Geçtiğimiz ekim ayında İngiltere'de başlayan Ateist Otobüs Kampanyası'nı hatırlayanlarınız olacaktır.
Yazar E-Posta
-
Haber Tarihi
: 30 Kasım 2008
Üzerinde kocaman harflerle "Tanrı
muhtemelen yok. Endişelenmeyi bırakıp hayatın
tadını çıkarın" yazılı otuz otobüs Londra sokaklarında
dolaşmaya başlamıştı. Kampanyayı açanların hareket
noktası, 2008 yaz başlarından itibaren Hristiyan grupların
otobüs reklamları aracılığıyla yoğun bir kampanyaya girişmesiydi.
Ateistler de aynı yöntemi kullanarak karşı propaganda
yapmanın hakları olduğunu düşündüler ve aralarında
para toplayarak Otobüs Kampanyası'nı başlattılar.
İngiltere'nin ardından, şimdi aynı kampanyanın Hümanist
Otobüs Kampanyası adıyla ABD'ye taşındığına
tanık oluyoruz.
Washington D.C.'de Aralık ayı boyunca -
yani kutsal Chiristmas tatilinde - 200'den fazla otobüs
"Tanrıya inanmak niye? Sadece iyi olmak için
iyi olun" sloganını taşıyarak sefer yapacak.
Olayın en öğretici yanı, dindarların ve kilisenin bu
kampanyaya verdikleri tepki. İngiltere'de Katolik Kilisesi
ve onun desteklediği
düşünce kuruluşları
yaptıkları açıklamada
ne dediler biliyor
musunuz?
Gayet sakin
bir ifadeyle ateistlerin
bu kampanyasının
Hıristiyanlığı
güçlendireceğini, insanların
Tanrı hakkında
daha çok düşünmesini
sağlayacağını
söylediler. Yani hiç de rencide olmadılar...
Dine
ilişkin farklı inançların da tıpkı fikirler gibi serbestçe rekabet
edebileceğini büyük bir olgunlukla kabul ettiler.
Bütün bunları bana hatırlatan şey, Önder Sav'ın başına
gelenler...
Önder Sav Kutsal Ramazan ayında "Tanrı yoktur"
diye bağırmadı. Kamuya yönelik bir açıklama da
yapmadı. Bütün yaptığı, bir arkadaşıyla özel konuşmasında
hacca gitmekle ilgili fikirlerini mizahi bir üslupla
ifade etmek...
Haa, bir de Hz. Muhammed yerine Muhammed
demek... Peki biz ne yaptık? Ortalığı birbirine
kattık. Büyük bir siyasi linç kampanyası açtık. "İstifa
et, özür dile" diye baskı yaptık. Bu da kesmedi, şimdi
de dokunulmazlığının kaldırılması ve yargılanması için
çalışıyoruz. Elmadağ Cumhuriyet Savcılığı'nın, dokunulmazlığının
kaldırılması için hazırladığı fezlekede Sav
"halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama"
ile suçlanıyor. Sav'ın bu sözlerinin kamu barışını bozmaya
yönelik olduğu iddia ediliyor.
İnsaf...
Gerçekten el insaf... Önce adamın özel konuşmasını
gizlice dinleyip yayınlayacaksın; sonra da halkı
tahrik ediyor ve dini aşağılıyor diye suçlayacaksın. Olacak
şey mi bu? Önder Sav bu konuşmayı halka yapmadı.
Ama tutun ki yapmış olsaydı. Bazı insanların dini sizin
kadar ciddiye almama hakkı yok mu? Eğer yoksa bu nasıl
laikliktir? Bu sözlerin neresi halkı kin ve düşmanlığa
tahrik ediyor? Neresi kamu barışını bozuyor?
Eğer kamu
barışı dediğimiz şey inananların istediklerini söyleme, icabında
inanmayanlara sövüp sayma hakkına sahip olmasına,
buna karşılık inanmayanların dinle ilgili hiçbir fikirlerini
ortaya koyamadan susup oturmasına ve kendilerine
yapılan her hakareti sineye çekmesine dayanıyorsa buna
kamu barışı denmez, zorbalık denir.
Evet, bence bizim şu "rencide olma" meselesini
ciddi olarak konuşmamız gerek...
Hristiyan dünyasında
Hz. İsa ile ilgili fıkralar gırla giderken neden bizim dindarlarımız
esen yelden nem kapıyor; bu kadar çabuk
rencide olup ayağa kalkıyor acaba? Batılı dindarlardan
daha dindar oldukları için mi; peygamberlerini onlardan
daha çok sevdikleri için mi?
Yoksa sadece daha despot oldukları için mi?
Batılılar, İslam alemindeki bu fanatizmi İslam'ın tabiatında
aramaya pek yatkın, kendi dinlerinin kanlı tarihini
kolaycacık unutuvererek...
Ama işin aslı o ya da bu dinin
felsefesinden ya da kurallarından gelmiyor. Fanatizmin
kaynağı dinin kendisinde değil, o dine inanan topluluğun
gelişmişlik düzeyinde; demokrasi ve özgürlük anlayışında
gizli. Yani çare esas olarak dinin yapısını değil toplumun
yapısını sıkı bir reformdan geçirmek. Tıpkı Batının Orta
Çağ sonrasında yaşadığı Reform hareketinin aslında dinde
değil toplumda gerçekleşmiş bir reform oluşu gibi.