Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Aile İçi Şiddeti Önleme
Konusunda Bazı Tavsiyeler
Kaba kuvvete başvurarak karşı tarafı susturmak, sindirmek
ve etkisiz hale getirmek zaman zaman insanların büyük
çoğunluğunun başvurduğu bir yöntemdir. Maalesef fiziki,
psikolojik ve sözel şiddet kullanılarak sonuç almaya
kalkışmak geçici çözüm sağlamaktan öte bir anlam
taşımamaktadır.
İnsanın haksız ve sebepsiz yere başka bir insana, hayvana
ya da eşyaya şiddet uygulaması dinimizce hoş
karşılanmamıştır.
Aile içi şiddet denilince ilk akla gelen ise, erkeğin
karısına karşı uyguladığı şiddettir. Kadının çocuğuna,
çocuğun kardeşlerine şiddet uygulaması da bu kapsamdadır.
Kadına karşı şiddetin son yıllarda artmasının
nedenlerinin çok ciddi şekilde araştırılması ve analiz
edilmesi gerekmektedir.
Mesela kadının kişiliğinden daha ziyade dişiliğinin ön
plana çıkartılması, bazı kesimler tarafından kadının
cinsel meta olarak görülüp sömürülmesi ve
saygınlıklarının erkeklerin gözünden düşürülmesi acaba bu
şiddet eylemlerinin artmasında ne kadar etkili rol
oynamıştır ya da oynamaktadır bu husus araştırılmak
durumundadır.
Bazı gazetelerin yıllardır vermekte oldukları ön ve arka
sayfa güzellerinin, çıplak kadın resimlerinin ve kadının
bedeninin cinsel obje haline getirilmesinin şiddetin
artmasındaki rolü ve payı nedir?
Bazı medya organlarının bilerek ve isteyerek bu
tutumlarını sürdürmeleri ile kadınların aile içi şiddete
maruz kalmaları arasında ne gibi ilişkiler vardır?
Aynı şekilde görsel basında yer alan bazı filmlerde
tecavüz sahnelerinin, dayak yiyen kadın görüntülerinin
çoğalması ile aile içi şiddetin artmasındaki paralellik
de araştırılmak durumundadır.
Yengesi ile yatan yeğenler, ağabeyinin nişanlısında gözü
olan kardeşler, aynı adam âşık olan kız kardeşler,
kızıyla aynı adama vurulan anneler gibi ahlaksızca
davranışların sergilendiği ve özendirildiği tv dizilerini
seyreden insanların bilinçaltlarının nasıl kirletildiği
ve bunun da aile içi şiddeti körükleyebileceği gerçeği
irdelenmek ve doğru değerlendirilmek zorundadır.
Hala bu tür dizilerle, romanlarla, sinema filmleriyle
şiddet ve ahlaksızlığı teşvik eden ve topluma sürekli bu
tür yanlış algı ve anlayışları pompalayan gözünü daha çok
para kazanma hırsı bürümüş kimselerin bugün kalkıp
“kadına karşı şiddet arttı” diye timsah gözyaşları
dökmeleri bize yeterince ikna edici ve inandırıcı
gelmemektedir.
Peki, “aile içi şiddeti ortadan kaldırmak ya da en az
seviyeye indirmek için neler yapılmalıdır?” diye
sorulacak olursa şunları söylemek mümkündür.
1. Gerekli hukuki ve yasal düzenlemeler bir an önce
yapılmalı ve suçluların en etkin şekilde
cezalandırılmaları sağlanmalıdır.
2. TV dizileri mutlaka uzman psikolog, pedagog ve
ilahiyatçılardan oluşan bir ekip tarafından denetimden
geçirilmeli ve ailenin ahlakını ve ruh sağlığını bozan ve
toplumsal değerleri dinamitleyen konular senaryolardan
ayıklanmalıdır.
3. İntihar haberleri gibi aile içi şiddet haberlerinin
yapılması ve tekrar tekrar gösterilmesi kesinlikle
yasaklanmalıdır.
4. Aile içi şiddetin en önemli nedeni olan alkolle
mücadele daha etkin hale getirilmeli ve bu konuda Yeşilay
ve diğer sivil toplum örgütleri daha etkin bir çalışma
sergilemelidir.
5. Dini değerler ve maneviyat eğitimine ağırlık
verilmeli, kadına ve çocuğa karşı kaba kuvvet kullanarak
terbiye etme metodunu tavsiye eden bazı dini metinler
doğru değerlendirilmeli ve dinin doğru bilgisi insanlara
en güzel şekilde sunulmalıdır.
6. Bazı TV programlarında erkek düşmanlığı yapan,
erkeğin saygınlığını aşındıran aşırı feminist
yaklaşımların yangına körükle gitmek olduğu gerçeği
unutulmamalı ve bu kimselere işin doğrusu mutlaka
anlatılmalıdır.
7. Aile içi şiddetin artmasında etkili iletişim
noksanlığının katkısının çok büyük olduğu unutulmamalı ve
aileler iletişim konusunda uzman kimseler tarafından
ciddi bir eğitim sürecinden geçirilmelidir.
8. Erkekler ve kadınlar aynı yuvayı ve yatağı
paylaştıkları eşleriyle bağırmadan konuşmayı
öğrenmelidir. Özellikle kadınlar, kendilerini kışkırtan
ve erkeğin karşısında hakaret ederek ve bağırarak
konuşmayı öğreten bazı yerli ve yabancı filmlerde yer
alan sahnelerin gazına ve dolduruşuna kesinlikle ama
kesinlikle gelmemelidir.
9. Ailede, okulda, kışlada ve camide ciddi, doyurucu,
kapsamlı ve kuşatıcı eğitimler verilmeli,empatiyi
içselleştirmiş insanların topluma kazandırılması
konusundaki çalışmalara ağırlık verilmelidir.
10. Kötü örneklerden daha ziyade iyi örneklerin toplumda
yaygınlaştırılması için gerekli çabalar sarf edilmelidir.
Özetle ifade edecek olursak aile içi şiddeti ve kötü
muameleyi önlemek için yapılması gerekenler bellidir. Bu
hastalığı yenmek için ilgili kuruluşlara ve halkımıza
büyük görevler düşmektedir. Huzur, emniyet ve güven
toplumu olup tüm dünyaya model ve tanık olabilmemiz için
her türlü haksız şiddetle mücadele etmemiz gerektiği
hususu açıktır. Herkes bu konuda ne yaptığını ya da
yapmadığını sorgulamak ve bir an önce harekete geçmek
zorundadır. (04.11.2011)
Dr. Ahmet Emin SEYHAN
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
Efrayim,
Sevgili bembeyaz,
Kadına karşı şiddetin son yıllarda artmasının
nedenlerinin çok ciddi şekilde araştırılması ve analiz
edilmesi Demişsiniz.Her zaman aynıydı ama simdi iletişim
araçları olunca, ortaya çıkınca bize çok gelmeye
başladı.Eskiden bu kadar ses çıkmıyordu şimdi çıkıyor
fark ondan.
Adem ile Havva'nın yaratılışını eski bildiklerimizle
bilmeye devam edersek zaten kadın ikinci sınıf olmaya
devam eder,biz de,boşa kürek çekeriz.Adem yaratıldıktan
sonra Havva da onun kaburga kemiğinden yaratıldı.Kadın
kaburga kemiği gibi olduğundan düzeltmek erkeğe
aittir.Fazla düzeltmeye kalkarsan kırılır.Hiç düzeltmez
isen,eğik kalır.
Ensest ilişkiye gelince,o konu da, eskiden de
vardı,şimdilerde iletişim araçlarıyla ve filmlerle ortaya
çıkmaya başladı.
Bu tip ilişklerde kaynağı da bize öğretilen din.
Adem ile Havva'nın 20 ikiz çocuğu olmuş biri kız
biri erkek.Her ikiz kendi eşiyle değil,diğer ikizi ile
çoğalmış,sanki böyle olduğunda ensest ilişki olmuyormuş
gibi.Bunu kabul eden müslümanlar, filmlere niye karşı
gelirler anlamak güç.Ayrıca Lut peydamberin,kızları ile
cinsel ilişkisi yazan Tevrat'ı bize öğretmeyerek neyi
amaçlıyorlar?
Daha çok yazılacak var da,şimdilik yeterli.
Sevgi ile,
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
sevgili Efrayim
o senin yazdıklarının hepsi israililiyyat ya da
mesihiyyattır.. İslam ile alakası yoktur... yanlış
kültürlere bakarak İslam hakkında kararlar vermek ya da
toptancı yaklaşımlar sergilemek dar dimağların
yaklaşımıdır...
İsrailiyat yılanı zehirini 70 Yahudi din adamı özgün Tevrat'ı Rumcaya çevirirken kusmuş. Hz Muhammed'den yaklaşık 900 yıl önce. Tevrat'ta* "kaburga kemiği"nden asla söz edilmediği halde çeviriye "Havva Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldı!" safsatası sokuşturularak.
Böylece kadını dövülerek doğrultulması gereken kemik yapıp çıkmışlar. Vur Allah vur, döv Allah döv. İslamın sözde uleması o kadar sevmiş ki bu İsrailiyat üfürmesini Nisa 34'teki "vadrib ûhunnne"yi "Kadınları dövün!" diye çarpıtarak o İsrailayatı Allah adına (!) uygulamaya koyuvermiş.
O çartpıtma, Diyanet'in çevirisi dahil, Kuran'ın mevcut çevirilerinde hâlâ duruyor. Utanmasını bilene.
Bir yandan İsrailyatı kötülürken bir yandan da İsrailayatı uygulayanlar, bir de müslümanlık taslamaz mı. Aile içi şiddet, açık saçık giyimli kadınların reklamlarda filan kullanılması yüzündenmiş. Çünkü bu, masum garibim erkekleri zıvanadan çıkarıp mağdur ediyormuş. Bembeyaz'ın özet olarak iddiası bu.
After Alexander’s successful conquest of many of the world’s nations during the 4th Century B.C, his empire soon became the dominant force on the map, and stretched to include Mesopotamia, West India, Persia, and Egypt. As a result, the Greek language became the language on the “tongue of the world”, from horizon to horizon. It was in that era that King Ptolemy Philodelphis (a.k.a Ptolemy II), King of Egypt under Greek mandate, commissioned a group of Jewish priests living in the city of Alexandria to translate the Old Testament from Aramaic to Greek. So the priests, who numbered around 70, took it upon themselves to achieve this task, the first of its kind in the history of the old world.
Eventually, the Greek Torah was born to the world, some 900 years before Muhamad’s time. And it was in this Greek translation that the great LIES which would later become rampant in the world as unquestionable truths, were born. Not only did this translation condone great slanders against the prophets of Allah; slanders llike the following:
1- Noah gets drunk and falls asleep, his private parts becoming visible in front of his sons. One unfortunate son makes the mistake of restoring his father's dignity by covering them, only to incur the wrath and curses of Noah when he wakes up.
2 - Lot perpetrating incest with his own daughters and impregnating one of them.
3- David sleeps with 99 women, among them the wife of the captain of his own guard.
4- Mariam, daughter of Imran, becomes jealous of her brother Moses, and is stricken blind by God.
5- Abraham was a cuckold who sold his wife, Sara, to the “Pharoah” of Egypt, and profited from great riches in the process.
But it also included entire passages which were nowhere to be found in the original Aramaic test. The sane and logical mind would certainly reject such allegations; however, history has proven that it is indeed possible to pass many grave errors – crimes, actually – under the cloak of “God Said So”.
Alexander's Empire, during its zenith (4th Centiry B.C)
In fact, Jim Cornwell, in his book “History of the Bible” points to many of these new passages not found in the Semitic text; among which is the story of “Eve being created from Adam’s rib, and bearing the blame for the loss of Paradise”. And it was in this way that the Jews regarded the woman as an inferior and “cursed” being, rather than being the half which completes the man.
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Şiddetin Çeşitleri ve Kadınlara Düşen Görev
Bilindiği üzere şiddetin de çeşitleri bulunmaktadır.
Uzmanlar şiddeti, direkt şiddet, yapısal şiddet ve
kültürel şiddet olmak üzere üçe ayırmaktadırlar.
Direkt şiddet, insanlara fiziksel olarak zarar vermektir.
Yapısal şiddet ise, sosyal eşitsizlikler, baskılar,
toplumdaki güç dengesizliğinden kaynaklanan sosyal
adaletsizlikler, baskıcı kurumların uygulamaları,
kurumsallaşmış ve klişeleşmiş önyargılar olarak ortaya
çıkmakta ve insanları etkilemektedir. Kültürel şiddet
ise, ilk bakışta görünmeyen bir şiddet türü olup
genellikle sembollerle ortaya konulmakta, yazılı ve
görsel medya aracılığı ile de insanlara çeşitli
şekillerde empoze edilmektedir.
Doğrudan şiddet görünürken, kültürel ve yapısal şiddet
ise genellikle tam olarak görünememekte ve fark
edilememektedir. İlki bedene zarar verirken, diğer ikisi
insan ruhunda kalıcı izlere ve yaralara yol açmaktadır.
Yapısal şiddeti sona erdirmek yapısal adaletsizlikleri
ortadan kaldırmakla belki mümkün olabilecekken, kültürel
şiddete son vermek ise, ancak algı ve davranışların
değişimi ile gerçekleşebilecektir.
Mesela sporda şiddeti ele alalım. Sporda şiddeti besleyen
en temel dinamiklerden biri, yazılı ve görsel medyanın
ortaya koyduğu savaş dili ve söylemleridir. Bu alanda
yapılan olumsuz yayınlardır. Bu menfi yayın ve yorumlarda
savaşı ve çatışmayı çağrıştıran söylem ve ifadelere yer
vermilmesidir. Zira bu kullanılan kötü dil insanların
beyinaltlarına yanlış mesajlar vermekte ve insanları
tahrik etmektedir. Beyni, bu tür kültürel şiddeti
barındıran ifadelerle kirlenen bazı düşüncesiz ve
vurdumduymaz bireyler ise rahatlıkla ya holigan ya da
fanatik olabilmektedirler.
Bu itibarla sorumlu medyanın şiddeti körükleyen bu dilden
derhal vazgeçmesi gerekmektedir. Zira her türlü yanlış
mesaj veren her kurum veya kişi mutlak surette yapıp
ettiklerinden bu dünyada da mesul olmalı ve hukuk önünde
bunun hesabını vermelidir. Bu kimselerin ahirette sorumlu
olacakları ise zaten muhakkak olup herkes tarafından da
bilinmektedir.
Kanaatimizce şu günlerde tartışılmakta olan spor
mahkemelerinin kurulması, spora şiddet bulaştıranların
burada yargılanması, onların stadyumlara veya kapalı spor
salonlarına sokulmaması düşüncesi, bataklığı bırakıp
sadece sivrisineklerle uğraşmak anlamına gelecektir.
Elbette bu da olmalıdır, ancak bunlar sadece pansuman
tedbirlerdir. Oysa kalıcı ve kökten çözümlere ihtiyaç
vardır. Özellikle kültürel şiddeti, küfretmeyi,
hoşgörüsüzlüğü vs. ortaya çıkaran nedenler mutlaka
ortadan kaldırılmalıdır. Daha sonra ise bireye ve topluma
dini, ahlaki ve insani değerler öğretilmelidir. Burada en
büyük görev medyaya düşmekle birlikte bu konuda herkese
eşit derecede sorumluluk vardır. Zira sadece medyaya suç
bulmak yerine, herkes kendi üzerine düşeni yapmalı ve işe
önce kendisini düzelterek başlamalıdır.
Öte yandan bir adam karısına, bir kadın çocuğuna, bir
çocuk arkadaşına kesinlikle şiddetin hiç bir türünü
uygulamamalıdır. Bırakınız bir insana şiddet uygulamayı,
bir kimsenin kendisine zararı dokunmayan hiç bir hayvana
bile şiddet uygulamaya hakkı ve yetkisi yoktur.
Zira ideal İslam toplumunda haksız ve hukuksuz bir
şekilde keyfi şiddete asla ve kat’a yer yoktur. İnsanları
hiç bir zaman dayakla, sopayla, şiddetle eğitmek ya da
yola getirmek mümkün olmadığı gibi doğru ve ideal olan da
değildir. İdeal olan; bilgi, güzel ahlak ve güzel
örnekler ortaya koyarak insanları hakka ve hakikatlere
çağırmak ve onlara uygun yol ve yöntemleri göstermektir.
Hz. Peygamber’in hiçbir kimseye şiddet uygulamadığını biz
kaynaklarımızdan öğreniyoruz. Ama bugün İslam dünyası
sadece terör ve şiddetle anılır hale geldiyse bunda
müslümanların kabahati yok mudur?
Dolayısyla kendisi eşlerini hiç dövmemiş ve hiçbir zaman
dayağı teşvik etmemiş bir peygamberin ümmetinin bugün ki
hali nedir? Gelenek, töre ve yanlış uygulamalar ile dinin
temel doğrularını birbirine karıştıran sonrada
yaptıklarını din zaten insanlardan elbette başka türlü
davranmalarını beklemek saflık olacaktır. Bu nedenle
şiddetin her türlüsünü ortadan kaldırmak ve bunları
kökten kurutmak için ciddi gayretler gösterilmesi
gerektiği açıktır.
Nitekim dayaktan korktuğu için bazı davranışlarını
değiştiren kimse aslında eğitilmemiştir. O sadece
sindirilmiş, susturulmuş ve baskı altına alınmıştır. Bu
kimsenin bulduğu ilk fırsatta aynı yanlışları
tekrarlayacağı ve benzeri suç ve hataları işleyeceği
muhakakktır. Yapılan araştırmalar da zaten bunu
göstermektedir. Dolayısıyla esas olan insanların zihin
dünyasına sarsılmaz, şaşmaz, eskimez ve pörsümez olan
evrensel ilkelerini yerleştirmektir. Bunları kalıcı
davranışlara dönüştürmek ve kişiliğin bir parçası haline
getirmektir. Bu ilkeler ise Kur’an-ı Kerim’de ve Sahih
Sünnet’te ziyadesiyle vardır.
Bu nedenle karşılaşılan her türlü sorunlar şiddete,
dayağa ve kabalığa başvurulmadan çözülmelidir. Dünyadaki
bütün insanlar her daim iyi ve güzel olana ulaşmada
işbirliği yapmalıdırlar. Sorunlar diplomasi ve diyalogla
çözülmelidir. Silaha başvrumak ve silahla sonuç almaya
çalışmak ilkel bir davranış olarak görülmelidir.
Bütün bunları ifade ettikten sonra esas söylemek
istediğimizi özetle şu şekilde belirtebiliriz.
Kanaatimizce her türlü şiddetin ortadan kaldırılmasında
en başta ve öncelikle eğitilmesi gereken kadınlar
olmalıdır. Zira onlar eğer çocuklarına şiddeti
uygulayarak öğretir ve şiddeti teşvik ederlere bu kısır
döngü değişmeyecek ve aynen devam edecektir. Mesela
gelinini kıskanan bir kaynana oğluna gelini dövmeyi
telkin eder, bundan da gizli bir zevk ve haz duyarsa bu
“kadının kadına yaptığı şiddet” olacaktır. Eline fırsata
geçtiğinde gelinlerin de kaynanalarına nasıl şiddet
uygulayarak öç ve intikam aldıklarını medya vasıtasıyla
öğreniyor olmamız bizim bu tezimizin haklılığının bir
işaretidir.
Dolaysıyla önce kadınlar değişir ve doğru şekilde
eğitilirse ve onlar da oğlan ve kız çocuklarını en güzel
şekilde terbiye ederlerse bu olumsuz durumlar zamanla
azalacaktır. Hiç ortadan kalkmasa bile en az seviyelere
inmesi umutla beklenmesi gereken bir husus olarak
önümüzde durmaktadır. Elbette toplumdan her türlü
şiddetin tamamen kaldırılması belki hemen mümkün
olamayacaktır. Ama bu konuda herkesin elinden geleni
yapması şart değil midir?
Kendi kendine konuşup söylenmeyi, sızlanmayı veya şiddete
uğramış insanları gördüğünde timsah gözyaşı dökmeyi,
buradan rant elde etmeyi bırakıp bir an önce harekete
geçilmesi gerekmektedir. Sanki kendisi aynı haksızlığa
uğramış gibi sesini yükseltmeyen ve hak aramayan bir
toplumun erdemli, onurlu, ahlaklı ve ilkeli bir toplum
olduğundan söz etmek mümkün görenmemektedir.
Hoşgörüyü, toleransı, şeffaflığı, hesap verebilirliği,
çoğulcu yaşam biçimi, katılımcılığı, sosyal adaleti,
eşitlik ve kardeşliği, tutarlı ve kararlı olmayı, barışı,
doğru ve güvenilir bilgiye dayanarak karar vermeyi ve
eğitimin önemini kavramış ve özümsemiş kadınlar ancak bu
karakterdeki çocukları yetiştirebileceklerdir. Böyle
çocukların ise dünyayı değiştireceklerinde kuşku yoktur.
(19.11.2010)
Dr. Ahmet Emin SEYHAN
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
Nüşuz yapan kadınların dövülebileceğini söyleyenlerin
Kur’an-ı Kerim’de dayandıkları ayeti kerime şudur: Yüce
Allah Nisa suresi 4/34 ayette şöyle buyurmaktadır:
“Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar.[115]
Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır.
Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin
geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar.
Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da
‘gayb’ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek)
başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin,
onları yataklarında yalnız bırakın! (Bunlar fayda vermez
de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün! Eğer itaat
ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın.
Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.”
Öncelikle belirtelim ki, müfessirlerin çoğunluğunun
“nüşuz” yapan kadınların dövülebileceği kanaatine
ulaşmalarında en büyük etkenlerden biri, ayette geçen
“darebe” fiilinin sadece bir anlamına bakarak yapmış
oldukları yorumlardır.
Kanaatimizce bu ayette geçen “darebe” fiiliyle erkeklere
“nüşuz yapan kadınlarınızı dövünüz!” denilmemektedir.
Şimdi bu kanaate nereden ulaştığımızı kısaca açıklamaya
çalışalım. Ancak bu ayeti daha iyi anlayabilmek için
öncelikle “nüşuz” kavramını anlamamız yerinde olacaktır.
Nüşuz; bazı tavır ve davranışları sebebiyle yoldan çıkan,
aile hukukuna baş kaldırma belirtileri gösteren, aileye
ihanet etme durumuna gelen, ailenin şerefine leke sürme
olasılığı güçlenen kimselerle ilgili kullanılan bir
fiildir. Bunu; kısaca “iffetsizlik, sadakatsizlik veya
flört ettiği şüphesi güçlenen kadın” şeklinde anlamakta
mümkündür. Yani; “iffet erdemine ihanet eden, iffetsizlik
gösteren, sadakatsiz davranan, böyle bir tehlikeli yola
girmiş bulunan ve bunları yaparak ailenin huzur ve
düzenini bozan kadın” şeklinde de anlaşılabilir.
Öte yandan şunu da hemen belirtelim ki Kur’an-ı Kerim’de
bu ayette ya da başka herhangi bir ayette “nüşuze olan
kadınları öldürün!” diye bir şey asla söz konusu
değildir. Sadece iffetsizlik gösteren bu tür kadınlarla
ilgili üç aşamalı bir yaptırımdan söz edilmektedir.
Ayrıca yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, bu ayet
bütün kadınları değil, sadece “nüşuz yapan kadınları”
kapsamaktadır. Dolayısıyla bu ayete dayanarak kadınların
tamamına şiddeti uygulamak ve bu ayete bakarak şiddeti
savunmaya çalışmak son derece yanlıştır.
Bir kısım meallerde “nüşuz” kelimesine verilen
“dikbaşlılık”, “serkeşlik”, “itaatsizlik” veya “
sivrilik” anlamları kanaatimizce eksik ve hatalı
tercümelerdir. Zira bu anlamlar erkeğin keyfi
davranışlarına kapı aralamaktadır. Nitekim “serkeşlik”
ifadesi ise konuyu tam olarak izah edememektedir.
“İtaatsizlik” ise aynı şekilde erkeğin keyfi
davranışlarına yol açmaktadır. Bu durum tıpkı
“disiplinsizlik” kavramını istismar ederek keyfi kararlar
alanların durumlarına benzetilebilir. Bu tür anlamları
savunanların akıllarına şu sorular geliyor olmalıdır.
Sivrilikle kastedilen nedir? Bu kime göre bir
sivriliktir? Nasıl bir sivriliktir? Bunu kim tayin
edecektir? Bu konuda kararı kim verecektir? Birileri
keyfi olarak: “Tamam işte. Bu sivrilik yaptı da ondan
dövdüm!” derse durum ne olacaktır? Ayrıca kime göre dik
başlılıktır? Nasıl bir dik başlılıktır? Bu herkese göre
değişen bir husus değil midir? Buna kim karar verecektir?
Burada da bir keyfiliğin onunun açıldığı görülmektedir.
Karısından gitmesinde sakınca olmayacak yerlere
gitmemesini isteme konusunda keyfi kararlar alan bir
erkeği bundan kim engelleyecektir?
Bununla birlikte “nüşuz” kavramına “iffetsizlik ve
sadakatsizlik” seklinde bir anlam verilecek olursa
problemin bir nebze de olsa çözüme kavuşacağı
görülmektedir. Zira iffetsizlik veya sadakatsizlik;
“cinsel konularda ahlak kurallarına bağlılık
göstermeyerek az ile yetinmemek ve gözün dışarıda olması”
şeklinde ifade edilmektedir.
Bu kısa açıklamalardan sonra simdi de ayette geçen
“darebe” fiilinin anlamlarına bakmamız yerinde olacaktır.
“Darebe” fiili Arapça’da pek çok anlamlara gelmektedir.
Mesela; “bir şey üzerine bir şey oluşturmak”, “yollarda
ayak ile iz oluşturmak” yani; rızık, ticaret veya savaş
amacıyla yola çıkmak, bunlardandır. Araplar misafire
“dârib” (yol tepen, yola çıkan, yoldan gelen)
demişlerdir. Aynı şekilde “yağmurun topraktaki izi,
Musa’nın denizde İsrailoğulları’na asasıyla yol açması,
tuvalete defi hacet için hızlı gitmek, bir yere bir şey
dikmek, bir şeyi bir şeye çarpmak, karıştırmak, koyun
boyamak, suda yüzmek, akrep sokması, kalp atışı, nabız
vuruşu, bir şeyi kaldırmak, el ile işaret, sıkı tutmak,
kavgadan, belâdan kaçmak, bir yere varıp dikilmek, örnek
vermek, uzaklaştırmak, ayırmak” gibi pek çok anlam da
“darebe” fiiliyle ifade edilmektedir. (Bkz. Lisanu’lArap,
5/477, 483; el-Müfredat s. 294.)
Görüldüğü üzere “darebe” fiili mecazî anlamı itibariyle
“dövmek ve çarpmak” anlamlarıyla meşhur olmuş olsa da
başka anlamlara da geldiği apaçık ortadadır.
Dolayısıyla mezkûr ayette geçen “darebe” fiiline bakıp
buradan, sadece anlamlarından biri olan “dövmek”i almak
ve Hz. Peygamberin hiç yapmadığı ve tavsiye de etmediği
bir sonuca ulaşmak, bize yeterince doğru ve ikna edici
görünmemektedir. Kanaatimizce bu zamana kadar yapılan
uygulamalar ve hâlâ bu dövme anlamının tercih ediliyor
olması Kuran’a ve Sahih Sünnet’e bütüncül olarak
bakılmamasından ve bir takım disiplinler konusundaki
bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Doğal olarak bu
durum Kur’an’ın gerektiği gibi anlaşılmasını
zorlaştırdığı gibi İslam imajının zedelenmesine de neden
olmaktadır.
Nitekim, bu konuda yeterince dikkat ve özen gösterilerek
hazırlanmayan bir takım çalışmalar ve yapılan yorumlar
neticesinde ayette geçen “darebe” fiilinin “dövmeye”
işaret ettiği sonucuna ulaşanların ve bunu asırlardır
savunanların bugün dünyada İslam”ın doğru tanıtılmasına
ne gibi olumlu veya olumsuz katkılar sağladıklarını
yeniden gözden geçirmeleri ve bu konu üzerinde
düşünmeleri gerekmektedir.
Bu düşünceden hareketle tekrar ifade edelim ki, “darebe”
fiili bu ayette “dövme” anlamında değil, “evden
uzaklaştırma” yâni; “ayrılık” anlamında kullanılmıştır.
Biz bu ayette ifade edilen “darebe” fiilinin dövme
anlamına gelmediğini ve geçici bir ayrılığı tavsiye
ettiğini ifade etmekle birlikte Kur’an’da tavsiye edilen
üçlü yaptırımın şu şekilde anlaşılmasının ve bu
sıralamanın şu şekilde ifade edilmesinin uygun olacağına
inanmaktayız.
Erkek eşiyle karşılıklı iyi ve etkili bir iletişim
kurmalı, onunla güzel güzel konuşmalı, güzel örnekler
vermeli, ona değer verdiğini hissettirmeli, bunları
yaparken samimi olmalı, sevgisini en iyi şekilde
göstermeli, bu yuvanın yıkılmasını istemediğini en güzel
şekilde ona anlatmalı, onu düşünmeye sevk edecek sorular
sormalı, hatasını kavramasını sağlamalı, onun anlayacağı
şekilde nazik ve kibar bir şekilde konuşmalı, ayrıca
eşini dinlemeli, onu da anlamaya çalışmalı, ona sevgi,
merhamet ve sadakatini göstermeli, yuvalarının
yıkılmaması konusunda onu ikna etmeye vs. çalışmalıdır.
2. CİNSEL YALNIZLIK. Yâni; yatakta yalnız bırakma:
Erkek eşini aşağılamadan, kızmadan, küstürmeden,
kırmadan, hakaret etmeden, küçük görmeden cinsel
birliktelikten uzaklaşmalı, gerekçesini iyi bir şekilde
ona açıklamalı, kendisini onun yanlış davranışlarının
üzdüğünü ona hissettirmeli, onun yanlış tavırlarının
(nüşuz) aile yuvasını tehlikeye attığını ona fark
ettirmeli, böyle bir uygulama ile onu derin düşünceye
sevk etmeli, işin ciddiyetini ona anlatmalı, bu fiilî
durumu anlamasını, idrak etmesini sağlamaya çalışmalıdır.
3. MEKÂNSAL AYRILIK. Yâni; evden uzaklaştırma:
Diğer iki konuda bir başarı sağlanamadığında üçüncü
olarak bu yaptırım devreye girmektedir ki bu ayrılık
kadının babasının evi olabilir, kadın sığınma evi
olabilir veya kendi imkânlarıyla taşınacağı bir başka ev
olabilir oraya gönderilmelidir. Eğer kadının hiç gidecek
bir yeri yoksa bu takdirde koca evden ayrılabilir. O bir
başka yere taşınabilir. Bir kaç ay da bu şekilde
düşünmelerine imkân sağlanabilir. Kimbilir belki de bu
üçüncü yaptırım sonucu birbirlerinin değerini belki o
zaman çok daha iyi anlayabileceklerdir.
Bütün bu üçlü yaptırıma rağmen hala sorun çözülmüyorsa,
tayin edilmiş hakemler de bu konuda başarılı
olamamışlarsa, o eşlerin ayrılmaları artık elzem
olmuştur. Mahkeme kararı ile boşanırlar ve herkes kendi
yolunu kendisi seçer. Kimse artık bir diğerini
suçlayamaz. Çünkü bütün haklarını her iki tarafta
kullanmış ve kendi kararlarını kendileri özgür
iradeleriyle vermişlerdir. Sonuçlarına da katlanmaları
gerekir.
Özetle ifade edecek olursak, etkili iletişim sorunu
çözemediğinde, “nüşuz” yapan kadının cinsel yalnızlığa
terk edilmesi ona değer verilmemesi (bu arada erkeğin de
kendini sorgulaması) ve hatalarını anlaması tavsiye
edilmektedir. Bunlardan da sonuç alınamadığında ise, daha
iyi düşünmelerini sağlayacak “mekânsal ayrılık” yaptırımı
devreye girmektedir.
Bütün bu gerçeklere rağmen hala birileri “Hayır biz
döveriz. Kadın milleti dayaktan anlar. Dövüyorsak aile
yuvasını kurtarmak için dövüyoruz. Onun iyiliğine
yapıyoruz. Dövmek Kur’an’da vardır. Dayak cennetten
çıkmıştır. Bazı sahabeler de dövmüştür. Peygamber dövmese
de biz döveriz kardeşim!” diyorlarsa ki diyenler vardır
ve kıyamete kadar elbette olacaktır. Bu da bir vakıadır.
Böyle tipleri değiştirmek de oldukça zordur. Bu da o
kişilerin kendi kanaatleri ya da saplantılarıdır. Ancak
bu tür anlayışlar ve yaklaşımlar bize göre ise son derece
yanlıştır.
Dolayısıyla bu tür söylemler, şu an “olanlar”dır ve
“yaşananlar”dır. Lakin bizim yukarıda yapmaya
çalıştığımız tespitlerimiz ise Kur’an-ı Kerim ve Sahih
Sünnet’in ruhuna uygun olan ve “olması gereken”
yaklaşımlardır.
Kanaatimizce medeni Müslümanlara yakışan da bu olmalıdır.
Her zaman ve her yerde adaletli ve tutarlı olmaktır.
Zulümden uzak bulunmaktır. İnsanın fıtratına uygun
davranmaktır ve bütün dünyanın da örnek alabileceği
uygulamalara imza atmaktır.
“Darebe” fiilini “dövme” şeklinde anlayan kimselerin bu
düşüncelerine saygımız olmakla beraber bu görüşe
kesinlikle katılmadığımızı ifade etmemiz yerinde
olacaktır. Zira bu fiilin Arapça’da “ayrılık” manasına
geldiği gerçekliği de hiçbir zaman akıldan
çıkarılmamalıdır.
Bu itibarla; bütün dünya asırlardır bu ayet hakkında
konuşurken, kadınlar bu ayetin yanlış yorumlarıyla
suiistimal edilirken; yahut kışkırtılırken, bu ayet
vesilesiyle Batı dünyası İslam’a her fırsatta
saldırırken, doğru yorumlar üzerinde kafa yormamızın biz
Müslümanların boynunun borcu olduğuna inanıyoruz ve
yanlışta ısrar etmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Zira
Hz. Peygamber hiç bir zaman kadının dövülmesini
savunmamıştır. Nitekim O genel olarak her türlü dayağa
karşı olmuştur. Çünkü Kur’an’ı en iyi anlayan O idi. İşte
O’nun bu yönü de örnek alınmalıdır. Sünnet olan da budur.
Öte yandan şunu ifade edelim ki; bir kelimenin 37 anlamı
varken sadece bir anlamına takılıp diğerlerini göz ardı
etmek ne kadar doğrudur? Tüm Batı dünyası bu ayete
verilen eksik ve hatalı bir anlam yüzünden, İslam’ın
kadınlara hiç bir hak vermediğini iddia ederken, her
fırsatta dinî değerlere saldırırken ve bu yolda bir hayli
mesafeler kat ederken, kendi içimize kapanıp hâlâ
Batılıları haklı çıkartacak tarzda dayağı savunmak ve bu
kelimeyi tek bir anlama hapsetmek, diğer anlamlarını göz
ardı etmek ne kadar da ilginç ve düşündürücüdür? Bu kabul
edilebilir bir durum mudur? Zira Hz. Peygamberin hiç
yapmadığı ve ashabına da kesinlikle tavsiye etmediği bir
uygulamayı meşru göstermeye çalışmak ne kadar doğrudur?
Kur’an’ı en iyi anlayan Hz. Peygamber değil miydi yoksa?
O, anlayıp doğrusunu açıklamışken, bunun tersini savunmak
doğru mudur? “Ataları aklını kullanmayan ve yanlış yolda
olan kimseler idiyse de mi hala ısrarla atalarının
peşinden gidecekler?” diyen Kur’an’a kulak vermemizin
zamanı gelmemiş midir?
Dolayısıyla Kur’an ve Sahih Sünnet’e bütüncül bakmak
gereklidir. Geçmişten gelen bir takım yanlış uygulamalara
körü körüne bağlı kalmak, eleştirmeden alıp kabul etmek
insanları yanlış yollara götürmektedir. Unutmayalım ki bu
dayak konusu İslam dini ile ilgili değil, kültürle,
gelenekle ve medeniyetle ilgili bir durumdur ve dinimiz
İslam (Kur’an’ın ve Sünnetin genel kuralları) bunu hiç
bir şekilde tecviz etmemektedir.
Tekrar şunun altını çizelim ki, burada önemli olan;
İslam’ın yanlış tanıtılıp tanıtılmaması meselesidir.
Önemli olan; insanlığa hoş gözükmek değil, İslam’ı doğru
anlayıp yaşama ve doğru anlatabilme meselesidir.
Önemli olan; İslam’ı iyi ve güzel şekilde temsil edebilme
sorunudur.
Önemli olan; insanları özellikle kadınları İslam”dan
soğutup soğutmama meselesidir.
Önemli olan; tebliği en doğru şekilde yapıp yapmama
meselesidir.
Önemli olan; İslam’a atılan iftiraları iyi açıklayıp,
haksız saldırıları uzaklaştırabilme meselesidir.
Önemli olan; aklı başında insanları ikna edebilme
meseledir.
Önemli olan düşünen ve sorgulayan bütün insanlara, muknî
cevaplar verip verememe meseledir.
Dolayısıyla tüm bunları yapmadan bu ayet vesilesiyle
yapılan hatalı yorumlara ve uygulamalara bakarak İslam
hakkında yanlış düşüncelere sahip olan ve bu yüzden de
İslam’ın imajını zedeleyen Batı dünyasını doğrudan
suçlamak da haksızlık olacaktır. Zira bu ayetin yanlış
yorumlarına bakarak “İslam’da kadın hakları olmadığını
ısrarla ve güçlü bir şekilde seslendiren ve dünyada
epeyce de taraftar toplayanlara karşı” biz bir şeyler
yapmak gerektiğine inanıyoruz.
Kaldı ki dayak her dönemde ve dünyanın her yerinde
olmuştur. Bugün de maalesef vardır. Ama doğrusu hiç
olmamasıdır. Bu da elbette zordur. Ama ideal olan budur.
Erkek karısını dövmesin! Kadın çocuğunu dövmesin! Usta
çırağını dövmesin! Öğretmen öğrencisini dövmesin! Komutan
askerini dövmesin! Hiç kimse bir diğerine ne fiziksel
şiddet, ne de psikolojik şiddet uygulasın! Kimse kimseyi
hiç bir şekilde incitmesin! Kurallar hâkim olsun ve
herkes bu kurallara uygun yaşasın! Kurallara uymayanlara
daha farklı yaptırımlar uygulansın!
Sonuç olarak; önce biz kendi anlayışlarımızı gözden
geçirip düzeltelim! Art niyetli kimselerin ellerine
kozlar vermeyelim! Hayatımız boyunca dürüst ve erdemli
davranışlar sergileyip bütün dünyaya örnek olalım!
Kadınların kıymetini bilelim! Onları asla incitmeyelim!
Kur’an’ın ve Sahih Sünnet’in ruhunu doğru anlayıp doğru
anlatalım!
Dr. Ahmet Emin SEYHAN
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
“Nüşuz”u kısaca “iffetsizlik, sadakatsizlik veya flört ettiği şüphesi güçlenen kadın” şeklinde anlamakta mümkündür.
Evet mümkündür… de yanlıştır. Doğrusu: Nüşuzu kısaca "iffetsizlik, sadakatsizlik veya flört ettiği şüphesi güçlenen insan" şeklinde anlamak ta mümkündür. Zira NÜŞUZ suçunu erkekler de işleyebilir (Bkz 4:128).
Tamam, nüşuz anlayışınızı 4:34 kadınların nüşuzundan söz ettiği için onlarla sınırlamış olabilirsiniz ama eksiktir; size yakışan: anlayışınızı düzeltmeniz ve tanımınızı tam yapmanızdır, ki şu gerçeği dile getirebilesiniz:
Nüşuz eğer dayak gerektiren bir suçsa o suçu erkekler de işler, erkeklere de dayak atılması gerekir.
Öte yandan şunu da hemen belirtelim ki Kur’an-ı Kerim’de bu ayette ya da başka herhangi bir ayette “nüşuze olan kadınları öldürün!” diye bir şey asla söz konusu değildir.
Kim diyor "nüşuze olan kadınları öldürün!"
Kanaatimizce bu zamana kadar yapılan uygulamalar ve hâlâ bu dövme anlamının tercih ediliyor olması Kuran’a ve Sahih Sünnet’e bütüncül olarak bakılmamasından ve bir takım disiplinler konusundaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Tamam, o zaman yine size yakışan sizin bütüncül olarak bakmanız ve DARABE fiilini uzaklaştırmak anlamında kullanan bir ayet getirmenizdir. Örneğin 43:5?
Özel olarak üstünde durulması gereken başka noktalar da var ama 4:34 anlayışınıza genel olarak katılıyorum.
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Bu düşünceden hareketle tekrar ifade edelim ki, “darebe”
fiili bu ayette “dövme” anlamında değil,
“evden uzaklaştırma” yâni;
“ayrılık” anlamında kullanılmıştır.
Biz bu ayette ifade edilen “darebe” fiilinin dövme
anlamına gelmediğini
ve geçici bir ayrılığı tavsiye
ettiğini ifade etmekle birlikte
Kur’an’da tavsiye edilen
üçlü yaptırımın şu şekilde anlaşılmasının ve bu
sıralamanın şu şekilde ifade edilmesinin uygun olacağına
inanmaktayız.
1. ETKİLİ İLETİŞİM...
2. CİNSEL YALNIZLIK...
3. MEKANSAL AYRILIK....
Konuyu biraz daha açıklamaya çalışalım.
1. ETKİLİ İLETİŞİM. Yani; güzel öğüt:
Erkek eşiyle karşılıklı iyi ve etkili bir iletişim
kurmalı, onunla güzel güzel konuşmalı, güzel örnekler
vermeli, ona değer verdiğini hissettirmeli, bunları
yaparken samimi olmalı, sevgisini en iyi şekilde
göstermeli, bu yuvanın yıkılmasını istemediğini en güzel
şekilde ona anlatmalı, onu düşünmeye sevk edecek sorular
sormalı, hatasını kavramasını sağlamalı, onun anlayacağı
şekilde nazik ve kibar bir şekilde konuşmalı, ayrıca
eşini dinlemeli, onu da anlamaya çalışmalı, ona sevgi,
merhamet ve sadakatini göstermeli, yuvalarının
yıkılmaması konusunda onu ikna etmeye vs. çalışmalıdır.
2. CİNSEL YALNIZLIK. Yâni; yatakta yalnız bırakma:
Erkek eşini aşağılamadan, kızmadan, küstürmeden,
kırmadan, hakaret etmeden, küçük görmeden cinsel
birliktelikten uzaklaşmalı, gerekçesini iyi bir şekilde
ona açıklamalı, kendisini onun yanlış davranışlarının
üzdüğünü ona hissettirmeli, onun yanlış tavırlarının
(nüşuz) aile yuvasını tehlikeye attığını ona fark
ettirmeli, böyle bir uygulama ile onu derin düşünceye
sevk etmeli, işin ciddiyetini ona anlatmalı, bu fiilî
durumu anlamasını, idrak etmesini sağlamaya çalışmalıdır.
3. MEKÂNSAL AYRILIK. Yâni; evden uzaklaştırma:
Diğer iki konuda bir başarı sağlanamadığında üçüncü
olarak bu yaptırım devreye girmektedir ki bu ayrılık
kadının babasının evi olabilir, kadın sığınma evi
olabilir veya kendi imkânlarıyla taşınacağı bir başka ev
olabilir oraya gönderilmelidir. Eğer kadının hiç gidecek
bir yeri yoksa bu takdirde koca evden ayrılabilir. O bir
başka yere taşınabilir. Bir kaç ay da bu şekilde
düşünmelerine imkân sağlanabilir. Kimbilir belki de bu
üçüncü yaptırım sonucu birbirlerinin değerini belki o
zaman çok daha iyi anlayabileceklerdir.
Bütün bu üçlü yaptırıma rağmen hala sorun çözülmüyorsa,
tayin edilmiş hakemler de bu konuda başarılı
olamamışlarsa, o eşlerin ayrılmaları artık elzem
olmuştur. Mahkeme kararı ile boşanırlar ve herkes kendi
yolunu kendisi seçer. Kimse artık bir diğerini
suçlayamaz. Çünkü bütün haklarını her iki tarafta
kullanmış ve kendi kararlarını kendileri özgür
iradeleriyle vermişlerdir. Sonuçlarına da katlanmaları
gerekir.
Özetle ifade edecek olursak, etkili iletişim sorunu
çözemediğinde, “nüşuz” yapan kadının cinsel yalnızlığa
terk edilmesi ona değer verilmemesi (bu arada erkeğin de
kendini sorgulaması) ve hatalarını anlaması tavsiye
edilmektedir. Bunlardan da sonuç alınamadığında ise, daha
iyi düşünmelerini sağlayacak “mekânsal ayrılık” yaptırımı
devreye girmektedir.
yine dikkatlice okumadığınız anlaşılıyor... Mekansal
ayrılık "uzaklaştırma" değilse nedir peki?
sevgiyle....
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
efrayim
Sevgili bembeyaz,
Kanaatimizce şu günlerde tartışılmakta olan spor
mahkemelerinin kurulması, spora şiddet bulaştıranların
burada yargılanması, onların stadyumlara veya kapalı spor
salonlarına sokulmaması düşüncesi, bataklığı bırakıp
sadece sivrisineklerle uğraşmak anlamına gelecektir.
Elbette bu da olmalıdır, ancak bunlar sadece pansuman
tedbirlerdir. Oysa kalıcı ve kökten çözümlere ihtiyaç
vardır. Özellikle kültürel şiddeti, küfretmeyi,
hoşgörüsüzlüğü vs. ortaya çıkaran nedenler mutlaka
ortadan kaldırılmalıdır. Daha sonra ise bireye ve topluma
dini, ahlaki ve insani değerler öğretilmelidir. Burada en
büyük görev medyaya düşmekle birlikte bu konuda herkese
eşit derecede sorumluluk vardır. Zira sadece medyaya suç
bulmak yerine, herkes kendi üzerine düşeni yapmalı ve işe
önce kendisini düzelterek başlamalıdır. Denilmiş.
Bir vatandaş yılda alıyor 6000 tl,spor camiası yılda
alıyor milyonlarca dolar.Bu durumda, şike olsa ne olur
olmasa ne olur,şiddet olsa ne olur olmasa ne olur,ahlaklı
spor olsa ne olur ahlaksız spor olsa ne olur.Vatandaşın 1
kilo pastırma alamadığı yerde,milyonlarca dolara sahip
sporcunun ahlakını,şiddetini,şikesini sorgulamak ne kadar
anlamsız ne kadar aptalca...
Sevgi ile,
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma