Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yeni Şafak- Mustafa KUTLU
İşsizliğe çare: TarımYıllar
yılı Anadolu insanı büyük şehirlere taşındı. "Göç" bu ülkenin
değişiminde başlıca etken idi. Niçin bunca insan yerini-yurdunu terkedip
gidiyordu. Gidiyordu çünkü devir değişmiş, eski hayat tarzının yerini
yeni hayat tarzı almıştı. İnsanlar "daha iyi şartlarda" yaşamak istiyor,
çocuklarının istikbalini düşünüyorlardı.
Nüfus artmış, mevcut işlenebilir arazi aileyi
geçindirmez olmuştu. Ölenlerin ardından sürekli miras yoluyla bölünen
arazi verim açısından da artık işe yaramıyordu.
Geçmişte bu problem "gurbetçilik" yoluyla
çözüme kavuşmuştu. Eli iş tutan erkekler, eğer arazi aileyi beslemeye
yetmiyorsa, unu öğütüp ambara koyduktan sonra büyük şehirlere çalışmaya
giderdi.
Henüz büyük şehirlerin sanayi kapasitesi dar
olduğundan gelen iş gücü sanayide iş bulamaz;
kapıcılık-hamallık-boyacılık-inşaat-kahvecilik-garsonluk vb. gibi hizmet
sektöründe çalışır; bazıları işportacılık yapardı. Bu gelenlerden
bazıları şehrin civarında oluşmaya başlayan gecekondu semtlerine uğrar;
hemşehriler yanında onlar da bir hazine arazisi çevirir (Ki bu kişiler
bu semtlerin şehrin ortasında kalması sebebi ile emlak zengini oldu),
kimisi daimi bir iş tutunca ailesini de yanına alırdı. O yıllarda iş
imkanı daha fazla, mesela "İstanbul'un taşı toprağı altın" idi.
Çalışanlar akraba yanında, bekar odalarında, ucuz otellerde kalır; yemez-içmez para biriktirir, bu para ile sılaya dönerdi.
Geride kalan gelinler, kızlar; yeni evli
kadınlar, küçük çocuklar, yaşlı ana-babalar, dedeler gidenlerin yolunu
gözler; bu münasebetle her haneden, her tarladan, her dağ başından
dertli gurbet ve hasret türküleri duyulurdu.
"Göç" zamanla hızlandı. Mesela Sivas'ın 216
Köyü tamamen boşalmıştı. Arazileri susuzdu. Bire beş anca veriyor,
aileyi doyurmuyordu. Doktor, öğretmen, yol yoktu. Fukaralık çoktu.
Devletin eli bunlara erişmiyordu. Oysa insanlar eğitim, sağlık,
güvenlik, beslenme, konut vb. gibi temel ihtiyaçların artık daha
gelişmiş ve yaygınlaşmış uygulamasını istiyordu. Gittikleri batı
kentlerinde bunları görüyorlardı.
Altmışların başında çıkan bir fırsat köylünün
yüzünü güldürdü. Avrupa, işçi istiyordu ve çok para veriyordu. Öyle ki
Almanya'da çalışan ve para biriktiren bir köylü, dönüşünde bütün bir
köyü satın alacak para getirebiliyordu. Öğretmenliğim sırasında benzer
bir olayla karşılaştım. Çalıştığım vilayetin küçük bir ilçesinin
Belediye Başkanı Almanya'ya işçi yazılmıştı. Sırası gelince başkanlıktan
istifa edip gitti.
Almancı parası hem köylünün yüzünü güldürdü,
hem o yıllarda dövize fevkalade ihtiyaç duyan devletin ihtiyacını
karşıladı; hem Anadolu'da, hem büyük şehirlerde yatırımlara yol açtı.
(Daha sonra bu tasarrufların bir takım şirketler tarafından türlü
şekillerde toplanıp batırıldığına şahit olduk).
Artın cin şişeden çıkmıştı.
Ağrı'lı bir çobana soruyordun, daha dün Stockholm'den gelmiş. Milletin gözü açılmıştı ve göç büsbütün hızlanmıştı.
Toprağını bırakan soluğu ya Avrupa'da, ya büyük şehirde alıyordu. Köylerde sadece yaşlılar kalmıştı.
Gün geldi şehirler de bu yükü kaldıramaz oldu.
Çarpık – köksüz - yanlış sanayi - yanlış şehirleşme tam bir yağmaya
dönüşmüş; siyasi iktidarlar bu yağmaya çanak tutmuştu.
Pek tabii olarak işsizlik başgösterdi. Peş peşe
gelen iktisadi krizler mevcut dengeleri alt-üst etti. Dengesiz toplum
değerlerini yitirdi, her sokakta bir çete oluştu.
Geçen zaman içinde tarımda gelişmeler olmuş,
çarık ve öküz kalkmış, gübre – kredi – tohum - su imkânları nisbeten
artmış; arazisi iyi olanlar bayağı kazanmaya başlamışlardı.
Daha sonra alternatif ürünler devreye girdi.
Seracılık neredeyse bütün ülkeye yayıldı. İletişim ve ulaşım imkanları
arttı. Artık insanlar Karakış'ta domates - salatalık yiyebiliyorlardı.
Bazı bölgelerde bazı ürünler (mesela kiraz, organik çilek vb) yüksek ücretlerle ihracata gidiyor, köylü bayağı kazanıyordu.
Sulama faaliyetleri ile pek çok susuz arazi suya kavuşmuştu.
Toprağını terkeden, şehre yerleşen, çoluk -
çocuğunu okutmaya çalışan köylünün bir gözü Anadolu'da bu olup -
bitenlerde idi. Yazları köyüne gidiyor, değişimi gözüyle görüyordu. Ama
işte ne yazık ki; artık çoluk-çocuğu büyük şehre alışmış, orada iş
tutmuştu. Köye ancak yazları, tatil için geliyorlardı.
İş imkanı iyice daralıp, gençler de (hatta
üniversite mezunları da) iş bulamaz hale gelince sıladaki tarlalar
hatıra geldi. Bazı bölgelerde bazı babalar yeniden traktöre, pulluğa,
fidan dikmeye, besi yapmaya sarıldılar. Bir tarla organik çilek büyük
servet demekti. Geri dönüp bu işlere başlayanlar çoğaldı. (Son birkaç
yılda tarımda istihdam % 13 artmış. Radikal 26 Ekim 2010).
Bana sorarsanız bunu bir kampanyaya dönüştürmek
lazım. Anadolu toprakları eski sahiplerini veya onların işsiz kalmış
çocuklarını bekliyor. Bu hamleyi devlet yapabilir. Bir kilo çelik yerine
bir kilo çilek üretelim. Hem böylece çevreyi de korumuş oluruz.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|