Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Allah’ı (c.c.) duyu organları ile algılayamıyoruz.
Çünkü O yüce ve uludur. Ama O yarattığı varlıklardan, dolayısıyla insanlardan
uzak değildir.
Bazı zengin insanlar vardır. Varlıkları onları
toplumdan ve insanlardan uzaklaştırır. Kendi bencil dünyalarında onları yalnız
kılar. Allah (c.c.) böyle değildir. O sonsuz zenginliği, gücü ve kudretiyle
insanlardan uzaklaşmıyor. Bazı insanları kendisine yakın kılıyor.
Kelime-i şahadet getiren, yani Allah’ın (c.c.)
varlığını ve birliğini kabul edip de Hz. Muhammed’in (s.a.s) peygamberliğini
onaylayan herkes Müslüman’dır. Allah’ın (c.c.) emirlerini yerine getiren,
yasaklarından kaçınan birisi ise mümin sınıfına girer. Müminler içerisinde
bazıları bu konuda daha duyarlı hale gelirler. Yaşamlarında ibadetlere daha bir
ağırlık verirler, yasaklardan daha bir özenle kaçınmaya çalışırlar. Allah’ın
(c.c.) rızasına talip olup her işi Allah (c.c.) için yapmaya başlarlar. İşte
velilik yolu bu noktada başlar. Allah (c.c.) böyle bir kulunu kendisine yol
gösterip ulaştıracak veli kullarıyla tanıştırır. Zira yol çok tehlikelidir. Bir
kılavuz olmadan yürünemez. Bu yolda daha önceden yürümüş olan birisinin
rehberliğine ihtiyaç vardır. Nefis ve şeytan her an ayakları kaydırmak için
fırsat gözetir. Bu yolda ibadetler kalbe, göğse gelen cezbeyle kolaylaştırılır.
Onun için farz ibadetler dışında nafilelerle de Allah’a (c.c.) yaklaşılmaya
çalışılır. Özellikle bu yolda Allah’ın (c.c.) zikrinden zevk alınmaya başlanır.
Sürekli bir tövbe hali ile geçmiş hatalar telafi edilmeye, eksik ibadetler
tamamlanmaya çalışılır. Bu sırada nur adeta Allah’la (c.c.) alış verişin ücreti
olarak insanın ellerini ve yüzünü güzelleştirir.
Yol gösterici velinin (mürşidin) en belirgin özelliği
görüldüğünde Allah’ı (c.c.) ve peygamberini (s.a.s) anımsatmasıdır. Öyle bir mübarek zatın
siması, giyim kuşamı, tavrı, hareketleri, konuşması Allah Resulünden s.a.s.
izler taşır. Allah (c.c.) ve peygamber sevgisi o mübarek zat görüldüğünde
gönülde canlanır. Bunun içindir ki Kuran-ı Kerim Allah (c.c.) sevgisine
ulaşmanın yolunu peygambere uymaya bağlamıştır: “De ki eğer siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr, Rahîm’dir (Âl-i İmran
suresi, ayet 31).”
Allah’ın (c.c.) el-Veliyyü güzel ismi (Allah [c.c.]
müminlerin dostudur, seçtiği kulları Kendi’sine dost edinir.) içimizde Allah’a
(c.c.) yakın olma konusunda bir arzuyu uyandırmalıdır. Çünkü Allah’a (c.c.)
yakın olmak evrendeki en büyük lütuftur. Yaratılış amacıdır. Ondan daha büyük
bir nimet olamaz. İnsanı, evreni, her şeyi yoktan yaratan Allah’a (c.c.) biraz
daha yakın olmaktan, Allah’ın (c.c.) veli kulları arasında yer almaktan daha
güzel başka bir şey var mıdır?
Peygamberimiz Aleyhissâlatu Vesselâm Efendimiz bir
kutsi hadis-i şeriflerinde Allah’ın (c.c.) bu yakınlığını şöyle
bildirmişlerdir: “Kulum Bana farz
ibadetlerle yaklaşır. Nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. O kadar
yaklaşır ki, onun gören gözü olurum Benimle görür, işiten kulağı olurum Benimle
işitir, tutan eli olurum Benimle tutar, yürüyen ayağı olurum Benimle yürür.”
İşte velilikteki sır, keşf ve keramet de böylece
başlar. Çünkü Allah (c.c.) bir kulun gören gözü, işten kulağı oldu mu onun için
gizli hiçbir bilgi kalmaz. Dilediğini Allah’ın izni ile görür ve işitir. Yine
yapamayacağı hiçbir iş kalmaz. Çünkü tutan eli Allah (c.c.) olmuştur. Yürüyen
ayağı, Allah (c.c.) oldu mu istediği yerde hazır ve nazır olur. Çünkü Allah
(c.c.) her yerde hazır ve nazırdır. Mesafeler, zaman ortadan kalkar.
Kuşkusuz hiçbir veli keşf ve kerameti amaç olarak
görmez. Velilerin tek amaçladıkları şey Allah’ın (c.c.) rızasıdır. Hatta
veliler keşf ve kerameti erkeklerin aybaşı hali olarak kabul ederler. Nasıl
böyle bir durumda olan bir kadın ibadetlerden geçici olarak uzak durursa
veliler de keşf ve kerametlerinden utanarak sıkılırlar. Bunu kendileri ile
Allah (c.c.) arasında bir perde olarak görürler. Allah’ın (c.c.) kendilerini
imtihan ettiğini düşünürler: Kendilerinin keşf ve keramete mi güvenip
dayandığının yoksa bununla Allah’ın (c.c.) rızasına ermeye mi çalıştığının
ölçüldüğünü düşünürler.
İster diri ister ölü olsun, Allah’ın (c.c.) veli
kullarından en güzel şekilde yararlanmak gerekir. Bu yararlanma biçimlerinden
birisi de veli kulu dualarda vesile kılmaktır. Bu sırada şuna azami derecede
dikkat göstermek gerekir: Veli kulu duasında vesile kılan kişi, o veli kuldan
değil Allah’tan (c.c.) istekte bulunmalıdır. Bazı cahil insanların velilerin
mezarına çaput bağlamaları, velinin ruhundan yardım talepleri Allah’a (c.c.)
birer şirktir. Şirk ise en büyük günahtır. Ama o velinin yüzü suyu hürmetine
veya Allah (c.c.) indindeki derecesinden yararlanarak Allah’a (c.c.) duada
bulunma dinde yeri olan bir durumdur. Duaların da kabulünde etkilidir.
Kuşkusuz Allah’a (c.c.) doğrudan yapılan dualar da
kabul edilebilir. Ama duanın mahiyeti gereği kabulünün bir kısım koşulları
üzerimizde bulunmayabilir. Bazı günahların ağırlığı, beddualar, haklar
üzerimizde olabilir. Bu yüzden duamız da kabul görmeyebilir. Bu durumda bir
Allah (c.c.) dostunun duasını almak veya dualarımızda onun ismini anmak bu
olumsuz durumu ortadan kaldırabilir. Nasıl hayatta bazı meşru işlerimizi araya
adam koyarak -başkaların hakkını yemeyi, torpili kastetmiyorum- veya uzmanına
başvurarak yaptırabiliyorsak ahiret işlerinde de durum böyledir. Gücümüzün
yetmediği dualarda Allah’ın (c.c.) veli kulları dualarımızın kabulünde büyük
bir yarar sağlayabilirler.
Her gerçek şeyh
mutlaka velidir. Veli olmadan şeyh olmak mümkün değildir. Gerçek şeyh diye bilerek yazdım, çünkü memleketimizdeki şeyhlerin
bir kısmının silsilesi kopuktur. Yani gerçek şeyh değillerdir. Bunlar
genellikle iyi niyetli insanlardır. İslam’a çeşitli açılardan hizmet de
ederler. Ama tarikat yolunda şeyhin rabıtasından da yararlanılır. Rabıta demek,
nur kaynağı ile bağlantıya geçmektir, şeytanı tabiri caizse elektrikli
sandalyeye oturtmaktır. Yine rabıta demek, ruhu da en gıdalı besinle yani nurla
güçlendirmektir. Rabıta olmayınca sofilik de olmaz. Şeyh gerçek şeyh değilse
rabıtasıyla müritlerini şeytanın kucağına atar, hem kendisi hem de bağlıları büyük
zarar görürler.
Her veli şeyh olacak diye bir kural yoktur. Şeyhlik
izinle olur. Şeyhliğe karar veren organ silsiledeki şeyhlerin ervahları
(sadatlar) ile Peygamber Efendimizin s.a.s. ruhudur. Yaşayan şeyh sadece kendi
reyi ile oğlunu veya herhangi birisini şeyh olarak uzak bir beldedeki ihtiyacı
karşılamak üzere atayabilir. Fakat bu kişi gerçek şeyh olmadığı için, yani
teberrüken şeyh olduğu için müritlerine rabıtasını yaptırmaz. Teberrüken şeyh
olan kişi müritleri ile birlikte ancak kendi gerçek şeyhini rabıta edebilir. Teberrüken
şeyh olanlar, belli bir zaman sonra şayet zincirdeki sadatlar ve Rasulullah (s.a.s.)
gerçek şeyhliğe onay verirlerse o zaman müritlerine kendi rabıtasını
yaptırabilirler. Böyle bir kişinin şeyhi vefat ederse teberrüken şeyh olan
kişinin hemen yeni bir şeyh bulması gerekir. Fakat işte tam bu noktada nefisleri
devreye girerek böyle kişiler, yeni bir şeyh bulmak yerine ölen şeyhlerinin
varisleri olarak mevkilerini daha da sağlamlaştırıp gerçek şeyhliğe
soyunabilirler. İşte şeyh arayan kişiler özellikle bu duruma dikkat
etmelidirler. Zira bunlar gerçek şeyh olmadığı için rabıtalarında nur, feyz,
nisbet olmaz. Bu durum veliler için de böyledir. Veli de şeyh olmadan irşat
faaliyetlerinde şeyh gibi davranıp rabıtasını yaptırırsa büyük bir hataya
düşmüş olur. Gerçi onun rabıtası insanlara
fayda verir ama izinsiz işler faydadan daha çok zarar da getirebilir. Tabii
üveysi olarak yetişen ve gerekli yerlerden irşat izni alıp gerçek şeyh
olanların da varlığını inkâr etmek doğru değildir. Fakat bunlar çok azdır ve
istisna nevindendirler.
Velilik ancak nefs-i
mutmainnede (tatmin olmuş, huzura ermiş nefis) mümkündür. Velilik kolay
bir yol değildir. Nefis ve şeytanla savaştan sonra ulaşılan bir makamdır. Bu
makama kadar kişi nefs-i emmare (kötülüğü emreden nefis), nefs-i levvame
(kendisini kınayan nefis), nefs-i mülhime (ilham alan nefis) makamlarını tek
tek geçer. Bu makamları tek tek aşmak zihinsel işlemlerle, hayallerle, düşünce
boyutlarıyla olmamaktadır. Bunlar yaşamsal olarak gerçekleşmektedir. Bu makama
yani velilik makamına ulaşan kişilerin bütün letaifleri açıldığı, yani değişik
renkteki bütün nurları gördükleri gibi sadatların ervahları ile de
peygamberimizin s.a.s. ruhu ile de istedikleri vakit görüşüp konuşabilirler.
Her insan tarikata girmeden önce genellikle nefsi
emmare düzeyindedir. Yani bu insan için nefsi adeta ilahtır. Onu mutlu etmek
için çalışır. Yaşam amacı budur. Nefsanî arzularını gerçekleştirmektir. Allah’ın emir ve yasakları onu pek
ilgilendirmez. Tarikata girip gerçek manada tövbe edince yani tövbe-i nasuh
kılınca nefsi levvame makamına yükselir. O zaman haramlara karşı duyarlı olup
emirleri yerine getirmeye başlar. Geçmişte işlediği günahlara pişmanlık duyup
eksiklerini gidermeye çalışır. Bunlar için her zaman gözyaşı döker. Daima
mahzundur. Kılamadığı namazları, tutamadığı oruçları varsa kaza eder, her türlü
hatasını telafi yoluna girer. Tarikata girmeyip de hal ve yaşayışı ile Allah’ın
emir ve yasakları içerisinde olan Müslümanların da nefisleri genellikle bu
makamdadır. Bu tür Müslümanlar en çok nefislerini mülhime makamına kadar
çıkarabilirler. Şeyhin rabıta nuru olmadan bir insanın nefsini mutmainne
makamına kadar çıkarması imkânsızdır. Yani bir insan tarikata girmeden, şeyhsiz
veli olamaz. Bunun istisnaları demin de söz ettiğim üveysilerdir ki bunlar da
pek azdırlar. Yüzyılda belki bir iki tane ya çıkar ya da çıkmaz. Bunları da Hz.
Hızır Aleyhisselam veya ölmüş bir veli zatın ruhu terbiye eder. Yani bir
insanın terbiye ve irşat olmadan Allah’ın veli kulu olması mümkün değildir.
Velilik yolunda en zorlu adımlar ise nefsin mülhime
makamında atılır. Zira bu makamda sofi şeytanlarla karşılaşır. Şeytanlar adeta
onun önüne dikilirler. Onların seslerini duymaya başlar, dokunmalarını da
hisseder. Letaifleri de açılmaya başladığı için görüntülerini de görür.
Şeytanlar kalp gözünde insan suretinde görünürler. Özellikle dişi şeytanlar
sofinin ayağını kaydırmaya çalışırlar. Bunların görüntüleri aynı dünyadaki en
güzel kadınlar gibidir. Sofiyi zina yapmaya zorlarlar. Bu çok zorlu bir
imtihandır. Çünkü bu dişi cinler hem akıl almaz bir güzelliktedirler hem de
cinsel tacizde bulunurlar, daha doğrusu her an tecavüze yeltenirler. İşte Allah
sofiyi nefsinin arzusuna mı uyacak yoksa benim yoluma mı devam edecek diye
böyle bir imtihana tabi tutar.
Medyumlar dişi şeytanları böyle görmezler. Onlar şeytanların
seslerini ve dokunmalarını hissederler ama gözleri açık veya kapalı iken şeytanları
sadece insan görünümlü duman olarak veya belli belirsiz bir saydamlık halinde
görebilirler. Medyumlar dişi şeytanları letaifleri açılmış, nurları gören
mülhime sofisi gibi görselerdi akılları başlarından gider, o âlemden
çıkamazlardı. Ama Allah (c.c.) dağına göre kar vermektedir. Kimseyi
kaldıramayacağı imtihana tabi tutmamaktadır.
Mülhime yolundaki kişiler her an sapıtabilir. Çünkü
şeytan onlara çoğu kez hak suretinde gelir. Özellikle cinni şeytanlarla evlenme
gibi bir saçmalığa bulaştı mı sofi mahvolur. Biter. Manevi ilerlemesi durduğu
gibi yavaş yavaş gerilemeye de başlar ve ruh sağlığı da buna paralel olarak
bozulur.
Yalancı mehdiler, yalancı kutuplar, yalancı veliler
hep mülhime makamındaki kişilerden çıkar. Bunun en başlıca sebebi şeytanların
hak suretinde yaklaşmalarıdır. Şeytanlar bu makamdaki sofilere genellikle ermişlerin,
peygamberlerin ruhu olarak yaklaşırlar. Sofilerin ayaklarını da genellikle bu
yolla kaydırırlar. Sofilerin de en büyük kusurları hallerini mürşid-i
kâmillerden gizlemeleridir. Çünkü şeytanlar tarafından övülmek, yücelmek
hoşlarına gider, şeytanlar ayrıca sürekli olarak şeyhlerini sofilerin
gözlerinde düşürmeye çalışırlar. O zaman
kolayca sofileri kucaklarına alırlar. Onları yalan dolanlarla evirip çevirmeye
başlarlar. Tabii bir de şeyh gerçek şey değilse, o da mülhime makamında
şeytanların oyuncağı ise, bu hadiseler daha bir hızlı ve katmerli yaşanır.
Mülhime makamını geçen ve artık veli olan şahsın nefsi
mutmainneye erdiğinde adeta erir ve yok olur. Yani bu kişinin gözünde nefsi
kâfirden bile alçaktır. Onun gözünde nefsinin hiçbir kıymeti yoktur. Ama bunu
yanlış da anlamamak gerekir. Yani bu kişilerin cinsel istekleri kesinlikle
azalmadığı gibi daha da bir güçlenmiştir. Allah (c.c.) kendisine veli seçecek
zatları nefsi levvamede iken bu dünya kadınları ile mülhimede iken de dişi
şeytanlarla imtihan eder. Bu sınavlarda ise nefsani isteklerini kat kat da
artırır. Gerekli koşulları da yaratır. Bilindiği üzere cinsel arzu bastırma
mekanizması ile gelişir ve artar. İnsanoğlu süfli yolu mu tercih edecek yoksa
Allah’ın (c.c.) rızasına mı yönelecek diye en çok bu konularda imtihan edilir. Cinni
dişileri ret eden bir velinin dünya kadınlarıyla zinaya yönelmemesinin nedeni,
nefsindeki cinsel arzunun sönmesinden değil nefsinin mutmainne makamında
kazandığı manevi doygunlukladır.
Allah’ın veli kullarının tek bir amacı vardır.
Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaktır. Dünya onlar için bu rızaya ermede sadece
bir araç olur. Allah (c.c.) bizleri veli kulları yapmasa da bizlere onları
inkar etmeyi veya onlara karşı gelmeyi nasip eylemesin. Bizlere ebedi kazancı
sağlayacak hayır dualarını almayı nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
|