HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: kabe tarihi... Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

KABE İLE İLGİLİ TARİHİ BAKIŞ

Kâbe'yi ilk kez inşa eden kişinin Hz. İbrahim (a.s) olduğu tevatür düzeyinde kesin bir tarihsel olgudur. O dönemde bölgede İbrahim'in oğlu İsmail ile Yemen'den gelen kabilelerden olan Curhum kabilesi ya-şıyordu. İbrahim Kâbe'yi yaklaşık olarak dörtgen şeklinde inşa etmişti. Dört yöne bakan köşeleri, esen şiddetli rüzgarların etkisini kırıyor, zarar vermesini engelliyordu.

Kâbe, Amaliklerin yeniledikleri güne kadar İbrahim'in inşa ettiği şekilde kaldı. Sonra Curhum kabilesi (veya tam tersine önce Curhum ve daha sonra Amalikler) Emir-ül Mü'minin'den gelen rivayette belirtildiği gibi yeniden onu inşa ettiler.

Kâbe'nin yönetimi, hicretten önce ikinci yüzyılda Peygamberimizin atalarından biri olan Kusay b. Kilab'ın eline geçince, onu yıkıp ye-niden sağlam bir şekilde inşa etti. Devm (bir çeşit hurma ağacına benzer) ve hurma ağacı kerestesinden bir tavan yaptı. Yanına da Dar-un Nedve'yi inşa etti. Yönetim işlerini ve ileri gelenlerle istişare etmeyi burada yürütüyordu. Sonra Kâbe duvarlarının baktığı yönleri Kureyş oymakları arasında bölüştürdü. Onlar da evlerini Kâbe'nin etrafındaki tavaf alanının çevresinde yaptılar. Evlerinin kapılarını Kâbe'ye açılacak şeklide planladılar.

Peygamberimizin peygamber olarak gönderilişinden beş yıl önce bir sel sonucu Kâbe yıkıldı. Kabileler Kâbe'yi yeniden inşa etmek için iş bölümü yaptılar. Duvarlarını yapan usta Yunanlı (Rum) Yakum'du. Mısırlı bir marangoz da ona yardım ediyordu. Sıra Hacer-ül Esved'in yerleştirilmesine gelince, onu yerine koyma onuruna kimin erişeceği hususunda aralarında tartışma çıktı. Sonunda Hz. Muhammed'in (s.a.a) hakemliğine başvurmaya karar verdiler. Peygamberimiz (s.a.a) o sırada otuz beş yaşındaydı. Kureyşliler onu akıllı, ileri görüşlü, doğru biri o-larak biliyorlardı. Hz. Muhammed bir aba istedi. Hacer-ül Esved'i örtünün üzerine koydu. Sonra her kabilenin temsilcisinin örtünün bir ta-rafından tutup kaldırmasını istedi. Taşın konulacağı doğu tarafındaki yere kadar yükselttiklerinde, Hz. Muhammed (s.a.a) taşı tutup yerine yerleştirdi.

Yapılan harcamalar onlara ağır gelmeye başladığında, yapıyı bugünkü hali üzere bıraktılar. Böylece Kâbe'nin bazı bölümleri yapı dışında kaldı. Binayı küçülttüklerinden Hacer-ül Esved tarafındaki Hicr-i İsmail dışarıda bırakılmış oldu.

Kâbe, Yezid b. Muaviye döneminde Abdullah b. Zübeyr'in Hicaz'a egemen olduğu zamana kadar bu şekilde kaldı. Yezid'in Mekke'deki kumandanlarından Husayn, İbn-i Zübeyr'le savaştı. Kâbe mancınık atı-şından isabet aldı. Daha sonra yıkıldı, örtüsü ve bazı ahşap bölmeleri yandı. Sonra Yezid ölünce kuşatma kaldırıldı. İbn-i Zübeyr Kâbe'yi yı-kıp yeniden inşa etmek istedi. Bu amaçla Yemen'den arıtılmış kireç ge-tirildi. Duvarları onunla yapıldı. Hicr-i İsmail Kâbe'nin içine dahil e-dildi. Kapının yere bitişik olması sağlandı. Karşı duvarda bir kapı daha açıldı. İnsanlar birinden girip diğerinden çıksınlar diye. Yüksekliği yir-mi yedi zira (yaklaşık on üç buçuk metre) olarak öngörüldü. Bina tamamlanınca, Kâbe'nin içine ve dışına misk ve esans sürüldü. Üzeri ha-lis ipek kumaşla örtüldü. Kâbe'nin onarımı Hicri 64 yılının recep ayının 17'sinde tamamlandı.

Sonra Abdulmelik b. Mervan halife oldu. Komutanlarından Hac-cac b. Yusuf'u İbn-i Zübeyr'le savaşmak üzere görevlendirdi. Nihayet İbn-i Zübeyr yenildi ve öldürüldü. Haccac Kâbe'ye girdi ve İbn-i Zü-beyr'in yaptığı değişiklikleri Mervan'a duyurdu. Mervan Kâbe'yi eski haline döndürmesini emretti. Bunun üzerine Haccac Kâbe'nin kuzey tarafını altı zira ve bir karış kadar yıktı.

Bu duvarı Kureyş'in attığı temel üzerinde yeniden inşa etti. Doğuya bakan kapıyı yerden biraz yüksekçe olmasını sağladı, ötekini kapat-tı sonra kalan diğer taşları yerlere döşedi.

960 tarihinde Osmanlı Sultanlarından Sultan Süleyman tahta gelince, Kâbe'nin çatısını değiştirdi. 1021 tarihinde tahta geçen Sultan Ahmet, 1039 Tarihinde meydana gelen büyük selin yıktığı kuzey, doğu ve batı duvarlarını onardı. Sonra Osmanlı Sultanlarından 4. Murad za-manında bir kez daha onarıldı. Kâbe o günden günümüze, yâni hicri-kameri bin üç yüz yetmiş beş veya Hicri-Şemsi bin üç yüz otuz sekiz tarihine kadar herhangi bir onarım geçirmemiştir.
Kâbe'nin Şekli:

Kâbe yaklaşık olarak dörtgen şeklindedir. Sert mavi taştan yapılmıştır. Yüksekliği on altı metredir. Peygamberimiz (s.a.a) zamanında yüksekliğinin bundan daha az olduğunu Fetih günü Peygamberimiz (s.a.a) Ali'yi omuzlarına çıkarıp Ali'nin de Kâbe'nin üzerindeki putları aşağı indirip kırdığına dair rivayet edilen hadisten anlıyoruz.

İçinde su oluğu bulunan ve tam karşısında yer alan kenarın uzunluğu on metre ve on cm.'dir. Kapının yer aldığı ve karşısında bulunan kenarın uzunluğu ise on iki metredir. Kapı yerden iki metre yüksekliktedir. İçeriye giren için kapının solunda yer alan rükünde Hacer-ül Esved yer alır. Onun tavaf yerinden yüksekliği bir buçuk metredir. Ha-cer-ül Esved ağır, düzgün olmayan yumurta şeklinde bir taştır. Rengi kırmızıya çalan siyahtır. Üzerinde kızıl noktalar, sarı kıvrımlar yer alır. Bunlar taşta meydana gelen çatlamaların sonradan kaynaması sonucu oluşmuşlardır. Çapı yaklaşık olarak otuz santimetredir.

Kâbe köşeleri, eski zamanlardan beri "rükün" olarak adlandırılır. Örneğin kuzey köşesine "Rükn-ül Iraki", batı köşesine "Rükn-üş Şa-mi", güney köşesine "Rükn-ül Yemani", Hacer-ül Esved'in bulunduğu doğu köşesine de "Rükn-ül Esved" denir. Kapı ile Rükn-ül Esved arasındaki mesafeye "mültezem" denir. Bu adı almasının nedeni tavaf e-den kimsenin devamlı burada dua ve dilekte bulunmasındandır. Kuzey taraftaki duvarın üzerideki su oluğuna Mizab-ur Rahmet (rahmet oluğu) denir. Bu oluğu Haccac b. Yusuf yapmıştır. 954 tarihinde sultan Süleyman gümüş bir olukla değiştirmiş, 1021 tarihinde sultan Ahmet mavi çini nakışlı ve altın yaldızlı bir gümüş olukla değiştirmiştir. Sonra Osmanoğullarından sultan Abdulmecid 1273 tarihinde altın bir oluk göndermiştir. Yerine konulan bu oluk hala orada bulunmaktadır.

Oluğun tam karşısında yay şeklinde "Hatim" adı verilen bir duvar yer alır. Bu yay şeklinde bir yapıdır. İki ucu Kâbe'nin kuzey ve batı kö-şelerine bakar. Onlardan uzaklıkları 203 cm. kadardır. Bu yapının yüksekliği bir metredir. Kalınlığı bir buçuk metredir. İç tarafından nakışlı mermer kullanılmıştır. İçeriden bu yay şeklindeki duvarın ortasında Kâbe'nin bir tarafının ortasına kadarki mesafe 844 cm.'dir.

Bu "Hatim" adlı duvarla Kâbe'nin duvarının arasındaki boşluğa Hicr-i İsmail denir. İbrahim'in ilk kez inşa ettiği zamanlarda bunun yaklaşık olarak üç metrelik kısmı Kâbe'nin içindeydi. Geri kalan kısmı ise, Hâcer ve oğlunun koyunlarının barınağıydı. Denilir ki, Hâcer ve İsmail burada gömülüdürler.

Kâbe'nin içinde yapılan değişiklikler, onarımlar, Kâbe'ye ilişkin kurallar ve protokoller bizi pek ilgilendirmemektedir. Dolayısıyla bun-ların detayına girme gereğini duymuyoruz.
Kâbe'nin Örtüsü:

Daha önce Bakara suresinin tefsiri çerçevesinde, Hacer ve İsmail'in kıssası ve Mekke toprağına konaklamaları ile ilgili olarak aktardığımız rivayetlerde, Kâbe'nin inşasının tamamlanışından sonra Hâcer'in Kâbe'nin kapısına bir perde astığı ifade edilmişti.

Kâbe'nin tümünü örten perdeye gelince, söylendiğine göre: İlk kez Kâbe'ye örtü giydiren kişi, Yemen Tubbalarından Ebu Bekir Es'ad'dır. Bu zat Kâbe'yi gümüş sırmalı bir perdeyle örtmüştü. Ondan sonra yönetime gelenler onun bu uygulamasını sürdürdüler. Daha sonra insanlar değişik kumaşlardan üretilmiş perdelerle örtmeye devam ettiler. Böylece üzeri kat kat perdelerle örtülür oldu. Bu perdelerden biri çürü-düğünde hemen üzerine yenisi konulurdu. Bu durum Kusay zamanına kadar sürdü. Kusay Kâbe'nin örtüsü için Araplardan yılda bir kez olmak üzere yardım topladı. Bu gelenek onun oğulları tarafından da sürdürüldü. Ebu Rebia b. Muğire bir yıl, diğer Kureyş kabileleri de bir yıl örtüyü değiştirirlerdi.

Peygamber Efendimiz (s.a.a) Kâbe'yi Yemen kumaşıyla örtmüştü. Abbasi Halifelerinden el-Mehdi'nin zamanına kadar bu şekilde kaldı. Halife Hac için Mekke'ye geldiğinde, Kâbe bakıcıları perdelerin Kâbe-'nin yüzünde birikmiş olmasından şikayet ettiler. Bunların ağırlık yapıp Kâbe'yi yıkmasından korktuklarını belirttiler. Bunun üzerine Halife bu örtülerin kaldırılmasını, yerine her yıl bir tek örtü serilmesini emretti. Bu gelenek günümüze kadar devam etti. Kâbe'nin bir de iç örtüsü vardır. İlk kez Kâbe'ye içeriden perde örten kişi Abbas b. Abdulmutta-lib'in annesidir. Oğlu Abbas ile ilgili olarak bir adakta bulunduğu için bu perdeyi Kâbe'nin iç duvarlarına örtmüştü.
Kâbe'nin Konumu:

Kâbe toplumlarca kutsal ve saygın olarak bilinirdi. Hintliler Kâbe'ye saygı gösterirlerdi ve kendilerince üçüncü uknum olarak kabul edilen "sifa"nın ruhunun, eşiyle birlikte Hicazı ziyaret ettiği sırada Ha-cer-ül Esved'e hulul ettiğini söylerlerdi.

Fars ve Keldani Sabiileri onu yedi büyük evden biri kabul ederlerdi.[53] Bir de, eski ve uzun süre ayakta kalmış olması dolayısıyla Zühal'in evi olduğuna inanılırdı.

Farslar da Kâbe'ye saygı gösterirlerdi. Hürmüz'ün ruhunun ona hu-lul ettiğine inanırlardı. Bazen Hac için gittikleri de olurdu.

Yahudiler ona saygı gösterir, İbrahim'in dini üzere orada Allah'a ibadet ederlerdi. İçinde resimler ve heykeller bulunurdu. Bunlar arasında ellerinde fal okları bulunan İbrahim ve İsmail'in resimleri de yer a-lırdı. Bakire Meryem'in ve Mesih'in resmi de yapılmıştı. Bu da Yahudiler gibi Hıristiyanların da ona saygı gösterdiklerinin tanığıdır.

Araplar da Kâbe'ye büyük bir saygı gösterirlerdi. Onu Allah'ın evi kabul ederlerdi. Her taraftan gelip ona hac ziyaretinde bulunurlardı. Kâbe'nin İbrahim tarafından yapıldığını söylüyorlardı. Hac, İbrahim'in Araplar arasında tevarüs eden dininin bir kuralıydı.
Kâbe'nin Yönetimi:

Kâbe'nin yönetimi İsmail'in elindeydi. Ondan sonra bu görev oğullarına geçti. Sonra Curhum kabilesi onlara karşı üstünlük sağlayıp Kâbe'nin yönetimini ele geçirdiler. Ardından Kerker oğullarından bir taife olan Amalikler, Curhum kabilesiyle bir dizi savaşa girişip Kâbe'ye sahip oldular. Amalikler Mekke'nin aşağı kısmına konaklamışlardı. Curhumlular da yukarı kısmına yerleşmişlerdi. İçlerinde melikleri de vardı.

Sonra talih Curhumlulardan yana döndü; Amalikleri yenilgiye uğratıp Kâbe'nin yönetimini ele geçirdiler. Böylece yaklaşık olarak üç yüz yıl yönetim onların elinde kaldı. Hz. İbrahim'in yapısına eklemede bulundular, duvarlarını yükselttiler.

İsmail oğulları güçlenip çoğalınca, artık belli bir caydırıcı kuvvete kavuşunca, Mekke onlara dar gelmeye başladı. Bunun üzerine Cur-humlularla savaştılar, onları yenilgiye uğratıp Mekke'den çıkardılar. O sırada İsmail oğullarının başında Amr b. Luhay bulunuyordu. Kendisi Huzaa kabilesinin büyüğüydü. Mekke'nin yönetimini ele geçirip Kâbe'nin işlerini kendi uhdesinde topladı. Kâbe'nin üzerine putları koyup insanları onlara tapmaya çağıran ilk kişi odur. Kâbe'nin üzerine koyduğu ilk put "Hubel"dir. Onu Şam'dan getirmiş, Kâbe'nin damına koy-muştu. Ardından başka putlar da getirmişti. Böylece putların sayısı art-mış ve Araplar arasında puta tapıcılık yayılmış ve tek ilaha kulluğu esas alan Hanif dini yok olmuştu.

Curhum kabilesinden Şahne b. Halef konuyla ilgili olarak Amr b. Luhay'a hitaben şöyle der:

"Ey Amr, ilahlar icad ettin sen.

Çeşit çeşit Mekke'de, evin çevresine putlar diktin.

Oysa Kâbe'nin bir tane Rabbi vardı, ebedi...

Ama sen, insanlar içinde, onun birçok Rabbinin olmasını sağladın.

Yakında bileceksiniz ki, Allah kısa süre sonra, sizin dışınızda evi için bir koruyucu seçecektir."

Kâbe'nin yönetimi Halil el-Huzai zamanına kadar Huzaa oğullarının elindeydi. Halil kendisinden sonra yönetimi kızına verdi. Kızı da Kusay b. Kilab'ın karısıydı. Kâbe kapısını açıp kapatmayı Huza oğullarından Ebu Gabşan el-Huzai adlı birine verdi. Ebu Gabşan bu görevi, bir deve ve bir fıçı şarap karşılığında Kusay b. Kilab'a sattı. Bu olay A-raplar arasında bir darb-ı mesel olmuştur: "Ebu Gabşan'ın alış verişinden daha zararlı..." diye.

Böylece yönetim Kureyş'e geçti. Kusay Kâbe'nin yapısını yeniledi. Daha önce buna değinmiştik. Durum, Peygamberimizin (s.a.a) Mekke-'yi fethetmesine kadar bu şekilde devam etti. Resulullah (s.a.a) Kâbe'ye girdi, duvarlardaki resim ve kabartmaların silinmesini, içindeki put-ların kırılmasını emretti. Üzerinde İbrahim'in iki ayağının izi bulunan taş, yâni Makam-ı İbrahim, o sırada Kâbe'nin yakınlarındaki koruma altında bir şeyin içindeydi. Sonra bugün bilinen yere gömüldü. Burası dört sütun üzerinde duran bir kubbedir. Tavaf edenler namaz kılmak a-macıyla buraya yönelirler.

Kâbe'yle ilgili haberler ve onunla bağlantılı dinsel uygulamalar çok ve uzundur. Biz hac ve Kâbe ayetleri üzerinde düşünen bir araştır-macı için yeterli olan bu kısmını sunmakla yetindik.

Yüce Allah'ın bereketli kıldığı ve hidayet olarak öngördüğü Kâbe'-nin bir özelliği de, hiçbir İslami grubun onun konumunu tartışma konusu yapmamış olmasıdır.

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

KABE'DE SEL-1970'lerin sonlarına kadar, Kabe'de sık sık sel baskınları yaşandı.
Kabe'nin bulunduğu alan çevresine göre çukur olduğu için yağmur yağdığında etrafındaki dağlardan gelen sel suları bu alanı dolduruyordu.



HACER-ÜL ESVED BİLE KIRILDI-1974 yılında Kabe-i Şerif yağmur sebebiyle Hecer-ül Esved taşına kadar sular altında kaldı.En güçlü sel 1941 yılında yaşandı.Bu baskında Hacer-ül Esved taşından bir parçanın koptuğu söylenir.

YÜZEN BİR YAPI GİBİ-1941 ve 1974 yıllarındaki sel baskınlarında Kabe havuzun içinde yüzen bir yapı gibi göründü.

EN TATLI İBADET-Sel baskınlarında Kabe'nin içi kadar çevresinde de su birikintileri oluştu. İbadet etmeye gelen Müslümanlar zor anlar yaşadıysa da zorluklara rağmen ibadet etmenin tadını çıkardı...

ARABALAR BİLE YÜZDÜ!-1941'deki sel baskını o kadar güçlüydü ki arabalar bile su üzerinde yüzdü. Yağmurun hemen ardından çekilmiş bu fotoğraf, insanların şaşkın bakışlarını yansıtıyor...

EN ESKİ MABED- İnsanlığın en eski mabetlerinden, Müslümanların kıblesi Kabe, tarih boyunca hem insanların hem de doğa olaylarının tehdine karşı hep korunarak bu günlere kadar ayakta kaldı.

YÜZEREK TAVAF-Safa ve Merve arasında say yapanlar görünüyor. Bu koridor boyunca 7 kez yürümek gerekiyor ve toplam katedilen mesafe yaklaşık 3.5 km. Normal koşullarda en az 1 saat sürüyor. Su içinde ise oldukça zor.

YÜZME VE İBADET MOLASI-Sel baskınında yüzerek tavaf yapmaya çalışan ve ibadete ara verip Kabe'nin duvarlarında dinlenen Müslümanlar...

MOLA VAKTİ-En güçlü selin yaşandığı 1941 yılı... Bir çarşamba günü yağan yağmur Kabe yi sular içinde bıraktı. Kaber17;nin önünde tavaf yaparken mola verenler gözüküyor.



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

 
    Hacc'ın tarihi çok ilginçtir. Hadis-i şeriflerde belirtildiğine göre, Allah Hz. Adem'i Cennet'ten çıkardıktan sonra Hz. Adem, uzun bir müddet işlediği günah için ağladı ve Allah'a tövbe etti. Allah onun tövbesini kabul ettikten bir müddet sonra, Hz. Adem, kendi manevi vazifesini düşünmeye başladı. Ve Allah'a şöyle yalvardı: «Ey Allah'ım! Ben cennette iken meleklerin, ibadet olarak Sen'in tahtının etrafında döndüklerini gördüm ve burada ben bundan mahrumum». Bu hadiste bir husus vardı ki, bilmiyorum benim istidlalim doğru mu? Hz. Adem de aynı şeyi yapıyordu. Hz. Adem’in de ibadeti aynı şekildeydi. Yani Allah'ın Arşı etrafında dönmek. Bir başka hadiste. Arş yerine Arş altında olan bir camiden bahsedilmektedir. Ve ben bu ikinci yönünü tercih ediyorum. Çünkü Allah sonsuzdur. Melekler veya Hz. Adem, Allah'ın etrafında dönemezlerdi. Bu mümkün değil, Arş'ın etrafı demek, Allah'ın etrafı demektir ki, bu mümkün değil, bunun içindir ki, Allah, Arş'ın altında bir ev, bir cami yapılmasını emretmişti ki onun etrafında dönsünler.

   Bir hadiste, -Buhari'de olduğunu zannediyorum- yeryüzünde inşa edilen Kabe, Arş'ın altındaki caminin tam altına tesadüf etmektedir. Ve Hz. Peygamber ilave ediyor: Kabe, Arş altındaki caminin o derece hizasındadır ki, bu camiden atılacak bir taş, Kabe'nin damına düşer. Başka bir tabirle, Kabe, Allah'ın Arş'ına açılan bir penceredir. Netice olarak, Hz. Adem’in tövbesi Allah tarafından kabul edilince O, Allah'a şöyle yalvardı: «Allah'ım ben burada, cennetteki ibadetten mahrumum». Bunun üzerine Allah, bir vahiyle Hz. Adem'e şöyle dedi; «Sen de gökteki meleklerin camisi gibi bir camiyi yeryüzünde inşa et ve melekler gibi sen de ibadetini yap». Melekler Hz. Adem'in yardımına geldiler; böylece Hz. Adem Mekke'de Kabe'yi inşa etti. Şüphesiz, Hz. Adem zamanında kaleme alınmış tarih kitapları yoktur. Bu malumattan, hadisler bahsetmektedirler. Bu hadislerde okuyoruz ki, Hz. Adem, cennetten çıkarılınca, beraberinde iki şey getirmişti. Bir cennet taşı ve bir asa. Fazla malumat olmamasına rağmen, deniliyor ki bu asa daha sonra Hz. Musa tarafından bulundu. Taşa gelince, bu bir cennet taşıydı ve cennetin bir hatırası olarak Hz. Adem bu taşı Kabe’ye yerleştirmiştir. Hadis-i Şerifte Hz. Peygamber diyor ki, başlangıçta bu taş, bembeyazdı, daha sonra siyahlaşıp bugünkü duruma gelmiştir. Ve Hadîs-i Şerif diyor ki; hacca gelen günahkârların dokunmasındandır ki, taş tedricen siyahlaştı. Normal olarak tarihçiler, bu meseleyi bu şekilde nakletmektedirler. Bunlardan bir istisna vardır. Bu da ibni Abdil-Berr'in el-'ikdül-feridi'inde geçmektedir. İbni Abdil-Berr bu hadiseyi olduğu gibi anlattıktan sonra, diğer Hadis kitaplarında    

rastlanmayan şu hususu ilave ediyor, «Sadece günahkârların dokunmasıyla değil, aynı zamanda kurban edilen hayvanların kanlarının bu taşa sürülmesinden ötürü taş, siyah olmuştur» Yüzbinlerce sene, beyaz bir taşa kan sürüldüğünü düşünecek olursak, bu taş, kandan ötürü siyah olabilir. İbn Adi Rebbih bu görüşünü teyid etmek için diyor ki: «Abdullah b. Zübeyr zamanında tekrar inşa edilmek üzere Kabe yıkıldığında, Hacerü'l-Esved'in sadece dışta kalan kısmının siyah olduğu iç tarafta olan kısmının beyaz olduğu görüldü». Bu Hacerü'l-Esved diye bilinen taşın bir metre kadar uzunluğunda olduğunu yine İbn Abi Rebbih söylüyor. Ben bunun aslını bilmiyorum, görmedim; çünkü taşın beyaz kısmı, binanın iç tarafında kalmıştır. Fakat ben, sadece İbn Adi Rebbih'in bundan bahsettiğini söylemek istiyorum. Bugün için Hacerü'l-Esved, tavafın başlangıç noktasıdır. Binanın taş rengi ile, Hacerü'l-Esved'in rengi birbirinden ayrı olduğu için, bu hemen fark edilir ve eller Hacerül-Esved'in üzerine yapıştırılarak tavafa başlanır. Hz. Adem'in Kabe etrafında nasıl tavaf yaptığına dair, elimizde fazla malumat olmadığı için bilmiyoruz. Hz. Peygamber'in ve daha sonra bizlerin tavaf ettiği şekilde, Hz. Adem'in de tavaf etmiş olması mümkündür..

Kabe'yi tavaftaki sembolizmden bahsetmeden önce, Kabe'nin tarihi hakkında bilgi vermek istiyorum. Bu mevzuya dair en yoğun bilgiyi, el-Ezraki kitabında birçok rivayetle birlikte nakletmektedir. Hz. Adem'den sonra neler olduğunu kesinlikle bilmiyoruz. Bu konuda değişik rivayetler vardır.

  Rivayetlerden birine göre, Hz. Adem'in vefatından sonra Allah, Kabe'yi göğe çekti ve daha sonra Hz. İbrahim, bunun yerine yeni bir Kabe inşa etti.

Bir başka rivayete göre, Hz. Adem'in vefatından sonra Allah Kabe'yi göğe çekmedi, fakat Kabe, Hz. Nuh zamanındaki tufan esnasında göğe çekildi.

Bir üçüncü rivayette deniliyor ki, Kabe hiç bir zaman göğe çekilmedi. Bilakis Tufan zamanında Kabe yıkıldı, harab oldu.

Bir dördüncü rivayete göre, Hz.Adem, Kabe'yi elmas, inci vs. gibi çok değerli taşlardan bina etmişti. Fakat Hz. Adem'in ölümünden sonra, Kabe göğe çekildi ve çocukları bunun yerine adi taş ve topraktan, Kabe'yi yeniden inşa ettiler.

Geçmişe ait ve kesinlikle bilemeyeceğiniz şeyleri bir kenara koymak zorundayız. Her halükarda, Hz. Nuh zamanındaki tufandan sonra Hz. İbrahim’e kadar, Kabe'nin hiçbir izine rastlanmamaktadır.

      Bir gün Allahu teala, Hz. İbrahim’e Kabe'yi yeniden inşa etmesini vahiyle bildirdi. Ve Hz. İbrahim; «Ya Rabbi, ben Hz. Adem zamanındaki Kabe'nin nerede olduğunu bilmiyorum.»dedi. Allah ona «Önünde hareket halinde olan şu buluta bak ve onu takip et. O nerede durursa, gölgesinin düştüğü yerde Kabe'yi inşa et» dedi. Hz. İbrahim o bulutun gölgesini takib ederek Mekke'ye kadar gitti. Mekke'ye varınca bulut durdu ve hareket etmedi. Hz. İbrahim bu bulutun gölgesinin düştüğü yerlerin ölçüsünü işaretledi ve temellerini kazmaya başlayarak, Kabe'yi inşa etti. Ondan sonra o bulut da kayboldu. Başka rivayetlere göre; Hz. İbrahim’e yardım etmek için melekler de gelmiştir.

     Her halü kârda, Kur'an-ı Kerîm tasrih ediyor ki, Hz. İbrahim, oğlu İsmail ile ve Allah'ın yardımıyla bu «Beytullah»ı inşa etti. Duvar, biraz
       

yükseldikten sonra, Hacerül-Esved'in yerleştirilme meselesi ortaya çıktı. Hz. İbrahim, oğlu İsmail’e dedi ki; «Git, buraya uygun düşecek bir taş getir». Hz. İsmail gidip bir taş getirdi. Fakat Hz. İbrahim’in hoşuna gitmedi. Hz. İsmail tekrar gidip başka bir taş getirdi; bu da Hz. İbrahim’in hoşuna gitmedi. Ve bu, birkaç defa tekrar etti.

      Nihayet, Hacerü'l-Esved'in aslı, Hz. Nuh tufanına rağmen Mekke dağlarından birinde kalmıştı. Taş, Hz. İbrahim’e seslendi: «Ey İbrahim ben buradayım, gel beni götür ve Kabe'ye yerleştir.» Hz. İbrahim, onu aldı ve istenen yere yerleştirdi. Ondan sonra Oğlu İsmail bir taş daha getirdi, fakat Hz. İbrahim, «Hayır, lüzumu yok artık, ben gereken taşı buldum» dedi.

Bina biraz yükseldikten sonra» öyle bir an geldi ki Hz. İbrahim, binayı artık yükseltemez oldu. Bunun için, yani duvarların üst kısmını tamamlamak için, gerekli bir vasıta bulmak lazımdı. Çünkü insan boyu yetmiyordu. Hz. İbrahim, büyük bir taş bulup, onu Kabe duvarının önüne koydu ve üstüne çıkıp, inşaatına devam ediyordu. Bu taş, günümüzde «Makam-ı İbrahim» dediğimiz yerde bulunuyor. Bu taş, Kabe duvarları etrafında nakledildi. Hz. İbrahim taşın üzerine çıktı ve Kabe'nin diğer duvarlarını tamamladı.

İslam’ın ilk devirlerinde tarih kitaplarında bu taşın Kabe duvarına yapışık bir vaziyette olduğunu görüyoruz. Hz. Ömer zamanında bu taş, Kabe duvarından uzaklaştırıldı. Çünkü Kabe'yi tavaftan sonra iki rekat «tavaf nafile namazı» kılınır. Bu iki rekat namazın, Makam-ı İbrahim önünde kılınması tercih edilir. Burada namaz kılınması, Kabe etrafında tavaf eden hacılara imkan bırakmıyordu. Bunun için Hz. Ömer, bu nafile namazın Methaftan uzakta kılınması gayesiyle, Makam'ı İbrahim taşını biraz uzaklaştırmış ve Methafın biraz dışında bir yere yerleştirmiştir. Böylece, tavaf edenlere açık yer bırakılmıştır. Bu, Hz. Ömer'in bir uygulamasıdır.

 İbn Cübeyr meşhur seyahatmesinde belirtiyor ki, kendi zamanında, bir gün Makam-ı İbrahim’i, seller alıp götürdü. Daha sonra bu taş bulundu ve kaybolmaması için Kabe'nin içine yerleştirildi. Bu, taşın ne zaman Kabe'den çıkarıldığını ve şimdiki yerine konduğunu bilemiyorum.

     Bir zaman önce, bu taşı kapatan bina yıktırıldı. Ve şimdi bu taş büyük bir camın altına yerleştirilmiştir; görülebilir. Mekke'ye ilk gittiğimde bunu görememiştim; fakat daha sonraki gidişimde, bu taşı dediğim vaziyette gördüm. Bu taş (Makam-ı İbrahim), mermerdendir ve üzerinde çukur vardır. Bu çukurun, Hz. İbrahim’in ayak izi olduğu söyleniyor. Ben, bunu kesin olarak söyleyemem. Fakat tırnak izlerinin olmadığını gördüm. Sadece bir çukur var.

     Şimdi, niçin tavaf yapıldığını ve tavafa başlamak için Hacerü'l-Esved'in üzerine niçin ellerin konduğunu, bunun ne manaya geldiğini, gayesinin ne olduğunu izah etmek üzere, bazı açıklamalarda bulunalım.

     Filhakika, bu açıklamaların hiçbiri ne Kur'an-ı Kerîm'de ve ne de Hadislerde mevcuttur. Bunlar, ulemanın fikirleridir. Ulemanın herbiri ayrı şeyler söylemişlerdir; İmam Gazali bir türlü, diğerleri de başka bir türlü görüş ileri sürmüşlerdir. Ben, hoşuma giden görüşü naklediyorum.

     Allah Bir'dir; fakat birçok ismi vardır ve bunlar Allah'ın sıfatlarıdır. Mesela Allah, Rahim'dir, Rahman'dır, Gaffar'dır, Rezzak'tır, vs. Bunlar Allah'ın sıfatlarıdır. Meşhur Hadis-i Şerifinde, Hz. Peygamber, Allah'ın doksan dokuz güzel ismi olduğunu söylüyor. (Esmaullahi'l-Hüsna). Kur'an-ı Kerîm ve Hadis-i Şeriflerde geçen Allah'ın isimlerinden, insanın, yaratıcısı ile olan alakasını en çok ifade edeni «Melik» sıfatıdır. Çünkü bu isim, insan ile Yaratıcısı arasındaki bağlantıyı çok güzel ifade etmektedir.

     Kral her şeye muktedirdir. Onun zenginliği vardır. O hakim olan, cezalandırandır. Halbuki, bir kul ve köle olan insanın hiçbir şeyi yoktur;
       

ne kuvveti, ne zenginliği vs. Ve bu cemiyette de böyledir, insan cemiyetinde, Kral en kuvvetli, köle de en kuvvetsiz insandır. Madem ki insan Allah için «Melik» ismini kabul etmiştir, bunun neticelerini de kabul etmesi lazımdır. Kur'an-ı Kerîm'de görüyoruz ki, «Melik» sıfatı geçtiği yerlerde bir kral için lüzumlu olan diğer sıfatlar da geçmektedir. (el-Melikü'l-Kuddus) vs. insan cemiyetinde bir kral varsa, bu Kral, nelere sahiptir?

     Her şeyden önce, onun tahtı vardır, (Arş). Kur'an-ı Kerîm «Arş» (taht) kelimesini Allah için kullanıyor «Arş’ın sahibidir» (Bürüc süresi, 15). Bundan başka, bir kral, hazinelere sahip olur. Yine Kur'an-ı Kerîm: «Göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır» buyuruyor. (el-Münafikun süresi, 7). Bundan başka bir Kralın orduları vardır. Kur'an-ı Kerîm diyor ki;

«Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır» (Fetih süresi, 4). Kralın sahip olduğu diğer şeyler arasında, araziler vardır. Kur'an'da şöyle buyuruluyor. «Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır» (Casiye süresi, 27). Şayet arazi çok büyükse, bu arazinin bir merkezinin olması lazımdır, yani başşehir. Çok hayret vericidir ki, Kur'an-ı Kerim, Mekke için «Ummul-Kura» tabirini kullanmaktadır. (En'am, 92; Şura, 7). «Umm» anne, «Kura» da şehirler manasındadır. «Şehirlerin annesi», yani başşehir.

İngilizce’de «Metropolis» denmektedir ki, bu «Ummu'l-Kur'a»nın tam tercümesidir. «Metro», anne; «Polis» şehirler demektir. Ummu'l-Kura, uzun zamandan beri Mekke için kullanılan isimlerden biridir. Yani İslamiyet'ten evvel de Mekke'ye «Ummu'l-Kura» deniyordu. Ve Kur'an-ı Kerîm bu ismi kullanmaktadır. Şahsen ben, Mekke'ye niçin «Ummu'l-Kura» dendiğini ve bu ismin ne zamandan beri kullanıldığını bilmiyorum. Bu hususta teferruatlı bilgi yoktur.

Bir başşehirde, kralın sarayı olması icabeder ki, «Beytullahi'l-Haram» Allah-ü Teala'nın evidir.

 Şimdi de bir devleti ele alalım. Bir devlette vatandaşlar vardır. Bu vatandaşlar ne yaparlar? Bu tür insan cemiyetlerinde görüyoruz ki vatandaşlar, kendi evlerinden Kral'ın sarayının önüne gelip, ona sadakat yemininde bulunurlar. Çok hayret vericidir ki, bu husus aynen, Kabe için de mevcuttur. Bir Hadis-i Şerifte -ve bunu en az üç sahabe rivayet etmektedir- Hz. Peygamber diyor ki «Hacerü'l-Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir». Yani Kabe'deki Hacerü'l-Esved, Allah'ın yeryüzündeki sağ elini temsil ediyor. Şu halde, Mekke'ye giden hacılar, ellerini Allah'ın sağ eli üzerine koyarak sadakat yemininde bulunurlar. Hacıların, Hacerü'l-Esved'e ellerini koyma hareketinin iki adı vardır: «İstilam» ve «Bey'a». «İstilam»ın kelime manası, «elde etmek» demektir. O halde «antlaşmanın elde edilmesi» Allah, bizim sadakat anlaşmamızı elde ediyor demektir. «Bey'a», bilindiği gibi «Kontrat» demektir. O halde bu, bizim Allahu Teala'ya itaat edeceğimize dair bir kontrat, bir söz vermedir.

     Bir kralın, kendi vatandaşlarından birine çok güvenmesi halinde Kralın bu vatandaşa vereceği en şerefli vazife, kendi evinin muhafazasıdır. Filhakika bir evi muhafaza etmek demek, içinde yaşayanları ve bunların mallarını muhafaza etmek demektir.

     Sembolik olarak, Allah ve onun sahip olduğu şeyler Kabe'dedir. Ve biz, onları korumakla mükellefiz. Bildiğimiz gibi tavaf yedi defa, yani yedi turdur. Bu, devamlılık ve sonsuzluğu temsil eder. Niçin? Farz edelim ki gözlerimiz kapalı olsun. Bu halde gece ve gündüzü ayırt edemeyiz. Zaman sonsuz olur. Zamanın başlangıcı, sonucu olmaz ve zaman sonsuz gibi olur. Buna rağmen, eski devirlerde, insan zamanı ölçmek isteğinde haftanın yedi gününü seçmiştir. Bir haftada yedi gün vardır. Sekizinci gün hiç bir zaman gelmez ve yedi gün, devamlı olarak birbirini tekrar eder. Şu
       

halde yedi sayısı, sonsuzluğu temsil eder.

     Biz Allah'ın Evini (Kabe'yi) bekçi olarak muhafaza etmek istediğimizde, bunu devamlı olarak yapmamız lazımdır, yani edebi olarak. Fakat insanın bunu yapması imkansız olduğu için, o yedi rakamını sembolik olarak almış ve böylece yedi tür tavafla, bunu ebedi olarak yaptığını ifade etmek istemiştir.

     Hz. Peygamber doğduğunda, Hacc vardı. Kabe, Mekkelilere, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den miras kalmıştı. Mekkeliler, atalarının kimileri iyi, kimileri de kötü olmak üzere bazı gelenek ve adetlerini muhafaza etmişler, bazılarını da terk etmişlerdi. Kabe'nin etrafına koydukları putları kötü adetlerine bir örnek olarak verebiliriz. Burada da bir sembolizm vardı. İmam Buharî'ye göre, Kabe'nin etrafında 360 tane put vardı. Neden 360 put? Çünkü her ay 30 gün çeker, on iki ayda da bu 360 gün eder. O halde, demek istiyorlar ki; «Biz her gün Tanrımıza ibadet ediyoruz». Çünkü bu 360 gün her sene aynı olup, değişmeden devam eder.

     Daha başka adetler vardı ki İslam bunları kaldırmak istedi. Mesela; Kabe'nin önünde bazı oklar vardı ve Mekkeliler oraya giderek bu oklarla fal çekerlerdi. Oklar yerleştirilir ve üzerine bazı kelimeler yazılırdı: Birine «evet» diğerine «hayır», bir başkasına «bekle» vs. Ve bir şey yapılmak istendiğinde, bu oklara müracaat edilirdi. «Bu kızı almalı mıyım?», «Seyahate çıkmalı mıyım?» gibi meselelerde kendilerince mukaddes fal okları çekilirdi.

Bunun için hususi surette bir memur vardı. Bu memur okları bir çantada taşıyordu. Müşteri, falına bakmak istediği zaman, bu memura bir ücret (300 dirhem veya bir deve vs.) verir ve memur da elini çantaya sokarak bir ok çekerdi. Bu oklara «Ezlâm» deniliyordu.

Hz. Peygamber'in risaletinden evvel, Hz. Muhammed (s.a.v.) Kabe ibadetini diğer hemşehrileri gibi yapıyordu. Fakat bir kaç istisnası vardı. Mesela; Hz. Muhammed (s.a.v.) hiç bir zaman putların önünde secde etmiyordu.

     Mekkelilerden Hac ibadetini yapmak isteyenler, önce Mina'ya, sonra Müzdelife'ye ve daha sonra Arafat'a giderlerdi. Filhakika Mekke'nin doğusunda, Mina, sonra Müzdelife ve daha sonra da Arafat vardır. Bazı Mekkeliler, kendilerini imtiyazlı sayıyorlardı ve bunun için Müzdelife'de bekleyip, Arafat'a gitmiyorlardı. Hacılar Arafat'tan döndüklerinde, bu imtiyazlı Mekkeliler Müzdelife'de Mekke'ye dönmek üzere bunlara katılırlardı.

     Tarihçiler belirtiyorlar ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekkelilerin tenkidlerine rağmen, İslamiyetten evvel dahi Arafat'a kadar gidiyordu. Mekkeliler ona «sen imtiyazlısın» dediklerinde o, «hayır, bu eski tatbikattır, bunu takip etmek lazımdır» diyordu.

     İslam’ın ilk dönemlerinde Hz. Peygamber on üç sene müddetince Mekke'de kaldı. Bu konuda fazla teferruat olmamasına rağmen, sanıyorum ki Hz. Peygamber, Mina'ya gidiyor ve oraya gelen diğer kabilelere şöyle hitab ediyordu: «Aranızda, beni
       

memleketine davet edip, beni dinleyecek var mı? Çünkü, çok yakın bir zamanda beni dinleyecek olan, Bizans'ın ve İranlıların efendisi olacaktır.» Ensar'ın (yani Medinelilerin) İslam'ı kabulleri böyle olmuştu.

     Daha sonra Hz. Peygamber, doğduğu şehir olan Mekke'yi terk eder ve Medine'ye yerleşir. Yedi sene boyunca Medine'de yaşayan Allah Rasulü, Mekke'ye gidip hac yapamaz. Hicri 8. senede Mekke fethedilir. Mekke fethinden sonra Huneyn Savaşı, akabinde Taif kuşatması olur. Zilkade ayının son günlerinde Mekke'ye dönen Hz. Peygamber (s.a.v.) Zilhicce ayında gayr-ı müslimlerle beraber hac yapar. Hicri 9. senede, Hz. Peygamber, Hacc'ı idare etmek için Hz. Ebu Bekir'i seçer; bu senede de Hacc'da hem müslümanlar, hem de gayr-ı müslimler vardır. Bu seneden itibarendir ki, Hz. Peygamber gayr-ı müslimlerin artık Hacc'a gelemeyeceklerini ilan eder. Müteakip sene, yani Hicri 10. yılda bizzat Hz. Peygamber Mekke'ye Hacc'a gider ki bu, meşhur VEDA HACCI'dır.

     Hz. Peygamber'in o sene yaptığı şeyler, bizim için bugün takip edilmesi zaruri olan modellerdir. §

 

 KABE   

     Kabe'nin bir çok isminin olması, dikkati çeken hususlardan biridir. Ona Kabe, Beytullah, Mescidü'l-Haram vs. denir. Konumuz itibariyle, bunlardan Mescidü'l-Haram isminin özel bir ehemmiyeti vardır. Çünkü, İslamiyette ibadetten ve İslamî bir müessese olarak camiden söz etmek istediğimde, Kabe'den başlamak zorundayım. Kabe'nin kendisi de zaten Mukaddes mescid olarak adlandırılır. Yani Mescidü'l-Haram.

     Bir müslümanın, Rabbi’nin önünde ibadet etmesi lazımdır, yani bizzat Allah'ın önünde. Çünkü bizler, O nun kullarıyız: Kur'an-ı Kerim'in dediği gibi  «Ben cinleri de, insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.» (Zariyat süresi, 56). İnsanın bizzat yaratılış gayesi, Allah'a ibadet etmek içindir. Bu ibadetin de Rabb'in önünde yapılması lazımdır. Fakat Allah bizim için gaibdedir, görünmez. Bu gayeyle, Hz. Adem'den beri insanlar, Allah'a ibadeti bir bina vasıtasıyla sembolleştirmek istemişlerdir, yani evle, Allah'ın eviyle.

     Diğer din salikleri Tanrıyı putlar vasıtasıyla sembolleştirmişlerdir. Bu putlarla Tanrı'nın herhangi bir sıfatını sembolleştirmek istemişler ve sanatkârane putlar yapmışlardır. Hatta bildiğiniz gibi Hristiyanlar da haç'a hürmet ederler. Bu haç onlar için, Tanrı'nın bir sıfatını temsil etmektedir. Diğer dinlerde, mesela Brahmanizm'de dört elli bir put varsa bu demektir ki, Tanrı insanlardan daha kuvvetlidir. Hristiyanlarda bunun aksine, Tanrı insanlara karşı olan merhametini günahkar insanlara göstermek için öz oğlu olan Hz. İsa’yı kurban etmiştir. Hristiyan inancına göre Hz. İsa haç'ın üzerinde öldüğü için bu haç, Tanrı'nın merhamet sıfatını temsil eder. Bunların aksine Hz.Adem'le başlayan İslam dini, bir put değil, fakat Allah'ın evini seçmiştir. Bundan kasıt şudur:
       

Her evde, mutlaka evin reisi olur. Bundan hareketle, ne Allah'ın ve ne de sıfatlarının resimlerinin yapılmasına lüzum kalmamıştır. Bizzat ev reisinin yani Allah'ın sembolik olarak kaldığı bu yere Mescidü'l-Haram denmektedir, yani mukaddes cami.

     Mescid'in kelime manası, secde edilen yer demektir. Bu ıstılah, İslamiyet'ten evvel, değişik dinlerde de kullanılmıştır. Mesela; Kur'an-ı Kerim Ashab-ı Kehfden bahsetmektedir. Ashab-ı Kehfin yeniden canlandırıldığı ve mağaradan çıktıkları öğrenilince, onların mezarının üzerine cami yapıldı. «Onların işine galib (ve vaakıf) olanlar ise; «Mutlaka yanlarında bir mescid edineceğiz» dedi. (Kehf süresi,21). Şu halde Ashab-ı Kehf zamanında, «Mescid» kelimesi kullanılıyordu. «Es-senian» diye bir din daha vardır. Bu belki bir nevi Hristiyan mübeşşiri veya bir yahudi mezhebidir. Yakın bir zamanda Lut gölünde bunlara ait bazı vesikalar bulundu. Onlarda da «Mescid» kelimesi kullanılmıştır. Onlar diyorlar ki; Bizim ibadet ettiğimiz yer, Tanrı için başımızı yere koyduğumuz yerdir. Ne olursa olsun «Mescid» kelimesi, Rabbimize karşı olan hürmetimizin en iyi sembolüdür. İbadet, çeşitli dinlerde ayrı ayrı şekillerde yapılmaktadır. Bu konuda bir kaç misal vermek istiyorum. Hindistan'daki Brahmanlarda, bir puta yaklaşınca gürültü yapılır, eller çırpılır, naralar atılır. Bunun izahını da şöyle yaparlar: «Biz bu hareketimizle şeytanı uzaklaştırıp, sadece Tanrı'ya ibadet etmek istiyoruz». Muhtemelen, İslamiyet’ten evvel Mekkelilerde de bu adet vardı. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de şunu okuyoruz. «Onların Kabe önündeki ibadetleri ıslık çalmaktan, el çırpmaktan başka bir şey değildir.»   (el-Enfal süresi, 35).

Mekkeliler, ibadet edince, el çırpıyor ve ıslık çalıyorlardı. Bazıları, el çırpmakla, ıslık çalmakla Tanrı'ya hürmet ettiklerini sanıyorlardı. Bazıları da, putlarının önüne bir takım hediyeler takdim ederlerdi.

        Hristiyanlarda ise diz çökülür, yani dizler yere konur. Bu hareket ne rüku ve ne de secdedir. Vücut dik kalmak şartıyla dizler yere konur.

Yahudi havralarında ise ibadet yapan herkes ayakta durur. Hahamları Tevrat'ı açar ve okur. Bu bir-iki saat kadar uzun sürer.

Müslümanların ibadetlerinde ise bilindiği gibi, birçok hareket vardır. Ayakta durulur, rüku' yapılır, secde edilir ve bu arada da bir çok dua okunur.

Hz. Peygamber doğduğu zaman, Mekke'de tek Tanrı inancının olduğunu görüyoruz. Fakat buna rağmen, taptıkları bir çok put vardı. Ulu Tanrı'ya inanıyorlar ve buna «Allah» diyorlardı, İslamiyet de bu kelimeyi muhafaza etmiştir. Ve bu Allah için Kabe'yi inşa etmişlerdi ki, buna «Beytullah, Allah'ın Evi» diyorlardı. Çünkü onlar da Allah'ın görünmez olduğuna inanıyorlardı ve sembolik olarak ona bir ev inşa etmişler ve onun önünde ibadet ediyorlardı. Bütün bunlar, muhtemelen Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den gelen bazı adetlerin muhafaza edilmesinden kaynaklanıyordu. Bu adetlere Peygamber olmayan bazı kişilerin adet ve geleneklerini de ilave etmiş olmaları muhtemeldir. Putların Kabe'ye konması da bazı insanların teşebbüsüyle olmuştur. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail
       

zamanında Kabe inşa edilince, tabii ki putlar yoktu.

Mescidü'l-Haram denen Kabe'nin, kendine has bazı ibadet tarzları vardı. Senede bir defaya mahsus olmak üzere sadece Mekkeliler değil, Kabe'ye hürmet eden diğer Araplar da hac için Mekke'ye gelirlerdi. Tabii, bu İslam’dan evvelki tatbikattı.

        İbn Hişam'a göre, Hicretten üç yıl evvel, Hz. Peygamber, Mina'ya gidiyor ve orada onbeş kadar kabileye hitab ediyordu. Hz. Peygamber, bu kabilelerden her birine ayrı ayrı hitap etmiş ve onlara; «Beni memleketinize götürün, beni dinleyin, zira beni dinleyenler, yakın bir zamanda Bizans'ın ve İran’ın hakimleri olacaklardır» diyordu. İbn Hişam, bu kabilelerin isimlerini de zikretmektedir. Ben bu kabileleri harita üzerine yerleştirip, nerelerden geldiklerini tespite çalıştım, Arabistan'ın kuzeyinden, güneyinden, doğusundan, batısından, kısaca her taraftan, Mekke'ye hac yapmak için kabilelerin gelmiş olduğunu gördüm. Bu da gösteriyor ki, Kabe sadece Mekkelilerin değil, aynı zamanda Mekke dışındaki bütün Arapların da dini merkezi durumundaydı. Denilebilir ki, İslamiyet’ten evvel dahi Mekke, o zamanki bütün Arapların dinî federasyonunun merkezi idi.

     Putperest olmalarına rağmen bu Arapların hepsi, Kabe'yi Allah'ın evi olarak kabul ediyor ve hac yapmak için Mekke'ye geliyorlardı. Denilebilir ki, Arapların müşterek olarak Kabe'yi böyle kabul etmeleri, onlar arasında İslamiyet’in kolayca yayılmasına vesile olmuştur.

 caba İslamiyet’ten evvel Kabe önünde yapılan ibadet ne şekilde idi? Bilindiği gibi senede bir defa, Mekkeliler ve diğer Araplar, hatta Suriye ve Irak'taki Araplar, Kabe'yi ziyarete gelip hac yaparlardı. Fakat Suriye, Irak ve Filistin'e ait yeterli derecede vesikalar olmadığı için, bu konudaki görüşlerim tahmine dayanıyor.

Haccın bir çok menasik'i yani kuralları vardı. Arafat'ta, Müzdelife'de, Mina'da toplanıyor ve daha sonra da Mekke'ye geliyorlardı. Bu tatbikatlardan bir çoğu, İslamiyet tarafından muhafaza edilmiştir. Aynı zamanda hayvanları kurban etme adeti de vardı. Bu da, Kabe etrafında olan uygulamalardan biriydi.

İkinci bir husus da şuydu; Bütün, Mekkeliler, her gün bir defa hatta iki defa Kabe önüne gelip, ibadet yapıyorlardı. Bu ibadetlerde bir karışıklık vardı, yani herkes, kendine göre bir ibadet yapmaktaydı.

Mekke'deki Haniflerden -yani tek Allah'a inanıp, putlara tapmayan- Zeyd bin Amr, Kabe önüne gidip secde ediyor ve Allah'a şöyle dua ediyordu: «Allah'ım, ben sana nasıl ibadet edileceğini bilmiyorum. Senin hoşuna gidecek ibadetin nasıl olduğunu bilsem, öyle ibadet ederdim. Fakat bunu bilmediğim için başımı önüme koyup, secde ediyorum.»

İslamiyet’ten evvel, Kabe'de uygulanmakta olan başka bir husus daha vardı. Herhangi bir Mekkeli, seyahatten
       

dönünce evine gitmeden Kabe'ye gider, orada tavafını yapar, ondan sonra evine giderdi.

Bunlar, Kabe'nin ibadete taaluk eden hususları idi. Fakat İslamiyet’ten evvel Kabe başka şeyler için de kullanılıyordu. Mesela: yemin ve söz verme işi de Kabe'nin önünde olan «Hatim» kısmında yapılırdı. Mekkelilere' göre, burada yapılan yeminler, herhangi bir yerde yapılan yeminden daha çok tesirliydi.

Bilindiği gibi Kabe, iki bölümden müteşekkildir. Bir tarafı kare şeklinde ve üstü kapalı, diğer taraf ise yarım daire şeklinde ve üstü açıktır. Kesin olarak bilmememize rağmen sanıyorum ki, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in doğumu'nun 35. senesine rastlayan Kabe inşaasında, çatıyı kapatmak için tahtalar kafi gelmemiş ve Kabe'nin bir tarafının çatısı kapatılamamıştır. Tarihlerde, bu malumat mevcuttur. Filhakika, tarihçiler, yemin merasiminin Kabe'nin «Hatim» bölümünde yapıldığını zikrediyorlar.

 Darü'n-Nedve

     Kabe'nin tam karşısına gelen yerde parlamento vardı, yani «Darü'n-Nedve». «Makam-ı Hanefi» de burada bulunuyordu. Yani Suudilerden evvelki Osmanlı imparatorluğu döneminde dört mezhep imamının, yani Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli'nin, Kabe'nin dört tarafında makamları vardı. Zamanla hacıların sayısı arttığından, tavafı kolaylaştırmak için, bu makamlar yıktırılmıştır. Tarihçiler Makam-ı Hanefi'nin olduğu yerde, Darü'n-Nedve'nin olduğunu belirtmektedirler.

     Darü'n-Nedve, Mekke Şehir Devletinin parlamentosu niteliğinde idi. Mühim meseleler olunca, burada toplanılıyor ve umumi müşavere yapılıyordu. Bu evin daha başka kullanma yönleri de vardı. Dışarıdan, Mekke'ye bir kervan gelecek olursa Darü'n-Nedve'de durur ve Mekkeliler gelip bunlarla konuşur, alışveriş yaparlardı.

Geceleri, yabancılar olsun, Mekkeliler olsun, Darü'n-Nedve'de toplanırlar ve bugün kulüplerde yapıldığı gibi, orada konuşurlardı. Hatta «Darü'n-Nedve» aynı zamanda şehrin tiyatrosu niteliğindeydi. Çünkü, tarihçiler burada, bazen birisinin ayağa kalkıp hikayeler anlattığını nakletmektedirler. Bunlar gerçek hikaye olmayıp, masallardı. Kur'an-ı Kerîm de bundan bahsetmektedir. «Geceleyin de (Cemaat halinde ve Beyt'in etrafında) hezeyanlarda bulunuyordunuz» (Şu'ara süresi, 67). Çünkü ayette geçen «Samir», geceleri masal anlatan kimse demektir, ikinci kelime olan «Tehcurün» ise, edepsizce fuhüşattan ve zevk-i selimi rencide edecek şeylerden konuşulurdu ki bu
       

durum, bugün olduğu gibi, o zaman da bazı insanları rahatsız ediyordu.

     Darü'n-Nedve'de yapılan başka bir merasim de şuydu: Herhangi bir kız buluğa erdiği zaman Darü'n-Nedve'ye getiriliyor ve ona yeni bir elbise giydiriliyordu. Bunun manası şuydu:. «Bu kız artık buluğa erdi. Bununla evlenmek isteyen evlenebilir». Bu merasim herkesin gözü önünde cereyan etmekteydi.

     Hz. Peygamberimize ait şöyle bir olay nakledilir. Hz. Hatice, Zeyd b. Harise'yi köle olarak satın alıp Hz. Peygamber'e hediye ettikten sonra, Zeyd'in babası, yani Harise Mekke'ye gelip, oğlunun Hz. Peygamber'de olduğunu öğrenmiş ve O'nu satın almak istemişti.

     Hz. Peygamber, Zeyd'in başından geçenleri yani O'nun çalınıp satıldığını, kendisinin büyük bir kabile reisinin oğlu olduğunu öğrendiğinde üzülmüş, bunun için de onlara iyilik yapmak istemişti.

     Hz. Peygamber, Harise'ye şöyle dedi: «Zeyd'e karşılık sizden para alma yerine, Zeyd'i getirip kendisine soralım. Sizinle gelmek isterse, bedelsiz olarak gelsin, serbesttir. Gelmek istemezse istediğini yapsın». Zeyd getirilir ve sorulduğunda babasını tanır, «Bu babamdır» der. Hz. Peygamber Zeyd'e: «Babanla gitmek istiyor musun?»dedi. Zeyd; «Hayır» dedi ve ilave etti. «Ben sende öyle bir kibarlık gördüm ki, bu seni babama tercih ettirdi, bunun için, senin yanında köle olmayı, kabilemde şef olmaya tercih ederim.» Bunun üzerine babası üzülerek ve fakat oğluna iyi muamele yapıldığından emin olarak kabilesine döndü.

 Zeyd'in bu cevabı, bizzat Hz. Peygamber'e çok dokundu. Zeyd'in elinden tutup, Kabe önüne götürdü ve herkesin yanında O'nu azad ettiğini ve kendisine evlatlık olarak aldığını ilan etti. Bu son cümle konumuzu ilgilendirir. Bu olayda şu ana kadar belirttiğimiz özelliklerin yanında. Kabe önünde, kölelerin azad edildiğini ve evlatlıklar alındığını görüyoruz.

     Hz. Muhammed Peygamberlik görevini alınca, bunu ilan ediyor ve tek olan Allah'a tapmayı, ellerinden ne iyilik, ne de kötülük gelen putlara tapmamayı söylüyor. Fakat bilindiği gibi müslümanlara karşı hemen zulüm ve işkence başlıyor; müslümanların Kabe önünde ibadet etmeleri, Mekke'li müşrikler tarafından yasaklanıyor. Başlangıçta, Hz. Peygamber ve müslümanlar günde iki defa (sabah, ikindi) Kabe’ye gidiyorlar, ibadetlerini yapıyorlardı. Mîraç'tan sonra ise namaz, günde beş vakit olarak kılınmaya başlanmıştır.

     Mekke'lilerin zulmü müslümanlara, Kabe önünde namaz kılmayı yasakladığında Hz. Peygamber, ashabından biri olan Erkam'ın evinde namaz kılmaya başladı. Erkam'ın evi Kabe'ye yakın, Safa tepesinde idi. Hz. Ömer müslümanlığı kabul edince, Hz. Peygamber'le bu evde karşılaşmıştı.

Nesi Takvimi

Bu konuyu bitirmeden evvel, İslam öncesi devreye ait bir uygulama olan «Nesi»den bahsetmek istiyorum. «Nesi», takvimde ayarlama, yani şemsi ayları kameri aylara uygun düşürmek demektir. Bilindiği gibi Kameri yılda 354 gün vardır, halbuki, şemsi yılda günlerin sayısı 365 dir. Netice olarak, kameri seneye göre Hacc yapıldığında Hacc mevsimi her sene, bir önceki seneden onbir gün evvel olurdu. Böylece baharda başlayan hac mevsimi, ilerleye ilerleye yaza, sonbahara, yani bütün mevsimlere tesadüf edebilirdi. Fakat Mekkeliler, haccın her zaman aynı mevsime, yani bahara tesadüf etmesini istemişler ve bunun için de «Nesi» usulüne başvurmuşlardır. İki takvim yılı arasında on bir günlük fark olduğunu belirtmiştik. Bu nedenle Mekkeliler her üç seneden sonra, seneye bir on üçüncü ay ilave ediyorlardı. Buna rağmen üç günlük bir fark kalıyordu. (11x3=33,33-30=3) ve on seneden sonra bu üç günlük fark bir ay oluyordu (10x3=30). Bundan dolayı seneye bir ay daha ilave gerekirken, onlar iki ay ilave ediyorlardı.
     İşte bu uygulama da Kabe'nin önünde cereyan ediyordu. Ve takvim bakanı, -buna «Nasi» deniyordu- Kabe'nin kapısında, yardımcısı da «Hatim»de duruyordu. Nasi şöyle bağırıyordu: «Ben, hiç bir zaman sözüne tecavüz edilmeyen değil miyim?» Yardımcısı da onun sözünü tekrar ediyordu. Orada bulunanlar da «Senin sözüne hiç bir zaman tecavüz olunmayacak, onu kabul ediyoruz» diyorlardı. Bundan sonra «Nasi» şöyle bağırıyordu: «Önümüzdeki sene, «Nesi» hadisesi olacak ve Muharrem ayı Zilhicce'den hemen sonra değil bir ay sonra gelecektir».

   CAMİ       

     Kabe, tek olan Allah'ın evi olduğu için, İslam’da bunun yerine başka bir yer aramak prensip olarak yoktur. İşte bunun için Mekke'de Hz. Peygamber (s.a.v.) ve İslamiyet'i kabul eden herkes, ibadet etmek için Kabe'ye gidiyordu. Aynı şekilde, İslam’dan evvel Mekke'lilerin yaptığı gibi, onlar da Kabe'yi tavaf ediyor, etrafında dönüyorlardı.

     Daha sonra, siyasi sebeplerden dolayı Kabe'de ibadet yapılamadı ve camiler inşa edildi. İslam’ın başlangıcında, Mekke'liler müslümanlara karşı kayıtsızdılar; fakat daha sonra müslümanlara işkence yapmaya başladılar. Bu işkenceler, bilhassa Mekke'ye yerleşmiş olan yabancı müslümanlara tatbik ediliyordu.

     İslam’ın büyük müfessir, müverrih (tarihçi) ve muhaddisi olan İbn Kesir eserinde, İslam’da ilk mescidin Ammar b. Yasir tarafından yapıldığını söyler. Ammar b. Yasir, Mekke'li olmayıp, oraya yerleşen bir yabancı idi. Belazuri'nin «Ensab'ül-Eşraf» adlı eserinde, müşriklerin Ammar'a nasıl işkence ettikleri ve O'nu İslam’ı terke zorladıkları kayıtlıdır. Bu hususta söz konusu kitapta şunları okuyoruz: «Müşrikler, Ammar'a o derece işkence yapıp dövdüler ki, Ammar tahammül edemez oldu ve onlara istedikleri şekilde hareket edeceğini söyledi. Bunun üzerine müşrikler, her türlü kötü şeyi söylediler ve Ammar'a tekrar ettirdiler. Gayr-ı müslimler, O'nunla alay etmek için, uçan bir
       

sineği gösterip «Bu Allah'ımdır» dedirtiyorlardı, o da «evet bu benim Allah'ımdır» diyordu. Çünkü işkenceler, tahammül edilemez bir hal almıştı.

     Yine bir gün müşrikler eziyet edip, Ammar bu sözleri tekrarladıktan sonra ağlayarak Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gitti. Hz. Peygamber (s.a.v.) O'na ne olduğunu sordu. O da olup biteni anlattı, işte tam o sırada «Kalbi iman üzere (sabit ve bununla) mutmain (ve müsterih) olduğu halde (cebr-ü) ikrahe uğratılanlar müstesna» (Nahl süresi, 106) ayet-i kerimesi nazil oldu. Bu ayetle, zor karşısında kalan bir müslüman, kalbinde iman olduğu müddetçe, dine aykırı konuşmak zorunda bırakıldığında, konuşmasında bir beis olmadığı vurgulanıyordu. Aynı şekilde Ammar, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e: «Müşriklerin zoruyla sana küfrettim ve böylece Peygamberin aleyhinde konuştum» dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) O'na: «Zararı yok, ben sana müsaade ediyorum» dedi. Bu nedenle, dışa (müşriklere) görünüşü itibariyle Ammar b, Yasir, artık müslüman değildi. İşte bunun için, Kabe'nin önünde İslamî bir şekilde ibadet etmesi mümkün değildi. Aksi halde, Mekke'liler O'na, «yalan söylüyorsun» deyip dövebilirlerdi. Bunun için Ammar b. Yasir'in, İslamî bir şekilde ibadetini yapması gayesiyle evinde bir mescid bina etmesi ve Kabe'nin önünde ibadet yapmaması gayet tabii bir şeydi.

İkinci mescid de yine Hicret'ten evvel, Hz. Ebu Bekir'in kendi evinde inşa ettirdiği mesciddir. Bu durum hayretle.karşılanabilir. Niçin Hz. Ebu Bekir? Mekke'de on bakanlığı olan bir hükümet konseyi vardı. Hz. Ebu Bekir bu bakanlardan biriydi. Bunun için prestiji vardı ve aynı zamanda O'nu koruyacak kabilesi de vardı. Şu halde evine çekilip, orada ibadet etmesinin sebebi neydi?

     Kaynaklar, bu hususta bize fazla bir malumat vermiyor; fakat bu konuda benim bazı düşüncelerim var. Huzaa kabilesini bertaraf edip, Kureyş için kuvveti eline alan, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in atalarından biri «Kusay»dı. Mekke'li büyük aileler, Kusayın neslinden geliyorlardı. Halbuki Hz. Ebu Bekir'in kabilesi «Teym»den geliyordu. Bunun için Teym kabilesi şehri idare eden, Benu Umeyye, Benu Haşim ve diğer kabilelere nazaran daha aşağı sayılıyordu. Bu nedenle, birisi «Teym» kabilesini tenkid etmek isterse, deniyordu ki, «Halka taalluk eden bir hususta istişare etmek için Teym kabilesini davet etmiyelim» veya, davet ediliyor fakat görüşü sorulmuyordu. Bu hususta bir şair, bir beyitte şöyle demiştir: «Amme meselelerinde Teym kabilesini istişareye çağırmayalım, hatta çağıracak olursak bile, görüşünü sormayalım».

     Teym kabilesi, diğer kabilelere nazaran çok daha

zayıf bir durumdaydı. Bundan dolayı Hz. Ebu Bekir, müslümanlığını büyük bir ihtişamla açıklayamıyordu.    

     İkinci bir sebep de şudur: Bi'setin beşinci senesinde bazı müslümanlar, müşriklerin işkencelerinden kurtulmak için Habeşistan'a hicret ettiklerinde, Hz. Ebu Bekir de bunların arasındaydı.
       

     O dönemin Arabistanında herhangi bir şahıs, memleketini terk edince, bu O'nun milliyetini reddettiği anlamına da geliyordu. Bundan dolayı Hz. Ebu Bekir artık Mekke'li sayılmıyordu ve O, Mekke'ye şahıs olarak değil, ancak birisinin himayesiyle geri dönebilirdi. Kinane kabilesinden İbn Duğunna adındaki birisi Hz. Ebu Bekir'in başından geçenleri öğrenince üzülmüş ve Habeşistan yolundayken O'na: «Mekke’ye geri dön, ben seni himayeme alıyorum» deyip, Hz.Ebu Bekir'i Mekke'ye geri getirmişti. Mekke'de itibarı vardı; çünkü O, Mekke'lilerin askeri müttefiki idi. Bunun için İbn Duğunna, Hz. Ebu Bekir'le Mekke'ye dönünce, Mekke'lilere: «Ben bunu himayeme alıyorum, kimse O'na kötülük yapmasın» demiş ve Mekke'liler de bunu kabul etmişti. Yalnız Mekke'lilerin şöyle bir şartı vardı: Hz. Ebu Bekir müslümanlığını açıkça izhar etmeyecekti ve ibadetini gizli yapacaktı. Buhari'nin dediği gibi muhtemelen, Hz. Ebu Bekir'i evinin avlusunda bir mescit yapmaya sevk eden sebep buydu.

     Bir başka husus da şudur: Hz. Ebu Bekir'in çok tatlı bir sesi vardı. O namazı yüksek sesle kıldığında veya evinin avlusunda olan mescitte Kur'an-ı Kerîm'i yüksek sesle okuduğu zaman, Mekkeliler müzik dinler gibi Hz. Ebu Bekir'i dinlemeye gidiyorlardı. Çünkü sesi çok güzeldi. Bu husus gündüz için varid olduğu gibi, gece için de geçerli idi. Hz. Ebu Bekir'in Kur'an okuyuşunu, müzik olarak dinlemeye gelenlerin sayısı her gün biraz daha artıyordu. Gerçekte bu, müslümanlar için Kur'an-ı Kerim'in tilaveti iken, Hz. Ebu Bekir'i dinlemeye gelenler gayr-i müslim oldukları için buna müzik diyorum. Onlar için bu güzel okuyuş müziği ifade ediyordu.

Hz. Ebu Bekir'i dinlemeye gelenler çoğalınca, (aralarında kadın, erkek, çocuk, yaşlılar vardı) bunlar Hz. Ebu Bekir'in Kur'an-ı Kerîm'de okuduğu, putlar ve putperestlik aleyhindeki ayetleri de dinliyorlardı. İşte bunun için Mekke'liler, Hz. Ebu Bekir'in bu yolla islamiyet'i yaymasına mani olmak istediler

     Fakat Mekkeliler, kendi askeri müttefiklerinin himayesi altında olan Hz. Ebu Bekir'e doğrudan doğruya hücum etme yerine, O'nun hamisi İbn Duğunna'ya müracaat edip, Hz. Ebu Bekir'in bu faaliyetini durdurmasını istediler.

     İbn Duğunna, Hz. Ebu Bekir'e şöyle söyledi: «Ben seni insanî bir vecibe olarak himayeme aldım. Ben müslüman değilim, sen müslümansın. Bunun için, Mekke'illerle, ortaya siyasi sorunlar çıkaracak şeyler yapmaman lazım» Başka bir tabirle Hz. Ebu Bekir'e, evinin mescidinde, yüksek sesle namaz kılmamasını söylüyordu. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ebu Bekir olduğu için, O'na hemen şu cevabı verdi: «Benim, senin himayene ihtiyacım yok, bana yalnız Allah yeter».

     Müşrikler tarafından aynı şekilde işkence gören Hz. Peygamber'in, bu sırada ne yaptığını bilmiyoruz. O'nun bazen gündüz, bazen gece, hiç kimsenin olmadığı bir zamanda Kabe'ye gittiğini biliyoruz. Fakat, evinde namaz kılmak için özel bir mescidi olup olmadığına dair kaynaklarımızda hiç bir yok.

     Mesela, kaynaklarda şunu okuyoruz: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.), Kabe'de namaz kılarken onu gören Ebu Cehil, arkadaşlarına şöyle söylemişti: «Bugün, falan yerde bir deve kesildi. Gidin onun bağırsaklarını ve işkembesini getirin de Peygamber'e bir şeyler yapalım». Mekke'liler bu devenin pis bağırsaklarını ve işkembesini
       

getirdiler ve Hz. Peygamber (s.a.v.) namazda, secdedeyken, bu pislikleri başının üstüne koydular. Bu pislik çok ağır olduğundan, Hz. Fatıma'ya haber verilinceye ve O da koşa koşa gelip, bu pislikleri babasının başından kaldırıncaya kadar, başını yerden kaldıramadı ve secdede kaldı.

     Diğer ashaba gelince, onların, şehir dışında, mağaralarda yahut hiç kimsenin bulunmadığı yerlerde namaz kıldıklarını biliyoruz.

     Netice olarak şunu demek istiyorum ki, başlangıçta davet için sadece Allah'ın evi Kabe vardı. Mekke'li müşrikler olsun, müslümanlar olsun, ibadetlerini burada yapıyorlardı. Fakat daha sonra; içtimai işkenceler neticesinde, müslümanlar başka çözümler aradılar ve namaz kılmak için evlerinde mescidler inşa etmeye başladılar.

    Şüphesiz, o zamanlar, yani müslümanların Mekke'de azınlıkta oldukları, işkence gördükleri bir devirde cami, İslamî bir müessese olarak mühim bir rol oynayamazdı. Fakat Müslümanlar Mekke'yi terk edip, Medîne'ye yerleştiklerinde, caminin önemi artacaktı. Muhakkak ki Caminin inşası, Ensarın hicretten evvel. Hac zamanında Mina'da müslüman olmalarından sonradır. İlk sene müslüman olan Medîne'lilerin sayısı altı kadardı. Bunlar Medine'ye döndükten sonra nasıl ibadet ettiklerine, nerede namaz kıldıklarına dair, elimizde fazla malumat yoktur; umumi camileri mi, yoksa evlerde hususi mescidleri mi vardı, bilemiyoruz. Fakat ikinci sene, Medine'lilerden Mekke'ye gidip, Resülullah'ı ikinci Akabe biatında görüp, müslüman olan grup hakkında, bazı malumata sahibiz.

Bu mevzuda iki rivayet vardır: Bunlardan birincisine göre bu kişiler Medine'ye döndükten sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara bir mektup yazıp, namaz hakkında bilgiler vermiştir. İkinci rivayete göre de, önce Medineliler, nasıl ibadet edeceklerine dair sorular sormuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de onlara, bu hususlara dair bir mektup yazmıştır. Bu mektupta Hz. Peygamber (s.a.v.) Medineli müslümanlara şunu yazıyordu: «Cuma günü, yani yahudilerin «şabat»ları (cumartesi ibadetleri)ne başladıkları gün, zeval vaktinden sonra güneş eğilmeye başlayınca, toplanınız ve iki rek'at namazı cemaatle kılınız»

 Karşımıza küçük bir mesele çıkıyor: Niçin Hz.Peygamber (s.a.v.) Yahudilere atıfta bulunmuştur?

    O sadece, «Cum'a günü iki rek'at namaz kılın»diyemez miydi? Niçin Hz. Peygamber, (s.a.v.) bu şeyleri tasrih ediyor? Ben öyle sanıyorum ki, bunun sebebi, «Cum'a» kelimesinin henüz bilinmemesiydi. Bir çok kelimeler mevcuttu; mesela, bazı yerlerde (Aruba) deniyordu. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.v,)'in, Cuma'dan ne kastettiğini yazması lazımdı. Bu hususta küçük bir açıklama daha yapalım:

     Yahudiler, cumartesi günkü ibadetleri için bir gün evvel hazırlığa başlarlar. Bütün yiyecek ve ihtiyaçlarını cuma günü hazırlarlar; çünkü onlar cumartesi günü yemek dahi pişiremezler. İşte Hz. Peygamber (s.a.v.) diyor ki: «Yahudilerin, ibadetlerine hazırlık yaptıkları günde cum'a namazı kılınız».

     Cuma namazının kılınması şekli hakkında, karşımıza bir kaç mesele çıkmaktadır. Mesela; İmam Hanefî'nin Mezhebine göre, İslamî hükümet olmayan bir yerde cuma namazı kılınamaz.
       

Mesela ben Paris'te yaşıyorum.     

     Acaba cuma namazına gitmeli miyim, yoksa öğle namazını mı kılmam lazım? Bu tartışılan bir meseledir. Bu örnekte, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v. )'in Medine'deki ümmetine cuma namazını kılmalarını yazdığını görüyoruz ki, o zamanlar Medine'de İslamî bir hükümet yoktu. Medine'nin nüfusu on bin kadar kabul ediliyordu ve bunların içinde müslümanların sayısı yirmiye kadar bile varmıyordu.

İlk sene altı kişi, ikinci sene de oniki kişi müslüman olmuştu ve bunlar aileleriyle birlikte olsa olsa yüz kişi idiler. Medine halkının tamamı müslüman değildi, Yahudiler, Hristiyanlar, putperestler vardı ve müslümanlar, henüz Medine'nin hakimi değillerdi. Şu halde, gayr-ı Müslim olan bir beldedeki müslümanların cuma namazını kılmaları için, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) emir vermiştir. Bu husustaki rivayet açıktır. Bu rivayete göre: «Bu ilk kılınan cuma namazında sadece oniki kişi vardı.» Yani, cuma namazı oniki kişi ile kılınabilir. Her hal-ü kârda oniki kişi varsa, cumaya izin verilmiştir. Fakat bilindiği gibi, cuma namazının kılınabilmesi için İmam Şafii'ye göre kırk kişinin olması lazımdır.

Netice olarak, Ammar b. Yasir ve Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın mescidinden sonra, üçüncü olarak bu cami vardı. Maalesef, bazı malumat eksikliği olduğundan, bu hadiseyi müteakip caminin nasıl yapıldığını, cuma namazının bu mescidde mi kılındığına dair bir şey bilmiyoruz. Aynı şekilde, o gün hutbe okunup okunmadığına dair de malumat yoktur. Her hal-u kârda, daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) doğduğu şehri terk edip, Medine'ye yerleşince, caminin çok büyük bir rol oynadığını görüyoruz.



     Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke'den çıkınca önce Kuba'ya varır. Mekke güneyde olduğu için Hz. Peygamber (s.a.v.) önce Kuba'ya, daha sonra Medine'ye gidecektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Kuba'da birkaç hafta geçirir. Ve burada bir cami inşaatına başlar. Bu hususta şu Ayet-i Kerime nazil olur: «Ta ilk gününden beri temeli takva üzerine te'sis edilen mescid» (Tevbe süresi, 108). Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, bu mescidde irad ettikleri hutbe de zikredilmektedir.

     O, Kuba'ya pazartesi günü varmıştı ve müteakip cuma günü, cuma namazı kıldırmış, hutbe okumuştur. Tarihçiler, bu hutbenin metnini yazmışlardır. Her hal-ü kârda, bu mescid, yeryüzünde inşa edilen üçüncü veya dördüncü cami idi. Birincisi, Ammar b. Yasir'in; ikincisi, Hz. Ebu Bekir'in; üçüncüsü, Medine'de cuma namazı kılınan mescid ve dördüncüsü de Kuba mescidi. Daha sonra, Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye gitmek üzere Kuba'dan hareket eder. Bunun tarihçesi çok iyi bilinmektedir: Devesine biner ve gider. Her kabile, onu kendi evinde misafir etmek ister, fakat O, «Deveyi salıverin, o nerede durursa, ben orada misafir olacağım» der ve devesi, bugün Mescid-i Nebevi'nin bulunduğu yerde durur. Fakat o devirde burada bir şey yoktu ve boş bir arazi idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) cami ve kendi ev halkı için bu araziyi satın alır. O andan itibaren bu cami, Medine'nin belli başlı camisi olarak zamanımıza kadar gelmiştir.

     Bu hususta, bir kaç noktayı daha zikredelim:
       

     Mescid-i Nebevi olsun, Kuba mescidi olsun Kabe'ye karşı değil, Kudüs'e karşı inşa edilmişlerdi. Takriben bir sene sonra Vahiy geldi ve Allah-u Teala, Kabe'ye karşı namaz kılınmasını emretti. Birinci kıble ile ikinci kıbleyi tayin eden, Hz. Peygamber (s.a.v.)'dir. Yani O'nun, Mekke'nin ve Kudüs'ün hangi cihetlerde olduğunu tayin edebilecek kadar, teknik bilgisi vardı ve bu pusulasız idi;

     Muhtemelen, yıldızlar vasıtasıyla yönler tayin ediliyordu. Yani, Kudüs'e gidilince, hangi yıldızın takip edileceğini O biliyordu. Çünkü O en az iki sefer, Suriye'ye seyahat yapmıştı. Aynı şekilde, Suriye'den dönüp Mekke'ye gidildiğinde hangi yıldızın takip edileceğini biliyordu. Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.), Kudüs'ün ve Kabe'nin yönünü tayin edebilirdi.

     Şunu ifade edebilirim ki, müslüman mühendisler ve müslüman astronomlar, kendilerinin ilk mühendisi ve astronomunun Hz. Peygamber (s.a.v.) olmasından gurur duymalıdırlar. Camiyi inşa eden ve bu camiye kıble yönünü tayin eden, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) olmuştur.

     Belazuri'nin «Ensabü'l-Eşraf»ında belirtildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Medine'deki hayatı sırasında, Medine'de dokuz cami daha vardı. Cuma namazı için, herkes büyük camiye gidiyordu. Diğer beş vakit namazlar ise mahalle veya kabile camilerinde kılınıyordu. Böylece o devirde Medine'de on camii olduğu anlaşılmaktadır.

Caminin rolünden bahsetmeden, evvel, Hz. Peygamber (s.a.v. )'in cuma namazı kıldığı, altıncı bir camiden söz etmek gerekmektedir. Medine'de, cuma namazı kılınmayan dokuz camiyi, bu listede hesaba katmıyorum. Çünkü bu camilerde cuma namazı kılınmıyordu.

     İmam Buhari, Sahih'inde zikrediyor ki, Medine camisinden sonra ilk defa cuma namazı kılınan mescid, «Cuvasa» mescidi idi.

     Cuvasa, Mekke ve Medine bölgelerinde olmayıp, Arabistan'ın doğusundadır. Cuvasa, bugünkü Riyad ve Zahran arasındadır. Bunu Buhari dediği için, inanmak lazımdır. Bu demek oluyor ki Cuvasâ halkı, çok erken bir devirde İslamiyet’i kabul etmişlerdir.

     Maalesef Buhari, bu hususta fazla teferruat vermiyor. Hicretin birinci senesi mi, ikinci senesi mi, bilemiyoruz. Her hal-ü kârda daha sonra olamaz.

    Bu Cuvasa Camisi uzun seneler meşhur bir cami olarak kaldıktan sonra harab olup, kaybolmuştur. Son zamanlara kadar Cuvasa'nın nerede olduğu bilinmiyordu.

     Suudi Arabistan hükümeti, bu bölgede arkeolojik kazılar yaptırdı ve Cuvasa Camisi bulundu. Burası, kumlarla örtülüydü ve daha sonra caminin izleri bulundu. Geçen Şevval ayında, bu bölgeyi ziyaret etme bahtiyarlığına kavuştum. Caminin temellerinin hala var olduğunu gördüm. Bu temeller oldukça yüksekti. Önce bir nevi platform (düz alan) inşa edilmiş ve bunun üzerine de cami yapılmış. Bu platformun üzerinde biri mihrab için, diğerleri de ona bağlı olmak üzere üç kemer gözükmektedir. Çok küçük bir minber de mevcuttur; çatısı yoktur. Aynı şekilde
       

sütun vs. de. Eski yapıdan sadece bu platform ve üç kemer mevcuttur. Camiyi olduğu gibi muhafaza etmek için, üzerine bir çatı yapılmıştır. Arkeologların dediğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.)'in devrine ait olduğunu öğrendiğimiz bu caminin, güneş, yağmur vs. gibi dış etkenlerden muhafazası için üzerine bu çatı yapılmıştır. Caminin hemen yanında abdest almak için bir çeşme vardır. Bugün için bu çeşme kullanılmamaktadır. Fakat bu gösteriyor ki o zamanlar cami, su bulunan bir yere inşa edilmişti. Aynı şeyi Bedir'de de gördüm. Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında Bedir muharebesi olmuştu. Bu muharebeden sonra, savaşın olduğu yere bir cami inşa edilmişti. Bu cami de, bir çeşmenin hemen yanına inşa edilmiştir.

     İslam’da camilerin nasıl başladığına dair bu bir kaç örnekten sonra, müslüman toplum için caminin oynadığı rol ve idaresine geçebiliriz. Çünkü cami sadece ibadet için değil, başka şeyler için de kullanılıyordu.

    Şu hususu hemen ilave etmem lazım. O da camiye başka bir fonksiyon (özellik) verilmesi veya verilmemesi hususudur. Caminin ilk rolü namaz için oluşudur. Bundan başka yapacağımız şeyler ihtiyaçlarımıza bağlıdır. Mesela; Medine'deki büyük cami inşa edilince, yanında «Suffa» da bulunuyordu.Bu bir nevi okul niteliğinde idi. Caminin yanında talebeler için ayrı bir bina yapılınca -çünkü sayları çoktu- derslere camide devam etmeye lüzum kalmadı. Demek ki bu, ihtiyaca göre değişmektedir. Mesela; önceleri Suffa'nın talebeleri Suffa'da yani camide yatıyorlardı. Fakat, talebeler için ayrıca yatma odaları inşa edilince, camide yatmaya lüzum kalmamaktadır. Her şey ihtiyaca göredir. §

muhammed hamidullah


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım


kabenin içi...


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests

Asım Bey,

Sel manzaralarına bakılırsa Kab'nin yeri yanlış!

Acaba Allah Kabe'nin yeri olarak burayı mı göstermişti!

Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım














__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
kuranyeter
Ayrıldı
Ayrıldı


Katılma Tarihi: 04 subat 2008
Yer: Antarctica
Gönderilenler: 204
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı kuranyeter

merhaba

muhammed döneminde putlar kabe nin içindeydi şimdi kabe nin etrafı putlarla doldurulmuş.

 



__________________
Ölüm her aklına geldiğinde Ah edip vah edip inleme Bu halinle tanrıyı incitmiş olacaksın Ecel kapını çaldığı zaman Evi telaşa verme O geldiği zaman Sen gitmiş olacaksın...
Yukarı dön Göster kuranyeter's Profil Diğer Mesajlarını Ara: kuranyeter
 
baybora
Ayrıldı
Ayrıldı
Simge

Katılma Tarihi: 06 eylul 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 547
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı baybora

Selam Asım kardeş,

Aynı dönemde “hac”a gitmişiz (2004). Gittiğim kafile tarafından sorunlu biri olarak görüldüm. “Hac” boyunca doğru inandıklarımı söyledim, uyardım, tartıştım. Bunlardan biride “Kabe’nin üstünden kuş geçmediği, fotoğraf çekilmediği v.b” konulardı.   “Kabe’nin su başmış” fotoğraflarını yine Mekke’de bir dükkandan satın almış herkese göstermiştim, inadına Kabe’yi arkama alan bir resim çektirdim. Hacer’ul-Esved’e hiç yanaşmadım. Hicr-i İsmaili biliyordum,  Abdullah b. Zubeyr’i de. Özellikle Bab’ul-Kabe’nin karşısında “Salâta’da yanaşmadım”, dualarımda da bir yer aramadım. Her şeyi bilen ve duyan beni her yerde bilirdi. İbrahim(a.s)’a ait olduğu söylenen ayak izine göz ucuyla baktım, müzeye kaldırılsa iyi olur diye düşündüm.   Kisvesinin “beyaz” olması gerektiğini v.b.

Su basan, yıkılan, onarılan bir ev “Allah(a.c)’in evi”  yani kamuya açık bir ev, kimsenin olmayan, sade ve gösterişsiz. Kralların evi, Bizim evimiz, Allah(a.c) evi…

İsrail oğullarının “mescidi” gibi bir gün yıkılsa ne olur diye düşündüm, onarılıp tekrar yıkılsa,

Kim Kabe’ye kulluk ediyorsa Kabe’yi su basar, yıkılır Kim Alemlerin Rabbi ne Kulluk ediyorsa “Allah’tan başka hiçbir şey ilâh değildir. Diridir, kendi kendine yeterlidir. O’nu ne bir uyuklama alır, ne de bir uyku. Göklerde ve yerdeki her şey O’nundur

Selam ve dua ile,

rıdvan



__________________
Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
Yukarı dön Göster baybora's Profil Diğer Mesajlarını Ara: baybora
 
İbrahimizm!!!
Ayrıldı
Ayrıldı


Katılma Tarihi: 14 subat 2009
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 420
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı İbrahimizm!!!

selamlar baybora,

''Aynı dönemde “hac”a gitmişiz''.

öğrenmek arzum,haca gidişinizi turistik gezi olarak adlandırabilir miyiz?

''Su basan, yıkılan, onarılan bir ev “Allah(a.c)’in evi”  yani kamuya açık bir ev, kimsenin olmayan, sade ve gösterişsiz. Kralların evi, Bizim evimiz, Allah(a.c) evi…''

herşey birgün savrulur gider,dağlarda atılmış pamuklar gibi olur,
kul yapısı kabe neden yıkılmasın,rüzgarlarda sellerde Allahın sünnetullahında birer emir eri değil mi?

Yukarı dön Göster İbrahimizm!!!'s Profil Diğer Mesajlarını Ara: İbrahimizm!!!
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

baybora Yazdı:

Selam Asım kardeş,

Aynı dönemde �hac�a gitmişiz (2004). Gittiğim kafile tarafından sorunlu biri olarak görüldüm. �Hac� boyunca doğru inandıklarımı söyledim, uyardım, tartıştım. Bunlardan biride �Kabe�nin üstünden kuş geçmediği, fotoğraf çekilmediği v.b� konulardı.   �Kabe�nin su başmış� fotoğraflarını yine Mekke�de bir dükkandan satın almış herkese göstermiştim, inadına Kabe�yi arkama alan bir resim çektirdim. Hacer�ul-Esved�e hiç yanaşmadım. Hicr-i İsmaili biliyordum,  Abdullah b. Zubeyr�i de. Özellikle Bab�ul-Kabe�nin karşısında �Salâta�da yanaşmadım�, dualarımda da bir yer aramadım. Her şeyi bilen ve duyan beni her yerde bilirdi. İbrahim(a.s)�a ait olduğu söylenen ayak izine göz ucuyla baktım, müzeye kaldırılsa iyi olur diye düşündüm.   Kisvesinin �beyaz� olması gerektiğini v.b.

Su basan, yıkılan, onarılan bir ev �Allah(a.c)�in evi�  yani kamuya açık bir ev, kimsenin olmayan, sade ve gösterişsiz. Kralların evi, Bizim evimiz, Allah(a.c) evi�

İsrail oğullarının �mescidi� gibi bir gün yıkılsa ne olur diye düşündüm, onarılıp tekrar yıkılsa,

Kim Kabe�ye kulluk ediyorsa Kabe�yi su basar, yıkılır Kim Alemlerin Rabbi ne Kulluk ediyorsa �Allah�tan başka hiçbir şey ilâh değildir. Diridir, kendi kendine yeterlidir. O�nu ne bir uyuklama alır, ne de bir uyku. Göklerde ve yerdeki her şey O�nundur

Selam ve dua ile,

rıdvan



Selam Rıdvan bey;

Tavrınızı ve duruşunuzu takdir ediyorum.

Özellikle son cümlenize aynen ve elbette katıldığım gibi aynı cümlenin  Allah'tan başka "hüda" arayanlar için de söylenebileceğini düşünüyorum. 

Şu linkte dile getirdiğim soru ve sorunlar hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Özetle; yeri Allah tarafından "Bana hiç bir şeyi ortak koşma" denilerek gösterilen, ona dahil olanın emniyete ereceği, içinde açık-seçik deliller, ve İbrahim'in makamı  -ki buradan bir salat yeri edinilecek- bulunan, alemlere hüda olan, Hz. İbrahim tarafından temizlenecek, ekin bitmez bir vadiye kurulan, yoluna gücü yetenin ziyaret etmesi, Allah'ın insanlar üzerinde ki bir hakkı olan beyt... Beytullah... 

Zahiren görünen / okunan / bilinen anlamı anlamak uygun mudur sizce ?

Esenlik dileklerimle...


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 

Sayfa 10 Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats