Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Meleil a’la nerede?
لَا يَسَّمَّ 93;ُونَ اِلَى
الْ 1605;َلَاِ الْاَعْل 48;ى وَيُقْذَ 01;ُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ
La
yessemmeune ilel meleil a'la ve yukzefune min külli canib
Onlar mele-i
a'lâyı dinleyemezler, tard için her taraftan sıkıya tutulurlar. (37/Saffat/8
- Elmalılı Hamdi Yazır Meali)
مَا كَانَ لِىَ مِنْ
عِلْ 1605;ٍ بِالْمَل 14;اءِ الْاَعْل 48;ى اِذْ يَخْتَصِ 05;ُونَ
Ma
kane liye min ılmin bil meleil a'la iz yahtesımun
" Benim mele-i a'lâya ne ilmim olurdu
onlar münakaşa ederlerken? (38/Sad/69Elmalılı Hamdi Yazır Meali )
Bu konularda ilmi açıdan yeterli olmamama rağmen, işin ehli olanlarını bu
konuya dikkat kesilmeleri ve meseleye yakından bakmaları ümidiyle bir şeyler
araştırarak ve haddimin farkında olarak projektörümüzü meleil a’la sözcüğüne
çevirdik.
Kuran'da
sadece Saffat suresi 8 ve Sad suresi 69 ayetlerde geçen meleil a’la sözcüğü neye işaret ediyor? Bir
bakalım...
الْمَلَأ 16;
الْاَعْل 48;ى Meleil a’la
الْمَلَأ 16; Mele´sözcüğü; bir düşüncede/görüşte ve-ya inançta
birleşip güzel görünümleriyle, büyüklükleriyle ve hoşluklarıyla gözleri
dolduran topluluk [1]
Bir toplumda
ileri gelenler, söz sahibi yöneticiler, müşavere yapan yetkin kadro, kafir
kavimin ileri gelenleri, kafir kavmin önderleri ekabir takımı vb.[2]
Bundan başka "
...filan kimse, kendisini gören nezdinde büyük, muazzam biridir."
anlamında" (filan kimse gözler dolusu) denir. Yapı, bünye, endam ve güzellikle
dolu bir huy gibi anlamları da var[3]
الْاَعْل 48;ىA’la yüce, üstün/galip, yüksek vb…[4]
Kavramsal
tanımdan sonra, “Meleil a’la” nın Kuran’da hangi anlamda kullanımına geçmeden
önce, bazı görüşlere yer vermeyi uygun buldum.
Fahrettinrazi
“Mele’-i a’la”
Ayetteki,
"Mele-i A'lâ hakkında onlar aralarında münazara ederlerken, benim hiçbir
bilgim yoktu" ayetine gelince, bil ki Allah Teâlâ mükellefleri, bu dört
meselede ihtiyatlı olmaya teşvik etmiş ve şu açılardan bu teşviki
pekiştirmiştir:
a) Bunlardan
herbirisi "en büyük haber"dr. Büyük haberde ise, ihtiyatlı olmak
gerekir.
b) Mele-i A'lâ,
bu hususta pekişmişlerdir. Bu konuda söylenenlerin en güzeli, bunun Cenâb-ı
Hakk'ın ''(Allah) ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dedi. (Melekler)
dediler ki: "Orada fesad çıkaracak ve kan dökecek kimse mi yaratacaksın?
Hâlbuki biz, seni hamdile tesbih ediyor ve takdis ediyoruz." (Allah) dedi
ki: "Ben, sizin bilmediğinizi biliyorum"(Sakara.30) ayetinde beyan
edilen husus olmasıdır. Bu, şu manayadır: O melekler, "İnsanlar,
şehvetlerini yerine getirmekle meşguller iken (ki bu husus ayette, "Orada
fesad çıkaracak..." ifadesiyle anlatılmaktadır) ve öfkelerini uygulamakla
meşguller iken, (ki bu da ayette "kan dökecek kimse" ifadesiyle
anlatılmaktadır) biz ise, seni hamdinle teşbih ederken, insanın yaratılmasında
hangi hikmet ve fayda vardır?" demek istemişlerdir. Bunun üzerine Allah
Teâlâ da, "Ben, sizin bilmediğinizi biliyorum" diyerek cevap
vermiştir.
En iyisini
Allah bilir ya, bunu şu şekilde izah ederiz: Aklın yaptığı taksimata göre
mahlûkat dört kısma ayrılır:
a) Kendilerinde
akıl ve hikmet bulunup, nefs ve şehvet bulunmayan varlıklar. Bunlar, sadece
meleklerdir.
b) Kendilerinde
nefis ve şehvet bulunup, ilim ve hikmet yer almayanlar. Bunlar, hayvanlardır.
c) Bu iki
kısımdan uzak olan varlıklar. Bunlar, cansız varlıklardır.
d) Bu taksime göre geriye dördüncü bir kısım kalır. Bu da, kendisinde bu iki
hususun birlikte bulunduğu varlıklardır. Bunlar İnsanlardır. İnsanın yaratılış
maksadı, cehalet, taktid, tekebbür ve temerrüd (inad) değildir. Çünkü bütün
bunlar, hayvanların ve yırtıcı hayvanların sıfatlarıdır. Aksine insanın
yaratılış maksadı, ondan ilim, hikmet ve taatın zuhur etmesidir.[5]
Taberi tefsiri
“Mele’-i a’la”
69- Yüce varlıklar
birbirleriyle münakaşa ederken benim onlar hakkında hiçbir bilgim yoktur.
70- Bana ancak
benim apaçık bir uyarıcı olduğum vahyolunuyor.
Ey Muhammed,
kavminden, senin peygamber okluğunu ve senin getirdiğin şeylerin yalan
olduğunu söyleyen müşriklere de ki: "Bu Kur'an büyük bir haberdir. Fakat
sizler ondan yüz çeviriyorsunuz ve onunla amel etmiyorsunuz. Onun delillerini
düşünüp öğüt almıyorsunuz. Ey Muhammed, yine kavminin müşriklerine de ki:
"Bana vahiy gönderilmeden önce yüce varlıklar olan meleklerin, Adem'in
yeryüzüne halife olarak gönderilmesindeki tartışmalarına dair hiçbir bildiğim
yoktu. Bunları rabbim bana vahiyle bildirdi. Benim size bunlan bildirmem,
Kur'anın Allah tarafından gönderilmiş olduğuna dair apaçık bir delildir. Çünkü
sizler de Kur'an inmeden önce, benim bu hususlarda herhangi bir bilgimin olmadığım
çok iyi biliyordunuz.
*Bu izahtan da
anlaşıldığı' gibi âyette zikredilen "Yüce varlıklardan maksat,
meleklerdir. Onların tartışma konulan, Hz. Âdem'in nefis sahibi bir beşer
olarak yeryüzüne halife olarak gönderilmesidir. Bu husus başka bir âyet-i kerimede
şöyle ifade edilmektedir. "Bir zaman rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde
bir halife yaratacağım." demişti. Melekler de: "Orada bozgunculuk
yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni överek
teşbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz." dediler. Allah da onlara:
"Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi[6].
El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an imam kurtubi
“Mele’-i a’la”
"Onlar
birbirleri ile tartışırlarken benim Mele-i A'la'ya dair bir bilgim yoktur"
buyruğunda sözü geçen "Mele-i A'la" İbn Abbas ve es-Süddî'nin açıklamasına
göre meleklerdir. Onlar Âdem (a.s) yaratıldığında durumu hakkında
tartışmışlardı ve: "Orada bozgunculuk yapacak... bir kimse mi yaratacaksın?"
(el-Bakara, 2/30) demişler, İblis de: "Ben ondan hayırlıyım." (el-Araf,
7/12) demişti. İşte bu, Muhammed (sav)'ın Âdem ve diğerlerinin kıssaları hakkında
haber verdiğini açıklamaktadır. Böyle bir şey ise ancak ilâhi bir te'yi-din
varlığı ile mümkün olabilir, düşünülebilir. O halde bu yolla onun doğru
söylediğine dair mucize de ortaya konulmuş olmaktadır. O halde peygamberin
doğruluğunu bilmek için Kur'ân'ın üzerinde gereği gibi düşünmekten ne diye yüz
çevirdiler? İşte bundan ötürü (bu buyruklar) yüce Allah'ın: "De ki: O
büyük bir haberdir. Siz ise ondan yüz çevirmektesiniz" buyruğu ile bitişik
gelmiştir.
İkinci görüşü
Eşheb, el-Hasen'den rivayet etmektedir. el-Hasen dedi ki: Rasulullah (sav)
buyurdu ki: Rabbim bana sordu ve dedi ki: Ey Muhammed! Mele-i A'la da neyin
hakkında tartışmışlardır? Ben: Keffaretler ve dereceler hakkında dedim.
Keffaretler nedir? diye sordu. Ben: Yürüyerek cemaat namazlarına gitmek,
soğuklarda iyice abdest almak, bir namazı kıldıktan sonra diğer namazı
beklemek suretiyle ardı arkasına mescidlere gitmektir. Peki dereceler nedir?
diye sordu. Ben: Selamı yaymak, yemeği yedirmek ve insanlar uykuda iken
geceleyin namaz kılmak dedim." Bu hadisi bu manası ile Tirmizî, İbn
Abbas'tan rivayet etmiş ve hakkında garib bir hadistir demiştir. Muaz b.
Cebel'den de rivayet etmiş olup: Bu hasen, sahih bir hadistir demişttir hadisi
"Kitabu'l-Esna fi Şerhi Esmaillahi'l-Hüsna" adlı eserimizde
bütünüyle kaydettik ve açıklanması gereken yerleri orada açıkladık, yüce
Allah'a hamdolsun.
Daha önce de
Yâsîn Sûresi'nde (36/12. âyet, 2. başlık ve devamında) mes-
cidlere
yürüyerek gitmeye, atılan adımların kötülüklere keffaret olup dereceleri
yükselttiğine dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Âyet-i kerimede
sözü edilen "Mele-i A'la"nın melekler olup "tartışırlarken"
lafzındaki zamirin iki ayrı fırkaya ait olduğu da söylenmiştir. Bununla da
aralarından: Melekler Allah'ın kızlarıdır diyenler ile melekler (Allah'tan başka
kendilerine) ibadet edilen ilâhlardır diyenler kastedilmektedir.
Buradaki Mele-i
A'la'nın Kureyşliler olduğu da söylenmiştir. Bununla onların kendi aralarındaki
tartışmaları kastedilmiş olmaktadır. Allah da peygamberini bu tartışmadan
haberdar etti.
"Bana, ben
ancak apaçık bir korkutup uyaran olduğum için vahyolu-nuyor." Yani bana
ancak korkutup uyarmam (inzar) vahyediliyor, demektir.
Ebu Cafer b. el-Ka'ka,
" Ancak" lafzındaki ikinci hemzeyi kesreli olarak okumuştur. Çünkü
vahiy de bir söz (sözden sonra gelen "elif, nun"un elifi esreli
okunur)dür. Sanki şöyle demiş gibidir: Bana deniliyor ki: Sen ancak apaçık bir
uyaransın.
Bu hemzeyi
üstün okuyanlar ise, ref konumunda kabul ederler. Çünkü meçhul bir fiilin ismi
(naib-i faili, sözde öznesi) olmaktadır.
el-Ferra dedi ki: Şöyle demiş gibidir: Bana ancak
korkutup uyarmak vah-yolunuyor. en-Nehhas dedi ki: " Ancak... için"
anlamında nasb konumunda olması da mümkündür. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.[7]
Sayın Porf. Dr. Süleyman ATEŞ’in görüşü
“Mele’-i a’la”
Onlardan bir
grup fırladı: "Yürüyün, tanrılarınıza bağlı kalın. Çünkü bu, arzu edilen
bir şeydir." (Sâd: 38/6)
Kavminden ileri
gelenler dediler ki: "Biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz!"
(A'râf: 39/60)
O(şeyta)nlar
mele-i a'lâyı (yüce melekler topluluğunu) dinleyemezler; her yandan kendilerine
(ışınlar atılır). (Sâffât: 56/8)
Mele' aynı
düşüncede olup, görünüş ve heybet bakımından göz dolduran cemâat demektir.
Mele'-i a'lâ (yüce topluluk) da gök ehli, meleklerin ve yüce ruhların
oluşturduğu topluluktur. Yere karşılık olarak gök halkına mele-i a'lâ
denmiştir. Sözgeliminden mele-i a'lâ'nm, Allah'ın, meleklerin ve yüce ruhların
bulunduğu meclise dendiği anlaşılır. İşte Yüce topluluk tartışırlarken (aralarında)
neler geçtiği hakkında bir bilgim yoktu." (Sâd: 38/69) âyetinde, o
mecliste geçmiş bir tartışmanın, elçi olarak görevlendirilen Hz. Muhammed'e
vahyedildiği anlatılmaktadır. Yine sözgeliminden, bu tartış-manın, Sâd:
38/71-85. âyetlerde anlatılan tartışma olduğu anlaşılmaktadır.
Mele'
kelimesinin geçtiği diğer âyetler: A'râf: 39/ 66, 75, 88, 90, 109, 127; Nemi:
48/29, 32, 38; Kasas: 49/20, 28; Hûd: 52/27; Yûsuf: 53/43; Mü'minun: 74/24, 33;
Bakara: 92/246. [1]
Cinlerin Gökten
Haber Çalması:
"O(Kur'â)nı şeytânlar indirmedi, bu onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar
da. Çünkü onlar (meleklerin sözlerini) işitmekten uzaklaştırılmışlardır."
(Şu'arâ: 47/210-212) âyetinde cinlerin yüce topluluğu dinleme imkânından
soyutlandıkları, o makamdan uzaklaştırıldıkları anlatılmaktadır.
"Andolsun biz gökte burçlar yaptık ve onu bakanlar için süsledik ve
onu her kovulmuş, taşlanmış şeytândan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden
olursa onu da parlak bir ışın kovalar." (Hicr. 54/16-18)
"Biz en yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla süsledik. Ve onu itaat
dışına çıkan her türlü şeytândan koruduk. Onlar yüce topluluğu dinleyemezler;
her yandan kendilerine ışınlar atılır. Kovulurlar. Onlar için sürekli bir azâb
vardır. Yalnız (yüce topluluktan) bir söz kapan olursa, onu da delici bir ışın
izler." (Sâffât: 56/6-10)
"Andolsun biz en yakın göğü lambalarla süsledik ve onları şeytânlar
için taşlamalar yaptık, onlara çılgın ateş azabını da hazırladık!"
(Mülk:77/5)
Rücûm: Recm'in çoğuludur. Recm: taşlamak, kovmak, kendisiyle taş atılan
araç, öldürmek anlamlarına gelir. Mülk Sûresi'nin beşinci âyetinde göğü
süsleyen yıldızların, şeytânları taşlama, kovma aracı yapıldığı vurgulanmaktadır.
Yıldızların kendileriyle değil, saldığı ışınlarla şeytânlar yakılır, onların
gök ehlinden haber çalmaları önlenir. Allah, dünyaya en yakın göğü yıldızlarla
süslemiş ve onu Allah'ın emrine başkaldıran, söz dinlemez şeytânlardan
korumuştur. Şeytânlar (kötü cinler) yüce topluluğun sözlerini işitemezler. Yüce
topluluğun konuşmalarını işitmek için çabalayan, onlara kulak kabartan
şeytânların üzerine ışınlar atılarak meleklerin sözlerini duymalarına engel
olunur. Kur'ân, şeytânların üzerine salınan ışınlara şihâb demektedir.
Şihâb kayan yıldız gibi görünen şeydir. Işığı ile karanlığı deldiği için
şihâb-ı sâkıb ve necm-i sâkıb denilir. Şihâb-ı sâkıb, ışığı ile göğü delen çok
parlak şihâb (kıvılcım, ışın) demektir. "Ancak kulak hırsızlığı yapan
olursa onu da apaçık bir şihâb izler" âyeti de gök
halkından haber çalmaya kalkışan şeytânların, salınan ışınlarla kovalanıp
yakılacaklarını bildirmektedir.
Şihâblar yıldız
değil, küçük cisimlerdir. Şihâblardan çıkan ışık, bunların atmosfer
tabakasıyla sürtünmesinden oluşur. Ancak âyetlerde şeytânları izleyip yakan
ışık, güneş çevresinde dönen küçücük cisimler değil, mele-'i a'lâ'dan
şeytânların üstüne salınarak onları yakan ma'nevî ışın (nur) olmalıdır.
Gök taşları da
gezegenler arası uzaydan yere düşen taş veya maden parçalarıdır. Bunlar
dünyanın çekim alanına girince, Dünyânın üstüne doğru düşmeğe başlar.
Atmosferden geçerken sürtünmeden ötürü şihâb gibi yanar. Bir kısmı da yere düşer.
Eskiden gök
taşları için kullanılan "Akan yıldız" veya "Kayan yıldız"
gibi deyimler, bugün astronomlarca kullanılmaz. Bunun yerine yalnız gök
taşlarından söz edilir. Gök taşlarının atmosferden geçerken sürtünmeden doğan
ışık olaylarına genel bir deyimle meteor denilir.
Ayrıca
şeytânlar, âhirette de sürekli azâb içine atılırlar. Âyetlerden, şeytânları
kovmak üzere üstlerine salınan ışınların, onları çılgın alev gibi yaktığı
anlaşılmaktadır. Onları izleyip yakan bu ışın azabından ayrı olarak onlara, cehennemde
de çılgın alev azabı vardır. Şeytânlar gök haberlerini çalmağa çalışınca
üzerlerine salınan yıldız ışınlarıyla kovulurlar. Ruhsal varlıklar olan
cinlerin, kendilerinden daha üstün olan melekler topluluğundan haber çalması
mümkündür. Cinlere atılan kıvılcımlar, meteor taşlarının hava ile
sürtünmesinden çıkan ışıklar değil, onların yüceler âlemine yaklaşmalarını
önleyen nurlardır. Bunlar, maddi gözle görülemez. İnsan duyularının
uzanamayacağı ruhsal konularda akıl yürütmelerle hüküm vermek doğru olmaz.[8]
Melei-a'la il ilgili görüşler 1)Göklerdeki melekler 2)
Allah'a en yakın olan melekler 3) Adem'in yaratılışını sorgulayan melekler 4)
Kureyş'in ileri gelenleri
Göklerdeki melekler, Allah’a en yakın olan melekler ve
Âdem’in yaratılışını sorgulayan melekler, Olabilir mi?
Öncelikle bu görüşler bizim melek kavramından
anladıklarımızla uyuşmuyor, melek kavramına getirdiğimiz tanım; Kısaca Kuvvet,
Yönetim gücü, elçi ve haber verici, ayetler ve evrenin işleyiş yasaları, fizik
kuralları, yapılan her türlü amelin karşılığı, Allah’ın taktir ettiği kader,
Allah’ın sünneti, yaratıklar üzerinde iş ve oluşun uygulanışı vb… Allah’ın
ayetleri, Allah’ın iş ve oluşu gerçekleştirdiği yasaları. Kozmik akışta trafiği
sağlayan her türlü kaderin, sünnetin, yasanın ve kuralın adıdır.
Sad suresi
69,70 ayetlerde "Melei al’a tartışırlarken neler geçtiği hakkında bir
bilgim yoktu." "Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor."
Buyruluyor, eğer meleklerin Allah’ın yapacakları hakkında bilgileri varsa, daha
önce adem hakkında neden bir bilgileri yoktu?
“Bir zamanlar
Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife atayacağım," demişti.
"Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi halife atayacaksın? Oysa
biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz?" dediler. Ben sizin
bilmediklerinizi bilirim," dedi”. 2/30
Melekler bilen bir topluluk olsaydı böyle sorarlar
mıydı? Saffat 8 ayete getirilen yorumlarda sanki melekler gaybı biliyormuş
gibi, oysa gaybı Allah’tan başka kimse bilemez.
Kur’an’da iki yerde geçen melei-a’la sözcüğü kureyş’in
ileri gelenleri olabilir mi? Her iki ayette de bu manada geçmesi mümkün
değildir, bu çok zorlama ve sorunlu bir yorum olur, peygamberin vahyi alarak
öğrendiği şeyin kureyş’in ileri gelenlerinin aralarında görüştüğü şeyin olması
imkânsız bir şeydir. Kureyş’in konuştuğu konuları o kabilede yaşayan biri
olarak Muhammed (a.s) bilmemesi olası değildir, zaten ayetlerin sıyakı ve
sıbakı buna müsait değildir.
Kur’an’da iki
yerde (Saffat/8 ve Sad/69) geçen melei-a’la kavramının, bir birine yakın iki
anlamı olduğunu düşünüyorum.
Benim bu
konu’(MELEİ-A’LA) da ki Kuran’dan anladığım ise; belli bir ilim seviyesi,
hikmeti kavrama derecesi, yüksek seviye makamı’mahmud ve bu seviyeden olanlar
topluluğu, ilim meclisi, âlimler topluluğu vb…
Saffat 8 de
geçtiği haliyle belli bir ilim seviyesi, hikmeti kavrama derecesi, yüksek
seviye makamı’mahmud vb…
Saffat suresi
8. Ayette geçen male-i’ala
Onlar ne kadar
çırpınsalar da o yüce konseyi (ilimde derinleşme/rasihun derecesini)
dinleyemezler. Ve her taraftan atışa tutulurlar; (Saffat/8)
Aşağıdaki
alıntıladığım ayetler sanırım bu konuya ışık tutacaktır. Cahillerin,
şeytanların (ki soyut bir kavramdır), ulaşacağı derece değildir.
Gerçeği görmek,
basiretli olmak Allah’tan korkmakla olur.
İnsanlardan,
hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları
içinden ancak bilginler, Allah'tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah daima
üstündür, çok bağışlayandır. (FATIR/28)
Burada da
görülüyor ki ancak Allah’tan korkanlar görür, bilir, anlar, dinler ve
ulaşırlar, art niyetli şeytanlar ulaşamaz.
Ey inananlar,
Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir,
kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir. (ENFÂL/29)
O'ndan başka
yalvardıklarınız ise, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım
ederler. Onları hidayete çağırırsanız, işitmezler. Onların sana baktıklarını
sanırsın, oysa onlar görmezler. Affı al, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.
Ne zaman şeytandan bir kötü düşünce seni dürtüklerse, Allah'a sığın; çünkü O,
işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar, kendilerine şeytandan gelen bir
vesvese dokunduğu zaman düşünür, (gerçeği) görürler. Kardeşleri ise onları,
azgınlığa çekerler, hiç yakalarını bırakmazlar. Onlara bir ayet getirmediğin
zaman: "Bunu da derleseydin ya!" derler. De ki: "Ben, ancak
Rabbimden bana vahyolunana uyuyorum. Bu (Kur'an), Rabbinizden gelen
basiretler(gönül gözlerini açan nurlar, gerçeğe ileten kanıtlar)dır ve inanan
bir toplum için yol gösterici ve rahmettir!" (A'RAF/197-203)
Kendileri
inkâra şartlanmış olanlar gerçeği işitseler de, gerçek bütün çıplaklığıyla
etraflarında da olsa, ulaşamaz duyamazlar.
Kur'an
okuduğunda seninle, ahirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz.
Kalpleri üzerine onu anlamaları için kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir
ağırlık koyarız. Rabbini Kur'an'da yalnız Kur'an'da andığın zaman, nefretle
geriye dönüp kaçarlar.(İsra/45,46)
Sad 69 da
geçtiği haliyle de “Toplumun bilenleri/âlimleri” şeklindedir.
“Yüce konseyin
kendi aralarındaki tartışmalarından, benim hiçbir ilmim/bilgim yoktur. (Sad/69)
Bu ayette geçen
mesele, özellikle Kur’an’ın henüz inmediği dönemlerde şekillenmiş ehli kitaptan
ilim sahibi, toplumun değer verdiği ve sık sık Resulullah’a soru gönderen ileri
gelenler olma olasılığı çok yüksek.
Sad suresini
incelediğimizde! “Zikir (öğüt) aramızdan onun üzerine mi indirildi?” ”Nuh’un
kavmi, Ad, kazıklar sahibi Firavun, Semud, Lut’un kavmi ve Eyke ashabı…”
“Davud’u hatırla” “Süleyman’ı da bahşettik Kulumuz Eyyüb’ü de hatırla!”
“İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla!” “İsmail’i, Elyasa’yı, Zü-l Kifl’i
de an”. “Hepsi de hayırlı kimselerdendir” vb… Resulullah’ın daha önce bilmediği
kısalardan bahsetmekte ve “bana bu vahiyle bildirilmektedir, yoksa ben nereden
bileceğim. Sizde biliyorsunuz ki benim mele-i’al (ehli kitap bilginlerinin)
aralarında bahsettiği kıssalardan geçen konuşma/tartışmadan hiçbir bilgim
yoktur.” Denildiğini anlamaktayım.
Kur’an’a
baktığımızda bazı sorulara/iddialara cevaplar verildiğini; “Muhammed bunları
birilerinden öğreniyor”, “öğrenim görmüş bir deli”, “bir topluluk da kendisine
yardım ediyor” ve “öncekilerin (ehli kitabın) masalları” vb… gibi sorular
olduğunu görmekteyiz…
Biz onların,
"Ona bir insan öğretiyor!" dediklerini biliyoruz. Hak'tan saparak
kendisine yöneldikleri adamın dili a'cemi (yabancıdır, açık değildir), bu ise
apaçık Arapça bir dildir. (NAHL/103)
İnkâr edenler:
"Bu, yalandan başka bir şey değildir. (Muhammed) onu uydurdu, başka bir
topluluk da kendisine yardım etti." dediler ve kesin bir haksızlığa ve
iftiraya vardılar.
Dediler:
"Evvelkilerin masalları, onları yazmış, sabah akşam onlar kendisine
yazdırılıyor." De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki gizleri bilen
indirdi. O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. (Furkan/4-6)
"Bunu (bu
aktarılan tarihsel tartışmayı) o uydurdu" mu diyorlar? (Ey Muhammed) De
ki: "Onu ben uydurmuş isem, suçumdan ben sorumlu olacağım ve sizin
işlediğiniz suçlarla da benim bir ilişkim yok." (Hud/35)
Sonra ondan yüz
çevirdiler ve, "Öğrenim görmüş bir deli!" dediler. (Duhan/14)
(Ey Muhammed)
Bunlar sana vahyettiğimiz, görünmez âlemin haberlerindendir. Meryem'e hangisi
kefil olacak diye (kur'a) oklarını atarlarken sen onların yanında değildin;
birbirleriyle çekiştikleri zaman da sen yanlarında değildin. ( Ali-imran 44
Bu ayetlerin de
yardımıyla şunu anlıyoruz ki Sad 69 da geçen mele-i’ala o toplum tarafından
bilinen bilgin/âlim kimselerdi.
Özetle:
Kur’an’da iki yerde (Saffat/8 ve Sad/69) geçen melei-a’la kavramının, bir
birine yakın iki anlamı olduğunu, belli bir ilim seviyesi, hikmeti kavrama
derecesi, ilimde derinleşme ve yükselme seviyesi ve bu seviyeden olanlar
topluluğu, ilim meclisi, âlimler topluluğu vb…
Saffat 8 de
geçtiği haliyle belli bir ilim seviyesi, hikmeti kavrama derecesi, yüksek
seviye makamı’mahmud vb…
Sad 69 da
geçtiği haliyle de “Toplumun bilenleri/âlimleri” şeklindedir.
En doğrusun bilen ancak Allah’tır.
[1] Müfredat Ragıp el-isfahani çeviri Yusuf TÜRKER pınar
yayınları sayfa 1393
[2] 2/246,
7/60,66,75,88,90,109,127, 11/27, 23/33, 28/20,38
[3] Müfredat Ragıp el-isfahani çeviri Yusuf TÜRKER pınar
yayınları sayfa 1394
[4] 16/60, 20/68, 30/27, 37/8, 38/69, ayrıca 3/139, 42/32
[5] Razinin sad suresi 69.
Ayetin açıklaması
[6] Taberi tefsiri sad
suresi 69. Ayetin açıklaması
[7] El-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an imam qurtubi sad suresi 69. Ayetin açıklaması
[8] Prof. Dr. Süleyman
Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Küba Yayınları: 13/152-154. Süleyman ATEŞ
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|