Yazanlarda |
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
'Müslümanlar İslam'ı doğru anlamıyor!..'
Müslümanların 'değerlendirme' sorunu olduğunu belirten Prof. Dr. Hasan Onat, "İslam'ı doğru anlayamadığımız için sorunların kaynağını tespit edemiyoruz" diyor.
Reform dinde mi, dindarlıkta mı? (1)
Mehmet GÜNDEM Sunuş... Osmanlı'nın yıkılmasına yakın tartışılan, geri kalmışlığın temelleri, dinin rolü, dini hayatın tanzimi, kalkınma, teknoloji üretme gibi pek çok başlık bugün de tartışılıyor. 11 Eylül sonrasında özellikle "aşırı uçların" üremesinde İslam'ın etkisi de üzerinde durulan konuların başında geliyor. Aynı şekilde bugünün devlet ve toplum hayatında, dini değerlerin ne kadar yer alacağı, hangi düzeyde rol oynayacağı sorusu da cevap bekliyor. Malezya eski Cumhurbaşkanı Mahathir Muhammed, İslam dünyasının geri kalmasından sorumlu olarak bütün Müslümanları işaret ederken, Başbakan Recep Tayip Erdoğan da bu görüşü paylaşarak bugün karşılaşılan sorunların "Müslümanların kişisel ve toplumsal meselesi" olduğunu dile getiriyordu. Ekim 2003'te yapılan İslam Konferansı Örgütü toplantısında Muhammed'in "Kuran'ı okuduk ama yaşamadık" sözleri oldukça dikkat çekmişti. Muhammed'in sözlerinden Osmanlı da nasibini almıştı: "Osmanlılar dünyada gücü olan son Müslümanlardı. Fakat bu başarılarına entelektüel bir ekleme yapamadılar. Bunun yerine 'dar pantolon ve fes İslam'a uygun mu? Camileri aydınlatmak için elektriğin kullanılması İslam'a uygun mu?' gibi küçük meselelere takılıp kaldılar."
Problem nerede? Türkiye, neden hem diniyle hem de demokrasiyle barışık yaşayan 'model ülke' olmasın? Problem nerede? Dinde mi, dini anlayışlarda mı? Çözüm için 'dinde reform' mu yapılmalı? Bu yazı dizisinde bir asra yayılan soruları yeniden masaya yatırıyoruz. *** Yeryüzünde 1 milyardan fazla Müslüman var. Halkı Müslüman olan ve BM'de temsil edilen ülke sayısı 60'a yakın. Ne var ki bu ülkelerin hiç birisi "gelişmiş ülke" kategorisinde değil. Prof. Dr. Hasan Onat'a göre, son iki asır Müslümanlar açısından tarihin en acı zaman dilimidir. 19. asrın başlarından itibaren Müslümanların yaşadıkları bölgeler, Batının 'sömürge' alanları oldu. İslam ülkelerinin çoğu 1945'lerden sonra bağımsızlıklarına kavuştular. Bugün dünyanın en problemli ülkeleri yine halkı Müslüman olan ülkelerdir. Doğru değerlendirme sorunu Onat diyor ki; "Zihniyetle ilgili sorunların üstesinden gelmeden bu gidişi tersine çevirmek çok zor. Sorunun kaynağının Müslüman insanın kendisi olduğunu itiraf edelim. Müslümanların, doğru düşünme, doğru anlama, doğru değerlendirme de ciddi sorunları var. İslam'ı doğru anlamadığımız için sorunların kaynağını tespitte zorlanıyoruz." Teokratik bir devlet olmamasına karşılık Osmanlı için din, hem devlet, hem de toplumsal hayatta önemli bir referanstır. İmparatorluğunun yıkılma nedenleri sorgulanmaya başladığında iki görüş öne çıkar. İlk görüş, "Din bizi geri bıraktı". İkincisi ise Said Halim Paşa'da da ifadesini bulan "Müslüman milletlerin kurtuluşu ve saadeti onların tam olarak İslamlaşmalarına bağlıdır." Bu arada Batı'da Hıristiyanlığın yaşadığı reform sürecine atıflar yapılıyor, Luther türü bir başkaldırı da öngörülüyordu. 'Düşünce tembelliği artık bitmeli' Reform, değişim, yenilenme (tecdit), kavramlarının aynı kapıya çıktığı, fakat çağrışımları nedeniyle birinin diğerine tercih edilebileceği düşüncesinde Prof. Dr. Bekir Karlığa. İslam'da reform ihtiyacını karşılayacak mekanizmaların bulunduğu ve bunları hayata geçirmenin dini bir yükümlülük olduğunu belirten Karlığa bunun için; "Düşünmenin önündeki engeller kaldırılmalı, akıl etkin kılınmalı, zihnî atalet yok edilmeli" diyor. 'Yenilikçilerin aslında yeni bir fikri yok' İslam'ı; tarihin akışına giren, ona müdahale eden ve sonuç itibariyle de insanı inanç ve ahlak çizgisinde tutmak isteyen bir din olarak tanımlayan Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet S. Aydın, "Değişme ve süreklilik" kavramlarının, İslam'ın vazgeçemeyeceği iki büyük hayati kategori olduğunun altını çiziyor. Aydın; "En büyük sıkıntımız şu; dini kendimizce, yüksek bir yerde tutmuş, hayatın içine gelip hayatla cedelleşmesini (mücadele etmesini) önlemişiz. Bu ilim ve tefekkür (düşünce) anlayışı, Müslüman'ı İslam'ın evrensel hareket prensibi olan 'İçtihat kapısının kapandığı' kanaatine kadar götürdü" diyor. 'Çoğunun sistematiği yok' Son yıllarda Türkiye'de yenilikçi İslam'dan, reformdan bahsedenlerin, zannedildiği kadar 'yeni' bir düşünce taşımadıklarını belirten Aydın, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Öyle şeylere reform dendiğini işitiyorum ki, onların pek çoğu sıradan düşünceler, sistematiği yok. Reform kelimesi benim kültür, din terimim değil. Protestanlık bir reform hareketidir. Her kim İslam'la ilgili Protestanlık anlamında bir reform düşünürse, bu iki dini de bilmiyor demektir."
'Aslında reform gereksiz'
İslam dünyasının ünlü yazarlarından Ali Bulaç, "İslam'ın, Batı'daki gibi bir reform ihtiyacı yoktur" görüşünde....
Dinde reform tartışmalarının tarihi seyrini Ali Bulaç üç başlıkta özetliyor: 1- Dinlerin teolojisiyle ilgili değişim talepleri, 2- Siyasi taleplerin dindarları dinde reform yapmaya sürüklemesi, 3- Kendi mecrasında akan toplumsal ihtiyaçların dini anlayışla yüz yüze gelmesi ve burada bir değişim ihtiyacının kendiliğinden ortaya çıkması. Kilisenin rolü Ali Bulaç, Hıristiyanlıkta Luther'in reform talepleriyle İslam'daki durumu da karşılaştırıyor: 1- İncil ana dillerde tercüme edilmeli ve okunmalıdır. (İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren Kuran başka dillerde tercüme edildi.) 2- Tanrı ile kul arasına kimse giremez. Din adamları sınıfının ve kilisenin rolü sorgulanmalıdır. (İslamiyet'te böyle bir sorun yoktur. Allah doğrudan insanı muhatap kabul etmiştir.) 3- Din adamları sınıfının dini yorumları mutlak değildir. İnsanlar İncil'den kendi anladıklarıyla ibadet edebilirler. Katolik kilisesi, 'Hayır bizim İncil yorumumuz tek, genel geçer bir yorumdur' diyordu. Bu bir dogmadır. (İslam'da bu açıdan da bir sorun yoktur. Kuran yorumu için iki şart vardır: ilki, asla uygun olmalı; ikincisi, belli bir usul içinde yapılmalı. İslam'da yorumu yapanlar alimlerdir, ama bunlar kutsal değillerdir. Alimlerin bilgilerinde mutlak kesinlik yoktur.) Katolik kilisesinde Papa tanrı adına konuşur, dolayısıyla dini dogmayı, amentüyü değiştirme hakkına sahiptir. 'Zaten içinde var' Bulaç diyor ki; "İslam'ın kendisinde Batı'daki gibi bir reform ihtiyacı yoktur. Zaten Protestanlığın Katoliklik içinde tarihte yapmak istediği her şey İslam'ın bizzat kendi içinde vardır." 'Batı'da durum farklı' Hıristiyanlıktaki reformun, dinden ziyade kiliseyle ilgili olduğunu belirten Prof. Dr. M. Akif Aydın da, şöyle devam ediyor: "Hıristiyanlık'ta reform ilk bakışta dinin esaslarına yönelik gibi görünür. Aslında Katolik Kilisesi çevresinde şekillenen din adamları tekelciliğine ve kilisenin siyasi ve mali egemenliğine yönelik bir başkaldırıdır. Olay bir yönüyle dini, bir başka yönüyle de siyasidir."
Din bilginleri neleri tartışıyor?
İslam'la ilgili tartışmaların merkezinde iki konu var: Zamanla hükümlerin değişmesi gerektiği ve hakkında ayet, hadis bulunan konularda içtihat yapılamayacağı...
Eski Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki diyor ki; "Dinin esasatı baki kalmak şartıyla, şer'i hükümlerin hangisinde gerekliyse orada büyük bir değişme ortaya çıkabilir veya değiştirilebilir." Akseki'ye göre, değişiklik yapılırken özün korunması zaruridir. Türkiye'de yenilik hareketleri Tanzimat'la başlar. Hint alt kıtası, Mısır ve Kuzey Afrika'da modernist anlayışlar ortaya çıkar. Bu hareketler çağdaşlaşmanın zeminini hazırlamış ise de demokratik yapılanmaya imkan veremez. Cumhuriyet'le birlikte gelişmeye başlayan demokrasi henüz rayına oturmadı. Bu bağlamda yapacağımız siyasal, sosyal ekonomik ve entelektüel reformlar ister istemez dini algılayışımızı da etkileyecekti. 'En makul din İslam' Atatürk'ün İslam dini konusundaki yaklaşımlarını bu noktada hatırlamakta fayda var: "Bizim dinimiz en makul ve tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olabilmesi için akla, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunların tamamına uygundur... Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle daha dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Düşünceye aykırı, ilerlemeye hiçbir engel içermiyor." Bu dönemde Atatürk, Mehmet Akif'ten meal, Elmalılı Hamdi Yazır'dan da tefsir yazmasını ister. Bu konu bir kısım çevreler tarafından 'cumhuriyetin din projesi, dinde reform' bağlamında değerlendirilirken, bir kısım çevreler tarafından da Atatürk'ün dinin anlaşılmasında gösterdiği samimiyet, tarihi bir çıkış olarak yorumlanır. Yapılması gereken 3 şey Bulaç ise şöyle değerlendiriyor: 19. yüzyılda yeni Osmanlıcılar ve İslamcılar diyorlar ki: "Biz İslam'ın ana değerlerine yabancılaştığımız için geri kaldık. Batı'da ortaya çıkan ekonomik ve teknolojik gelişme özü itibarıyla İslam'a aykırı değildir. İslam'a aykırı olan, toplumun hurafelerin içerisinde olması, cehaletin yaygınlaşması ve insanların artık İslamiyet'ten hiçbir şey anlamaz hale gelmesidir." Yapılması gereken üç şey vardır: 1- Kur'an'a ve Sünnet'e dönüş, 2- İçtihat kapısının açılması, 3- Cihat ruhunun uyandırılması. Kuran ve sünnete dönüş demek, dinden hurafelerin ayıklanması, yeni bir olayla karşılaşıldığı zaman geleneksel müçtehitlerin (ayet ve hadislere dayanarak hüküm ortaya koyan kişi) yaptığı gibi tekrar Kuran ve sünnete dönüştür. Değişen toplumun yeni sorunlarına çözüm için içtihat kaçınılmazdır. Geleneksel kitaplar buna cevap veremez. İçtihatta da en önemli unsur akıldır. Bu da aynı zamanda entelektüel hayatın canlanmasıdır. Cihattan da iki şeyi anlıyorlardı: Sömürgeciliğe karşı fiili savaş ve toplumsal geriliğin önüne geçmek için bir toplumsal motivasyon. Mesela kalkınma bir cihat olarak tanımlanır. Atatürk de etkilenmişti Ali Bulaç'a göre; Atatürk, Cemalettin Efgani'den büyük ölçüde etkilenmiştir. Atatürk'ün İslamcılara hayırhah baktığı bir dönemi vardır. Ona göre, içinde bulunduğumuz durumun aşılması için dinden, öncelikle geleneklerin, hurafelerin, yalan yanlış bilgilerin tasfiye edilmesi gerekiyordu. Bu, dinin aslına dönmekle mümkün olacaktı. Onun için de Kuran'ın Türkçe tercüme ve tefsirini istedi. Kamil Miras ve Ahmet Naim de yine bu çerçevede Tecrid - i Sarih'i yapıyorlardı. Hatta Ömer Nasuhi Bilmen'in Kamus'u da bu çerçevede yazılmıştır. Dönemin siyasi şartları bu projenin devamını mümkün kılmadı. Tepki gösteren ulema oldu.
http://www.milliyet.com/2004/02/16/guncel/agun.html
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
'Reform talepleri devletin projesi'
Özellikle laikleşme sürecindeki İslam toplumlarında devletin reform arzusu taşıdığına dikkat çeken Ahmet Taşgetiren, "Özgürce yaşanan din, devlet için tehdit değildir" diyor
Reform dinde mi, dindarlıkta mı? (2)
Mehmet GÜNDEM
Ahmet Taşgetiren, 'hâkim anlayışın', İslam'ın reforme edilmesi yönünde bir arzuyu hep taşıdığını, İslam toplumlarının laikleşme sürecinde de bunun daha güçlü dile getirildiğini söylüyor. Taşgetiren'e göre, hâkim anlayışın toplumla kavgasının nedeni, kültür değerleri, ahlaki yapılanması, insan ilişkileri büyük ölçüde din tarafından biçimlendirilmişti. Fakat şimdi bu ilişkilerin yeniden düzenlenmesi kaçınılmazdır. "Aklınızdaki din anlayışını kabul ettirmek için ne kadar diretirseniz, toplumla aranızdaki mesafe de o kadar açılıyor" diyen Taşgetiren, sözlerini şöyle sürdürüyor: 'Politikaya dönüştürmek riskli' "Hâkim yapının din çerçevesi ile toplumun din çerçevesi birbiriyle uyuşmadı. İnsan dini nasıl anlayacak? Buna hâkim yapı cevap veremez. Öncelikle Kuran ve Sünnet cevap verir. İnsanın din üzerindeki tasarrufu ancak yorum olarak kabul edilebilir. O da dini iyi bilen ve dindar insanların yorumu. Hâkim yapı bir siyasi duruştur. Onun dine yönelik tavrı da siyasi bir tavır ve taleptir, dine siyasi müdahaledir. Toplum devlet tavırlarını tartışır hale geliyorsa, burada kabahat toplumun değil. Bizde toplum ne devleti ne de dinini tartışmıyor, ama sanki devlet dini tartışma alanına sürmek istiyor. Dindar olmayabilirsiniz, din ile ilişkiniz de olmayabilir ama bunu bir politika halinde hayata geçirmeye yöneldiğinizde problem doğar. Dinin etkisi ve toplumun dindarlığı azalsın. Böyle bir beklenti var. Özgürce yaşanan din, çağdaş devlet için tehdit oluşturmaz. Devlet sadakati o kadar derin bir toplumuz ki, muhalefet bile yapamıyoruz. Müslümanlar devleti tartışmadılar bugüne kadar. Bunu içlerine sindiremediler."
'Zihinsel konfor bozulmalı'
Bugün İslam dünyasının "iyi" durumda olduğunu söyleyebilecek aklı başında insan bulmak pek mümkün değil. "Din bu hayata cevap veremez" diyenlere karşı Müslümanların, bugünün insanları olarak, yeni ve farklı çözümler ortaya koymaları kaçınılmaz. İslam dünyasında yöneticilerin genellikle düşünce endişesi taşımamasından yakınan Prof. Dr. Mehmet S. Aydın, bu zihinsel konforun bozulması gerektiğine inanıyor; "Endişeli düşünmeyi öğrenememiş olanlar, bu hal üzere var olduklarından dolayı da inanç, düşünce, vicdan ve ifade hürriyetinin mevcudiyetini hâlâ lüks sayıyorlar. Bu hal var olduğu sürece, teceddüd (yenileşme) de, ıslah da ve Yüce Kitap'ın 'izzet' diye vasıflandırdığı hayat da acı ve üzüntüyle hatırlanan bir hayalden ibaret kalır." Yazar Ali Bulaç'a göre de içtihat talebi ve reform siyasidir. Abbasilerin orta zamanlarında 500 civarında mezhep ve müçtehit (ayet ve hadislere dayanarak hüküm ortaya koyan kişi) vardı. Onların yorumlarından rahatsız olan Abbasi, 'Birkaç mezhep imamını yüceltelim' dedi. Bunun için de içtihat kapısının kapatılmasını öngördüler. Tarihte içtihat kapısını kapatan siyasi iktidardır.
'Ya Kuran'ı bilmiyoruz ya da tam inanmıyoruz'
Kuran'ın insanlığın dertlerine çare olabilecek bir kaynak olduğunu vurgulayan Yaşar Nuri Öztürk, Müslüman aydınlara kafalarını, büründükleri örtüden çıkarmalarını öneriyor
A. Toynbee, 1940'larda diyor ki; "Hıristiyanlığın ve komünizmin çözemediği en büyük dertlere çözümler var İslam'da. İslam yeniden sahneye gelecek." Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk de buradan hareketle şu soruyu soruyor: "Biz son 50 yılda insanlığın dertlerine çare olabilecek kitabın hangi mesajını gündeme getirdik. Alkolizmle, uyuşturucuyla, yalanla, yeraltı kaynaklarının fakirlerin hayrına sarf edilmesi yönünde hiçbir mücadele vermedik. 30 yıldır başörtüsü mücadelesi veriyoruz. Başörtüsünü tartışmıyorum ama soruyorum, Kuran mesajının içinde başörtüsünden başka insanlığın önüne çıkaracağımız hiç mi değer yok? İnsanlık inim inim inlerken Müslümanlar neden bu kitaptan çıkarttıkları yüzlerce reçetenin kavgasını vermediler? Bu kitap onlara hiç mi bir şey söylemiyor. Ya biz bu kitaba adam gibi inanmıyoruz ya da onu bilmiyoruz. Müslüman aydınların büründükleri örtüden kafalarını çıkarmaları lazım. Şunu kabul edelim, Kuran'ın insan hayatına ivme kazandıracak bütün değerleri Müslüman patenti taşımayan ülkeler tarafından paylaşılmıştır. Bize kalan sadece, fotoğrafı çekilen üç beş tane ibadettir. Kuran bunlardan mı ibaret?"
'Anlamlar değil, yorum değişmeli'
Dine dinlik vasfını veren ana noktaların temel inanç, ahlak ve ibadet ilkeleri olduğunu belirten Prof. Dr. Yunus Apaydın, bunlar üzerinde, yapılacak her değiştirme girişiminin tahrif riski taşıdığına dikkat çekiyor. Kuran'da gündelik hayatın düzenlenmesine ilişkin ayetlerin yorumu için de Apaydın şöyle diyor: 'Ayet neyse odur' "Bir ayetin anlamı, bugünkü anlayışa uygun düşmüyor diye onu yeniden anlamamız gerektiğini söyleyemeyiz. Ayetin anlamı, en yalın şekliyle neyse odur. Anlamın tayini konusunda en yetkili kişi Kuran'ı beyan eden peygamberdir. Müçtehitlerin işi, bu anlamları tespit etmek ve gelişmeler doğrultusunda yorumlamaktır."
Şeriat devreye girince...
Prof. Dr. Beyza Bilgin: "İslamda Allah'la kul arasına giren din adamları, ruhban sınıfı yoktur. Buna rağmen, Müslüman devletlerin, hayatı yüzyıllar boyu İslam yorumuyla yönetmiş olması, şeriat adı altında, aşılamaz hale gelmiş kurum ve kanunların meydana gelmesine yol açtı. Bu kurum ve kanunlar şeriat adı altında, İslam dininin kendisiyle özdeşleştirilince, hayatın yeni biçimlerine geçit vermeyen engeller şeklinde donuklaştı. İslamın görünen yüzü, yani Müslüman ülkelere dışardan bakanların gördükleri, İslamın yapı ve hareket açısından olduğu kadar, çağdaş endüstri toplumunun sorunlarına bakış açısından da, uyumsuz bir moral akım olduğudur. İslam geleneği, Müslümanları modern toplumlarla çatışmasızca birlikte yaşamaktan alıkoymakta."
Değişiklik değil, yenilik
Dün 'yeniliğin öncülerinden' gösterilirken, bugün modernist çevrelerce muhafazakâr olarak algılan Prof. Dr. Hayrettin Karaman'a, "Siz geri mi çekildiniz, yoksa yeniliğin çerçevesi mi genişledi?" diye soruyorum. Karaman'ın cevabı: "Ben tecdid (yenileme) ve içtihat çerçevesinde değişimi, yenilemeyi savunuyorum. Bazı ilahiyatçılar dinin değişmezlerini de değiştirme sonucu doğuran bir yenilikten söz edince, söz etmekle kalmayıp İslami olmayan akıl ile bunun teorik altyapısını hazırlayınca bunlara karşı çıktım. Bizim işimizi, klasik usulde içtihat ve tecdidin görebileceğini söyledim. Batı özentili anlama, yorumlama, değiştirme teşebbüslerinin dine uygulanmasının 'dini, çağın nefsani arzulara bağlı gidişine uydurma tehlikesi' gibi sakıncalarına dikkat çektim."
http://www.milliyet.com/2004/02/17/guncel/agun.html
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kadın başı açık namaz kılabilir
Prof. Atay, "Kuran'da kadere iman yoktur. Kuran'ın bütün emirleri İslamın şartıdır, beş değildir. Ayetler, günümüzün şartlarına göre yorumlanmalıdır" diyor.
Reform dinde mi, dindarlıkta mı? (3) Mehmet GÜNDEM
Prof. Dr. Hüseyin Atay, "Dinde Reform" adındaki kitabında reformu şöyle tanımlıyor: "Değiştirmek değil düzeltmek, ıslah etmek, yararlı bir iş yapmaktır. Reform ve içtihat yapmak, kayıtsız ve şartsız düşünmekle olur. Kötü yönde değiştirmeye ve bozmaya reform denmez; ona deform denir. İslamda reform yapmaya içtihat denir. Bundan dolayı her müçtehit reformcudur." Önce dini reform yapacağız Atay görüşlerini şöyle ifade ediyor: "İslamda en büyük inkılapçı - müceddit - yenilikçi olarak Hz. Ömer'i görmek lazım. Hz. Ömer'in yaptığı yenilikler, bir Fransız veya İngiliz ya da Alman Müslümanı tarafından kaleme alınmış olsa, onlara Hz. Ömer'in reformları, der. Zekât konusunda, boşanma konusunda verdiği kararlar Kuran'a aykırı gibi gözükse de aslında Kuran'ın maksadına uygundur. Biz önce dini reformu yapacağız. İlmi reform arkasından gelecek. İslam dünyasında ve Türkiye'de modernistler halk tarafından da, devlet tarafından da desteklenmedi, kösteklendi ve köstekleniyor. Dini yenilenmenin önünde üç dini engel var: 1. Uydurma hadisler, mevzu ve zayıf hadis kültürü. 2. Tasavvuf ve tarikat kültürü. 3. Fıkıh taklitçileri. Müslümanları bu yollardan kurtarmak, ancak dinde reformla, Kuran yoluna çevirmekle mümkün olur. Reform yapmak bilgi sorunu olmaktan çok zihniyetle ilgilidir." Düzeltme şart Prof. Atay, "Düzeltilmesi gereken fıkıh hükümleri" başlığında 46 madde sayıyor. İşte bunlardan bazıları: "Boşanma erkeğin elinde değildir, mahkeme iledir. Kadının da boşanma hakkı vardır, mahkeme iledir. Kuran'da kadını dövme yoktur. Kuran'da miraç olayı yoktur. Kuran'da kadere iman yoktur. Kuran'da erkek kadından daha erdemli değildir. Kuran'da şefaat yoktur. Kuran'da kadınların çalıştıkları kendilerinindir. Kuran'da boşanmanın tek nedeni geçimsizliktir. Kuran'da idare sistemi 'şûra'dır. Farz namazların kazası yok, tövbesi vardır. Kadınların başı açık, Kuran okumaları, namaz kılmaları caizdir. Başı örtmek, namazla ilgili değildir. Hz İsa ölmüştür, tekrar gelmeyecektir. İslamda mehdi inancı yoktur. İslam inancında deccal yoktur, ama her ulusu düşüren, fasık, facir, deccaller zaman zaman çıkabilir. Kadınlar eğe kemiğinden yaratılmamışlardır. Kuran'da eşcinselliğin hükmü bulunmamaktadır. Gusülde ağza, burna su vermek gerekmez. Oruç'ta kefaret yoktur. Kuran'da İslam ve iman ayrıdır. Tövbe kefaretten daha büyük cezadır. İslam'ın din bilgisi kaynağı akıl ve Kuran'dır. İslamın şartı beş değildir, Kuran'ın bütün emirleri İslamın şartıdır. Kuran'a gidip fıkhın, tasavvufun, kelamın, hüküm ve kurallarını gözden geçirip değiştirmenin temel kuralı şudur: Günümüzün şartlarına göre ayetleri insanın, toplumun, yararına göre yorumlamaktır. Kuran'ın amacı insanın yararıdır." Uygulamada olacak Prof. Dr. Beyza Bilgin de İslamda değil, İslami anlayışlarda bir reformun gerekliliğine dikkat çekiyor. Ona göre, İslam, yanlış yüklenmiş anlamlardan kurtarılıp özüne ulaştırılarak yeniden yorumlanabilir. Özüne ulaşmak, yeniden düşünmek, onu yeniden anlamaya çalışmakla olur. Müslüman ülkelerdeki sosyo ekonomik değişmelerin ilerleyişindeki problem, İslamın teolojik temellerinde değil, fakat uygulamadaki şekilciliğindedir. Reform bu şekilcilikte olacaktır.
Tasavvuftaki yanlış bilgilere İslam denildi
Dini düşüncenin ve dini yorumların pörsüdüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, dinde reform konusunu şöyle yorumluyor: "İslam, aslında her çağda yaşayan insanların tüm gereksinimlerini karşılayacak ilkeler getirmiştir. Ne yazık ki, Kuran'ın getirdiği bu kurallar yaklaşık 11 asırdan beri işletilmemiş, akıl devre dışı bırakılmış, ilim adamı olarak nitelendirdiğimiz taklitçi âlimler daha önceki bilim ve fikir adamlarının ürettiklerini tüketmekle meşgul olmuşlar." Hurafeler İslam zannedildi "Hızlı bir şekilde yayılan İslam, bu dine yeni giren toplumlardan etkilenmiş, eski dinlerden kalma bazı inançlar ve hurafeleri de bünyesine almıştır. Bu durum inanç, tefsir ve ahlak kitaplarında olmuş, özellikle tasavvuf kültüründe daha fazla olmuştur. Tasavvufta yer alan birçok yanlış bilgi İslam dinine mal edilerek dinde ve dindarlıkta değişik şekillenmeler olmuştur. Bugün Müslümanların önünde duran büyük sorun budur. İslamın reforma ihtiyacı yoktur. Kuran, tahrif edilmeden elimize ulaştırılmış mükemmel bir kitaptır. Sünnet ikinci dereceden kaynaktır." İslam anlaşılırsa, sorun çözülür "Akıl bu iki temel kaynağın en geniş alanı kapsayan üçüncü bir unsurdur. Sonsuz olaylar zincirinde, akıl toplumun din - dünya bağlantısını sağlayacak güce sahiptir. İlk Müslümanlardan Sahabe ve Tabiûn bu temellere dayanarak İslam dünyasını en ileri derecede bir dindarlık düzeyine kavuşturmuşlardır. Çağımızda asıl sorun, İslam dininin temel kaynaklarında değil, belki bu kaynaklara ulaşıp bunları doğru anlamadadır. Dinin alanına girmeyen birçok şey bu alana girince, toplumun yükü ağırlaşmıştır. Bunun hafifletilmesi gerekir. İslamın temel kaynaklarına inilip bilimsel çaba ile İslam doğru anlaşılabilirse, sorun kökünden çözülür."
'Reform dinde değil dindarlıkta olur...'
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, "Din çağdaşlıkla çatışmaz. Biz, dini değil dindarlığımızı sorgulamalıyız" dedi...
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'nun dile getirdiği şu cümleleri tartışmaya yön gösterici bir özellik taşıyor: "Din ile modernlik, din ile hayatın çağdaş dünyaya bakan yönü arasında bir çatışma olmaz. Din, 'evrensel geçerlilik' teziyle gelir. Her bir toplum ve birey, dini kendi dünyasına indirerek, kendi dünyası ve imkânları içinde dindarlığını kurarak dini aktüelleştirir. Dinde reform olmaz, ama dindarlığımızda reform olur, devamlı yenilenme olur. Dinin kaynakları belli, öğretisi genel ve açıktır. Biz, dini değil dindarlığımızı sorgulamalıyız." Prof. Yaşar Nuri Öztürk, "Kuran'ın dışına çekilerek başka bir biçimde yapılandırılan dini, Kuran'ın tekrar içine döndürmek gerekiyor" diyerek şöyle konuşuyor: "Kuran diyor ki, 'Dedelerinizin, babalarınızın size din adına söylediklerini akıl ve ilim süzgecinden geçirin.', 'Eskiyi kutsallaştırıp dokunulmaz kılmayın, bu putperestliğin alametidir.' Değişimin esası İbrahimi bir isyandır. (Allah'ın varlığını ve birliğini ikna edici bir şekilde anlatma). İslam dünyasında değişmenin kaçınılmazlığı ortadadır. Yoksa size şu soruyu, herkes sorar: İslam dünyasının hali perişan. Sizin dininiz mi sizi bu hale getiriyor, yoksa siz mi dininizi bu hale getirdiniz? Bizim yüzümüzden hem din töhmet altındadır, hem Allah." 'Her çağ kendi dindarlığını üretir' Doç .Dr. Mehmet Görmez (Diyanet İşleri Başkan Yrd: Dindarlık tarih boyunca insanların dini öğretileri anlama, algılama, yorumlama ve uygulama biçimidir. Dinin kendisi, anlaşılması, yorumlanması ve uygulanmasıyla her zaman örtüşmez. Siyasi, sosyal ve ekonomik şartlar; zaman, mekân ve coğrafi gibi faktörler dindarlığın şekillenmesinde etkilidir. Her çağ ve her coğrafya kendine özgü bir dindarlık üretmiştir. Bazı dönemlerde 'ritüelci', 'ahlak eksenli', 'mistik', 'şekilci' ve 'siyasal ve ideolojik dindarlık' gibi dindarlık çeşitleri görülmüştür.
http://www.milliyet.com/2004/02/18/guncel/agun.html
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sorunları akılla çözmek ibadet
Prof. Dr. Yavuz, İslamın dünya işlerinin akılla çözülmesini ibadet saydığını belirtirken, çağın gerekleriyle Kuran arasındaki sağlıklı ilişkinin akılla kurulacağını vurguluyor.
Reform dinde mi, dindarlıkta mı? (4) Mehmet GÜNDEM İslamda reform tartışılırken, İslamın kendinden önceki dinleri reforme ettiği pek akla gelmez. Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, bu noktaya dikkat çekiyor: İslamın gerçekleştirdiği reformla, hayat, akıl ve maslahat çizgisinde, toplumsal hayatın dengesini sağlayan inanç ve eylem yolunu açmıştır. İslamın 'inanç ilkeleri' ile 'hayat ilkeleri' çağla paralellik arz eder. İnsan aklı çağın gerekleriyle Kuran'ın hükümleri arasında sağlıklı bir ilişkiyi nasıl kuracak? Yavuz, "Bu sorunun cevabı içtihatla verilir" diyor ve devam ediyor: "İçtihadın kapısı da ardına kadar açıktır. İslam dini Müslümanların dünya işlerini yürütmelerinde herhangi bir engel koymamış, tersine bu alanda akıl yürüten, yorumlar getiren bilim, fikir ve devlet adamlarına çabalarından dolayı sevap da vermiştir. İslam, aklı kullanmak suretiyle dünya işlerinin çözülmesini ibadet kapsamında değerlendirmiştir. İnsanın aklına o derece özgürlük vermiştir ki, düşünce ve yorumlarında isabet edenlere iki, yanılanlara bir sevap vermiştir. Bugün hiçbir din ya da dünya sisteminde yanılanlara mükâfat verildiği görülmemiştir." 'İçtihadı ehli yapar' Hatası bile sevap getiren içtihat kimler tarafından ve ne şekilde yapılabilir? İçtihadı ehlinin yapacağını belirten Prof. Dr. Hayrettin Karaman'a göre; "İçtihatsız sağlıklı ve devamlı bir dini hayat olamaz. Kapanmış içtihat kapısını açmak, önüne gelenin 'içtihat yapıyorum, bu da benim içtihadım' diyerek dini ifsat (düzeni bozma, karışıklık çıkarma) etmesini engellemek de tecdiddir (yenileme)." Karaman'a göre tecdit; toplumun ihtiyaçlarını dinin katışıksız ve tükenmez kaynaklarından karşılamak, ilahi nizamdan sapmaları düzeltmek ve engellemek, İslamı asrın anlayışına söyletmektir. Toplumun kalkınması ve dünyada refahı, ahirette kurtuluşu için gereken her tedbirin alınmasıdır.
Prof. Dr. Öztürk, aydınları göreve çağırdı
İslam 700 yıldır kirletildi
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kuran'ı yorumlayacak kişilerin bilgiyle yüklü, aydın kişiler olması gerektiğini vurguladı
Yorumla din içiçe mi girdi? Biz yorumu dini anlamak için değil, dinin yerine başka bir din koymak için yaptık. İlk 400 yıl temiz, berrak bir yorum vardır. Sonra su bulanmıştır. Son 700 yıl tam anlamıyla hazır yiyip mirası kirletme dönemidir. Dinle insanın arasına insan girecek, çünkü evrensel olan dini mahalli coğrafyalarda yaşanılır kılmak gerekiyor. Mezhepler buradan doğuyor. İlmin çilesini çeken bu insanların yaptıkları yorum, sonra bizzat din haline getiriliyor. Birileri bu hayırlı hizmeti yapan insanları ilahlaştırıyor. Reform mu yeniden yapılanma mı? Peygamberlerin her biri aynı zamanda bir müceddittir. Gelir, kendinden önceki peygamberin mesajındaki yozlaşmaları tashih eder. Hz. Peygamber, 'Benin ümmetim içinden zaman zaman birileri gelip bu dini tecdit edecek' dedi. Reform denince aklıma Luther, tecdit denince Hz. Peygamber geliyor. Tecdit serbest bir yorumlama metodu mu? Kuran yorumlanmasına ilişkin kriterler koyuyor. Kuran'ı yorumlayan, imanlı, bilgiyle yüklü, aklı işleten bir kişi olacak. Kuran hiçbir yerinde akla sınır koymaz. Zamanın değişmesiyle değişen nedir? Ana kaynak değişmeyeceğine göre, yorumlar değişecektir. Yorum, bugün doğrudur, yarın yanlış olabilir. Yanılmayan tek beşer Hz. Peygamberdir. Ya geçmişin birikimi? 'Biz eski mirası paranteze alıp yeni şartları dikkate alarak zaman üstü kaynağa bakacağız. Bunu yaparken parantezin içinden yararlanabileceklerimizden iliklerine kadar yararlanacağız. Bunu kim yapacak? Peygamberin Müslüman aydınlara yüklediği bir görev bu. Müslüman aydın yeni reçeteler üretmeye talip olmalı. Ama bugün Müslüman aydın ya konuşmuyor ya da gerçeği farkedemez durumda. Dnde reforma ihtiyacımız yok. Müslüman aydının zihniyetinde gereken reformu yaparsak, sorun çözülür.
Prof. Karaman'a göre değişimin yolu İslami akıl
'Evrensel akıl'ın içi boş
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, dinde neyin değişeceğine 'İslami akıl'la düşünen âlimin karar verdiğini söyledi
İçtihatla tecdidin İslami gelenekteki yeri nedir? Kendini vahiyle bağlı bilmek şartıyla aklın her alanda faaliyet göstermesi, anlama, çözme ve üretme faaliyetinde bulunmasıdır. İçtihadın amel (fiil, yapıp etme, ibadet ve muamelat) alanına, nazar ve tefekkürün de inanç ve düşünce alanına tahsis edilmesi bir isimlendirme meselesidir; bunun ikisine de içtihat demekte sakınca yoktur. Müçtehit (ayet ve hadise dayanarak yargıya varan din düşünürü) ve mücedditin, kişi ve kurum olarak bugünkü karşılığı nedir? İslami ilimlerle uğraşan, bu alanda ilmi usullerle düşünen, yazan, üreten her şahıs ve kurum içtihat yapıyor demektir. Dindarlıkta reformun imkanları nedir? Dindarlıkta reformu "tecdid" çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Dine göre olması gereken yerde olmayan; imanı, ibadeti, ahlakı, ilişkileri sahih (gerçek, hakiki) dine uygun bulunmayan müminin, öğretim ve eğitim yoluyla ıslah edilmesi, salih mümin olmasının sağlanması yolundaki fikri ve fiili çabayı "dindarlıkta reform" olarak adlandırmak mümkündür. Dinin cevap veremediği alan var mı? Haramın yanında helali, dinin sınırladığı, belirlediği, bağlayıcı hükümler koyduğu konular yanında serbest (mübah) bıraktığı konuları (bunların dinde yanyana bulunduklarını) göz önüne alırsanız, dinin ilgilenmediği bir alandan söz edemezsiniz. Mübah, dinin ilgilenmediği değil, ilgilenip de serbest bıraktığı alan demektir. Din her alana cevap verir; bu cevabı keşfetmenin yolu içtihattır. 'Zamanın değişmesiyle hüküm değişir' yaklaşımı bugünkü dille nasıl ifade edilir? Dinin değişeni de değişmeyeni de vardır. Neyin değişmeye açık olduğunu ve nasıl değişeceğini, 'İslami akıl' ile düşünen müctehid belirler. 'İslami akıl' yerine 'evrensel akıl' tamlamasını tercih etmiyorum; çünkü bu ifade oldukça çekici ve kabul şansı yüksek olmakla beraber içi boş gibidir. 'Bana evrensel aklın verilerinden örnekler ver' deseniz, verilecek örneklerin bir kısmının 'Batı aklı', bir kısmının da 'belli bir çevrenin, medeniyetin, kesimin aklı' olduğunu görürsünüz.
http://www.milliyet.com/2004/02/20/guncel/agun.html
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bakan Aydın'dan değişim formülü
'İslami bilgilerimiz yeniden inşa edilmeli'
Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı Aydın, Müslümanlarda zihniyet değişiminin şart olduğunu belirtirken, İslami düşünce ve bilginin yeniden inşa edilmesi çağrısında bulunuyor
Reform dinde mi, dindarlıkta mı? (5)
Mehmet GÜNDEM
Bağımsızlık ve direniş hareketlerine dinamizm veren dini öğeler, zenginlik, bilim ve evrensel değerler üretme noktasında neden işlevsiz? Bu, dinin eksikliğinden mi, yoksa Müslümanların bilinç yetersizliğinden mi? Çözümü "endişeli düşünmeyi öğrenme"de gören ve İslam düşünce tarihinin parlak dönemlerinin, aynı zamanda özeleştiriye dayalı bir 'yeniden inşa' dönemleri olduğuna dikkat çeken Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet S. Aydın'a göre her nesil, 'endişeli tefekkür' sürecinden geçmelidir. Aydın diyor ki; "Hayat değişmiştir. Gelin vahyin ışığında İslami düşüncemizi, İslami bilgimizi yeniden inşa edelim. Bunu başarırsak, her türlü çarenin başlangıç yerine gelmiş oluruz. O endişeyi anlamak, Müslümanın şahsında İslamın halis bir tezahürünü görme imkânı da verir." İslam ile değişme Prof. Aydın, Müslümanı anlamanın bugün artık bir insanlık sorunu haline geldiğini vurgulayarak, görüşlerini şöyle dile getiriyor: "Yaşanan dini hayatı, yani dini tefekkürü (düşünce, düşünüş), bilgiyi, kurumları ve bütünüyle tasavvuru (vizyonu), ağırlıklı olarak, değişmezlik kategorisi altında görme temayülünde olan Müslümanda, ya çok az endişe vardır ya da hiç yoktur. Dini, hayatın ücra bir köşesine itmenin imkânına, hatta gerekliliğine inanan, değişme ile kemale ermeyi aynileştiren, 'İslam ile değişme'ye kendi hayat anlayışlarında yer bulamayanda da o endişe yoktur. Hatta o, derin ve zengin bir tarih bilincine sahip olmadığı, hayat dünyasında aşkınlık tecrübesine ait izler taşımadığı için 'İslam ile değişme'nin kendisini başlı başına bir endişe konusu saymaktadır. Onun bu hali sağlam bilgi ve derin tefekkürden değil, 'evham ve zan'dan beslenmektedir. Bu vehmin hem içeride hem de dışarıda derinlere inen kökleri, asırlardır beslenen kaynakları vardır. Dini hayat ve özeleştiri Hep söylüyorum, ne yazık ki bu din büyük dinler arasında hâlâ en az bilinen, en çok yanlış anlaşılan ve en çok yanlış tanıtılan bir din olma durumunu korumaktadır. Bugün Müslümanı anlamak, artık bir insanlık sorunu haline geldi. 11 Eylül sonrasında İslam hakkında dünya genelinde görülen tereddütler de eklenirse, insanlık için bu konunun önemi daha iyi anlaşılır. Kuran ve Peygamber'i tatbikat, ortaya bir eleştiri ahlakı koyuyor. Ne yazık ki pek çok büyük dinin başına gelenler -o kadar olmasa bile- İslamın da başına geliyor. Hayatın manevi, uhrevi ve aşkın boyutunda zayıflama baş gösteriyor. Hassas insanların önemli bir kısmı kendi iç dünyasına dönüyor. Din adamlarının çoğunluğu ve din kurumları büyük ölçüde devlet mülkiyetine giriyor. Bireysel özgürlük ve kurumsal otonomluk tehlikeli bir sınırlama ile karşı karşıya kalıyor. Bütün bunların sonunda, "yaşayan din" özeleştiri yapamıyor, sürdürülebilir bir yeniden yapılanma istikametinde ilerleyemiyor. Kökleri tarihin derinliklerine giden bugünkü sorunlarımızın önemli bir kısmı düşünce hayatımızın bu boyutta gösterdiği zafiyetten ileri geliyor. Aslında 'İslam özeleştiri yapmıyor, yapamıyor' yerine, 'Şimdi burada yaşanan dini hayat yeterince özeleştiri yapmıyor' demek daha gerçekçi. Çünkü dinin kendi içinde yaptığı, yapacağı eleştiri, genellikle iki kaynaktan doğar: Bir; din tarafından sunulan inanışlar, düşünceler, bilgiler, vs.den yola çıkan eleştiriler. İki; dışarıdan (bilimden, felsefeden, sanattan, hatta ahlaktan) gelen bilgilerin, düşüncelerin, yorumların etkisiyle oluşan eleştiriler. Aslında bu iki kaynak arasında "diyalektik" bir ilişki söz konusudur. Onlarda bir üretim, canlılık yoksa din ne yapsın. Yani din problemliyse öteki alanlar da problemlidir." 'Yaygın tanrı kavramı çarpık' Yeniden yapılanma bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyorsa da, pek çok engelin varlığı da açıkça görülüyor. Hasan Onat'a göre bu engellerden bazıları şunlar: Toplumdaki yaygın tanrı kavramının çarpık olması. Din alanının eleştiri dışı tutulması. Din ve geleneğin iç içe girmesi. Geçmişin kutsallaştırılması. İslamın en son ve en mükemmel din olduğu inancının doğurduğu 'kendi kendine yeterlilik' duygusu. Din alanında bilimsel yöntemle üretilmiş doğru bilgi eksikliği. Devletin olumsuz etkisi. Güven bunalımı. İslamın dinamik bir din olduğunun kavranılamaması. Din-siyaset, din-hukuk ilişkisinin sağlıklı bir şekilde çözülememesi. Kuran'ın bir 'öğüt' olduğunun unutulması. Din yok olmak yerine güçlendi İslamın doğmatik bir din olmadığına dikkat çeken Prof Dr. Bekir Karlığa, şöyle diyor: "Dinde, imana dayalı, dolayısıyla da aklı aşan kısımlar elbette var. Onun için de mutlak anlamda 'rasyonel bir din algılaması' mümkün değil. Ancak dinde rasyonel olarak algılanması mümkün olan büyük bir alan vardır ve bu bizim aklımızın sınırlarını zorlamaksızın bir din anlayışına sahip olmamızı sağlar. İslam açısından rasyonel alan maksimum düzeydedir. Kuran'da insan aklını zorlayan unsurlar asgari düzeydedir. Bilgi birikimimiz arttıkça aklımızın sınırları da genişler. Bu genişleme, dinin alanından toprak alarak onu arazisiz bırakmak değildir. Akıl alanı genişledikçe dine, daha önce farkında olmadığımız yeni alanlar kazandırır. Bu nedenle pozitivizmin ve materyalizmin gelecekle ilgili kehanetleri yanlış çıkmış ve din yok olmak yerine daha büyük bir güç olarak meydanlara inmiştir." 'Kuran'ı anlayış tarzı yenilenmeli' Kuran denilince herkesin aklına kutsal bir kitap geliyor. Ama bu kitap nedir diye sorulduğunda çok az kimseden doyurucu cevap geliyor. Bu noktaya işaret eden Prof. Dr. Suat Yıldırım, "Yaşadıkları çağdan koparak geri kalan Müslümanlar, Kuran'dan da koparak onu anlayamaz hale geldiler. Müslümanlar Kuran'ın mahiyeti konusundaki anlayışlarını tazelemeli" diyor. İnsan, çağının tanığı olarak Kuran'a yönelirken, tarihsel tecrübesini, kendi ihtiyaçlarını, sorunsallarını Kuran'a arz edip bu konularda onu konuşturmaya çalışmalıdır. Eğer Kuran, Allah ile münacat ediyor gibi (alçak sesle konuşma) okunursa Hz. Peygamber'in ifade ettiği 'bireysel Kuran' anlayışı elde edilebilir. Hz. Ali'nin, 'Resulullah'ın bıraktığı en kıymetli miras' dediği işte budur. Bireysel olarak, Kuran'dan beslenen şahıslar, çağları ile Kuran'ı buluşturarak gerekli değişim başarabilirler.
'Dinin devletten talebi olamaz'
Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, İslamı ideoloji olarak algılamanın toplumun bölünmesine yol açacağını vurguluyor
'Dinin muhatabı insandır. Din, devleti veya başka bir manevi şahsiyeti muhatap almaz, ondan bir talepte bulunmaz; taleplerini birey ve toplum olarak insana yöneltir. Bu taleplerin de hedefi, insanın, hayatını anlamlandırarak, yani ilahi iradeyi dışlamadan dünyayı imar etmesi, medeniyetler kurmasıdır. Hal böyle iken, İslamı bir ideoloji olarak algılamak ve sunmak onu bir ideoloji seviyesine düşürme anlamına gelir. Bu da İslamın bütün insanlara hitap etme ve kuşatıcılık özelliğini gölgeler, dahası bölme, parçalama aygıtı olarak kullanmaya kapı aralar. 'Dine bakış da değişmeli' Aslında bu alandaki sorunlar dinin ciddiye alınmamasından kaynaklanmaktadır. Dinin birey ve toplum üzerindeki etkileri ve din eğitimi konusu bilimsel bir anlayışla ele alınıp gerekli planlama ve uygulamaları yapmak yerine, ya yasak savma kabilinden düzenlemelerle konu geçiştirilmekte ya da bu husustaki ihmallerin acı meyvelerine karşı caydırıcı önlemlerin panzehir olacağı zannedilmektedir. Bu kısırdöngünün kırılması gerekir. Dinin esası, iman ve bu imanın gereklerini davranışlara yansıtma olduğu halde, adeta insanları bu özden uzaklaştırmak için özel bir çaba harcandığı görülüyor. Dinin her şeyden önce gönül işi olduğu ve dinin rahmet olma özelliği öne çıkarılmalıdır. İmanın hemen yanında açların, çaresizlerin sorunlarıyla ilgilenmeyi dindarın asli görevi sayan bir din, iyi anlaşılsa bulunduğumuz noktada olmamız mümkün mü?'
http://www.milliyet.com/2004/02/20/guncel/agun.html
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
hanif Yasaklı
Katılma Tarihi: 31 mart 2005 Yer: Germany Gönderilenler: 380
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam
Sorumsuzluğu;tevekkül,pasifliği ve beceriksizliği; kader,Allahın bildirmediği teferruatı,titizlik olarak algılayan,sabiteleri ve değişkenleri birbirine karıştırıp dinin her çağa göre değişebilecek nitelikte olan değerlerini donduran bir toplum asla iflah olmaz.
Alllahın Kitabını okumaktan ziyade anlamadan tekrarlayan bir toplum, elbetteki Allahın kainat kitabında ki ayetlere hayli hayli kör ve sağır gibi davranacaktır.Bundan başkasını beklemek ancak hayalperestlik olur.
Allahu teala sünnetinden (değişmez yasa) asla en muttaki bir kulu için bile ödün vermez.,vaz geçmez.Allahın sünnetinin karşısında mümin bir kul ile en koyu ateist bile eşit seviyededir.
Örnek verecek olursak.Bir mümin ile bir ateistin beraber ev inşa ettiğini düşünün.Ateist evin sağlamlığı için gerekli olan tüm malzemeleri kullanırken,mümin kişide baştan savma evini inşa etmiş olsun.Deprem olduğu zaman o ateistin evi dimdik ayakta kalırken,müminin ev başına yıkılır
Ama ne hazindir ki 1200 yıldan beri tasavvuf kültürünün empoze etmiş olduğu keramet safsatası,kurana göre Allahın sünnetine adeta meydan okuma niteliğinde olduğu halde, bu toplum asırlardan beri evliya menkibeleriyle yatıp kalktı
Ve sonuç ortada. Her yönüyle dumura uğramış, herşeyi ama herşeyi başkalarından bekleyen, sürekli birilerini eteğine yapışmayı maharet sayan felç olmuş bir toplum meydana geldi ve halada bu toplum süper güçlerin gelip kendisini kurtarmasını bekliyor.
Ampul patladı. Çağır elektirikçiyi gelsin değiştirsin.Musluk bozulmuş.Çağır tesisatçıyı tamir etsin.Ülkenin ekonomik durumu iyi değil.AB ye girelim düzeltsin.Kuranı anlamakmı.Peygamberin sünneti ve hadisleri ne güne duruyor Peygamber bizim için herşeyi açıklamış biz zahmet edipte Kuranı anlamaya çalışmayalım.
İnsanlığın menfaati uğruna bir şeyler üretmek, kafa patlatmak şöyle dursun,başkalrını ürettikleri ile caka satmak ve hava atmayı maharet sayan bir toplumdan ne beklenir. Özenti saplantısının doruğa çıktığı bir toplumdan ne hayır gelir
Dünyada geri kalmış bir durumdayız.Olsun nasıl olsa İsa ve mehdi gelip sihirli değnekleriyle anında herşeyi halledecekler.Günahlarımız mı çok.Olsun canım ne önemi var, nasılsa ahirette bizim için alimler peygamberler, şehitler şefaat edecekler.Onlarlada paçayı kurtaramazsak günahımız kadar yanar çıkar cennete transfer oluruz.
Batı diye yerin dibine geçidiğimiz ülkeler,kainat kitabını okudu ve hayatlarına geçirdiler ve böylece konunun başında zikrettiğimiz Allahın sünneti tecelli etti.Üstelik bu ülkeler kurana inanmadıkları halde bu seviyeye gelebildiler.
Allahu teala kuranda kainat kitabını okumamıza yönelik bir çok ayetinde işaret ettiği halde bizler umursamadık.Hatta bu tür bilimsel araştırmaları Allahın işine karışmak olarak niteleyenler oldu
Şimdi sızlanmaya,şikayet etmeye hakkımız varmı ???
Çözüm ne peki??
En başta hem Allahın kitabını anlayarak okumak, hemde kainat kitabını okumaya çalışmak
Peki yukarıda saydığım olumsuzlukların adete kemikleştiği bir toplum tüm bunlardan vazgeçip kendini islah edebilrimi? Mümkün olmasına mümkün ama ben şahsen dünyaya en uzak yıldızın uzaklığı kadar uzak bir ihitmal olarak görüyorum.Bunu bir karamsarlık olarak değil kurandan anladığıma göre söylüyorum.Zira bir avuç haniflerin var olmasıyla gerçekleşemez bu, toplumun değişmesi lazım
Kurandaki kıssalara baktığımızda dünya hayatında bu nitelikli seviyeyi elde etmiş mümin topluluklardan ziyade müşrik toplumların galabe geldiklerini ve sonuçta Allahın azabına duçar olduklarını görüyorum.
Müminler ise sürekli azınlıkta oomuşlar ve hatta çoğu zaman kendi ülkelerinden hicret etmek zorunda bırakılmışlardır.
Ama yinede tüm bu olumsuzluklara rağmen bizler doğru olanı anlatmakla yükümlüyüz.Nihai kararı verecek olan Allahtır
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
:DİNDE REFORMCULAR VE BİD'AT:
REFORM: Islah,yenilik,bozulmuş bir şeyi eski doğru haline getirmek,demektir.
Dinde reform olmaz.Dinde reform yapmak,dinin aslını,özünü bozmaktır.Reformcu-
ların,yenilik dedikleri aslında dinde bid’atttır.Dinde bid’at demek;Ashab-kiram
zamanından ve tabi’in zamanından sonra,ortaya çıkan dinde yapılan eklemeler ve
çıkarmalar yani ibadette,itikâdda yapılan değişiklerdir.
Âdetlerde yapılan değişiklikler,bu bid’atin dışında kalmaktadır.Mesela,yemekte
içmekte,binek ve taşıma vasıtalarında,binalarda yapılan yenilikleri,değişiklikleri
dinimiz reddetmez.
Hadis-i Şeriflerde kötü olduğu(Bid’at-i Seyyie)bildirilen dindeki bid’atlardır.
Yani dinde reformculardır.Bunlar ibadetlere yardımcı değildirler.Hepsi ibadetleri
değiştirmekte,bozmaktadırlar.
BİD’AT İLE İLGİLİ HADİSLER: “Bir bid’at küfre yol açmasa bile bunu ortaya çıka-
ranın orucu,haccı,umresi,cihadı,tevbesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz.Bu kimsenin,
yağdan kıl çıkar gibi, müslümanlıktan çıkması kolay olur.” (İBNİ MÂCE)
“Bir ümmet peygamberlerinin vefatından sonra,dinde bid’at çıkarırsa buna
benzer bir sünneti kaybeder.”
“Bid’at sahibi,bid’atinden vazgeçmedikçe Allahü teâlâ onun hiçbir ibadetini
kabul etmez.” (İBNİ MÂCE)
Bir insan,bir işi,Rabbinin izin verdiğini düşünmeden,kendi görüşü ile yaparsa,
O’na kulluk yapmamış,müslümanlığın icabını yerine getirmemiş olur.Bu iş,
itikadda,inanmakta ise ve inanılması lazım olduğu sözbirliği ile bildirilmiş olan
şeylerden ise,bu inanışı(Küfre sebep olan bid’at) olur.Bu bid’at insanı dinden
çıkartır.
Dinde reformcuların,ilimleri gırtlaktan yukarıda ve kafanın içinde kalmış,İblis’in
İlmi gibi kalbe inmemiştir.Bunlar,sadece mevki ve menfaat düşünürler.Dini dünya-
ya bağlı,madde kulları ve Hz.Muhammed(S.A.V)’in buyurduğu gibi küçük şirk olan
şehvet-i hafi(gizli şehvet)sahipleridirler.Sadece halkı başına toplamaktan zevk
alırlar.Riyâkârdırlar;ne yapsalar,gösteriş için yaparlar.Bunlar felâhı(mutluluğu
saadeti)felakete çeviren hased ehlidir.
“Kıyamet günü kendi günahlarını tamamen yüklendikten başka,saptırdıkları
İnsanların günahlarından bir kısmınıda yükleneceklerdir.”
(NAHL S. 25.AYET)
“Alimlerimizden doğru yoldan sapanlar için,bunda biraz Yahudileşme var.
Abidlerimizden(ibadet edenler) ölçüyü kaçıranlar için ise bunda biraz
Hristiyanlaşma var, derdik.” (Süfyan b. Uyeyne) (Sahabe)
Dinde reformcular,reenkarnasyonu(tenasühü,ruh göçü,yeniden bedenlenme),
3 vakit namazı,faizi,Türkçe ezanı ve ibadeti savunuyorlar.Geleneksel Fıkıh’a,
Kelam ilmine, Tasavvuf’a,tarikatlara,mezar ziyaretlerine,sakala,sarığa,tesettüre
karşıdırlar. Başı açık namaz kılınır,Kur’an-ı Kerim okunur diyorlar.Hadislerin
çoğuna inanmıyorlar. Ölülerin arkasından Fatiha,Yasin ve dua okunmaz diyorlar.
Bunlar kendi görüşlerini benimsemeyenleri şirkle suçluyorlar.Müşrik diyorlar.
Sık sık gizli şirkten bahsediyorlar.Tevhid dinini,savunuyoruz diyorlar.Evrim teori
siyle,yaratılış inancını birleştiren reformcular da var.
YABANCI DİNDE REFORMCULAR:
Cemaleddin Afgani(Efgani): Mısır’da mason locası başkanlığı yapmış.
Muhammed Abduh: Mısır,İngiliz sömürgesiyken,İngilizler tarafından Kahire
müftülüğüne atanmış.
M.Reşit Rıza: M.Abuh’un çömezi.
Mustafa Meraği: Mısırlı, Tefsir-i Meraği’nin yazarı.
Mustafa Meraği diyorki: “Arap olmıyanın,Kur’an tercümesi ile namaz kılması caiz
ve hatta daha iyi olur.” Ayrıca “Fıkıh dinden değildir” der.
Halbuki,Kur’an da fıkıh(İslam Hukuku) öğrenmek, emrediliyor.(TEVBE S. 122. A.)
“Allah kimin hayrını murad ederse onu dinde fakih(İslam Hukukçusu)kılar.
(HADİS-İ ŞERİF) (BUHARİ)
Muhammed Esed: Cinlerin varlığını inkâr ediyor.
YERLİ DİNDE REFORMCULAR:
Prof.Dr.Süleyman Ateş: 3 vakit namazı ve tenasühü savunuyor.
Prof.Dr.Zekeriya Beyaz: Tavuktan kurban olacağını iddia ediyor.”Bayanlarda
ezan okuyabilir” diyor.
Av.Kezban Hatemi: Kurban kesilmesine karşı.Ayrıca Evrim teorisiyle,yaratılış
inancını birleştiriyor.
Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk: Türkçe ezanı ve ibadeti savunuyor.”Başı açık namaz
kılınır ve ibadet edilir.” diyor. “Ölülerin arkasından Fatiha,Yasin ve dua okunmaz”
diyor. Testtüre karşı. Tenasühü de savunuyor.
Prof.Dr.Mualla Selçuk: “Başı açık namaz kılınır” diyor.
KAYNAKLAR: Bazı TV kanallarındaki programlar ve röportajlar-Ana Britannica ve
Tarikatlar Ansk.- Kur’an Meali- Kütüb-ü Sitte.-Riyâzü’s-Sâlihin ve Tecemesi.
|
Yukarı dön |
|
|
Abdullah16 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 21 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 727
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam kocayusuf,
Seni kırmadık.Eski alıntını sildik ama bu kopyala yapıştırlarla sabır sınırımızı zorluyorsun.reformcu dediğin bu adamlar üç aşağı beş yukarı gene ehli sünnetçi sayılırlar.senin ehli sünnet dinine aykırı laflar ettiler diye bu adamları hor görüyorsan senin sorunun.Ama burası hanifdostlar sitesi ve yalnızca Allahın kelamına bağlanıp gönül verenler burada çoğunlukta.Bundan dolayı burada ehli sünnet dininin propagandasını yapmaktan vazgeç.kabak tadı veren bu alıntılarınla bizi daha meşgul etme.
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
|
Yukarı dön |
|
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
BİZDE ALLAH'IN KELAMINA BAĞLANIP GÖNÜL VERENLERDENİZ.ALLAH'IN KELAMI,KİTABI BABANIZIN TAPULU MALI DEĞİL. O KİTAP BÜTÜN MÜSLÜMANLARIN.
ÖNCE KAVRAMLARI KARIŞTIRMIYALIM. EHL-İ SÜNNET DİNİ YOK.EHL-İ SÜNNET MEZHEBİ VAR. MEZHEB NEDİR?
MEZHEB=YOL=EKOL=FIRKA=GÖRÜŞ ANLAMLARINA GELİR.
HERKESİN GİTTİĞİ BİR YOL VARDIR.HERKES KENDİ GİTTİĞİ YOLUN DOĞRU OLDUĞUNU SÖYLER. YANİ DERLERKİ BİZ "SIRAT-I MÜSTAKİM"DEYİZ. YANİ "DOĞRU YOLDAYIZ" DERLER.
SİZİN GİTTİĞİNİZ YOL DA YANİ BENİMSEDİĞİNİZ MEZHEB,FIRKADA KUR'AN MEALCİLERİ VEYA HANİFÇİLER FIRKASIDIR.
YUKARIDA İSİMLERİNİ SAYDIĞIM YERLİ VE YABANCI KİŞİLER EHL-İ SÜNNET ÇİZGİSİNDEN AYRILMIŞ,KENDİLERİNE YENİ BİR YOL AÇMIŞLAR. O YOLUN ADI REFORMCULAR YOLU VEYA MEZHEBİ.
|
Yukarı dön |
|
|
Abdullah16 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 21 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 727
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kocayusuf yazdı:
" BİZDE ALLAH'IN KELAMINA BAĞLANIP GÖNÜL VERENLERDENİZ.ALLAH'IN KELAMI,KİTABI BABANIZIN TAPULU MALI DEĞİL. O KİTAP BÜTÜN MÜSLÜMANLARIN."
Allahın kitabına bağlı olmak lafla olmaz.Senin gibi ehli sünnet dininin yada şia dininin bağlıları kitabın ne isteyip ne istemediğini anlamak ve ona göre yaşamak yerine kendi ulema güruhunun sözlerini dinleştiriyorlar.
Eğer sen azıcık insaf ehli bir insan olsan kimin Allahın kitabını "Kuranı ancak ehli sünnet alimleri doğru anlar." mantığıyla değerlendirip babasının tapulu malı yaptıklarını görürdün.Kuran, yalnızca Allaha teslim olanların kitabıdır.Bunu dünyada anlamazsanız ahirette apaçık anlayacak ve keşke şunlara uymasaydık diyeceksiniz.
Veyl olsun dinlerini parça parça edip her bir parçasını din edinenlere.
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
|
Yukarı dön |
|
|
|
|