Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Değerli Dost;
Bu yazıda bazı yeni bakış açılarıyla karşılaşacaksın. Dileğimiz odur ki, bunlar üzerinde önyargısız olarak düşünür, araştırır ve ondan sonra da çevrenle tartışarak gerçeği farkedersin. Sonrası ise elbette senin bileceğin iş!. Bize düşen yalnızca kararına saygı duymaktır. Dostum; USA Stanford Üniversitesinden ünlü bilimadamı nörofizyolog Karl PRIBRAM ve ünlü fizikçi Einstein’in öğrencisi David BOHM’un yaptığı araştırmalara ve en son bilimsel tesbitlere göre; EVRENİN ASLI, KUANTSAL YAPIDAN OLUŞAN ve HOLOGRAFİK ÖZELLİK GÖSTEREN BİR TÜMELLİKTİR.
Aynı şekilde, BEYİN de titreşimlerden (dalgalardan) meydana gelen ve bir HOLOGRAF olarak çalışan kütledir.. “ÖLÜM, Holografik bir boyuttan, başka bir holografik boyuta geçmek suretiyle bilincin yaşamının devamıdır.”
Beyin, gıdalardan analiz yoluyla elde ettiği bioenerjiyi bir tür ışınsal enerjiye dönüştürerek, “RUH” adı verilmiş olan olan ışınsal bedeni üretir. Aynı anda, tüm zihinsel fonksiyonlarını da titreşimler (anlamlı dalgalar) halinde, hem üretmekte olduğu bu ışınsal bedene yükler, hem de dışarı yayar.
Her beyin kendi “RUH”unu ürettiği içindir ki, bedenden ayrılan bir “Ruh”un geri dönüp yeni bir bedene girmesi anlamına gelen “reenkarnasyon” görüşü kesinlikle gerçek dışı aldatmacadır. (Reenkarnasyon orijini itibariyle Hindu inancıdır).
İslâm’ın kutsal kitabı KUR’ÂN, “ölüm”ü, “tadılacak bir olay” olarak tanımlarken; “ölümü tadan kimselerin dünyaya yeniden geri gelişini olanaksız” olarak vurgular Mü’minun suresi 99-100. âyetlerinde.
Şimdi tekrar Holografik Evren konusuna dönelim biraz daha... Atomaltı parçacıkların bulutumsu hareketlerinin Holografik özellik gösterdiği deneylerle gösterilmiştir. BOHM’un tesbit ettiği ilginç bir durum da, ATOMALTI PARÇACIKLARIN BİRBİRİ İLE İLİŞKİLİ olduğudur. Bu ilişki, parçaların bütün tarafından organize edildiğini ortaya koymaktadır.
Yani, atomaltı parçalar bağımsız değildir; Gizli bir düzen tarafından organize edilmektedir. İşte bütün bu araştırma ve incelemeler sonucunda BOHM, “Evrenin dev bir hologram olduğu” sonucuna vardı.
Holografik yapının özelliğine göre, varlığın tümünde olan her özellik, varlığın her zerresinde tam olarak mevcuttur. Herşey birbirinin devamı olarak süreklilik arzetmektedir; herşey, bir diğer şeyin taşıdığı tüm üzellikleri bünyesinde barındırmaktadır ve aynı diğer “şey”dir. Varlık, bildiğimiz “evren” kavramı ötesinde, Bölünmez, parçalanmaz, parçaların bütünü olarak meydana gelmemiş TEK bir yapıdır!.
BOHM’un, KUANTUM açıklamasında yeni boyut dediği ve “KUANTUM POTANSİYELİ” diye adlandırdığı bu görüşe göre;
-Atomaltı parçacıklarda sabit bir yer sözkonusu olmadığından, uzayda heryer eşittir.. Bu özelliğe mekânsızlık diyoruz. Bütün atomaltı parçacıklar birbiri ile ilişkili ve iletişimlidir.
-Holografik özelliğinden dolayı da küçük bir parçanın tümdeki bilgiyi taşıması, bilginin de mekân kavramı sözkonusu olmaksızın tümde eşit olarak dağıldığını göstermektedir.
Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan gerçek, evrende mekânı olan herhangi bir yerdeki bir TANRININ varlığından sözedilemiyeceğidir.
Öte yandan İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân’a göre de, “TANRI YOKTUR, SADECE ALLAH VARDIR”.
Bu “ALLAH”, “AHAD”dır!. Yani, öyle bir TEK ki, varlığı yanısıra ikinci bir varlıktan sözedilemiyeceği gibi; O’nun parçaların birleşmesiyle oluşan bir tümel yapı olduğundan da sözedilemez; yani Panteist görüş bu yüzden “ALLAH” ismiyle işaret edilen anlamı vermez!.
Algılamaya GÖRE var kabuledilen her ŞEY, O’nun varlığıyla vardır; ne var ki, O, şeylerin toplamı değildir!. Gerçekte SADECE “O” VARDIR; evrendeki çokluk kavramını oluşturan şeyler, algılayanın algılama özelliğinden kaynaklanan bir sanı ve hayâldir!.
Holografik bir tümellik olan anayapı, bizim “Evren” değimiz halde algılanmak için, dilediği algılayıcıların dilediği kapasitelerinde göresel farklılıklar meydana getirmek suretiyle, “çokluk” görüntüsü oluşturmaktadır. Gerçekte, sadece “ALLAH” vardır ve O’nun yanısıra hiç bir şey yoktur!.
-Holografik Kuantsal yapıya göre, her şey bilinçli ve hatta canlıdır!. (Esasen bilimsellikte canlı-cansız kavramları artık bir değer ifade etmemektedir.)
Tümel yapıda, çok çeşitli titreşimlerin oluşturduğu çok farklı bilinçli birimler ve katmanlar mevcuttur. Biz insanlık, mevcut olan sayısız boyutlardaki sayısız katmanlardan yalnızca birini oluşturuyoruz.
Evrende yaşam, sayısız boyutlarda, çeşitli katmanlardan bir diğerine dönüşmeler ve boyut değiştirmeler şeklinde sürekli devam eder.. İnsan adıyla işaret edilen bilinçli varlık da, çeşitli dönüşümlerle farklı boyutlarda yaşamına sonsuz bir biçimde devam eder.
Son Rasûl Hz. Muhammed aleyhisselâm bu evrensel gerçeği kendi Hakikat’ı olan “ALLAH”tan aldığı ilimle, sistemi “OKUMAK” suretiyle, 1400 yıl önce açıklamış; insanların tanrıya tapınmamalarını, “ALLAH”ın TEK’liğini; insanların biyolojik beden boyutundan “RUH” beden boyutuna (bir tür ışınsal boyut) geçiş yaparak yaşamlarına devam edeceklerini belirtmiştir.
Bunun yanısıra insanların geçecekleri bu yeni boyuta ancak dünyada iken hazırlanabilecekleri gerçeğine dayalı bir biçimde bir takım çalışmalar yapmaları zorunluluğunu da açıklamış ve bu konudaki önerileri bildirmiştir.
Rasûl bu konuda Allah ADINA uyarılarını yapmış ve görevini tamamlamıştır. Artık O’ndan sonra hiç kimse Allah ADINA konuşma ve yargılama yetkisine sahip değildir. Herkes ilmi kadar Allah ve İslâm “HAKKINDA” konuşabilir; fakat “ADINA” asla!.
Nebilerin önerileri, yaşamı ölüm ötesinde devam edecek olan insanadır, devlete değil!. Ölüm ötesinde devlet yoktur, insan vardır!. “İnsan kendisini ölümötesi yaşamın şartlarına hazırlasın” diye DİN gelmiştir.
Devlet rejiminin dinle alâkası yoktur; Dinin muhatabı devlet değil, ferd’dir. Ferdin muhatabı da, dini ünvan veya etiketli kişiler, kuruluşlar, teşkilatlar, topluluklar değil, bizatihi, dini kendisine tebliğ eden Rasûl Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselâmdır.
İslâm dini’nde Kur’âna göre “zorlama yoktur”!..
Kişiye, ölüm ötesinde kendisine yarar sağlayacak öneriler yapılmıştır; isteyen bunları gönül hoşluğuyla değerlendirir, isteyen de aldırmaz; sonuçlarına ölüm ötesi yaşamda da kendisi katlanır!.. Zorlama, iki yüzlülük ve münafıklığı oluşturur ki, bu da İslâm’da yerilmiştir.
İslâm’daki öneriler bir “paket” değildir!.
Yani, “Ya hepsini yaparsın, ya da hiçbirini yapma!.” anlayışı, tümüyle İslâm dışı bir anlayış ve anlatıştır. Herkes bu önerilerden gücünün yettiği kadarını yerine getirir, bu kazancıdır; yapamadıkları ise eksiği..
Din’de, para karşılığı yapılan her çalışma geçersizdir!. Para ödenmediği takdirde yapılmayacak olan bütün fiiller, para için yapılıyordur ki, bunlar asla ibadet sayılmaz.
İslâm Dini’nde, din adamları sınıfı yoktur!. Kişi ile, bildirimi yapan Rasûl arasına, hangi dinsel hüviyet ve etiketi taşırsa taşısın, kimse giremez!. Kimse, Rasûl dışında bir şahsa tabi olmakla mükellef değildir. İslâm dini, hiç bir ferd veya kuruluşun kaydında veya tekelinde değildir. Herkes kendi Dinini orijinal kaynaklarından aslına uygun şekilde öğrenmek, bildiklerini elinden geldiğince uygulamak durumundadır. Yanlış bilgilenen kişi, bunun sorumluluğunu yüklenir ve bu, asla mazeret olmaz!.
İbadet adı altında, Rasûl tarafından bize ulaştırılan her çalışma, tümüyle bilimsel gerçeklere dayanır. Kesinlikle, yukarıdaki, ötemizdeki bir tanrının gönlünü hoş etme amacına dönük değildir. Evreni yoktan var kılan Allah’ın, insanların hiç bir çalışmasına ihtiyacı yoktur. Aldığın gıdalar, nasıl bedenin bir ihtiyacını karşılama amacına dönükse; ibadet adı verilen çalışmalar da, senin ölüm ötesi yaşamının ihtiyaçları ile ilgilidir. Beyin gücünün, bir tür ışınsal yapı olan bedenine, yani, ruhuna yükleyeceği bilgi ve enerji ile ilgilidir.
Yapılan tüm ibadetler, fiziksel ve zihinsel yanlı yararlar olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel yanın yararları, zihinsel çalışmaları güçlendirerek, beyin kapasitesini artırır ve dolayısıyla ruhu kuvvetlendirir.
Zikir denilen kelime tekrarları, holografik esasa göre varlığında mevcut olan evrensel özellikleri -Allah isimlerinin manâlarını- beyin kapasitesini artırmak suretiyle sana farkettirir. Beyin kapasitesini ve enerjisini artırır. Mesela; Allah’ın irade sıfatının adı olan “Mürîd” isminin belli bir sayıda tekrarı, kişinin irade kuvvetini artırır. “Kuddüs” isminin, “Mürîd” ismi ile birlikte tekrarı; kişinin her türlü kötü alışkanlıklardan arınması sonucunu doğurur. Sert mizaçlı, insanları kıran, taşkın, kontrol problemleri olan sinirli kişiler, “Halîm” ismini tekrarlamaları sonucu, kısa zamanda hoşgörülü hale gelirler.
Bunlar hep, beynin bu frekanslarda, beyin hücrelerini programlamasıyla gerçekleşir. Bu olay, bilimsel olarak yeni ispatlanmış ve Scientific American adlı ünlü Amerikan bilim dergisinin 1993 Aralık sayısında “John Morgan” imzasıyla yayınlanmıştır.
Beyinde kapasite genişledikçe, kişi, açığa çıkan özelliklerinin hakikatı olan ALLAH’ı daha iyi farkedip tanımaya başlar.
Allah, ötede bir tanrı değil, evren ve içindeki her şeyi kendi varlığıyla, ilmiyle, ilminde, “yok” iken “var” kılan, yüce varlığın adıdır. Holografik esasa göre, her zerrede tümüyle, -Tasavvufa göre, zatıyla, sıfatıyla, isimleriyle- mevcuttur.
Biz, bu yolda yapacağımız çalışmalarla ne ölçüde beyin kapasitemizi geliştirirsek, o kadar, Allah’ı varlığımızda bulur, O’na erer, O’nu farkederiz.
Evrende sayısız dalga boyları katmanlarında, sayısız bilinç türleri vardır. Dünyamızda, bu alt katmanda yaşayan canlı türlerinin bir kısmına da Din’de “cin” adı verilmiştir.
Bunlar, kendilerini, iletişim kurdukları insanlara, geçmişte yaşamış insanların veya evliyaların ruhları, ya da uzaylılar olarak tanıtıp, onları aldatmaktadırlar.
Bunların en büyük hilesi de İslâm dışı, Hind kabulü olan reenkarnasyonu kendilerine tâbi olanlara kabullendirmeleridir. Bütün amaçları insanların ölüm ötesi, ışınsal yaşam boyutuna güçsüz, “ruh” denilen, bir tür ışınsal bedenlerle geçmelerini sağlamaktır ki, böylelikle onları o boyutta da esir alabilsinler. Bunun için de cinler, Kur’ân öğretisinden uzaklaştırıcı bilgilerle insanları şartlandırırlar...
Büyücülük ve cincilik, tümüyle İslâm dışı bir olgudur!.. Kur’ân bunu reddeder.
İslâm Dininde ilk ana prensip Rasûl tarafından şöyle konulmuştur:
“Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz; Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!”..
İslâm Dininin en büyük düşmanları, Dinden görünüp, şartları alabildiğince zorlaştırarak, insanları İslâm’dan, Allah ve Rasûlünden uzaklaştıranlardır. Bunlar, ölüm ötesinde, Rasûl’ün değil yüzüne bakmak, yanına yaklaşamayacaklardır.
Tamamiyle bilimsel gerçekler üzerine bina olunmuş İslâm, geldiği zamandaki şartlar nedeni ile pek çok konuda “mecâz”, benzetme yollu sembollerle anlatılmak zorunda kalındığı için, günümüzde, mantıksal bir temele oturtulamamakta ve bu yüzden de inkâra gidilmektedir. Oysa konu, ön yargısız ve bilimsel bir bakışla irdelenirse, görülecektir ki, İslâm, bırakınız çağımızı, daha bir kaç asır sonrasının bilimine dahi ışık tutacak gerçekleri ihtiva etmektedir.
Ne var ki, olayın yüzeyinde kalan bazı insanlar, ön yargılı biçimde, bilimsel ya da düşünsel boyuttaki gerçekleri tartışmak yerine, Peygamberin bedensel, o devrin şartlarına, örf ve adetlerine uygun düşen yaşam biçimi ile ilgilenerek, kısacık ömürlerini dedikodularla israf etmektedirler.
Bizim için önemli olan; dikkatle ve gerçekçi bir biçimde olayları değerlendirmektir..
Kur’an nazil olmadan önce, o toplulukta bir erkek, çok sayıda kadını mal gibi (!) alıp satarken, bunları çocuklarına miras bırakırken, Kur’an’ın erkekleri, azamî dört eş ile sınırlaması ne kadar büyük bir devrimdir, acaba farkında mıyız?.
Yirmi beş yaşında iken, 40 yaşında dul bir kadın ile evlenen; yirmi beş sene yalnızca onunla beraber olan; 50 yaşında iken yalnızca 65 yaşındaki bu hanımla yetinen bir Zat’ın, kadına düşkünlüğünü hangi normal akıl sahibi öne sürebilir?.
Hz. Muhammed’in Varlığın özü, aslı, hakikatı “Allah”ı bildiren “Rasûl” oluşunu değerlendiremiyorsak; hiç olmazsa, ölüm ötesi sonsuz yaşam saadetine vesile olma göreviyle gelen “Rasûl” oluşunun yüceliğini farkedelim de, işin dedikodusunu bir yana bırakalım.
Farkedelim ki, O yüce Zat, ne dünya saltanatı sürmek, ne din devleti kurmak, sosyal, ya da iktisadî düzen getirmek; kısacası, insanların dünya saltanatı sürmelerini sağlamak için gönderilmemiştir!.
İnsanların ırkı, dili, rengi ne olursa olsun, O’nun için hiç önemli değildir. O’nun için önemli olan tek şey, insanların bilgisizlik yüzünden ölüm ötesi yaşam gerçeğini farkedememeleri ve o yaşama hazırlanamayarak, bu gafletten büyük zarar görecek olmalarıdır.
Evet dostum...
Çağdaş insan, ilme açık, yeniye açık, ön yargısız dinleyen ve okuyan, fikirleri tartışmaktan kaçınmayan, her şeyi mantıksal bütünlük içinde irdeleyen insandır..
İslâm Dini de, orijinali itibariyle, özellikle çağdaş aydın insana hitabedecek özelliklere sahiptir. Öyle ise, siz de İslâm Dinini, çağdaş aydın ve düşünürlerin maddi kazanç kaygısından uzak olarak hazırlanmış eserlerinden araştırarak değerlendiriniz.
Bu yazıda, en son bilimsel bilimsel veriler eşliğinde Kur’an ve Rasûl görüşlerine dayalı Din öğretisine dayanan bazı verileri fevkalâde özet bir şekilde ulaştırmaya çalıştık. Aslında bu konuları, bütün detayları ile ve akla gelebilecek tüm soruları cevaplayabilecek bir tarzda kaleme almış olduğumuz kitaplarımızda, derinlemesine araştırabilirsiniz.
Dünyaya ikinci bir geliş şansımız olmadığına göre, bu yaşamı çok iyi değerlendirmek zorundayız!..
Dileriz ki, yarının bazı gerçekleri karşısında, bu gün yaşadıklarımızdan ve yaptıklarımız veya yapamadıklarımızdan pişmanlık duymayalım.
Allah, yaşamın gerçeklerini bize farkettirsin, idrak ettirsin.
Allah kolaylaştırsın...
__________________ Şehadet En Büyük Aşktır... Şehit İse Aşkını Canı ve Kanıyla İsbat Etmiş En Büyük Aşıktır...
|