Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Dili inceleyen iki bilim dalı vardır: Dil bilimi ve dil bilgisi. Dil bilimi, dili metin yönüyle incelerken dilbilgisi dili bütün yönleriyle inceler ve kurallarını koyar. Dilbilgisinin ses bilgisi (fonetik), şekil bilgisi (morfoloji) , köken bilgisi (etimoloji), cümle bilgisi ( sentaks), anlam bilgisi (semantik) gibi bölümleri vardır. Etimoloji bir dilin kelimelerinin ilk ve doğru anlamlarını tespit eden ve bu konuda kurallar koyan dilbilgisi koludur. Dilbilgisinin en zevkli çalışma alanlarından biri olan etimoloji (köken bilimi) bize sözcüklerimizin soy ağacını, şeceresini verir. Etimoloji alanında yapılan çalışmalarla dilimizin tarih içinde diğer toplumlarla nasıl kuvvetli bir ilişki içinde olduğunu görüyoruz. Güneş-Dil teorisi çerçevesi içinde bütün kelimelerin Türkçe asıllı olduğunu ispatlayabilmek için gayretler içine de girilmiştir. “Paralel”in “beraber” kelimesinden, Niyagara Şelalesi’ndeki “Niyagara” kelimesinin “ne yaygara” sözünden türediği gibi yanlış iddialar da ortaya atılmıştır. Atatürk de bir zaman bu düşünceyi benimsemiş, daha sonra bu düşünceden vazgeçmiştir.
Abdülkadir İnan anlatıyor: Neşeli anlarında Atatürk, Ahmet Cevat ile eğlenmeyi severdi. ”Cevat Bey, sizin “karakol” kelimesi üzerinde yaptığınız etimolojiyi bu arkadaşlara da anlatır mısınız?” buyurdu. Anlaşılan Ahmet Cevat bu sıralarda Atatürk’e etimoloji üzerine bir etüt sunmuştu. Ahmet Cevat “kol” müfreze, “kara” da bildiğimiz toprak. Yani toprak üzerinde gezen kol, demek olsa gerek. Karakolu olduğu gibi denizkolu da olur.”diye izah etti. Atatürk, “Bizim Ahmet Cevat Bey, Şemsettin Sami’den bir adım bile ileri gidememiş… Cevat’ın yaptığı etimolojiler bize şu fıkrayı hatırlatıyor: Padişahlardan biri vezirine “Halk konuşurken sarık-marık, giyim-miyim, pabuç-mabuç der.Sarığı, giyimi, pabuçu anladık; marık, miyim, mabuç da ne oluyor?” demiş. Akıllı vezir bir müddet düşündükten sonra “ Şevketlimin mübarek başındaki sarık, kullarının fakir başındaki marık; haşmetlümün üzerindeki elbise giyim, kölenizin üzerindeki miyim; devletlümün mübarek ayaklarındaki pabuç, bendelerinin ayağındaki ise mabuçtur.” diye izah etmiş. Ahmet Cevat’ın etimolojileri de bu vezirin etimolojilerine benzer.
Bizimkilerde Ahmet Cevat Emre’ninki gibi mi olur bilmeyiz ama üç beş kelimelik bir etimoloji çalışması da biz arz edelim. ŞARLATAN : Şarlatan kelimesi İtalyanca'dan gelir. Ortaçağda papalık, günahkâr insanları, para mukabilinde, Allah'tan aldığını iddia ettiği yetkiye dayanarak affediyor ve eline imzalı ve damgalı bir de resmî belge tutuşturuyordu. Bazı açıkgözler bu af vesikalarını taklit ederek, huzurlarını kaçıran, vicdanlarını rahatsız eden günahlarından kurtulmak isteyen İtalyanlara, papalığın fiyatından çok daha ucuza satmaya başladılar. Bu kimselere de ciarlatano yani "şarlatan" deniyordu. ŞOVENİZM : Nicolas Chauvin, başkumandanı Napolyon’a sarsılmaz, fanatik sadâkatle bağlı bir askerdi. Napolyon’un harplerinden birinde yaralanmış olmasına rağmen, onun tarihte bir benzeri olmayan bir lider olduğuna inanmış, Napolyon sürgündeyken dahi onun türküsünü şevkle çalmaktan vazgeçmemişti. Fransızlar ise Küçük Onbaşıyı başlarından atmakla memnun olduklarından Chauvin'in her yerde ve her zaman Napolyon’un müdafaasını yapması, onun gibi bir vatanseverin bir daha yetişmeyeceğinde, ısrar etmesi karşısında, Chauvin'le alaya başladılar. Cogniard'ın 1831'de sahneye konan eserinde (La Cocorde Tricolere) Chavvin adlı bir karakter milli üstünlük nutukları çeker, zafer şarkıları söyler. Bundan sonra mübalağalı, fanatik bir milliyetçilik chauvenism (şovenizm), onu tutulan kimseye ise şoven denmeye başlar. SADİZM-SADİST : Mazohist bir insanın karşıtı sadisttir. Compte Donatien de Sade (1740-1814), gerek hakikî hayatı, gerekse kitaplarıyla dillere düşmüş bir Fransız askeriydi. Yazılarında sevdiği bir kimseye eziyet veren, acı çektiren kimselerin onların ıztırabından zevk duyabileceğini iddia etti. Bugünkü mânası ile tahrip edici duygularını dışa vuran, başkalarına eziyet çektirmekten zevk alan insanlara sadist denir. PANİK : Pan, Yunan mitolojisinin gözde karakterlerinden biridir. Gece gündüz, kırda bayırda, atlaya zıplaya dolaşıyordu. Şakayı de pek sever, yoldan geçenlerin önüne ansızın çıkmaya da bayılırdı. Böylece umulmayan bir anda kaval çalarak önlerine çıkan Pan ı gören yolcular ister istemez paniğe uğrardı. Çünkü, elleri ve vücudu insanınki gibi olan Pan'ın (mitolojiye göre) ayakları, kulakları ve kafası keçininkiler gibiymiş. NİKOTİN : Sigaranın kanser yapan maddesi nikotine adını veren Jean Nicot'tur. M. Nicot, Fransa'nın Lizbon elçisi iken (1560) Amerika'dan yeni dönmüş Portekiz denizcileri ona tütün hediye ettiler. O da bu tütünleri ekti ve böylece tütünü Avrupa'ya takdim etmenin münakaşalı şerefini üzerine aldı. MİHENK TAŞI : Mihenk taşı (veya denek taşı), çakmak taşı cinsinden siyah bir taştır. Altın veya gümüş üzerine sürüldüğü takdirde, bıraktığı çizgilerden bu madenlerin saflık dereceleri anlaşılır. Mihenk taşı herhangi bir şeyin saflığının ölçüldüğü bir imtihan, bir testtir. BİSKÜVİT : İlk bisküvi 1550 yılında pişirildi. Fransa Kralı II. Henry, kasabaları dolaşırken bir köyün fırınına girer ve fırıncıdan orijinal bir pasta hazırlamasını ister. Fırıncı, kafasını daha iyi çalıştırabimek ümidiyle köyün meyhanesine gider. Fırıncının oğlu da, onun fırınlamadığı bir hamuru bozulmaktan korumak için, küçük küçük parçalara doğrar ve fırına koyar. Kısa bir müddet sonra çıkarır, üzerlerine yağ sürerek yeniden fırınlar. Babası döndüğü vakit oğlu bu iki defa pişirilmiş ("bis cuit") pastayı gösterir. Pastayı kral da beğenir.
GALVANOMETRE : Lugi Galvani (1737-98) adlı bir İtalyan psikologu bir gün laboratuvarında çalışırken, elindeki elektrik yüklü küçük cerrah bıçağıyla, deneylerinde kullandığı ölü bir kurbağaya dokunur. Kurbağanın vücudunda bir kasıntı, bir titreme meydana gelir. Galvani, tecrübelerini genişletir ve kimyevî yollarla elektrik üretiminin prensip ve metotlarını keşfeder. Onun ismine bağlı olarak galvanizm, galvanometre, galvanik demir gibi terimler gelişir.
FİYASKO : Fiyasko da İtalyanca bir kelime, "başarısızlık" mânâsına gelir. Kelimenin sözlük anlamı, “alelade şişe" dir. Eski çağlarda Venedik'te şişe işçileri, üretim sırasında şişede en ufak bir hata olduğu zaman, onu alelade şişe olarak kullanılması için kenara koyarlardı. Böylece "güzel" olabilecek bir vazo "fiyasko" ile neticelenirdi.
MOLA : İtalyanca dur, bırak anlamındaki “molla” kelimesinden gelmektedir. Durma, dinlenme anlamında kullanılmaktadır.
DİPLOMA : Yunanca di (iki), ploma (katlama) anlamındaki iki kelimenin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Eski çağlarda yazılı belgeler ikiye katlanarak saklandığı için bunlara diploma denirmiş.
CİVCİV : Farsça cûce (küçük yavru) kelimesinden gelmiştir. Arap alfabesiyle “cim-vav-cim-he” harfleriyle yazılan kelimedeki uzatma ünlüsü vav’ın harf olarak okunmasından ortaya çıkmıştır.
NÖBET : Arapça nevbet (sıra, dizi, sıra ile yapılan iş) kelimesinin Arap alfabesiyle “nun-vav-be-te” harfleriyle yazılışındaki vav harfinin uzatma ünlüsü gibi okunmasıyla meydana gelmiştir.
ŞEMSİYE : Arapça şems, güneş; şemsiye de güneşlik anlamındadır. Türkçemizde yağmurdan korunma aracı olarak kullanılmaktadır.
ŞEHRİYE : Arapça şa’r, kıl; şa’riyye, kıl gibi olan anlamındadır. Bu gıda ürünü iplik gibi incetilmiş, uzatılmış hamurdan yapılması sebebiyle “şa’riyye”, daha sonra da “ş” sesini inceltici tesiriyle “şehriye” şeklinde isimlendirilmiştir.
BİT PAZARI : Arapça kesin, açık seçik anlamındaki “bat” kelimesiyle, Farsça satış yeri anlamındaki “bazar” kelimesinin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Gerçek anlamıyla “kesin satış”, anlam değişmesiyle “eskilerin satıldığı yer” anlamında kullanılmaktadır..
CAMBAZ : Farsça “baz” kelimesi oyuncu demektir. Canbaz, canını göze alarak oynayan, korkulu oyun gösterileri yaparak canıyla oynayan kişidir. Ünsüz benzeşmesiyle, “b” ünsüzünün tesiriyle “”n” ünsüzü “m” ye dönüşerek cambaz şeklini almıştır.
EFENDİ : Yunanca aftentes ( aüthentes) kendi kendini yöneten anlamındadır. Ege’de yaşayan Rumlar vasıtasıyla efendi olarak dilimize geçmiştir.
KAVAF : Arapça haffaf,ayakkabı yapan, ayakkabıcı anlamına gelir. Haffaf’dan kafaf, daha sonra da kavaf şeklinde ses değişimi olmuştur.
KALFA : Halife kelimesinin zaman içinde kalfaya dönüşmesiyle olmuştur.Katip Çelebi’ye Hacı Kalfa denmesi de halife anlamında kullanılmasındandır.
POTPORİ : Fransızca “pot pourri” ( küçük tencere) den gelen ve yanlış olarak popori şeklinde telaffuz edilen bu kelimenin Fransızca anlamı “bir çeşit türlü yemeği”dir. Türkçemizde “ çeşitli yerlerden alınmış hafif müzik parçaları” anlamını kazanmıştır. Doğru telaffuzu “potpuri” şeklindedir.
SERBEST: ”Tutsak, başı bağlı” anlamına gelir. Osmanlı zamanında, İstanbul başkent iken taşradan gelenlere bir cins vize uygulanıyordu. Giriş izni alacaklar, bölgelerindeki en büyük mülki amire kimlikleriyle gidip çoluk ,çocuk, mal ve mülklerini ibraz edip, kimliklerinin arkasına "başı-bağlı" anlamına gelen ser-beste damgasını alırlardı. Ancak bu damga ile surlardan içeri "Serbestçe" girebilirlerdi.
TUVALET: Yalnız bizim dilimizde değil, birkaç dilde daha "hela"ya verilen isim... Aslı, Fransızca "toilette"tir ve "temizlik" anlamına gelir. "Tuvalet kağıdı" ve "tuvalet masası" temizlikle ilgili şeylerdir. "Tuvalet kağıdı"nı referans alarak mekana "tuvalet" ismini vermek yalnız bizim buluşumuz değil... Yunanlar da bunu başarmış.
KARYOLA: Bizde genelde yatağın üzerine serildiği, genelde metalden yapılan ayaklı mobilya anlamına geliyor. Oysa gerçek anlamı "el arabası"dır (carriola: İtalyanca). İtalyan gemicilerden bizim kullanımımıza geçti; gemicilerin kullandığı taşınabilir tekerlekli yataklara denir;kökü "taşımak"tır (carri).
KAPUSKA: Slavca'da "lahana" demektir. Bizde ise "kıymalı lahana" yemeğine denmektedir.
SAFSATA: Yunanca'daki "sophistes" bilgili, bilgisi olan anlamına geliyor. Türkçe ve Arapçada ise "gereksiz söz" anlamında kullanılıyor.
@ : Sapienza Üniversitesi profesörlerinden Giorgio Stabile'nin açıklamasına göre internetin sembolü "@" işareti 1536 yılında Latin Amerika'dan İtalya'ya mal taşıyan Floransalı tacirlerin oldukça sık kullandığı bir işaret.
Yaklaşık 500 yıl önce şarap ve tahılda ölçü birimi olan "amphora" nın sembolü olarak kullanılan "@" işareti uzak mesafeler arası ticareti belirtmek için de kullanılıyordu.
İnternet'in günümüzde dünyanın en uzak mesafelerini birbirine bağlayabilme gücünün olduğu göz önüne alınacak olursa bu sembolün 500 yıldır anlamını kaybetmediği de ortaya çıkıyor.
ŞEFTALİ ve ZERDALİ : Şeftali ve zerdali, Farsça “Şeft-âlû” ve “Zerd-âlû” kelimelerinden Türkçeleştirilmiştir. Farsça'da eriğe âlû denir, böyle olunca şeft-âlû semiz erik, zerd-âlû da sarı erik anlamına gelir. Ne gariptir ki şeftaliye Çinliler de şeftali derlermiş. Çince de şeftali, üç kelimeden oluşmuş birleşik bir kelimeymiş ve “şef” kalın, ” ta” büyük, ve “li” de erik anlamındaymış. Yani kalın-büyük-erik.
ZANPARA : Perest ,tapan, tapınan anlamında kullanılır. Türkçe'de "-para" olarak da kullanılır.Zenne Kadın, kadın kılığında erkek tiyatro orta-oyuncusu Zanpara: Kadına tapan; orj: zenneperest
HAFSALA: Leğen (Kalça) kemiğinin alt büyük boşluğu Aklım hafsalam almıyor. Manen ve maddeten algılayamıyorum.
İSTİKLÂL: (Arapça) Bağımsızlık. Araplar, develerinin gece kaçmamaları için ön iki bacağına kelepçe (kele) takar. Sözcük anlamı kele-sizlik; dolayısıyla özgürlük.
YÜZ NUMARA : sans (Fransızca) -sız (olumsuzluk eki) Okunuşu "san" Örnek: sansnumero. (numarasız) cent (Fransızca) 100.(Okunuşu yine san şeklinde.) 00 İşhanlarında; odaları numara ile tanımlı binalarda tuvalet anlamında kullanılır. sans-numero. (numarasız oda) Türkçe'de tuvaletlere 100 numara denilmesi ise, ses benzerliğinden ötürü sadece yanlış bir tercüme.
VASİSDAS : Was ist Das? (Almanca) “Bu nedir?” anlamında bir cümledir. Türkçede düşeyde açılır üst pencere anlamındadır. Buna benzer bir başka kelime de kangurudur. Ünlü kaşif James Cook Avustralya'ya ayak bastığında. Hiç görmediği bir hayvan türü ile karşılaşır. Yerlilere hayvanın adını sorar. Onlar da "Bu yabancı ne diyor?" anlamında - Kanguru ! derler. Zaman içinde, "kanguru" sözcüğü bu hayvanın adı olarak kalır.
SUBASMAN : Sub-basement (Almanca) “Su basmasın” anlamına değil, ”zemin altı” anlamına gelmektedir.
Muhsin YOLCU Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
SUBASMAN : Sub-basement (Almanca) “Su basmasın”
anlamına değil,
”zemin altı” anlamına gelmektedir.
Sub-basement,ilk bakışta anlaşılacağı gibi İngilizce dir.
Sayın Muhsin Yolcu ya bu çalışması için teşekkğr
ederiz,vesile olup iletiyi buraya asana-asıma da...
Etimoloji gerçektende ciddi bir bilimdalıdır.Müthiş bir
genel kültür bilgisi gerektirir.
Neticede kelimelerin kökenini bilmek için tarih ve
edebiyatın yanısıra dilbilgisi başta olmak üzere geniş
bir yelpazede bilgi birikimine ihtiyaç vardır.
Herbir kelime üzerinde düşünüldüğünde bir hazine değeri
taşıdığı görülür.
Müsade ederseniz aşağıdaki elazigli hansın makalesinide
ben dikkatinize
sunmak amacı ile alıntılıyorum;
kaynak yine hanifdostlara asılmış bir iletiden
bu arada hansdan haberi olan varsa bizide bilgilendirsin
lütfen ..son durum nedir?
“Etimoloji”
Allah bize HAYAL İKRAM ediyor. HÜLYA ikram ediyor.
Hayal=HOLOistik uzaydır. HÜLYA=HÜ=O ile ilgili WHO_WEL
İQRAM'dır. Bunlar boşu boşuna terimler değillerdir.
Mesela ENERJİ, proto tipi ENERGY. Arapçaya bakalım:
AL_NAR= Ateş demek okunuşu EN-NAR. Arapçayı ilerletelim
NARGENG=ATEŞ gibi parlayan, NARENCİYE=Ateş rengi meyveler
(Turunç, portakal vb.). Başına da harfitarifi getirip
koyunuz. En-Narenciye ve Latince, ENERGY. Sankritçe
ANNERGİYA. O yüzden HAYAL, HÜLYA=HOLO ve Halü (Sinasyon)
derken şaşmayınız. Onlar kök dilimiz ADEMCE'nin
kalıntıları ve uzantılarıdır. Yunanlılar dünkü çocuk.
Onlar Avrupa dil ailesinden. O aile de Hint-Avrupa
ailesinden. Hint Avrupa dillerinin atası, babası ise
Sankritçedir. O yüzden sankritçe kelimeler evrenseldir.
Arapça BURÇ (Kale demek). Almanca ever BURG. Kuzey
dillerinde BORG İngilizce Borrough (Kısaltılınca
MarlBORO'nun boro'su oluyor). Old English olarak yine
Bourg. Fince ve Macarca da PORG ve PURİ. Latince de PARK
(Parkur kent demektir). Türkçesi ise çok enteresan hani
ev-BARK deriz ya o BARK işte. Barınak anlamında. Bunlar
ata-kök dilin mirasıdır. O yüzden şaşırmayınız. Yunanca
(Grekçe-elenceden daha eski bir illirya dilinin
uzantısıdır). Latince ise Ladin ve Rim karmalarının
ataları olan Etrüskçeden türemedir. Bol mikktarda Yunanca
alınmıştır elbette... Ama bunların babaları vardır. Ölü
latince. Dedeleri vardır, Arice. Büyük dedeleri vardır,
Sankritçe. Daha daha büyük dedeleri ADEMCE.
Arapça maalesef kullanılmıyor. Bize intikal ettirilen
kulağa komik gelen KUREYŞÇE'den ibarettir. Keşke Arapça
korunsaydı. Kureyşçe biçiminde ve böyle bir DİYALEKT
olarak karşımıza çıkmasaydı. Acaba gerçek Arapça (Samice)
ve gerçek alfabe (Nebat, Nıbti alfabesi) korunsaydı,
Kur'an ile ilgili ne güzel şeyleri okuyup yazardık.
Nebatiye ve sami dillerinde örneğin kulağa hoşgelen J ve
Ç harfleri ile P harfi vardır. Ama Kureyşçede bu üç harf
yoktur. Bir de Yeğen kelimesinde olduğu gibi Ğ ve Gül
kelimesinde olduğu gibi G harfleri hepsi toptan
kaldırıldı.
Şimdi biz Haccacı Zalim diye bir adamın yazdıklarını ve
harekelerini okuyoruz. Öne arkaya sallanıyoruz ve
hafızların teğannisiyle Kur'an okuyoruz. Anlamadan
bilmeden. Hiç okumadan okumak buna denir işte...
Okuyamayacağız çünkü orijinali yokoldu. Harekeler
sun'idir. Orijinal samicede yoktur. Siz örneğin Z'
harfinin yanından A harfini kaldırırsanız ZI, ZA ve ZEL
diye üç tane Z harfi koymak zorunda kalırsınız. Oysa
Nıbti (Nebat) alfabesinde bu bir tek idi. ZI derszeniz
kalın oluyordu ZA gibi, ZE derseniz yani yanına e
getirirseniz ZE okunuyordu. Ü getirirseniz ZÜ (En ince
okunuyordu).
Kur'an'ın orijinal Arapçası ve alfabesi değişime
uğratılmışsa da korunan ZİQR denen bölümüdür ki, o bize
tıpatıp aynen gelmiştir. Ben de halimiz duman diyordum
ama Kur'an öyle bir arkadaş ki inanın, kendisini
buldurtturuyor. İlk indiği gibi size sesleniyor. Onun bu
haline ZİKR (Orijinali JİKRA) Zikr kelimesi bu yüzden
hepsi j yerine z ile yazılınca bizdeki hâlâ ve hala
(Babanın kızkardeşi) gibi AYNI görünüyor. Oysa biri ZİKR
diğeri JİKR.
Tüm sami pronooucation ve transcription sesleri 38 tane.
Tüm samice (Nebatça) derken şunu söylemeye çalıştım.
İstanbul Türkçesi esas olduğunda harf sayısı 29 ama yöre-
şive-lehçe vb. sözkonusu olduğunda işler değişir. Mesela
oğuzcanın İstanbul ağırlıklı "Yıldırım çakar" kelimesi
Azare Oğuzcasında Eldırım ŞaKhar biçiminde, Türkmen (Yaka
oğuzcasında) ise ULDURUM JAHİR, Kıpçakçaya gittiğinde ise
karşılayacak harf sayısı fazlalaşmaya başlıyor.
Örneğin Yeni kelimesi aslında Kazak-kırgız dillerinde
YENGİ. Aradaki ng İngilizcedeki go+ING gibi geniz Ng'si.
Bunlar bizim alfabemizde yok. Bir ortak Türk alfabesi
yapılsaydı harf sayımız otomatikman artacaktı. Sami
dilleri de böyle işte.. 38 harf karşılıyor bu dili ve
dolayısıyla KUR'AN'I. Örneğin B harfi NOKTALI, P harfi
ise aynı harfin NOKTASIZI idi. Şimdi ise P ve P harfleri
hiç alakasız biçimde yazılıyor. B harfi ile P harfi AYNI
yazılıyordu ve sadece B'ye nokta konuyordu. Kureyşliler P
diyemezlerdi B derlerdi. Kendilerine bile aslı olan
araP'ı söyleyemeyip, Arab=Arap, ARAB demek durumunda
kaldılar.
Ama RABB doğru yani P değil. AraB ise aslen AraP. Bunlar
artık olmuş bitmiş. Ben ise bir arkeolog gibi bu
bitmişlerin çıkarımına çalışıyorum o kadar. Yani geçmiş
ola... Nasıl kaldıysa öyle devam edeceğiz. Ve arapların
hiçbiri de Kur'an'ı anlamayacaktır. Bu Allah vaadidir. Bu
yüzden Kur'an'ı sadece gerçek ayimler (Fıkıhçı mıkıhçı,
lügatçi değil) anlar.
Dilerse yukarıdan aşağıya okur. Dilerse digitalize eder,
dilerse sağdan sola okur, dilerse bir ışığı 7 (ye ayırıp
renk renk okur) OKU'r çünkü "OKU" mak bir F A R Z dır. Bu
konuda sorular var mı dostlarım? BU KONUDA yoksa
ötekilere geçeceğiz.
“Etimoloji-Hologram Bağıntısı - Hologram”
Bunlar niçin gerekli? Niçin tek bir hologram terimi
yerine 6 tane hologram terimi kullandım? Bunun da
örneğini Turanca'dan vereyim: Sankritçe kök kelime
(Yafes'in dilinde) Ç-K'yı Türkçeye uyarlıyayım. Önce bir
sandık ya da kutu düşünün ya da çizin.
· ÇK=ÇAK_mak. Çakışmak=Yüzeyde bitişik kalmak.
· ÇK>>ÇOKMAK=O şeyin sandığın içine girmek (Çomak
sokmaktan anımsayınız)
· ÇUK+mak=İçine hapsolmak
· Çıkmak=Sandıktan dışarı çıkmak
· Çekmek= Çekmeceden anımsayınız dışarı alınmak
· Çökmek=Sandıktan AŞAĞI çıkmak
· Çükmek (Uzantı anlamında, bir şeyin kulpu
uzantısı çekmeceden sarkan bir şey, bilirsiniz.
· Çikmek=Ters yönde ÇIKINTI anlamında
Yani bir sandık örneğinde çekmek, çökmek, çıkmak vb. yi
anlamaya çalıştım. Aynı bağlamda bir örnek de KÇ ya da GÇ
iki harfidir:
· Gaçmak/Kaçmak
· Goçmak/Koşmak
· Guçmak/Uçmak
· Gıçmak (geri geri çıkmak)
Dikkat ediniz burada bir sandıktan kaçan, koşan, uçan ve
geri geri çıkan (Kıç kelimesi buradan geliyor). Yine o
sandıkta durmamak anlamında GEÇMEK. O sandık evinizse ve
siz başka bir yere gidiyorsanız GÖÇMEK, Güçmek=Sandığa
girip çıkmakta zorluk (arı kovanlarının dar ağzına Altay
türkçesinde (Oyrat ağzında ve Tuğba dilinde) halen güçmek
deniyor, güçlük kelimesiyle de ilgili ve Giçmek, Kabul
edilmemek, sandık dışında bırakılmak (Kazakça da halen
kullanılıyor. Bu Türkçede de Gücüne gitmek ile özdeş.
Örneğin bu ayrılık gücüme gidiyor).
Dikkat ediniz tüm dillerde. Bir merkezden içe dışa,
arkaya öne, 6 yöne bir KÜNNES ya da HÜNNES var. Eğer o
sandığın içine doğru gidiyorsanız Hunnes yok oradan
çıkıyorsanız Künnes var. Sandığın içinde bir Kaos dışında
ise Kozmos var. Bu dillerde de böyledir. Bu yüzden
Turanca (Yafesçe) bana o kadar yabancı gelmiyor ve bunun
matematiğini bilirseniz kolaylıkla unutulmuş kelimeleri
bile bulabiliyorsunuz. Yeter ki 6 yöne doğru çıkarım
yapınız.
İşte bu 6 yön yüzünden, 6 tane Hologram var, yani evrenin
bir kübün 6 yüzeyi (dört yön+taban ve tavan). Bu
hologramları ilk ve tek olmak üzere bu öğretimizde
sunacağım elbette... O zaman Hologramlar (Halouzay
Halaugramları), Hülyalar, Hayaller, halusinasyonlar,
Hollowgram, Hole=gram, Halowgram, Holygram ve
Wholegramlar) bize LEVHİ MAHFUZ'un tanımını verecektir.
Yani Hologramik Hafıza ile çalışan Allah bilgisayarının
mekanizmasını anlatacaktır.
Allah Ğaybına kimseyi muttali etmez. Ama Levhi Mahfuz
Ğayb'den değil Ledünni'den yani Batındandır. Allah onu
bir kişiye göstermektedir. Oysa melekler (Cebrail)
Sidre'den yukarı çıkamadığı için LevhiMahfuz'da olup
bitenlerden habersizdir. Oradan ayetler Sidre'ye iner.
Sonra Cebrail iki yay mesafesi ufku kaplayarak (Holgram)
olarak görünür. HOLYGRAM=Kutsalgörüntü/grafik). Şimdiki
bilim ise sadece bir tek hologramdan söz eder. Çünkü
Cebrail'e vb. inanması gerekmez. Hele HALUsinasyonlar ve
Holloween(Karabasan görmeleri) hiç umursamaz. O yüzden
ben hologramları (dolayısıyla Laser'leri) çoğaltmak
durumunda kalıyorum. Çünkü Tüm evren teoreminde,
Halusinasyonu meleklerin biçimini (Holygram) vb.
kapsayan bir TÜM evren hologramı gerekmektedir ve
Cebrail'den yukarı (Burak ve Rafraf'ı anımsayınız) çok
yukarıl arda (50 bin yıl tutarında bir gün dikine
giderek) ulaşacağınız yerin adı LEVHİ MAHFUZ'dur.
Cebrail Hayatta orayı görmemiştir. Oradan Kur'an Sidreye
iner. Sidre’den de dünya semasına ve oradan da mesela
HİRA mağarasına... Levhi mahfuz eni ve boyu sonsuz olan
KARE bir matriss sistemi (RAKİM)nin HOLOGRAFİK
(KEHF=Geometrik Matrix=Geomatrix) açılımıdır.
Orada birinin örneğin benim bu günkü görüntüm vardır. Bu
rakim olarak benim (Rakim=Matematik rakam bilimi) ama bu
rakimin KEHF'i vardır. Yani benim görüntümün bir
ayrıntısının örneğin saç telinin bir hücresinin, bir
kromozomunun, bir Adenin makromolekülünün, bir atomunun
bir atomaltı parçağıcığın an-be-an kaderi vardır. Biz
farkında olmayız ama hani mikroskop altındaki o mesela
eritrosit lökositler falan var ya, Alyuvar ve
akyuvarlar.. Onlar bir asker gibi bizden bağımsız olarak
rakibi olan mikrobu buluyor. silahını ona göre biliyor.
Antikorları ve enzümleri bırakıyor. Bütün bunlar ben
yazarken oluyor. İşte bir tek hans'ın bir tek olmadığını
niceliğinin her birinin tek tek yazıldığını ve günbegün
hatta atom düzeyinde mikrosaliselerde bunlar olup
bitiyor. </ o:p>
Kur'an bu işin belkemiğidir. Tıpkı iki elinizi
birleştirip, gözhizasında tüm parmaklarınızı bir tek
görebilmek gibi. Bu kaçtır? Cevap “bir”dir ama aslında
onparmaktır o... Rakim=Bir gibi görünürken, Kehf=On
parmağı ya da tayftaki 7 rengi birden göstermektedir.
Cebrail Rakim okuyucusudur, KEHF'i (Geometrisini) okuyan
bir tek KİŞİ var. Onun adı HIZIR. Cebrail'in hiç
gitmediği yerlere gider. Orayı kendinden başka biri daha
(İsrafil gözlerini hiç ayırmadan, ağzında Nefhi sur,
Levhi Mahfuza bakmaktadır ama çok uzaktır oraya... Hızır
ise doğrudan gider ve Posta kutusundan gerekeni alarak
gerekli yerlerde gerekli işleri yapar.
Cebrail, hem Cabir=Cebr=Zorcu Cebbar=Zorba, cebren
yaptıran ile hem de Allah'ın adı ile ilgili ikisi
Kureyşçe yüzünden karışıyor. J harfini attıkları için
Cebr ile Jebr "Aynı" gibi olmuş. Aslında Cebrail de G
harfini çıkaramadıkları için GEBRAİL'dir. Ama maalesef
Kureyşliler J ve G harflerinin ikisini birden C olarak
yazıyorlar. Hatta Ç'yi de C olarak yazıyorlar. Arapça
arada kaynadı ama ne yapalım ki, Arapça yerine
kullandığımız Kureyş lehçesini benimsedi Araplar...
“Etimoloji - Hz. İbrahim Milleti”
RamaDHan ne demektir acaba? (Arapça değil, Sankritçenin
Brahmi dalındandır). Ramayana? RamaDHana? "Rama=Büyük
Ruh", Dharma=İNDİ. Çünkü Ramazan'ının orijinal adını
koyan kendi ana dili olan Sankritçeyi (Yafesin dili)
oğulları İsrail=Sami ile İsmail=Hami, Sami-Sara,
Hami=Hacer'i hatırlayınız. Hami=Hacer, Hagar da
deniliyor. Sami=Sara, Sera, Sarah da deniliyor. Böylece
annelerimizin yemeği gibi annelerimizin de dili bize
katkı ve miras kaldı. Çünkü Hz. İbrahim'in Nemrut ile
olan ilişkisine kadar herkes herkesi anlardı. Ama o Babil
kulesi efsanesinden sonra "KİMSE KİMSEYİ anlamaz oldu"
deniyor.
İşte o zaman Rama(Sankritçe) konuşuluyordu. Araplar her
şeyi üç harf üzerine kurarlar. Mesela K-T-B. Katib,
Mektub, kitab, ketebe=Yazmak vb. gibi sayısız türevi var.
Arap bilmez neden üç harf var. Yani arapça ve İbranice'de
ÜÇ HARFin kendisi hariç tüm TÜREVLERİNE ve türetmelerine
bir anlam verebiliyorlar ama ŞU ÜÇ HARFİN anlamı ne işte
onu bilmiyorlar.
Halbuki B İ L İ Y O R L A R D I. Ama atamız İbrahim'den
sonra U-NUT-TU-LAR. Onların unuttuğuni ise Hint-İran dil
ailesi UNUTMADI. Ama onlar da Sankritçeyi unuttular.
Buyrun çıkın işin içinden?
Kalem öneği daha önce değinmiştim. CALAMUS=Kalem (Bu
latince), KALAMA=Kalem (Sankritçe). ÜÇ harfi biri (Sami
ve Hami dilleri) anlamı ise ARİ dil ailesi korudu.
Enerjiyi anımsadınız. Kökünün NAR olduğunu. Şimdi tuhaf
olan Arap der ki" Valla biz ÜÇ harfi bir yerden almışız,
anlamını filan bilemeyiz. Ama ondan üç bin kelime
üretiriz. Yafesi (Ari ) ise şöyle diyor. Biz kelimenin
kökünü biliriz ama TÜRETMEYİ BİLMEYİZ.
Musiki=Müzik, Music (ing) Musique(Fr.) Muzik (Alm)
Musiki=Tüm Hint-İran dil ailesi. Ya Arapça. Zikr doğru
ama şu da var ki o bir gezegen ismidir. Hani şu "Güzel
sanatlmar ve Aşk gezegeni var ya Venüs=Zühre. Çolpan
yıldızı, sabah yıldızı, morning star, akşam yıldızı ve
marjore, kadın adı olarak Marjorie. Kelime kökü Zekra
(Sankritçe çiçek demek, güzel sanat demek). Şimdi
zekra'yı Arapça yazalım: Zehra. Zehra nedir? Çiçek.
Resulullah bile kızını severken "Fatımatüz ZEHRA" diye
sevdi.
Şimdi bazı kelimelerin başına şunları getiriniz.
TRC=Tercüme, Tercüman, MÜ-TERCİM. Şimdi ise ZİHR'in
başına MÜ'yü getirin. İşte köü bu “Mü-Zuhr” Bir de ilginç
bir anlamı var: İkisi kardeştir: SİHR (sihir) ile ZİHR
(Zikr). Birincisi daha sonra büyü anlamına gelmiş ama
"Büyüleyici sanat" demek. İkincisi ise "ZİKR" yani
titreşim, ses vb. demek. Müzik'in kökü bu. Arapça da
ayrıca muğanni, teğanni şarkı söylemek. Bir de Lu'ud var,
Türevi Ludi Laudi. Onun da başına getirip bir ME koyalım?
?? MELODİ.
Hani Rumcaydı. Melody'nin elenler özbeöz rumca olduğunu
söylerlerdi. Arapçada ne arıyor. Müludi bile var Tuareg
dillerinde
Şu mesajı verdim.
1. En baş dönemlerde herkes herkesin dilini anlıyordu
(Türk lehçelerini anlamamız gibi. Azeriyle Türkmen ile
rahatça konuşursunuz).
2. Daha sonra kimse kimseyi anlamaz oldu.
a) Bir kısmı "BİLMEDİĞİ ÜÇ HARFİ",
b) Diğer kısmı da türetmeyi unuttu.
Böylece diller ayrıldı. Bir arada yaşasalardı. Sami(Sara)
Hami (Hacer) ve Yafesi (İbrahim) için sorun yoktu ama
sonradan gelenler İBRAHİM MİLLETİ adını alıyor. Ayetlerde
"Milleti İbrahim ve Hanifa" diye geçiyor. Bu bir ırk
değil "ÇEŞİTLİ IRKLARDAN" oluşmuş BİR M İ L E T
anlamında. Danimarkalı, türk, Zenci Mehmet Ali, Çinli
Tungwan(Döngen) müslümanı Chiuzwung falan, hepimiz bir
koşulla tek milletiz. O koşul da şu: Müslümanlar ayrı
ayrı milletler (Kavimlerdir) ama HANİFLER tek bir İBRAHİM
MİLLETİ'dir. IRK faktörü yoktur. Renk, dil vb. hiç biri
yoktur. Bu yine de milliyetçilik yoktur anlamına
gelmiyor. Eğer İslamcılık Arapçılık,Arabilik, Mollacılık,
Talibancılık ve Vahhabicilik varsa EVET MİLLİYETÇİ OLUN
VE MİLLİYETİNİZİ İFTİHARLA SEVİN ve taşıyın. Ne mutlu
Türküm diyene!
Çünkü İslamcılar sizi zorluyorlar. Ama bu söylediklerim
kuru müslümanlar içindi. Kuru müslümanının olduğu yerde
hakikaten MİLLİYETÇİ olun. Onlar çoktan Arapçı falan
olmuşlardır çünkü... Fakat, lakin, ancak, zira, çünkü, ne
var ki... EĞER HANİF DENEN nesli tükenmiş bir dinden
iseniz. Türk, Belçikalı, Fransız, Valon, Flaman
farketmiyor. Yerine Allah'ın milleti İBRAHİM MİLLETİ
geliyor.
Yani Müslümanlarımız size Arapçılığı dayatırken lütfen
sapına kadar MİLLİYETÇİ hatta FAŞİST olun ama HANİF
olduğunuz anda artık siz Müslüman değilsiniz. HANİF
MÜSLÜMANSINIZ. SİZ İBRAİM'İN MİLLETİNDENSİNİZ. İnanmayan
Kur'an'da, "Milletiy İbrahiyme" biçiminde yazılan
ayetleri araştırıp görsün ve göstersin"
Allah bizi KAVİM kavim yarattı ki bilişelim diye. Bu
ayetin karşılığı şu: Hainfler MÜSTESNA. Haniflerden KAVİM
değil "M İ L E T” DOĞAR. 12'li düzine ve dünya
düzeninde siz kaç millet olacağımızı sanıyordunuz ki 12
Dosen düzeninde?
Kromozomlarımız bir ama, kromozomlar bile dört çekirdek
asidi (A,G,C,T bazları) onlar bile türlü atomlardan
olşumuş (C,H,O,N). Evet kromozom bir ama MİLLET vasfı
Aynı Adem ve Havva'dan gelmekten geçiyor. Türler, sonra
ırklar vb. Diller de öyle Diyalektler şiveler (ağızlar).
Bütün bunlar bilişmenin bir yolu ama asıl olan şudur ki,
BİZ ADEM-HAVVA milletinden idik. KAVİM denen şey o zaman
bu ailenin çocuklarının her birinin adıydı. Kardeşlerin
kimi millet (Sevişen) kimi de (Habil Kabil olayı) katil-
maktul yani KAVİM biçimindeydi. Millet başka Kavim başka.
Dikkat ediniz Yahudilerin tarihçileri hep "KAVİM" der.
Yani kendilerini özel bir yere getirir ve TEK MİLLET
olarak görürler. Ama başka milletler ile harb ettiğinde
onlara Kavim GOYİM=İbranicesi derler bilmem anlatabildim
mi? Şu masonların sembollerindeki ünlü G harfi
Koyim=Kavim (Evcil Hayvan anlamında da)
BİZ İBRAHİM MİLLETİYİZ. Goyim ve KAVİM değiliz. Sadece
müslüman olsaydık eyvallah AMA biz HHH AAA NNN İİİ FFF
'iz. Bizim kavmimiz yok. BİZ MİLLETİ İBRAHİMİ HANİFA'yız.
Milletin Milliyetçisiyim ben. Kavmin, ırkın,
kavmiyetçiliğihn, faşisti değilim ben... Ama kim bana
ARAPÇILIĞI, MOLLA FARSÇILIĞI ya da ARİAN Peştuculuğu
getirip dayatırsa. BEN ALLAH'IMA KADAR TÜRK
MİLLİYETÇİSİYİM.
İbrahim'in milleti kesinlikle şu yahudi ve araplar değil.
İbrahim onlardan nefret ediyor. Yahudileri lanetliyor,
Arapları ise (Tebe-97 ve Hucurat 14'ü hatırlayınız).
Tevbe ve hucurat ne diyordu. "Araplar kafirdir,
münafıktır, imanları kalbine inmemiştir. Onlar ARAPÇAYI
bile bilmezler”. Evet ve bugüne kadar tevbe eden bir tek
arap görmedim dersem Allah'a ve kullarına haksızlık
yapmış olmam.
İbrahim ile ilgili ayet ne diyordu: "İbrahim ne Yahudi ne
Hristiyandı. Babalarıydı ve Hanif idi". Araplar ve
Yahudiler (Yani iki çocuğunun uzantıları). İbrahim'i pay
edemediler. Biri ibrani ibrahim dedi, diğeri de
Nasrani=Hristiyan İbrahim dedi. İki kitapları da ayrı
ayrı bu iki iddiaya yer verdi. Ama Kur'an inince
yukarıda sunduğum "İbrahim NE Y A H U D İ ne de H R İ S
T İ Y A N idi
2/135: (Yahudiler ve hıristiyanlar müslümanlara:) Yahudi
ya da Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler.
De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim'in dinine uyarız.
O, müşriklerden değildi.
3/67: İbrahim ne bir Yahudi’ydi ne de bir Hristiyan. O,
sadece Hanif bir Müslümandı. ...
Açın bakın, Tevrat diyor ki"İbrahim Yahudi" idi. İncil
"Hayır Hristiyan" idi diyor. Allah ise buyuruyor:
"Saçmalamayın, İbrahim zaten İSMAİL ve İSRAİL oğullarının
babası. Onlara kanını, ırki özelliklerini veriyor. O
velinimet ve Kavminin herşeyiydi, Kurucusu, banisiydi...
Nasıl olur da "KURUCU babaya siz Sen Yahudisin ya da
Hristiyansın" denir ki?
Etimoloji”
Yezid, Muaviye ve Ebu Süfyan yarım kan YAHUDİDİR. Kureyş
denen kabile "Araplar ile Yahudilerin melezlerine
"verilen isimdir. Evet mesela tüm Filistinli Müslümanlar,
farkında olsun/olmasın devşirilmiş. KAYIP Yahudi
kabilelerinin ta kendisidir ARAP unsuru YOK denecek kadar
azdır.
Yahudilerin 12 kabilesinden ON'u asimile olmuştur. İKİSİ
(Moab ve Amon kabileleri) ŞİMDİKİ YAHUDİLERDİR.
Diğerlerinden bir kısmı şimdiki FİLİSTİNLİLER (Yaser
Arafat bile MASON'DUR). Diğerleri Habeşlilerden bir-iki
kabile (Kaçması kolay olduğundan Kızıldenizi karşıya
geçmişlerdir). Ama kayıp kabilelerin çoğu YEMEN-ADEN ve
HADRAMUT halkıdır.
Kureyş Suresi:
1. Kureyşi ülfet ettirmek için,
2. Onların kış ve yaz ülfetleri için öyle yaptı
3-4. Artık bu beytin Rabb’i olup kendilerini açlıktan
kurtaran korkudan emin kılana ibadet etsinler.
Soru şu: Çölde KIŞ var mı? Pekiyi Allah haşa hata yapar
mı? Şimdi yaz ve kış kelimelerinin Arapçasını yazalım:
“Şitâ ve Sayf”... Beyaz ten ve Bronz (güneş yanığı) ten.
İbranice yazıyorum: Hacer'in oğlu İsmail=YAZ tenli,
Sara'nın oğlu İsrail=KIŞ (Kar, beyaz) tenli. Bu ikisinin
AHFADLARI Kabe’ye MEMUR edildiler (Kabeyi ataları İbrahim
yapmıştı).
Ülfet dedikleri, uzlaşmak dedikleri kelime ise İBRANİCE
yazılmıştır ve MELEZ demektir. Uzlaşmak değil bileşke,
kırma vb. demektir. Arapça değildir. Ama daha önce
KURAYZA'nın zengin Medine'de oturduğunu ve çöl olan
Mekke’yi kendi KIRMALARI olan KUREYŞ'e bıraktıkları bu
ayette AÇIKÇA YAZILI. Evet A Ç I K Ç A. Bu Surenin başını
merak ediyor musunuz? O zaman Lat, Uzza ve üçüncüleri
olan Menat ile ilgili ayeti yazalım:
Necm Suresi:
16. Sidre'yi kaplayan kaplıyordu.
17. Gözü şaşmadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun ki o, Rabb’inin âyetlerinden en büyüğünü
gördü.
19. Siz de gördünüz değil mi o Lât ve Uzza'yı?
20. Ve üçüncü olarak da öteki Menat'ı?
21. Size erkek O'na dişi öyle mi?
Burada ĞARANİYK=üç ak kuğu=Sirius konusu var. Garaniyk üç
kuğu (Signus) anlamında. Lat ve Uzza acaba sadece PUT
muydular? Kuğu takım yıldızı mıydılar? Ya da Ğaraniyk
vakasındaki gibi "Putlara şeytan girdi. O putlar
konuştular" dediler (Bu sahih hadistir. Müslim ve
Buhari). Bu YALAN hadis yüzünden Selman Rüşdi "ŞEYTAN
AYETLERİ" adlı kitabı yazdı. Bu ayetleri şeytanın
indirdiğini söyleyen ALÇAK BUHARİ ve MÜSLİM'dir. Yani
Allah ve Kulu arasında bir kısadevre oluyor ve ŞEYTAN
araya giriyor. Şeytan VAHY'miş gibi bu üç putun adını
veriyor, Resulullah da özür diliyor: "Ben değil şeytan
size bu ayeti indirdi". Öyleyse :
1. Kur'an'da bu ayetlerin NE İŞİ VAR?
2. Şeytan yeryüzüne sürgün edildikten sonra bir cin gibi
görünüp ASLA KİMSEYLE KONUŞMAMIŞTIR.
3. Resulullah CİNLİ-MECNUN değildir.
4. ALLAH ACİZ değildir.
Ey Hanifler NELER oluyor böyle??? O Kur'an değil mi ki
Şeytan'ı aşağılıyor: "Ey Mel'un İblis Defol sen
aşağıların aşağısına aşağılık biri oldun". Allah'ın
Kur'an’ında Buhari ve Müslim YÜFTERA'sının bu İblislerin
hadislerinin ne işi var? Ne oluyor böyle???
Çünkü Buhari ve Müslim Selman Rüşdi'ye Zarf atmıştır.
Adam haklı: "Yazıyor diyor ki: "Madem bu ayetleri
HADİSLERİNİZE göre Allah değil Şeytan indirdi; Daha kaç
tane böyle ŞEYTAN VERSİYONU ayetiniz var? Bunları nasıl
ayırt ediyorsunuz?". Bu bize Buhari ve Müslim KAZIĞIDIR.
Biri bozacı biri şıracı... Üçkağıtçı... O hadisleri
geridönüşümsüz bir kutuya atın gitsin... Atın beyninizden
şu SAHİH denen yalanları...
İsmail ve İsrail oğullarından iki kabile bırakıldı. Amaç
büyük ataları İbrahim'in KABE’SİNE bakıcılık idi. Yaz
kabilesi ile kış kabilesi bir tek şartla birbirleriyle
karıştılar:
1. Yahudiler Medine'de ve Hayber’de yerleşeceklerdi.
2. Mekkeyi ise iki kabileden kız alıp verme yöntemiyle
oluşturulacak MELEZ kabile devralacaktı.
Böylece her iki kabilenin de ORTAK noktası olarak bu
melez kabileler Kabe’yi üstlenecekti. Bu kız alıp
vermeler sadece ZENGİNLER arasında olacaktı. Yahudi
erkeğiyle evlenen Arap kızlarından doğanlar YAHUDİ
olacaklardı (Kurayz). Yahudi kadınıyla evlenen Arap
erkeklerinden doğanlar ise putperest olacaklardı. Bunlara
da Kureyş dendi (Kurayşa).
Ve Resulullah "Ben Kureyşliyim ama Kureyşli benden
değildir" diyecek kadar canı yanmıştır. Resulullah
azbuçuk Yahudi'dir.. Bunda gocunacak bir şey yok: Güzelim
Hz. İsa, güzelim Hz. Musa ve diğer güzellerim SAFKAN
YAHUDİ değiller miydi? Biz insanların ırkına bakmıyoruz
ki? Öyle değil mi? İbrahim milletinden olanlar IRKÇI
değildir ki?...
Arap ağırlıklı melezler Kureyşliler ile, Yahudi ağırlıklı
melezler=Kurayzalılar... Kureyş melezlerinin reisi ve o
dönemin en büyük zengini Ebu Süfyan, Oğlu Muaviye doğal
varisi ve onun oğlu Yezid ise tam bir SULTAN... İşte üç
Yahudinin geleceğe bıraktığı SÜFYANİLİK (Sophianizm). Ben
siyonizme karşıyım. Zion Yahudi inancındaki arafat
dağıdır. Ama kelime tSufyon diye okunuyor, böyle telaffuz
ediliyor. İlginç değil mi? Thule Qaanaak'ın, Zülkarnak
okunması gibi. Thule=Zül diye okunur (th birar dad
harfinin z okunuşudur. The gibi değil de daha velaZZalin
gibi sondaki e ise okunmuyor ve Thule=Zül oluveriyor.
Eskimo/inniut dilinde ve efsanelerinde QarNAAK,
QAARN=Boynuz, AK=Çift (Türkçedeki yan*AK, Dud*AK, Şak*AK,
dam*AK gibi... (Daha önce sizlere Turanca gramerini
yazıyordum oradan hatırlayınız. Eskimolar TURANCA
konuşurlar).
Su=Su, Kayak=Kayık, Kasak=Kızak, Tope=Tepe, Yay=Yaz,
Kobus=Mızrak (topuz gibi), Omuk=Yumurta, Agu=Ayı, Hot=Ot
ve ateş (od). Daha çok var aklıma gelmiyor.
Çift boynuzlu SAHİP demek ThuleQaanaak, ZülkarnEYN.
Askerliğimi Grönland'da yapmıştım. Onları iyi tanıyorum
Eskimoları... Angalmasig Deniz Üssünde yedek teğmen idim.
Ta Yakudistan'dan getirilmiş kızak köpekleriyle az mı
oynaştık... (Kangallar'da Sibirya kızak köpeğidir,
Sivas'a getirilmiştir).
“Kur’an Etimolojisi”
Bir soru soruldu: "20 tane Sanskritçe kelime yer alıyor
ayette..." dediniz. Siz bunların sankritçe olduğunu nasıl
ve nereden biliyorsunuz?”.
Kur'an'ı ÇOK yönlü olarak nasıl okuduğumu/analiz
ettiğimi, yani çok ileri teknikleri zaman zaman verdim.
Sanskritçe derken, bu dilin her dile bir AĞI olduğunu
vurguladım ve “Congratulation & Celebration” başlıklı bir
yazımda da kısmen değindim.
Kur'an'dan bir kelime alalım: Yanımdaki Faruk isimli
arkadaş, “Benim adım Kur'an'da var” dedi. Bu ismi
inceleyelim. Şimdi “Faruk”a gelene kadar bir dizi
işlemden geçeceğiz. Yer eski Hindistan ve özellikle
Brahmaputra vadisi. Ganj gibi o da taşıyor. Taşmasına
“medyen” geri çekilmesine “paryan” deniyor, yani “gel-
git”... “Medyen”, “BRÜT” de demek. “Parian” da “Net” ya
da “parça” demek. “Parti” demek, “Payda” demek. İkisi
birden “gel-git” demek (Med-Cezir). “Med” aynı zamanda
“öncü dalga” demek. “Parya”, “artçıl dalga” demek.
İran'da “Medyan” (Med'ler), “öncü” demek. “Partlar”,
“artçı” demek (ikinci gelenler demek). İran
(Arian=Aryalılar) topraklarına yerleşiyorlar. Yani
Sanskritçe denen ana dili konuşan Aria (Yafes oğulları)
halkı taşmışlar ve İran'a doğru batıya gelmişler... Önce
birinci dalga, sonra ikinci dalga... Medler ve Persler.
“Pers”, Sanskritçe... “Paruz”, “Perus” ve “İRS” ikisi
arasında bir bağlantı var. “İrs(iyet)” Sanskritçedir.
Başından bir harf kaldırılarak elde edilir. Daha sonra
“FARS”, yani “İRS”... Yine Sanskritçe “İRS”den, “İRK”
(“Irk”=”Faracial”) kelimesi geçmiştir. “Fars”=”İrs” ve
“FARK”=”IRK” ile müsemmadır.
“Irk” ve “İrs”, sonra Kur'an'a geçer: “FRK” (Fark),
“Faruk”>>>”Farklı”, “Furkan”>>>Kur'an'ın adı: Hak ile
batılı ayıran söz demek... “FRK”, “Tefrika”=”Farklılık”,
“Fırka”=”Parti”=”Parça”... Ve “IRK”/”FARK” Latinceye
geçer: “Fraksiyon”=Ayrılıkçı gruba verilen ad. İngilizce
“Freak”, “Fark” demek. “Freaky”, “Farklı” demek.
“Fraksiyonlar” aynı zamanda “Party” demek. Doğu
Anadolu'dan ta Malaya'ya kadar “PARÇA” Türkçe'ye geçmiş
olan “PARÇA” demek. Turanca “Pars”>>>”Parçalayan” demek
(Orta Asya hayvanı). “Parça”>>”Part of”>>
“Party”>>”Partition” (Bölümlere ayırma). Ya da nota
(şarkı anlamında).
Şu anda komşumuz Faruk (Farklı Yaratılmış)un isminden
rastlantıyla yola çıktığımızda KUR'AN'IN bir tür
metodolojisini yakaladık. Bunun içine Furkan (Kur'an'ın
isimlerinden biridir, diğerleri, Hikmet, İlim, Kerim, Nur
vb.) olarak yazılan SANSKRİTÇE kelimeyi de yakaladık.
“Fark”>>”Irk”, “Fars”>>”İrs” (İrsiyet kalıtım da
Sanskritçedir). “Fırka”>>”Party”. “Fraksiyon” (FRK'den
farklı düşünce ya da eylem kanalları)... Bilmem farkı
farkettiniz mi? “Fark”, "İki ırk arasındaki
ayrılıklar"dır. Kur'an’da olmayan ama İbranice'de olan
“FARS” (Feris) ise “İRS”, yani genetik farklılıklardır.
Hatta Yahudi Ortodoksları olan Ferisiler, kendilerinin
Yahowa çocuğu olduğuna inanan bir başkaldırı harekatıdır.
“Ferisî”>>>”Farklı Irkı-İrs'i olan” demek. “Feris”
kelimesi ise Arapçaya “İRS” diyi geçmiştir, (örneğin irsî
hastalıklar)...
Ve Kur'an'da “MEDYEN” de vardır. Medyen Ahalisi...
Medyen halkını size ileride anlatacağım ve
şaşıracaksınız. Tıpkı "Hem sen, bir adam öldürdün de seni
gamdan kurtardık" (Musa için) ayetinde katil olan ve daha
sonra olmayan Musa'nın serüvenini anlattığım gibi... Hani
O'nu Musa değil, Hızır öldürdü ve Hızır da öldürmedi
Yuşa'yı, Yuşa "iyi" olarak ikinci kez aynı anadan-babadan
doğdu. Medyen de böyle bir halktır. Nasıl ki Hatti'ler
önce Hititler sonra gelen iki ayrı halk ise, Med ve
Persler de önce ve sonra gelen iki halktır.
Hatta Kürtler kendilerinin Med olduğuna inanırlar.
Medlerden iki kavim türemiştir, Ermeniler ve Kürtler.
Bunların dili FARS'çaya yakındır, daha doğrusu AYNI
ailedendir. Farsiler kendini MED (Ermeni ve kürt )
saymazlar. Hititler de kendilerini Hatti saymazdı.
Medyen kelimesini açtığımızda (ki bugüne sığmaz)
Brahmaputra halkının yani İbrahim'in bin yıl önceki
kökenini ele aldığımızda şaşıracaksınız. Şuayb Medyen
Halkından ve kardeşlerindendir. Yahudilerin ana vatanı da
Medya (Med Ülkesi)dir. Orada esir olduklarından daha
sonra sırayla Mısır'a (ki yine köle oldular) ve oradan da
Arz'ı Mev'ut Palestine (Filistine) geldiler... Halen de
oradalar.
Şuayb (Suvabe>>Şüphe edilmeyen anlamında Sanskritçe),
Allah'ımızın özel görevli elçilerinden biridir. Yani
şaibe (şüphe) kelimesinin TERSİ “şuayb”dır.
Pekiyi bu kadar ayrıntıyı niye yazdık? Sadece
“Faruk”/”fark”/”ırk”, “Feruz”/”Fars”/”irs” için mi?
Kur'an'daki kelimelerin ezici çoğunlukla SANSKRİTÇE
olduğunu vurgulamak içindi... Ve bu çok geniş
kapsamlıdır. “Freake”dan “Party”ye kadar aslında AYNIDIR
(Fark ve tefrika-fırka)... Yüzyıllar içinde, bu sizlere
saçma gelen analizi, artık her Müslüman yapabilecek ve en
son baktığı şey ise Arapça lügat olacaktır. Çünkü o hep
yanıltır.
Fasih>>>Gramer bazı olarak Arapça dil kuralları demek.
Fasih İbranice olarak da Tevrat indirilmiştir. Fasih
Aramice olarak İncil indirilmiştir. Bir de fasih
İngilizce yazalım: "The pronouncation of the grammer",
gramerin telaffuzu... “The”, “of”, FASİH İngilizce ama
“pronouncation” ve “”grammar”, LATİNCE. Şimdi hepsine
SAFKAN İNGİLİZCEDİR diyebilir miyiz? Haydi canım sende!
Yani FASİH Arapça derken Sanskritçe yüzünden "Arapça
bazında" bir Kur’an indirilmiştir demek...
Fasih Türkçe de yazabilirim. "Kâtibimin setresi uzun"...
“min” iyelik eki, katib (sekreter) ve setre (frak tipi
ceket), bunlar da Arapça... Ama adı Fasih Türkçe...
Frak=İkiye ayrılmış iki kuyruklu “smokin”de bile
“FRACTION” kelimesi var.
Her dil hologramın bir parçası olarak mutlaka diğeriyle
ilgilidir. Eğer dili değil de dile yüklenen nosyonları
anlayabilseydik, TEK dil konuşurduk. Ama kelimelere
yüklediğimiz KAVRAM "bize özeldir", yani evrensel
değildir. Hatırlarsanız, Türkmenistan Türkçesinde “kıçıma
don giydim” demek, “belden aşağıma donanım=pantolon
giydim” demek... Biz bunlara gülerken onlar işin
doğrusunu yapıyorlar.
Çünkü belden yukarı giyilen şeye “köynek” (gömlek),
belden aşağı giyilene de “DON” deniyor (Bildiğimiz
don/slip/şort>>>”Tuman”dır. DON pantolon demektir). Şimdi
burada AYNI dili konuştuğumuz halde, başımıza gelenler
komik olacaktır. İskele sancak gibi geminin kıçı ve başı
vardır. Ama bu kıç popo demek değildir. Kemerden aşağı
ayak tırnağınıza kadar olan bölüm “kıç”tır. Kemerden
yukarısı “göğüs” (köynüs)dür. Bir de baş (başa, paşa)
vardır.
Kur'an'da böyledir işte... Orijinal bir Orta Asya diliyle
indirilseydi, batılı Oğuzlar olarak "kıç" kelimesini
kullanan bir Allah'ı anlayamayacaktık. Hele ki Kur'an
İstanbul Türkçesi ile inseydi, biz KUREYŞLİ ambargosu
uygulayacak ve kıç , don kelimelerini Kur’an'dan
atacaktık. Yani mealini başka verecektik. Bizim alfabemiz
29 Harf, oysa Azeri ve Çağatay alfabeleri 32-37 sesten
oluşuyor (Azerice'yi izleyenler bilirler). Biz de
Kureyşliler gibi tutup onu 29 harfe indirecektik. Mesela
Q harfini atacaktık. Oysa Kadı ve Kedi derken ikisi ayrı
iki K'dir, vs. vs. Bu kez Rabbimiz "El Etrakü... "
(Türk’ün çoğulu Etrak’tır) diye bizi aşağılayacaktı. İyi
ki Türkçe gelmemiş Kur'an... Araplar ile biz yer
değiştirirdik. Allah bu kez bizi aşağılardı.
__________________ "Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz"
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma