Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ailem Somali çölünde hayvancılıkla geçinen bir kabileydi. O yüzden çocukluğum doğal görüntüler, sesler ve doğal kokular içinde gecti. Büyük tad aldım.
Yazan: Waris Dirie (Yazarın adı ÇÖL ÇİÇEĞİ* anlamına geliyor.) Çeviren: Hasan Akçay
Waris Dirie
Bölüm 1: evden kaçış Bölüm 2: çöl çiçekleri Bölüm 3: sünnet olmak Bölüm 4: evlilik
EVDEN KAÇIŞ
Güneşlenen aslanları izlerdik. Zürefalar, zebralar, tilkilerle koşardık. Tavşan büyüklüğündeki hayreksleri kovalardık çölün kumunda. O kadar mutluydum ki.
Sonra geçiverdi o günler. Yaşam zorlaştı.
Afrika’da kadınlığın ne olduğunu beş yaşımda öğrenmeye başladım. Tarifsiz acılar çektim.
Afrika’da kadınlar yaşamın omurgasıdır. İşin çoğunu onlar yapar ama görüş belirtemezler. Evlenecekleri erkek hakkında bile ağızlarını açamazlar.
On üçüme bastığımda gelenekler kıskacına aldı beni. Artık küçük bir kız değildim. Hızlıydım; güzel bir vücudum vardı.
Ama hep acı çekmiştim. “Yetti gari!” dedim. Kaçacaktım.
Çileli yolculuğum babamın, “Seni evlendiriyorum,” demesiyle başladı. Vakit dardı; oyalanamazdım. Daha önce hiç gidip görmediğim başkent Mogadişu’da bir teyzem vardı; ona sığınacaktım. Anneme söyledim.
Babam ve ailedeki herkes uykudayken annem beni uyandırdı; “Hadi git.”
Azık var mı diye bakındım. Ama yanıma alacak hiç bir şey yoktu; ne su, ne süt, ne yiycek bir şey.
Bir şal aldım üstüme; kara çöl gecesine yalınayak daldım.
Mogadişu’nun hangi yönde olduğunu bile bilmiyordum. Yönü filan boş verdim; çevremi göremediğim için önce yavaş, ama gök ağarınca bir gazel gibi süzülerek, saatlerce koştum.
Öğlen olunca çölün ortasındaydım. Sonsuza uzanan bir görüntü. Aç, susuz ve yorgundum. Yavaşladım; yürümeye başladım.
Şimdi napıcam ben, diye düşünürken bir ses duydum: “Waris! Waris!” Babam sesleniyordu. Panikledim. Beni yakalarsa ne yapacağını biliyordum: evlendirecekti.
Erken davranmıştım ama babam kumdaki izlerimden bulmuştu beni. Soluğu ensemdeydi.
Tekrar koşmaya başladım. Geriye baktım. Arkamdaki tepeden koşarak iniyordu. Beni görmüştü. Can korkusuyla fırladım. Sanki kum sörfü yapıyorduk. Ben bir tepeye tırmanırken o arkamdaki tepeden iniyordu. Böyle saatlerce koştuk. Babamın beni izlemediğini anlayıncaya kadar.
Artık beni çağırmıyordu.
Güneş batıp gece olana dek koştum. Zifirî karanlıktı; hiç bir şey göremiyordum. Açlıktan ölmek üzereydim. Ayaklarım yara bere, kan içinde. Bir ağacın altına oturdum dinlenmek için. Uyuya kalmışım.
Sabah gözlerimi açtığımda güneş alev alevdi. Kalkıp yürüdüm. Günlerce gittim böyle. Aç, susuz, korku ve acı içinde.
Akşamları karanlık çökünce duruyordum ancak. Öğlenleri bir ağacın altında kestiriyordum.
Böyle bir kestirme anında hafif bir ses duydum. Gözlerimi açınca bir aslanla burun buruna geldim. Ayağa kalkmaya çalıştım. Ama günlerce tek lokma girmemişti mideme; gücüm kalmamıştı. Dizlerim zangır zangır etti, sonra bükülüverdi. Sırtım acımasız Afrika sıcağından beni koruyan ağaca dayalı, yığıla kaldım. Çöldeki yolculuğum sona ermişti. Korku içinde ölümü beklemeye başladım.
“Gel al!” dedim aslana. “Ben hazırım.”
Kocaman kedi, gözlerimin içine baktı bi süre. Ben de onun gözlerinin içine. Sonra yalana yalana önümde volta atmaya başladı. Süzülür gibi, narin, duyarlı. Her an üstüme atılabilirdi.
Ama bırakıp gitti. Bir gıdımcık ettim yani; yemeye değmezdim.
Aslanın beni öldürmediğini görünce Rabbimin benim hakkımdaki hükmü farklı diye düşündüm. Her halde yaşamamı istiyor.
“Ne bekliyorsun benden?” dedim ayağa kalkmaya yeltenerek. “Nolur yol göster.”
ÇÖL ÇİÇEKLERİ
Kaçmadan önce yaşantımda yalnızca evim ve doğa vardı. Çoğu Somali halkı gibi kırda yaşıyor; sığır, koyun ve keçi besliyorduk. Deve sütüyle geçiniyorduk. Gıdamız da suyumuz da süttü. Çünkü su yoktu. Kahvaltımız, akşam yemeğimiz süttü.
Sabah gün doğarken kalkıyorduk. İlk işimiz ahırlardaki sağımdı. Hayvanlar gece kaçmasın diye bir de yolumuzun üstündeki çalı çımkıyı toplayıp çitleri onarırdık.
Hayvanlarımızı süt için ve alış veriş için besliyorduk. Küçücük bir kızdım ama 60-70 baş koyun ve keçiyi çölde ben güderdim. Uzun bir değneğim vardı. Hayvanlarıma yön vermek için şarkı da söylerdim.
Otlak herkesin malıydı. Onun için ot en çok nerde varsa oraya giderdim.
Yırtıcı hayvanlara karşi gözümü dört açardım. Özellikle sırtlanlar çok sinsiydi. Kuzularımı kapıp kaçarlardı. Aslanlar sürü halinde avlanıyordu. Oysa ben tek başımaydım.
Ailemdeki herkes gibi tam yaşımı bilmezdim. Tahmin ederdim ancak. Zamanı mevsimler ve güneş belirlerdi. Güneşle yatar, güneşle kalkardık. Nerde yağış var oraya giderdik.
Evimiz ot çatılı, çerçöpten, çadırımsı bir kulübeydi. İki metre çapında. Göç zamanı sökerdik onu; develere yükleyip yollara düşerdik. Su ve yeşilliği olan bir yer bulunca bir daha kurardık.
Sütümüzü korduk kulübemize; bir de kavurucu öğle sıcağından oraya sığınırdık.
Gece dışarda yıldızların altında yatardık. Bir hasırın üstünde kucak kucağa uyurduk. Babam bize göz kulak olmak için biraz ötede yatardı.
Çok yakışıklıydı. Aşağı yukarı bir seksen boyunda, sırım gibi. Annem daha da kilosuzdu. Çok güzeldi. Sanki kara mermerden yapılmış Modigliani heykeli gibi pürüzsüz bir yüzü vardı.
Sakindi, cok sakin. Ama ağzını bir açtı mı küçücük, aptal şakalarıyla bizi kırar geçirirdi.
Mogadişu’da büyümüş anam. Zengin ve nüfuzlu bir ailesi varmış. Babamsa hep çöllerde sürütmüş. Anamla evlenmek isteyince annennem “Dünyada olmaz!” diye kestirip atmış. Ama annem 16 yaşına girince yine de babama kaçıp onunla evlenmiş.
Annem beni AVDOHOL diye sevgiyle çağırırdı; “Küçük Ağız” demek. Ama adım Waris’ti: Çöl Çiçeği.
Benim ülkemde bazan aylarca bir damla yağış olmaz. O yüzden çok az canlı ayakta kalabilir. Ama bir de yağdı mı bardaktan boşanır gibi yağar. İşte o zaman her yeri pırıl pırıl sarı-turuncu çöl çiçekleri kaplar.
Doğanın bir mucizesidir.
Devamı www.hasanakcay.net te: http://www.hasanakcay.net/?p=33
__________________ hasanakcay.net
allahindini.net
|