Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Ey peygamber! Allah'ı düşün. İnkarcılara ve ikiyüzlülere uyma. Allah bilir; bilgedir (1). Rabbinden sana indirilene uy. Ne yaptığınızı Allah biliyor; haber alıyor (2). Ve Allah'a güven. Güvenmek için Allah yeter (3)
***
"İkiyüzlüler"e değinen bu ayetlerin indiği sırada Müslümanların, inkarcıları korkutacak kadar güçlendiği anlaşılıyor. Nitekim korkuya kapılan bazı İNKARCILAR gûya iman etmiş gibi yapıp İKİYÜZLÜ davranmaya başlamışlar.
Öte yandan İNANANLAR da çekiniyor olmalı ki Allah, elçisinin şahsında onlara, yalnızca İNDİRİLENE uymaları gerektiğini anımsatıyor; yoksa her halde inkarcılar kızmasın diye onların hurafelerine uyuverecekler.
Ahzab sûresinde bu anımsatma sürekli var. Hattâ sıra, peygamberin eski evlatlığının eski eşiyle evlenmesine gelince anımsatma müthiş bir azarlama şeklini alıyor.
Ayetlerin indiği dönemin hurafeleri, sûrenin sonraki bölümlerinin konusudur. Her biri sırası geldikçe ele alınabilir. _________________________________________
Allah, bir adamın içine iki kalp koymamıştır ve ziharladığınız karınızı ananız, evlatlığınızı özoğlunuz yapmamıştır. Bunlar SİZİN ağzınızdan çıkan sözler. Oysa Allah gerçeği söyler ve yolu gösterir (4).
Onları kendi babalarının adıyla çağırın; Allah’ın gözünde adil olan budur. Eğer babalarını bilmiyorsanız onlar sizin din kardeşleriniz, dostlarınız. Günaha, bilmeden yanılınca değil bile bile yapınca girersiniz. Allah esirger; bağışlar (5).
Peygamber, inananlara kendi canlarından ileridir ve eşleri inananların analarıdır. Ama ana akrabaları birbirine öteki inanırlardan ve göçmenlerden daha yakındır, dostlarınıza iyilikte bulunmanız başka. Kitapta yazılan budur (6).
***
(2.1)Önemli olan, Allah’ın elçisidir.
6 ncı ayete göre
İnananlara peygamber kendilerinden öncedir
En nebiyyü evlâ bi’l müminîne min enfüs ihim
Neden? Çünkü Allah’ın elçisidir; ilahî din sayesinde Allah adına inananlara barış getirir; güvence sağlar ve hayat verir. Peygamber hayatî önemdedir çünkü onun ilettiği barış dini hayatî önemdedir.
Bunu daha iyi anlayabilmek için Cahilî "asabiyet"in körüklediği kan davalarında ve aşiret savaşlarında canın ne kadar ucuza gittiğini anımsamak gerekir. Ve barış dininin sunduğu "din kardeşliği"nde yaşamın nasıl güveceye kavuştuğunu:
İnananlar kardeştir; o halde Allah’ı düşünün ve kardeşleriniz arasında barışı yaşatın ki Allah sizi korusun. (49:10).
Allah'ın ipine hepiniz yapışın; bölünmeyin. Allah’ın size iyiliklerini anımsayın. Bir birinize düşmandınız; Kalplerinizi barıştırıp sizi kardeş yaptı O. Ateş çukuruna düşe yazdınız; kurtardı (3:103).
Burada ve Kuran’ın her yerinde anılıp öne çıkarılan, Allah’ın elçisidir; Muhammed değil.
Elçiye itaat Allah’a itaattır. Çünkü elçi, vahyi iletir ve vahyin Sahibini temsil eder. Allah ölümsüzdür. Muhammed ise, tıpkı kendisinden önceki resullar gibi, ölümlü:
Muhammed yalnızca bir elçi. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür ya da öldürülürse dönecek misiniz?... (3:144)
Ahzab 4-5'te değinilen bir konu da kimsesiz çocuklar. AmaYüce Allah başka ayetlerde de değiniyor toplumun o yarasına ve inananlara şirkten uzak adaletli bir duruş öneriyor.
İşte birkaç örnek:
Kimsesiz kızlara iyi bakacağınıza ant içerek sahip çıkın, tıpkı Peygamber eşlerinin yaptığı gibi - ma meleket eyman ühünne- (33:55).
Ant içip sahip çıktığınız kızları (ma meleket eyman üküm) ilk fırsatta evlendirip topluma kazandırın (4:3). Hattâ hanginiz bağımsız bir mümineyle evlenemiyorsa onu ant içip sahip çıktığınız genç bir mümineyle evlendirin. Allah sizin imanınızı elbet bilir; hepiniz birsiniz –ba’d üküm ba’da (4:25).
Yetim çocukların sadaka yoluyla edindiği malını (sadukât ihinne) endi malınızla yemeyin (4:2; 4:4; 4:10; 4:127).
Kimsesiz çocuklara kendi soyadınızı verip el koymayın. Babalarının adını verin. Adil olan budur. Ama babaları kim bilmiyorsanız onlar sizin din kardeşleriniz, dostlarınız. (33:5).
Gerçek şu ki ana tarafından akraba olanlar, birbirleri için, inanan öteki kimselerden daha ileridir. (33:6).
Peki, o kimsesiz garibanlara nasıl kol kanat gerebiliriz? Cevap: Kitapta yazıldığı üzere o dostlarınıza iyilikte bulunabilirsiniz (33:6).
Örneğin, miras paylaşılırken yetim çocuklar yanınızdaysa onlara pay verin (4:8). Ayrıca yetim dostlarınıza mal bağışlayabilirsiniz. İstenirse miras payından bile büyük olur bu.
Özetle, Yüce Allah’ın kimsesiz çocuklar lehindeki tavrı kesin.
Ama "beşerî şeriat"a bağlı olanlar, evlatlık edinmenin haram kılınma nedenini çarpıtarak o garibanlara zulmetmenin yolunu da bulmuşlar.
*
Aslında Ahzab 4-5’te yasak edilen, evlatlığı özevlat sayan hurafedir. O hurafenin iki sakıncası var:
(1) Şirktir.
İnsanlar elin çocuğunu özevlat yapamazlar; onun bakımını üstlenirler, o kadar. Çünkü özevladı Allah yaratır. O halde evlatlığı özevlat sayanlar, kendilerini Yaratan’a eş koşup şirk günahı işlemektedir. Ayet 4’te "Bunlar sizin ağzınızdan çıkan iddialar; oysa ALLAH gerçeği söyler ve yola iletir," denmesi bunu gösteriyor.
(2) Haksızlıktır.
Öz ana babalar da aile ocaklarının tütmesini isterler. Oysa çocukları başka kimselerin adıyla çağrılınca onların bu hakkına el konuyor. Ayet 5’te "Onları kendi babalarının adıyla çağırın; Allah’ın gözünde adil olan budur," denmesi bunu gösteriyor.
Eğer babalarını bilmiyorsanız onlar sizin din kardeşleriniz, DOSTLARINIZ (33:5).
Evet, "Allah’ın dini"nde dostumuz onlar bizim; kardeşimiz. Oysa çoğumuz p.ç diye çağırırız onları; iter kakarız. Kardeşimizi p.ç ilan edince biz neyin nesi oluyoruz diye hiç düşünmeden.
"Tesettür dini"nde ise cüzzamlı olup çıkarlar. Örneğin Hayrettin Karaman "tesettür dini"ne bağlıdır ama onu İslam diye pazarlayıp bakın ne der:
"İslam'da aile fertleri arasında mahremlik, namahremlik ilişkisi vardır; bazı yakın akraba yanında örtünme, bir yerde beraber bulunma, seyahat etme... hükümleri, daha uzak akrabaya göre farklıdır. Evlatlık edinilen ve eve alınan bir kız veya erkek çocuk büyüdükçe -himaye edilen bir yabancı değil de evlat olarak telakki edilirse - kadın erkek ilişkilerine ait emir ve yasaklar çiğnenecektir."
Yani yukarda anılan iki sakıncayı gidermiş olsanız bile evlatlık edindiğiniz bir garibanı sevemezsiniz. Yasak! Cüzzamlı gibi dışlayacaksınız onu, sevgisizliğe mahkum edeceksiniz. Bundan büyük zulüm olur mu?
Adam açık açık söylüyor:
O çocuğunuzun yanında "tesettür"lü olmak zorundasınız. "Ya oturma odamızda başım açıkken geliverirse!" diye sürekli diken üstünde duracaksınız.
Kaldı ki tesettür de yetmez. O çocuğunuz size namahremdir; yani isterseniz evlenirsiniz onunla. O halde evlenmediğiniz sürece bir arada bulunmanız da yasak.
Şimdi bir bu tesettürcü zırvayı düşünün bir de Peygamber eşlerinin ant içip bakımını üstlendiği kızları –ma meleket eyman ühünne (33:55).
Hz Peygamber o kızlarını ailesinden dışlar, sofraya onlarla birlikte oturmayı reddeder miydi? Evin içinde onlardan köşe bucak kaçar mıydı?
*
Evet. "Tesettür dini"ne mensup hayrettin karamanlara göre bir aile, bakımını üstlendiği garipleri ve garibeleri evlat telakki edip sevemez. Çünkü aileye namahremdir onlar.
O halde, örneğin peygamber eşleri tarafından bakımı üstlenilip Ahzab 55’te ma meleket eyman ühünne diye anılan garipler de o hanımlara namahremdir. Müminlerin anaları o gariplere saç baş açık görünemezler. Yasak!
Bakımı üstlenilen garibeler de Allah’ın Elçisi’ne namahremdir; onunla saç baş açık bir arada bulunamazlar. Yasak!
Peki, öyle miydi sahiden? Hz Peygamber o garibeleri ailesinden dışlar mıydı, onların saçı başı açıkken sofralarına oturmayı reddeder, evin içinde onlardan köşe bucak kaçar mıydı?
Başka bir tesettürcü, "Hayır!" diyor. Ahzab 55’te ma meleket eyman ühünne diye anılan kimseler bazı ulemaya göre sadece câriyelerdir ama bazılarına göre hem câriyeler hem (erkek) köleler.
Doğrusu bu son görüştür. Çünkü mâlikesi, kölenin mahremidir. Evin içinde bunlardan kaçmak güçtür. (Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, 33:55)
Demek neymiş? Evlatlığınız size namahrem olup yabanın biridir. Ama erkek köleniz size mahrem olup aileden biridir; tıpkı erkek kardeşiniz gibi.
Gözlerinize mi inanamadınız; "Her halde yanlış okudum!" mu diyorsunuz? Hayır. Doğru okudunuz: erkek köle, sahibesinin her yerine bakabilir. Saçına, memelerine... (age, 24:31)
Yüzünüz kızardı belki. Ama dahası var. Örneğin Hz Peygamber’i pzvnk yerine koyan şu rivayet. Enes b. Malik’ten Ebu Davud, Ahmed, Beyhaki’den naklen "tesettür dini"nin piri Mevdudi anlatıyor:
Diğer grup ma meleket eyman ühünne ifadesinin hem köleleri hem de cariyeleri içine aldığı görüşündedir... Bunlar ifadenin yalnızca genel anlamına dayanmaz, sünnetten de delil getirirler:
Örneğin bir defasında Hz Peygamber (s.a) kölesi Abdullah b. Müs’ade el-Fezarî ile kızı Hz Fatıma’nın evine gider. O zaman Hz Fatıma’nın üzerinde ayaklarını açıkta bırakan bir entari vardı; başını örtse ayakları, ayaklarını örtse başı açıkta kalıyordu. Hz Peygamber (s.a) kızının utandığını görünce "Zararı yok; yalnızca baban ve kölen var!" buyurdular. (TEFHİMU’L KUR’AN, 24:31)
Hz Fatıma’nın halini gözünüzün önüne getirin. Ayaklarını örtünce başı açıkta kalıyor. Ama "tesettür dini"nde baş açmak günah. Üstelik Hz Fatıma erkek kölesinden utanıyor. Başını örtmek için entarisinin eteklerini kaldırıyor. Vücudunu beline kadar açarak; belki cinsel organlarını da açarak...
Ve Allah’ın Elçisi "Zararı yok!" diyor.
Evlatlık edindiğiniz garibanları aileden sayıp özevladınız gibi sevmeniz zararlı ama erkek kölenize apışaranızı açmanız zararsız.
Ve biz Müslümanlar yüzyıllardır "tesettür dini"nin bu zırvalarıyla peygamber ailesine attığı iftiraları kös dinliyoruz. Utanmayı da mı unuttuk?
4 ncü ayette yasaklanan ikinci hurafe: zihar. Zihar burada insanın "sırt"ı demek. ZİHARLAMA fiili yapı bakımından, örneğin "omuzlama"ya benziyor. Omuzdan "omuzlama"ya. Kucaktan "kucaklama"ya, göğüsten "göğüsleme"ye...
"Ziharladığınız eşlerinizi Allah sizin ananız yapıvermez!" uyarısından şu anlaşılıyor:
O hurafeye inananlara göre, bir adam eşinin sırtını kendi anasının sırtına eşit ilan edince kadın onun anası oluveriyor. Adam artık ona yatağında yer açıp kocalık etmekle yükümlü değil ama ücretsiz hizmetçi muamelesi yapabiliyor...
Bunun ne yaman bi zulüm olduğu ortada.
Zulmün bahanesi ise beşerin ağzından çıkan sözlerle Allah'ın yaratma gücüne eriştiği iddiasıdır. Oysa ana, insanlar tarafından üretilemez; Allah tarafından yaratılır.
O yüzden Yüce Allah, "Bunlar sizin ağzınızdan çıkan sözler," diyor –zaliküm kavl iküm biefvâh iküm. Yani, siz karınıza "Bundan böyle senin sırtın benim için anamın sırtıdır!" dediniz diye o kadın sizin ananız oluvermez; asla ücretsiz hizmetçiniz oluvermez.
Özetle, karılarını "zihar"layan Araplar Allah’ın tekelindeki yaratma yetkisine el atarak rablik taslamak suretiyle "şirk"e batıyor ve kadınlara zulmediyorlardı.
Yüce Allah "zihar"ı yasaklamakla o şirk hurafesini geçersiz kıldığı gibi zihar hinliğiyle kadınlara yapılan zulme de son verdi.
Evlatlığı hukuken özevlada eşitlemek te öyle. Çünkü özevlat Allah tarafından yaratılır. Başkalarının çocuğuna "Seni özevladım yaptım!" demekle rablik taslanır; asla özevlat üretilemez.
Ve asıl ana babanın elinden özevladı alınıp zulmedilir. Soyadlarıyla çağırın onları; adil olan budur (33:5).
Beşerî şeriatın şu tesbirti o bakımdan doğrudur: Çocuğun kendi ana babası ile soy ilişkisini keserek kendi kütüğüne kaydettirmek ve mirasçı kılmak mânasında evlat edinmek caiz değildir...*
Ama beşerî şeriat hemen ardından şunu da söylüyor: Himaye altına alınan, aile içinde bakılan, yetiştirilen çocuk (nikah düşmeyecek kadar) yakın akraba değilse yabancıdır,namahremdir.Yani? Erkek veya kız olma durumuna göre ev içinde örtünme, başbaşa kalmama, dokunmama gibi sınırlara riayet edilmesi gerekir.
Hayır! Allah’ın dininde harem-selamlık bid’atı yok; beşerî şeriatın uydurduğu anlamda örtünme zorunluğu yok. Kimsesiz çocukları uyduruk bahanelerle aileden dışlayıp sevgisizliğe mahkum etmek yok. Zulümlerin en acımasızıdır bu.
Himaye altına alınan, aile içinde bakılan, yetiştirilen çocuk (nikah düşmeyecek kadar) yakın akraba değilse yabancıdır, namahremdir. Erkek veya kız olma durumuna göre ev içinde örtünme, başbaşa kalmama, dokunmama gibi sınırlara riayet edilmesi gerekir. (H Karaman) http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00102.htm
Hayır! Mahremlik-namahremlik, ziynetler, avret... açısından özevladınız ile himayeniz altına aldıklarınız arasında hiç bir fark yok.
Kimsesiz garibanlara zulmetmenin bahanesi olan bu "Fark var!" iddiası tesettür dininin uydurmasıdır. Allah'ın dininde yok o zulüm.
Avret kelimesi 24:58'de geçiyor:
İnananlar! Ant içip sahip çıktıklarınız ve yaşına ermemiş olanlarınız üç vakitte odanıza izinle girsinler: sabah salâtından önce, giysilerinizi çıkardığınız öğlen vakti ve akşam salâtından sonra. Bunlar sizin üç avret vaktinizdir. Bunun dışında onlar için de sizin için de sakınca yok; bir arada olabilirsiniz. Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor. Bilir O, bilgedir.
Buradaki "avret"in vücut olduğu kesin çünkü giysilerinizi çıkardığınız vakit ortaya çıkıyor: hıyne tedaûne siyâb eküm.
24:58'de o yüzden özçocuklarınız ile ant içip sahip çıktıklarınız aynıdır: ikisi de izin alacak; avret yerleriniz ikisine de yasaktır.
Avret Ahzab 13'te de geçiyor:
Bazıları "Evlerimiz tehlikeye açık (avret un)" deyip izin istiyordu. Oysa hiç te açık değildi. Kaçmak istiyorlardı.
"Avret"in burada tehlikeye açık anlamına geldiği kesin. Münafıklar savaştan kaçmak için "Evlerimiz tehlikeye açık," diyorlar -inne büyûtena avretün. Savaşmak için uzaklaşırlarsa evleri yağma edilecekmiş.
24:31'deki "avret"e gelince:
İnanan kadınlar kendiliğinden görünenler dışındaki ziynetlerini (kimseye) açmasınlar. Ama şunlara başka: kadınların ant içip sahip çıktıkları, kadınlara bağlı ihtiyaçsız erkekler, kadın avretinden anlamıyan çocuklar...
Buradaki avretin ziynetler anlamına geldiği kesin. Bu konuda görüş birliği tam. Görüş ayrılığı, "ziynetler"in ne anlama geldiğinde.
Tesettürcü ulemaya göre ziynetler, ziynet yerleridir; yani ziynetlerin takıldığı yerler: kolyenin takıldığı yer olan gerdan, zincirin takıldığı yer olan memeler, halhalın takıldığı yer olan ayak bilekleri...
Ama bu mümkün değil. Çünkü ziynetlerinizi açıp göstereceğiniz kimseler arasında ma meleket eyman üküm var. Kim onlar? Aslında ant içip sahip çıktıklarınız. Ama beşerî şeriatçı ulemaya göre ellerinizin altında bulunan (köleler)miş onlar. Ve size mahrem imişler. Tıpkı erkek kardeşiniz ve babanız gibi.
Tesettürlü hanımlar! Açar mısınız memelerinizi erkek kölenize?
Ulema bu imkansızlığı gidermek için kölelerin iğdiş edilmiş ya da şehvetinden emin olduğunu varsayar (Bkz. Bursevî). Aslında Allah'ın sözlerinde öyle bir kayıt yok. Ama hadi öyledir diyelim.
Tesettürlü kardeşlerimize sordum: İğdiş edilmiş kölenize başınızı, memelerinizi açar mısınız?
Cevapı:
Hayır! Çünkü önemli olan onun bana nasıl baktığı değil, benim ona nasıl baktığımdır.
Anladınız mı? Kardeşimiz, iğdiş köleyi seksî bulabileceğini söylüyor. Hattâ onunla evlenebileceğini... Koynuna girecek iğdiş kölenin. Onunla aşk oyunları yapacak. Kölesinin orasını burasını okşayacak. Ve kölesine emredecek: "Öp beni, sık beni!" Orgazm oluncaya kadar.
Osmanlı sarayında iğdiş harem ağaları ile erkeksizlikten imanı gevremiş hanımlar arasında bu tür seks ilişkileri yaşanmadı mı dersiniz? Emin misiniz?
O halde 24:31'deki avretle eşanlamlı olan ziynetler, ziynetlerin yerlerio-la-maz. Ziynetlerin kendileridir onlar. Kolye, zincir, halhal... Ve avret tehlikeye açık demek, tıpkı Ahzab 13'teki gibi: evlerimiz tehlikeye açık -inne büyûtena avretün.
İnanan bir kadın olarak güvendiğiniz kimselere, örneğin kölenize ve size bağlı ihtiyaçsız erkekler olan işçilerinize açabilirsiniz altın zincirinizi. Hattâ o zincir, işçilerinizin size aldığı doğum günü armağanı ise açmak zorundasınız. Yoksa "Beğenmedi," derler; kendilerini aşağılanmış hissederler.
Ama memelerinizi kocanızdan başka hiç kimseye açamazsınız.
İşçilerinize açamazsınız; ant içip sahip çıktığınız (ma meleket eyman üküm)e yani himayeniz altına aldığınız çocuklara açamazsınız; emme yaşını geçmiş özçocuklarınıza, yaşına ermemiş olsalar bile, açamazsınız
Allah'ın dininde tesettür yok. İnanan kadınlar özgürdür; ister başaçık olurlar ister başörtülü. Ama tesettür dinine bağlanıp "Başörtüsü Allah'ın emri!" derlerse "Köle, sahibesinin her yerine bakabilir," diyen tesettürcü ulemaya uyup memelerini işçilerine açacaklar; (iğdiş) köleleriyle sevişecekler.
Ve kendileriyle ant içip sahip çıktıkları kimsesiz evlatlarının arasına harem-selamlık denen duvarı örecekler; dışlayacaklar o garibanları; zulme uğratacaklar.
Biz peygamberlerden söz aldık. Senden ve Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa’dan sağlam bir söz aldık (7). Çünkü Allah doğruların doğruluğunu görecek. İnkarcılar içinse acı bir ceza hazırladı (8).
***
Ayetten anlaşılan, Yüce Allah elçilerinden vahyi halka ileteceklerine dair söz almış olup vahiy bir sınavdır.
Kendilerine elçi yollananları veelçileri hesaba çekeceğiz ... (7:6)
Fe le nes’elünne ellezîne ürsile ileyhim ve lenes’elenne’l mürselîn
Halk, vahye bir başağa bakar gibi bakar da başağın kapçığını yüceleyip evinini göz ardı ederse vahyi dışlamış ve yoldan sapmış olur. İşte o durumda
Elçi diyecek ki:
Ve kâle’r resûlü
Rabbim! Benim halkım bu Kuran’ı dışlayıp ta edinmiş.
Ya Rabbi inne kavm ittehezû héze’l kur’ane mehcûra
Ama bu, yalnızca halkın değil elçilerin de sınanmasıdır.
İşte böyle. Biz bütün elçilere suçlulardan düşmanlar veririz (25:30)
Ve kezalike cealna likülli nebiyyin adüvven mine’l mücrimîn
Çünkü Allah doğruların doğruluğunu görecek (33:8)
Ancak elçilerin görevi yalnızca iletmektir; kendileri öldükten sonra halkın bu dünyada ne yaptığından sorumlu tutulamaz:
Allah o gün elçileri toplayıp soracak: "Halkınız ne yaptı?" Elçiler: "Onu biz bilemeyiz! Gaybı Sen bilirsin." (5:109).
Allah diyecek: "Meryem oğlu İsa! İnsanların seni ve anneni rab edinmesini sen mi istedin?" İsa, "Haşa!" diyecek (5:117). "Ben onları, içlerinde olduğum sürece, kolladım. Sen beni öldürdükten sonra ise onları gözetleyen Sen oldun" (5:108). "Gaybı yalnızca Sen bilirsin" (5.117).
9-27 nci ayetler bir savaşın video filmi sanki. O ana baba gününde olup bitenleri hatır gönül tanımadan ve, siyer denen beşerî kurguların aksine, kimseye yağ çekmeden gözler önüne seriyor. Alabildiğine gerçekçi.
Filmde görünenler:
Allah’ın elçisi –resûlillah (21),
içten inananlar –müminûn (11, 22-23) inanmış gibi yapan imansızlar –münafikûn (12-15, )
imanı zayıf olanlar –ellezîne fî kulûb ühüm maradun (10, 12, 18-20)
inkarcı düşman ordusu –cünûd (9), ellezîne keferû (25),
işbirlikçi ehl-i kitap –ellezîne zâhar ûhüm min ehli’l-kitab (26),
Bunların her biri savaşta nasıl davrandı? Allah inananlara nasıl yardım etti? Sonunda ne oldu?
Lütfen okuyun:
***
Koruyan ve bağışlayan Allah’ın adıyla.
İnananlar! Allah’ın size iyiliğini anımsayın. Hani üstünüze ordular yürüyünce Allah ta onlara karşı bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermişti. Allah ne yaptığınızı biliyor; görüyordu (9).
Altınızdan üstünüzden bitiverdikleri zaman gözleriniz kaydı; yüreğiniz ağzınıza geldi; Allah hakkında bir sürü zanda bulundunuz (10). Müminler, sınandıkları o yerde zangır zangır sarsıldılar (11).
İkiyüzlüler ve çürük kalpliler, "Allah ve Elçisi size yalan söylemiş!" diyordu (12). Hattâ içlerinden bir kısmı şöyle diyordu: "Medineliler! Burada size yer yok. Dönün!"
Bazıları "Evlerimiz tehlikeye açık," deyip izin istiyordu. Oysa açık değildi; kaçmak istiyorlardı (13).
Üzerlerine her yandan girilip fitne çıkarmaları istense çok az çekinir, isteneni hemen yaparlardı (14). "Arkamızı dönmiyeceğiz!" diye daha önce Allah’a söz verdikleri ve Allah’a verilen söz sorumluluk getirdiği halde. (15).
De ki: "Ölmek ya da öldürülmekten kaçıyorsanız kaçmanın size yararı olmaz; azıcık daha yaşatılırsınız, o kadar." (16)
De ki: "İsterse Allah’ın sizi kayırmasına ya da bağışlamasına kim engel olabilir?" Allah’tan başka dost ve yardımcı bulamaz onlar (17).
Allah hanginizin sizi alıkoyduğunu biliyor. Ve kardeşlerine "BİZE gelin!" diyenleri. Savaşa girmeyi ve sizin için özveride bulunmayı öyle az isterler ki. Tehlike belirince baksana gözlerini nasıl ölüm korkusu bürümüş gibi fıldır fıldır sana dikiyorlar. Ama korku geçince çıkarcılığın bileğlediği dilleriyle seni incitirler. Aslında imanı yok onların; Allah çabalarını boşa giderdi. Bunu yapmak kolay Allah için (18-19).
Aşiretlerin henüz uzaklaşmadığını sanıyorlar. Ve aşiretler yine gelse bunlar çöldeki Arapların içinde kalıp sizi oradan izlemek isterler. Hem sizinle birlikte kalsalar bile çok az savaşırlar (20).
Allah’ı ve ahret gününü umup Allah’ı bol bol anan kimseler olarak sizin için Allah’ın Elçisinde güzel bir örneklik var (21).
Müminler aşiretleri görünce "Allah’ın ve Elçinin sözünü ettiği işte bu," dediler; "Allah ve Elçisi doğru söylemiştir." Onların yalnızca imanını ve bağlılığını artırdı bu (22).
Allah’a verdikleri söze bağlı kalan bazı müminler emeline hemen ulaştı; bazıları ise ulaşmayı bekliyor. Dönmeleri asla söz konusu değil (23). Çünkü Allah, doğrulara doğru olmanın ödülünü sunacak ve iki yüzlülerin isterse cezalarını verecek isterse tövbelerini kabul edecek. Allah esirger; bağışlar (24).
Allah, inkarcıları kinleriyle birlikte püskürttü. Hiçbir yarar sağlayamadılar. Müminlere ise savaşta Allah yetti. Allah üstündür; güçlüdür (25).
Allah işbirlikçi ehl-i kitabı kalelerinden indirdi. Ve korku saldı her birinin kalbine. Kimini öldürdünüz, kimini tutsak ettiniz (26). Topraklarını, evlerini, mallarını Allah size verdi. Ve henüz girmediğiniz bir toprağı. Allah’ın her şeye gücü yeter (27).
Bu savaşta Müslümanlara yardım eden melekler önemli. Kimse görmemiş onları. Neden? Çünkü insanlar melekleri gördüğü an bu dünyanın defteri kapanmış, kıyamet kopmuş demektir; onunhenüz sırası değil.
Allah’ın ve meleklerin bulutlar içinde gelmesini ve defterin kapanmasını mı istiyorlar?... (2:210).
Boş insanlar böyledir. Beklerler ki Allah Kendisi gelip ya da meleklerini yollayıp yardım etsin. İşleri olursa "Allah yardım etti," deyip kendilerini seçilen kul gösterir, övünürler. Yok, olmazsa "Yardım etmedi işte!" deyip Allah’ı suçlarlar.
Sorumlunun kendileri olduğu anımsatılıp örneğin "Allah’ın size verdikleri ile yoksulları kollayın!" denince inanmayanlar inananlara şöyle der: Allah’ın isterse doyuracaklarını biz mi doyuralım! Şaşırmışsınız siz." (36:47).Yani "Allah doyursun!" Ve sorarlar: "Bize sözü edilen ne zaman doğruysa eğer?" (36:48)
"Bize sözü edilen" yani kıyamet saati. Bakın, asıl sorun işte bu: kıyameti inkar ediyor onlar –kezzebû bi’s sâati (25:11)
Oysa ahrete inananlar bilirler ki bu dünyada ve öteki dünyada insan için yalnızca kendi kazandığı var (53:39). Siz tembe tembel yatarken Allah sizin işinizi yapıvermez; kendiniz yapacaksınız. Allah sizin adınıza savaşıvermez; kendiniz savaşacaksınız.
İşinizde ve savaşınızda Allah’a güvenmenize gelince, o başka. Yapmakta olduğunuz işte ve vermekte olduğunuz savaşta haklı olduğunuz inancına dayanır o güven ve gücünüze güç katar.
Hicret ederken Hz Muhammed’in sığındığı mağaradaki halini düşünün (Tevbe 40):
Siz ona yardım etmeseniz de Allah ona yardım etmiştir. Hani inkarcılar kendisini evinden atınca mağaradaki iki kişiden biri idi de arkadaşına şöyle dedi: "Üzülme; Allah bizimledir."Allah bir huzur duygusu edindirdi ona ve sizin görmediğiniz askerler ile yardım etti...
Belli ki o askerler sanaldır. Zaten fiilî olmaları gereksiz. Ama elçinin haklı davasına tanıklık edip gücüne güç katıyorlar.
Yüce Allah hep yollamış onları. Örneğin Enfal 9’da da Allah dedi ki, "Ben size ard arda gelen bin melekle yardım edeceğim." Niye? ...yalnızca müjde olsun ve kalplerinizhuzurve rahatlık bulsun diye... (8:10)
(Bedir savaşı) sırasında sen müminlere şöyle diyordun: "Rabbinizin indirilmiş üç binmelekle size destek vermesi yetmiyor mu?" ... eğer sabredipkorunursanız Rabbiniz üzerlerine nişan vurulmuş beş bin melekle sizi destekler (3:124-125).
Sonra Allah, elçisinin ve inananların üzerine güven ve rahatlık indirdi; ek olarak, sizin görmediğiniz ordular... (9:26)
Ey Peygamber! İnananları savaşa yüreklendir. Sizin sabırlıyirmi taneniz yüz kişiye bedeldir. Yüz taneniz ise inkarcıların bin tanesine... (8:65).
(5)Savaş bitip tazminat paylaşımına sıra gelince...
Peygamber! Eşlerine de ki: "Eğer istediğiniz, bu dünyanın yaşamı ve süsleriyse gelin size geçimliğinizi vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim (28). Ama Allah’ı, O’nun Elçisini ve ahret yurdunu istiyorsanız Allah sizin iyileriniz için en büyük ödülü hazırlamıştır." (29)
***
...çıkarcılığın bileğlediği dilleriyle seni incitirler (19)
Anlaşılan, çürük kalpliler ve münafıklar savaş bitip tazminat paylaşılırken Allah’ın elçisini haksızlık etmekle suçlamışlar. "Bize verilen pay az; filanca savaşmadı bile ama ona daha çok verildi... " gibi.
Düşmanla işbirliği yapmış olan ehl-i kitabın topraklarını, evlerini, mallarını Allah size verdi (27). Savaşın bütün maddi getirisi bu.
Yetmiyor. Çünkü kurulmakta olan İslam devletinin ihtiyacı çok. Devlet olmanın bilincini henüz edinememiş olan insanlardan ise özverili tavır beklenemez. "Emir"in sıkı durması lazım:
Allah’ın o kent halkından alıp elçiye verdikleri şunlar içindir: Allah’ın elçisi, akrabaları, yetimler, yoksullar, kimsesizler. Böylece tazminat yalnızca varlıklı olanlarınız arasında dolaşmamış olur. Elçi size ne verirse alın; neyi yasaklarsa yasak edinin... (59:7).
Hz Peygamberin çok üzüldüğü belli. Ama onu asıl üzüp eşlerini boşamayı bile düşünmeye zorlayan durum ise, hanımlarının kendilerini havaya kaptırıp "Biz de isteriz!" demesi... 28-29 ncü ayetler bunu dile getiriyor.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma