen bu işi yapamaz. hafızlık için bize göre bazı şartlar oluşması gerekir. 1-evvela hafızlık yapan kişide yukarıda da söylediğimiz gibi merak olmalıdır. 2-hafızlık için bir hocanın takibi rahle-i tedrisi gerekir. tek başına hafızlık çok zor ve meşakkatlidir. 3-başlangıçta 1 sayfayı 1 saatte ezberleyebilecek zekaya sahip olmalıdır. 4-yaş
her ne kadar önemli olmasa da küçük yaşlar hafızlık için çok önemlidir.
şöyle söylenir: çocukluk ve gençlikte ilim-öğrenilen şeyler mermere
yazılan yazı gibidir. orta ve ileri yaşlarda ise suya yazılan yazı
gibidir. Hafızlığın ehemmiyetiyle alakalı hadis-i şerifleri de bilahare
sizlerle paylaşacağım.
Şimdi de kısaca Kıraat ilminden bahsedelim. Kıraat; okumak demektir. Kur'an-ı
Kerim Peygamber Efendimiz(aleyhissalatu vesselam)(sallallahu aleyhi
vesellem)'e inmeye başladığı zaman şivesi farklı olan bazı kabilelere
Kur'an-ı Kerimdeki bazı kelimeler zor geliyordu. Bunun üzerine Cenab-ı
Hakk Kuran-ı Kerim'i Peygamber Efendimiz(aleyhissalatu vesselam)(sav)e
10 değişik şekilde indirmiştir.Burada 10 Kuran-ı Kerim yoktur. Tek
Kuran-ı Kerimde kelimelerin asli hüviyeti bozulmadan okunuş
farklılıkları vardır. Mesela Fatiha suresinde "maliki" kelimesini bazı
imamlar mimi çekerek(bizim okuduğumuz gibi), bazıları da "meliki"
şeklinde mimi uzatmadan okuması, sırat kelimesini zırat okumaları gibi.
Kurra da bu ilmi öğrenen şahsa denir.Hazreti Osman (radıyallahu anh),
Hazreti Ali (radıyallahu anh), Ubey b. Ka'b (radıyallahu anh) sahabeden
olan kurralardandır.Peygamberimizin öğrettiği büyük sahabeler de
tabiin'e bu ilmi öğretmişlerdir. Tabiinden 10 imam 10 kıraati
memleketlerinde öğreterek her bir kıraatin imamı olmuştur. Mütevatir
olan 10 kıraat vardır. Bunlar İbni Kesir, Nafi, İbni Amir, Ebu Amr,
Hamza, Kisai ve Asım, Ebu Cafer, Yakup,Halefül-âşir kıraatleridir.
Kıraat farklılığı kabilelere aynı manaya gelmek şartıyla kendi
lehçelerine göre okumalarına izin verilmiştir. Bundada esas olan
kolaylıktır. Eskiden bilinmeyen bu ilmi okuyan Kurra Hafızlar, bu ilmin şumulune ve duyulmasına vesile olmuşlardır
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
3 yılımı verdim. Bunun 1 yılı hazırlık oldu. Tam iki yılda Aşere,
Takrib, Tayyibeyi okudum. Şimdi sorulabilir tam 2 yılda üç kitap mı
okudunuz? Elbetteki hayır. Aşere ve Takrib kitap değil; onlar Kuranın
ravi ve tariklere göre okunmasıdır. Burda işi uzatan şu: Kuranı baştan
sona 10 kıraatın ravi ve tariklerine göre yazıyorsunuz. Yani Aşere ve
Takrib bittiğinde elinizde 2 tane elyazması Kuran oluyor. Ebat olarak
biraz kalın doğal olarak. Ve yazılan bu Kuran tüm kıraatları içeriyor.
Tayyibeise tüm bu farklı okunuşların bir ktap içerisinde şiir şeklind
eifade edilmesidir. 1100 beyit. Eh, onu da ezberlemek zorunda
kalıyorsunuz bir kurra...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KUR’AN HAKKINDA KISA KISA ·
Kur’an’ın en yaygın tarifi: Hazreti Muhammed(ASM)’e indirilen,
mushaflarda yazılı, O’ndan tevatür yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla
ibadet edilen, beşerin benzerini getirmekten aciz kaldığı ilahi
kelamdır.”
Not: Tevatür: Yalan üzere ittifakları mümkün olmayan bir cemaat tarafından nakledilen haber demektir.
· Bu tarifin Arapçası şöyledir: En-Nazmü’l münezzelü alA ResulinA el menkulü anhu tevatürA.
· Kur’an kelimesi lugat itibarıyla “toplamak” ve “okumak” anlamlarına gelir.
· Kur’an’ın ilk inen ayeti Alak S.96, son inen ayet ise Bakara S. 281. ayet-i kerimedir.
· Bütün olarak ilk inen sure Fatiha, son inen ise Nasr Suresidir.
· Tercih edilen görüşe göre 114 Sureden 93’ü Mekke’de, 21’i Medine’de inmiştir.
· Kur’an ayetlerinin sayısı bir görüşe göre 6666 ise de, asıl kabul gören görüşe göre 6236’dır.
Nafia’ya göre: 6217
Şeybe’ye göre: 6214
Kufe alimlerine göre: 6236
Mısırlılara göre: 6219
Şamlılara göre: 6226
Zemahşeri’ye göre: 6666’dır. Ayetlerinin sayısındaki bu farklı görüşler
ayetlerdeki bir eksiklikten değil, ayetleri saymadaki yöntem
ayrılığından doğmaktadır. Kimi Alimin tek ayet kabul ettiği uzun bir
ayeti, kimi iki ayet saymıştır.
· Kur’an harflerinin sayısı hususunda iki rivayet vardır:
a-325.345
b-325743
Kelime sayısının 77439 olduğunda ittifak vardır.
·
Kur’an’ın ilk harekelenmesi hicri birinci yüzyılda Ebul Esved ed-Düeli
tarafından, yalnız kelime sonlarına nokta koyularak yapılmıştır. Bunun
yararı görülünce geliştirilmiş ve hicri 2. yüzyılın ortalarında büyük
gramer bilgini Halil bin Ahmed tarafından bugünkü şekliyle nokta ve
hareke konulmuştur.
· Kur’an’a nokta ve hareke konulduktan sonra, ayetleri birbirinden ayırmak için aralarına duraklar konmuştur.
·
Bundan başka, ayetlerin çeşitli yerlerinde durak işareti olarak küçük
harfler konulmuştur. Bu işaretler büyük Kur’an Alimi Gazneli Ebu’l Fadl
Muhammed b. Tayfur Secavendi(ö:1164) tarafından konduğundan bunlara
Secavendi işaretleri denmiştir. Başlıcaları:
*Mim; bu işaret bulunan yerde mutlaka durmak gerekir, geçilirse anlam bozulur.
*Tı: Durmak gerekir, geçmek doğru değildir.
*Cim:Durmak geçmeye tercih edilmeli
*Ze: Durmak mümkün olmakla beraber , geçmeyi tercih etmelidir.
*Lamelif:Durmamak
gerektiğini, durulursa anlam bozulacağını ifade eder. Nefes yetişmeyip
durulursa, geriden almak gerekir. Yalnız bu harf ayet sonunda ise
durulduğu zaman geri alınmaz.
*Ayn: Bir konunun ya da kıssanın bitip, yenisinin başladığını bildirir.
Kaynaklar
1-Kur’an-ı Kerim Ve Özellikleri- İsmail Özcan-Şahsi Basım-İst-1985
2-Fetvalar-1- Mehmed Emre-Tekin Kitabevi-Zafer Matbaası-İst-1996
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Her şeyden önce hafız olmak gerekir. Yani Asım Kıraatinin Hafs rivayeti ezberlenmiş oması gerekir.
İkinci oarak ilm-i kıraatı tahsil etmiş hocadan ders almanız gerekir.
Bu ilim öğrecinin hoca olmaksızın kitaptan öğrenebilmesine imkan
vermiyor. Özel uygulmaların(beyne, imale, işmam, terkik, tefhim)
doğrudan doğruya hocanın ağzından alınması gerekir.
Üçüncü olarak kıraat ilmini öğrenmek isteyenin en az avamile kadar arapça okuması gerekir.Çünkü kıraat kitapları Arapçadır.
Dördüncü olarak bütün farklı uygulamaları teker teker deftere kaydedeceğiniz için Arapça yazmayı bilmeniz gerekir.
Kıraat zevkli bir derstir. Hafızlık gibi sürekli ezber istemez.
Sabır ve vakitte lazımdır bu lmi tamamlayabilmek için. Normal hızda
devam eden bir öğrenci 1 senede Aşere kısmını öğrenebilir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ORTADAN KALKAN BİR EĞİTİM KURUMU: DÂRÜLKURRÂ
Semih ÇEKER
Osmanlılar
dahil, İslâm devletlerinde Kur’ân’ın öğretilmesine yönelik değişik
isimlerle anılan eğitim kurumları mevcut idi. Bunlardan biri
dârülkurrâlardır. İslâmiyet’in yayılmaya başlamasıyla Kur’ân’ın
öğretildiği her mekâna, mescit olsun ev olsun dârülkurrâ veya
dârülkur’ân denildiği bilinmektedir. İslâm tarihinde medreselerin
müstakil eğitim ve öğretim kurumları olarak ortaya çıkışına kadar da
böyle devam ettiği muhakkaktır. Dârülkurrâların müstakil bir medrese
özelliğini ancak; X. yüzyılın sonları ile XI. yüzyılın başlarında
Şam’da kurulan Rişâiyye Dârülkur’ân’ı ile kazandığı görülmektedir. Hafız
yetiştiren dârülhuffâzın yükseği olan dârülkurrâ, hafızların Kur’ân
ilimlerinden kabul edilen kıraat ilmini okudukları ihtisas medreseleri
idi. Buraları bitirenlere kurrâ denilirdi1. Aşağıda dârülkurrâlar incelenecektir. I. DÂRÜLKURRÂLARIN ORTAYA ÇIKIŞI Hazreti
Peygamber bilindiği üzere, kendi evini terk ederek Safâ Tepesi’nin
eteklerinde bulunan ve Benî Mahzûm kabilesinden olan Erkam’ın evine
gidip yerleşerek, burada hem Müslümanlara hem de kendisini dinlemek
isteyenlere Kur’ân okuyup öğretmiştir. Bu tarihî olgu dikkate alındığı
zaman, İslâm dünyasında ilk dârülkurrânın hocalığını bizzat yaptığı
söylenebilir2. Hazreti Peygamber’in sağlığında Kur’ân yedi lehçe
ile okunmuş ve buna bağlı olarak ilm-i kıraat doğmuştur. O’nun
vefatından sonra da kıraat ilmi okutulmaya devam etmiş, bu sahada
önemli gelişmeler olmuştur. Miladî VIII. yüzyılın ortalarında ashabtan
nakledilen bu yedi kıraatı temsil eden kurrâlar etrafında Müslümanlar
toplanarak onları öğrenmeye başlamışlardır. Böylece camilerde veya özel
yerlerde kurrâlar etrafında oluşan halkalarla kıraat ilminin okunması
gelenek haline gelmiştir. Daha sonra kıraat ilmi konusunda yapılan
çalışmalar sonucu, ondört kıraat şekli ortaya çıkmış ve birçok eser
meydana getirilmiştir. Bu ürünler dârülkurrâların müfredatını
oluşturmuştur. Burada Kur’ân’daki kelime ve ibârelerin telâffuzu ile
okunuştaki ihtilâfları nakledenlere isnad ederek bildiren ilm-i kıraat
tahsil edilmiştir3. II. OSMANLILARDA DÂRÜLKURRÂLAR Osmanlılar,
Kur’ân ihtisas medreselerine genellikle dârülkurrâ demişlerdir. Osmanlı
topraklarının her tarafında çok sayıda dârülkurrâ yapılmıştır. Ancak;bu
binaların büyük bir kısmı bugüne ulaşamamıştır4. Dârülkurrâlar,
oralarda öğretilen ilimlerle alakası bakımından daha çok camilerin
içinde veya çevresinde tesis edilmişlerdir. Bugünkü bilgilerimize göre
Osmalıların ilk dârülkurrâsı olarak açılan Yıldırım Beyazid
Dârülkurrâsı, İmam Şemseddin Muhammed b. Muhammedü’l Cezerî (öl.
1424)’nin gelişiyle Ulu Cami’de açılmıştır5. Evliya Çelebi,
İstanbul’da bütün büyük camilerin bünyesinde birer dârülkurrâ yer
aldığı gibi müstakil binalardan da dârulkurrâların bulunduğunu ve
döneminde bu şehirde 3000’i kadın olmak üzere 9000 hafız mevcut
olduğunu nakletmektedir. Yine Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre
Amasya’da dokuz dârülkurrâ bulunmakta ve bunlardan sadece Sultan
Beyazid Dârülkurrâsı’nda 300’den fazla hafız öğrencilik yapmakta idi.
Edirne’de ise birçok dârülkurrâda hafızlık yapıldığını, çeşitli
seviyelerde kıraat derslerinin gösterildiğini, İbnü’l-Cezerî ve Ebû
Muhammedi-ş-Şâtıbî’nin eserleriyle şiirler okutulduğunu yazmaktadır6.
İlk bakışta Amasya ile ilgili abartılı görünen bu bilgiler, Amasya
Tarihi yazarı Hüseyin Hüsameddin’in buradaki sekiz dârülkurrâ hakkında
ayrıntılı bilgi vermesi, Seyahatnâme’deki sayının abartılmamış olduğunu
göstermektedir7. Osmanlılarda ilk tahsilin beş altı yaşlarında
başladığı bilinmektedir. İlk aşamada çocuklara Kur’ân okumaları ile
namaza yetecek kadar sûre ve duaların öğretilmesine ağırlık verildiği
görülmektedir. İkinci aşama olarak görülen dârülhuffâzda ise Kur’ân
ezberletilmektedir. Bu eğitim süresinin sonunda çocuk 9-10 yaşlarına
gelmektedir. Nitekim Konya’da XV. yüzyılın ilk yarısında eğitime
başlamış olan Hacı Ali Efendi Dârülkurrâsı’na öğrenci olarak
alınacakların en az on yaşında olması şartı da bunu göstermektedir. Bu
kurumların birer ihtisas mektebi olması nedeniyle çocuğun belli bir
olgunluk çağına erişmesi gerektiği düşüncesiyle bu şartın getirilmiş
olduğu düşünülmektedir8. Hacı Ali Efendi’nin, vakfiyesinde
dârülkurrâya alınacak öğrenci sayısını 10 ile sınırlandırdığı görülür.
Bu sayının oldukça düşük tutulmasına sebep, bu eğitim kurumunun
ihtisasa yönelik olmasına bağlanabilir. Kendi alanında uzmanlaşmak
isteyen kişiye hocanın daha çok zaman ayırması gerekeceği için böyle
durumlarda ne kadar az sayıda öğrenci bulunursa o kadar olumlu sonuç
alınabilir9. Osmanlılarda “karîler” ve genellikle cami
hizmetlileri bu kurumlardan yetişirlerdi. Sıbyan mektebini bitiren veya
o seviyede özel bir öğrenim görmüş olan bir öğrenci bu kurumlarda
okumak istediğinde önce aşağı seviyede bir dârülhuffaza girer ve orada
hıfzını tamamladıktan sonra yüksek seviyedeki dârülkurrâlara devam
ederdi. Buralarda ilm-i kıraat ve ilm-i maharici’l hurûf’u öğrenirdi10.
Hafızlara kıraat ilmini öğretmek için görevlendirilen ve aynı zamanda
dârülkurrânın başında bulunan hocaya şeyhülkurrâ denilirdi11. Osmanlı
dârülkurrâlarında ders kitabı olarak Cezerî’nin bizde kısaca Cezerî
diye bilinen eseri ve ilm-i kıraatten Şâtıbî’nin Kasîde-i Lamiye adlı
eseri okutulurdu. Ayrıca Şâtıbî’nin öğrencisi olan Cezerî’nin ona
yazdığı Fethü’l-Vahîd adlı şerhi de Osmanlı dârülkurrâlarında
okutulurdu12. Sıbyan mekteplerinde XV. yüzyılda öncelikle Kur’ân
öğrenmeye yönelik bir ders programının varlığı bilinmektedir. Eğitimde
ikinci aşama kabul edilen dârülhuffâzlarda ise biraz daha farklı bir
ders programı uygulanmakta, Kur’ân’ın ezberletilmesinden başka lügat,
fıkıh ve bazı kısa aklî ilimlerin okutulmasına yer verilmekte idi.
Temel bilgileri alarak dârülkurrâya gelmiş olan öğrenciye bu ihtisas
mektebinde sadece Kur’ân’ı güzel ve doğru okuma ile kıraat usullerini
öğretecek şekilde bir program uygulandığı görülmektedir. Bu nedenle
ders programlarına oldukça sınırlı sayıda ders konulduğu
söylenebilir13. Gerek ezberletilmek istenen Kur’ân’ın, gerekse
öğretilmek istenilen diğer ilimlerin özellikleri bakımından
dârülkurrâlarda sık sık tekrar ve uygulamaya dayanan bir öğretim
metodunun takip edildiği anlaşılmaktadır. Bu uygulamada camilerin adeta
birer laboratuar olarak kullanıldığı görülmektedir. Bununla beraber
dârülkurrâ mezunlarının imamlık ve müezzinlik gibi cami hizmetleri de
yapabilecekleri göz önüne alınırsa, itikad ve yeterli ilm-i hal
bilgilerinin, diğer medreselerde takip edilen metotlarla öğretildiği
düşünülmektedir14. Türkiye’de dârülkurrâlar, 1924 tarihinde çıkan
Tevhîd-i Tedrîsat Kanununun ikinci maddesi gereğince bütün okullar gibi
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmak istenmiştir. Ancak dönemin Diyanet
İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin bu kurumların birer ihtisas okulu
olması nedeniyle başkanlığa bağlı olarak öğretime devam etmesi
gerektiği hususundaki ısrarları sonucu Kur’ân kurslarına dönüşerek
varlıklarını günümüze kadar kesintisiz devam ettirmişlerdir15. Sonuç
olarak dârülkurrâlar, İslâmiyet’in doğuşu ile birlikte ortaya çıkmış ve
İslâm tarihinde medreselerin kuruluşuyla birlikte müstakil birer
eğitim-öğretim kurumu haline gelmiştir. Bu ihtisas medreseleri Suriye
ve Anadolu dışında İslâm dünyasının diğer bölgelerinde görülmemiştir.
Sıbyan mekteplerinden mezun olarak dârülhuffâza giden öğrenciler burada
hıfızlarını tamamladıktan sonra dârülkurrâlara giderek Kur’ân’ı doğru
ve güzel okuma ile kıraat usullerini öğrenmişlerdir. Türkiye’deki bu
kurumlar, Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na
bağlı Kur’ân kurslarına dönüşmüştür.
––––––––––––––– 1 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarihi ve Deyimleri Sözlüğü, , Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1948, s.399. 2Ziya
Kazıcı, “Bir Eğitim Kurumu Olarak Dâru’l-Kurrâ”, Kur’ân Kurslarında
Eğitim Öğretim ve Verimlilik, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2000, s.33-34. 3 Cahit Baltacı, -.Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İrfan Matbaası, İstanbul, 1976, s.14. 4 Nebi Bozkurt, “Dâru’l-Kurrâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi), VIII, İstanbul, 1993, s.544. 5Ziya Kazıcı, İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Marmara İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2003, s.384. 6 Bozkurt, aynı yer. 7 Kazıcı, aynı eser, s.383. 8
Yusuf Küçükdağ, “Konya’da Hacı Ali Efendi Dâru’l-Kurrâsı ve Vakfiyesi”,
Konya Şehri’nin Fizikî ve Sosyo-Ekonomik Yapısı, , Selçuklu Belediyesi
Yayınları, Konya, 2004, s.413. 9 Küçükdağ, aynı yer. 10 Baltacı, aynı eser, s.23. 11 Küçükdağ, aynı makale, s.406. 12 Baltacı, aynı yer. 13 Küçükdağ, aynı makale, s.414. 14 Kazıcı, aynı eser, s.385. 15 Bozkurt, aynı makale, s.545
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
kıraat ile ilgili kitaplar....
Risale-i Cezeri, Hüseyin Harputoğlu
Kuranı Okuma Usul ve Esasları, İbrahim Tanrıkulu
Asım Kıraati, Fatih çollak
Eddirasatüssavtiyye, İanim Kaddüri El-Hamed
Kuranı Kerimin Nüzulü ve Kıraati, İsmail Karaçam
Kuran Okuma Esasları, Abdurrahman çetin
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|