Malum, Kur’an’da geçmiş çağlardan bahseden “kıssalar” var.
Bunlar Kur’an’ın neredeyse 3/2’sini oluşturuyor. Mesela Enbiya,
Kasas, Yusuf vb. sureler tümüyle, diğerleri de kısmen bunlardan
oluşuyor.
Peki, bu kıssalarda ne anlatılıyor?
***
Şu ana kadar bu konuda iki yol izlendi.
1- Bunların her biri birer mucizedir. Bir
defalığına ve o peygambere mahsus olmak üzere olmuş bitmiştir. Tabiatın
işleyişine bir anlık bir ilahî müdahele ve işleyişi tersine çevirmedir.
3- Bunların her biri birer masaldır. Yani Arap halk hikayeleridir. Kur’an bunları mesaj vermek için kullanmış, gerçekte öyle olup olmadıklarıyla ilgilenmemiştir.
Kanaatimce, her iki halde de Kur’an’ın evrensel söylemi, belirli bir zamana ve mekana gömülmüş oluyor. Yani akıp geldiği tarihten, hayattan ve tabiattan koparılmış oluyor. Çünkü artık bugün öyle mucizeler olmamakta ve de başka milletler birbirine o masalları anlatmamaktadır.
Böyle söylediğimizde iki kesim birden tepki gösteriyor ve diyor ki:
1- Mucizeleri aklîleştiriyorsun. Oysa her şey akla uygun olmak
zorunda değil. Elimizde inanacak bir şey kalmadı. Halbuki din
olağanüstülük, kutsallık, sır ve gizemdir, binaenaleyh din elden
gidiyor!
2- Masalları gerçek
sanıyorsun. Bunlar yaşanmış olaylar değil; Arap halk hikayeleri…
Bunları gerçekten yaşanmış tarihi olaylar sanıp nasıl olduğunu
açıklamaya çalışmak beyhude bir uğraştır. Aslolan bu kıssalardan
çıkarılacak hisselerdir. Din kıssa değil; hissedir. Binaenaleyh kıssayı
bırak hisseye bak!
Bende diyorum ki: Kur’an kıssaları mucize veya masal değildir. Ne
mucize ne de masal Kur’an kavramı değil. Kur’an, tarihi bu iki kavram
üzerinden ele almıyor. Bunlar adı üzerinde birer “kıssa”dır…
Peki nedir kıssa?
Mucizeden ve masaldan farkı ne?
Kıssa: Geçmişteki bir olayı “dengi” ile anlatmak demek. Çünkü kıssa “denk olan şey” anlamındadır; kısas, takas, makas gibi…
Mucize: Geçmişteki bir olayı olağanüstülük katarak,
menkibeleştirerek, kahramanlık destanına dönüştürerek, denkliğini
bozarak anlatmak demek. Kayadan deve çıkarma mucizesi, asayı yılana
çevirme mucizesi, balığın karnına girme mucizesi, ateşte yanmama
mucizesi gibi…
Masal: Geçmişte yaşanmadığı halde, sırf masal, öyle olduğunu
farzetme, kurgu, hayal mahsulü olan demek. Alaaddin’in sihirli lambası,
uçan halı, yedi başlı ejderha masalları gibi…
***
Şimdi…
“Kur’an mucize veya masal değil; kıssa anlatıyor.”
dediğimizde ne demek istediğimizi uygulamalı dört örnek üzerinden
anlatalım. Örneğin bunlar İbrahim, Musa, Süleyman ve İsa kıssaları
olsun. (Kur’an’da geçen 14’ü peygamber, 10’u da tarihsel kişi ve olay
olmak üzere 24 kıssayı burada tek tek ele almam mümkün değil.)
Zira bu yazıda amacım Kur’an kıssalarını baştan aşağı anlatmak değil; mucize, masal
ve kıssa arasıdaki farkın ne olduğunu gösterebilmektir. Bu bize diğer
tüm kıssaları anlamada temel ölçü ve yöntemin ne olması gerektiğini
verecektir.
***
Örnek 1: Hz. İbrahim’in ateşten kurtulması.
Mucize: (der ki) İbrahim ateşe atıldı fakat ateş onu yakmadı. Allah’ın mucizesi tam zamanında yetişerek ateşe “İbrahim’e karşı serin ve selamette ol” dedi ve İbrahim böylece ateşten kurtuldu.
Masal: (der ki) Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde İbrahim’i
yakmayan bir ateş varmış. Yedi kat odun yığmışlar, yedi yerden ateşe
vermişler ve yedi saat durmadan yakmışlar. Karıncalar İbrahim’e yedi
yerden su taşımış; “Söndüremesem bile o yolda ölürüm” demiş. Derken
yedi gün yedi gece yağmur yağmış ve ateş gül bahçesine dönmüş. Ya, işte
böyle evlat, İbrahim ermiş muradına biz çıkalım kerevetine….
Kıssa: (der ki) İbrahim’i ateşte yakmak istediler. “Yakın şunu” (21/69) demekten başka bir şey yapamadılar. İbrahim ise “Size selam eder, Rabbimin uğrunda sizi bırakır giderim ”
(37/100, 19/47-49) diyerek Babil İmparatorluğu’nun beşkenti Ur şehrini
terk etti. Böylece, Salih’in, Hud’un ve çok sonları da Muhammed’in
(yatağına Ali’yi bırakarak) şehri terketmesi gibi, İbrahim de şehri
terk ederek ateşten (yakılarak idam!) kurtuldu. Yaktıkları ateş de
orada öylece söndü gitti; “Ateşe serin ol dedik, selam olsun İbrahim’e!” (21/69).
***
Örnek 2: Musa’nın asayı yılana çevirmesi
Mucize: (der ki) Musa Firavun’un karşısına çıktı. Sihirbazlar
değneklerini yere attılar ve hepsi birer yılan oldu. Musa ne yapacağını
şaşırınca Allah “Sende at, korkma” dedi. Musa asasını atınca birden
daha büyük yılan oldu ve sihirbazlarınkini yuttu. Allah’ın mucizesi tam
zamanında yetişerek Musa’ya yardım etti. Sihirbazların hepsi imana
geldi ve toptan Allah’a secde etti.
Masal: (der ki) Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde asaları
yılana çeviren Musa adında bir peygamber varmış. Çok ulu bir zatmış.
Günlerden bir gün sihirbazların karşısına çıkmış. Sihirbazlar
değneklerini yere atıp yılana çevirince, o da asasını atmış. Tek başına
yedi yılanı yedi saniye içinde yutuvermiş. Sihirbazlar yedi defa
secdeye kapanmış, Firavun yedi gün yedi gece sarayından çıkamamış. Ya,
işte böyle evlat, Musa ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…
Kıssa: (der ki) Firavunlar, Mısır’da sihirbazlık tekniğini kullanarak sır, gizem ve büyüye dayalı akıl dışı (gayr-ı reşid)
bir yönetim kurmuşlardı. Sihirbazlar, dönemin yüksek teknokratları ve
kimyagerleri olarak Firavun’a bu yolla hizmet ediyor ve halkı
yaptıkları büyülerle korkutuyorlardı. “Firavun’a itaat etmezseniz, sizi
de bu şekilde böcek yaparız” diye asayı yılana çevirme gösterileri
yapıyorlardı. Kurutulmuş bağırsağın içine civa dolduruyorlar, yılan
şeklinde boyuyorlar, sıcak yere atınca birden hareket ediyor ve yılan
gibi görünüyordu. Halk da cehaletinden bunların tanrı tarafından onlara
verilmiş çok özel bilgeler olduğunu sanıyordu. Bu korkuyla sihirbazları
kutsuyor, Firavun’a da tanrı diyerek tapınıyorlardı… Musa işte bu
düzeni deşifre etti. Bunun özel tanrı bilgisi olmadığını, sıradan bir
sihirbazlık numarası olduğunu, fakat halkın bunu bilmediğini, bunu
öğrenmesi için herkesin toplandığı bir yerde bunun böyle olduğunu
göstereceğini söyleyerek meydan okudu. Ve gerçekten de öyle olduğunu
gösterdi. Çünkü kendisi bunu daha önce “İnsanoğluna eşyaya isim verme”
(öğrenme) yeteneği sayesinde öğrenmişti. Allah’ın Musa’ya apaçık
ayetlerini vermesi bu demekti… Sihirbazlar kendi yaptıklarını Musa’nın
da yaptığını görünce hayretler içinde kaldılar ve bütün karizmaları
yerle bir oldu. Halkın gözünden düştüler, sahtekarlıkları ortaya çıktı,
umutları boşa gitti. O gün rezil oldular ve Musa’nın o atışı bütün
umutlarını, beklentilerini, hayallerini yedi yuttu.
***
Örnek 3: Süleymanın cinleri, kuşları, karıncaları
Mucize: (der ki) Hz. Süleyman Allah’ın izni ile kuşlarla,
karıncalarla konuşurdu. Cinlerden askerleri vardı, onları mabet
yapımında çalıştırmıştı. Cinlerden bir ifrite Belkıs’ın tahtını göz
açıp kapayıncaya kadar (ışınlama!) yoluyla bir kaç saniyede
getirtmişti. Allah, Süleyman’a herkesi hayretlerde bırakan daha nice
mucizeler vermişti. O muhteşem mülke böyle böyle sahip olmuştu.
Masal: (der ki) Bir varmış bir yokmuş, zamanın behrinde bir Süleyman
peygamber varmış. Mülkü öyle büyük öyle büyükmüş ki emrine cinler,
periler, kuşlar, karıncalar girmiş. Rüzgarlı gemileri denizde
yürütürmüş. Atlarla hasbihal edermiş. Sarayı yedi kat göğe değer hale
gelmiş. Altı yüz cariyesi varmış. Günlerden bir gün, bir cin dayandığı
bastonuna dokununca düşmüş ve öldüğü öyle anlaşılmış… Ya, işte böyle
evlat, neyse, ben kalkayım artık, gerisini sonra anlatırım. Süleyman
ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…
Kıssa: (der ki) Süleyman merkezi Kudüs olan bir devlet kurmuştu. Böylece bölgeyi bir adalet ve barış yurdu (Daru’s-Selam) haline getirmiş ve bunun için Kudüs’e bu anlamda Jerusalem
denmişti. Güneyde Sebeliler (karıncalar), kuzeyde Hititler (kuşlar),
doğuda Babilliler (cinler/periler) ve batıda Fenikeliler (yelkenli gemi
ve rüzgarlar) emrine girmişti. Çünkü bu devletler o dönemde böyle
anılır ve bilinirlerdi. Onlarla çeşitli zamanlarda temaslarda bulunmuş
ve konuşmalar yapmıştı. Sebe Kraliçesini ülkesine davet etti. Göz açıp
kapayıncaya kadar (çok kısa bir sürede) onun tahtının bir benzerini
yaptırttı. Tahtın, krallığın, debdebenin değil; asıl daha başka
şeylerin insan hayatındaki önemini ona göstermek istedi. Kraliçeyi
Allah’ın dinine davet etti ve Müslüman olmasına vesile oldu. Böylece
dünyanın başına dünyada gözü olmayan kanaatkar ruhlu insanların geçmesi
gerektiğinin dersini verdi.
***
Örnek 4: İsa’nın göğe çekilmesi
Mucize: (der ki) Yahudiler Hz. İsa’yı çarmıha germek istediler.
Fakat onu değil onun bir benzerini çarmıha gerdiler. Çünkü Allah onları
şaşırtmış, onun yerine başkasını İsa sandırtmış ve asıl İsa’yı göğe
çekmişti. Allah’ın mucizesi bu ya, İsa’ya da son anda yetişerek onu
ölümden böyle kurtardı. Şu an Allah’ın yanında sağ olarak bekliyor ve
kıyamete yakın dünyaya tekrar geri dönecektir.
Masal: (der ki) Bir varmış bir yokmuş… Zamanın birinde ölüleri
dirilten, körleri iyileştiren, çamurdan kuş yapan, evinde kimin ne
sakladığını bilen bir İsa peygamber varmış. Günlerden bir gün onu
çarmıha germek istemişler. Havarileri ile otururken askerler onları
yakalamış. Allah orda hemen yeni bir İsa yaratıvermiş. Onun yerine bunu
yakalayıp asmışlar. Gerçek İsa’yı da Allah evin bacasından göğe çekmiş.
Şu anda Tanrı’nın sağ yanında oturuyormuş. Kıyamete yakın dünyaya
bulutların arasından süzülerek gelecek ve Şam’daki beyaz minareli
camiye inecekmiş. Haç’ı kıracak, Deccal’i öldürecek ve zulümle dolmuş
dünyayı adaletle dolduracakmış. Cenab-ı Hak bizleri o güne eriştirsin…
Ya, işte böyle evlat, İsa ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…
Kıssa: (der ki) İsa, Allah’ın evine ticarethaneye, gerçek hayat
dinini tapınak dinine çeviren bezirgan din adamlarına ve onların
efendisi Bizans tiranlarına başkaldıran yiğit bir peygamberdi. Daima
mesel ile konuşurdu. “Ey Tavus kuşu (Kudüs) senin civcivlerini (halkını) toplamak istedim ama beni sevmediler” derdi. Zulüm altında yaşamayı kaderleri bilen halkına “Uyanın!
Size yepyeni bir gelecek çizeceğim (çamurdan bir kuş yapacağım) ve
Allah’ın vahyine yüreklerinize üfleyeceğim ve onunla yepyeni bir hayata
başlayacaksınız. Üzerinize serpilmişi ölü toprağını kaldıracak,
Allah’ın ayetlerini körelmiş gözlere gösterecek, sağırlaşmış kulaklara
dinleteceğim. Artık hiçbir şey gizli kalmayacak, bütün gerçekleri
ortaya dökeceğim (evinizde biriktirdiklerinizi haber vereceğim). Ben şu
engerek soyunun (tapınak taciri din adamlarının) sırtınıza yüklediği
ağır yükleri kaldırmaya, vurulduğunuz zincirlerden sizleri kurtamaya
geldim. Benden öncekilerin yolunu sürdürmeye, benden sonrakilerin
müjdesini (bu davanın ilelebet süreceğini, bitmeyeceğini) haber vermeye
geldim.” derdi. Fakat “engerek soyu” Bizansla işbirliği yaparak onu
yok etmek istedi. Mahkeme kurup yargıladılar ve Babil’in asilere
verdiği ceza olan ateşte yakarak idam gibi, İsa’yı da Bizans’ın asilere
verdiği ceza olan çarmıha germe ile cezalandırdılar. Acılar içinde
ellerine ayaklarına çiviler çakılmış halde çarmıhta son nefesini verdi.
Fakat şunu bilmiyorlar ki onu gerçekte öldürmediler, asmadılar, öyle
olduğunu sandılar. Allah ona çok yüce, çok yüksek bir paye verdi çünkü şehitler ölmez!
Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Gerçekte onlar yaşıyor,
fakat siz bunun farkında değilsiniz (2/154). Bütün şehitler Allah’ın
katına yükselir ve Allah onları kendi katından rızıklarla yaşatır…
***
Bu dört örnek mucize, masal ve kıssa arasında ne gibi fark olduğunu göstermeye sanırım yeter.
Demek ki mucize olmuş olaya olmamışlık katma (menkibeştirme), masal
hiç olmamışlık (esatirleştirme), kıssa da olmuş olayın dengi ile
anlatımı demek oluyor.
Bu denkliği, abartıp menkibeleştirerek veya kurgulayıp
esatirleştirerek değil; tarihten, hayattan ve tabiattan dengini yani
karşılığını, delilini, verisini göstererek yapıyorsunuz.
Çünkü mucize ve masal anlatıları bu kıssaları tarihten, hayattan ve
tabiattan koparmış durumda. Bu halleriyle günümüz tarihinin oluşumunda,
toplumsal hayatında ve canlı tabiatında bir karşılıkları yoktur. Bu
nedenle de yaşayan örnek olmaları mümkün değildir. Sadece mucize veya
masal oluyorlar, o kadar.
Fakat birde “kıssa” olarak okuyalım bakalım. Kur’an’ın çağları delip elen evrensel mesajını asıl o zaman anlayacağız.
Yukarıda “Mucize (der ki)” veya “Masal (der ki)” formunda verdiğimiz yerleri bugüne getirin, hiçbir karşılığını bulamazsanız.
Fakat “Kıssa (der ki)” diye anlattığımız yerleri bugüne getirin,
olayın zamanı, mekanı ve aktörleri değişmek suretiyle devam ettiğini
göreceksiniz.
Öyle ya put heykellerine tapınan, bunları karşı çıkanı ateşlerde
yakmak, darağaçlarında sallandırmak isteyen Nemrud düzenleri hala yok
mu? Bunlardan kurtulmak için nice muvahhidler ülkelerinden hala hicret
etmiyor mu? Firavun saraylarının destekçisi tekrokratlar, kimyagerler,
fizikçiler, atom mühendisleri yok mu? Onlar bilimin gücünü kullanarak
halkları korkutup ülkelere bomba atmıyor mu? Karşı gelen olursa 15
saniye içinde 250 bin kişiyi, asayı yılana çevirir gibi, savrulmuş
böceğe hala çevirmiyor mu? Bugünde Süleymanın yaşadığı bölge (Ortadoğu)
adalet ve barış yurduna hala muhtaç değil mi? Aslanlar, kaplanlar,
sırtlanlar, kartallar, ayılar bölgeye hala üşüşmüyor mu? Bugün de tacir
din adamları Roma’nın torunlarıyla işbirliği yapmıyor mu? Allah’ın
evini ticarethaneye, Allah’ın yolunu tapınak dinine çevirmiyorlar mı?
Kendilerine karşı geleni hala aforoz etmiyorlar mı? Allah yolunda
öldürenler bugünde “Şehitler ölmez!” nidaları arasında hala
defnedilmiyor mu? Bütün şehitler hala Allah’a yükselmiyor mu?
İşte bu “Yaşayan Kur’an”dır. Diğerleri ise ölü Kur’an…
Bu noktada yapmaya çalıştığım iş, Kur’an kıssalarını mucize ve masal
formundan çıkarıp, akıp gelen tarih, hayat ve tabiat ortamına çekmek ve
orada denkleştirmek yani anlaşır hale gelmelerini sağlamaktan ibarettir
ki ilk indikleri dönemde de böyleydi. İlk indikleri dönemde de mucize
ve masal olarak aşiret evlerinde, yaşlı Arap şeyhleri tarafından
anlatılıp duruyordu. Arap muhayyilesi bu kıssaları birer mucize ve
masala dönüştürmüştü. Fakat Kur’an onları “kıssa” olarak yeniden
anlattı. Onlar kafalarındaki mucizeleşmiş veya masallaşmış şeklin
onaylandığını sandılar. Hala da öyle…
Dahası Araplardan Müslümanlığı seçen diğer milletlere de geçti.
Onlar da eski dinlerinden bir çok şey kattı. Bir tür Cahiliye-İslam,
Mecusi-İslam, Şaman-İslam sentezi oluştu. Kıssalar, bu eski dinlerin
mucize ve masal formları arasında tanınmaz hale geldi.
Bugün Müslüman zihin Kur’an’ın kıssa olarak anlattığının değil; eski
dinlerin mucize veya masal olarak algıladıklarının etkisi altında. Hala
“kıssa” olarak algılanmış değil…
Ama bir gün kıssa, mucize veya masalı yenecek, Kur’an’ın evrensel
mesajı gömülüp kaldığı Arap/Fars/Türk toprağından, tüm insanlığa
açılacak, onun bir Arap/Fars/Türk dini değil insanlık dini olduğu
herkesçe görülecektir.
Bugün Meksika’da, Çin’de, Mançurya’da, Rusya’da, Arjantin’de,
Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da karşılığı olmayan bir din, evrensel bir
din olamaz, hele insanlık dini hiç olamaz.
Dininizi doğduğu topraklara, doğduğu zamana ve doğduğu mekana
gömülüp gitmekten kurtarın. Mucizelerle ve masallarla avunmayı bırakın.
En esaslı gaybî dinamik olan “Allah’a ve ahirete iman” çökünce böyle mucizelere tutunursunuz. Halbuki bu Yahudi imanı değil miydi? En esaslı gelecek haberi olan “inzar”
dan (ölüm, afet ve kıyameti haber verme) bihaber olunca böyle
kehanetlere (İsa gelecek, mehdi çıkacak, hurûfîlik, cifr, şifre,
19’culuk vs.) sarılırsınız. Halbuki bu Hristıyan imanı değil miydi?
Allah’a sanki görmüşçesine (ihsan), ahirete de sanki gidip gelmişcesine (yakîn) imanı beceremeyince böyle mucizeden, masaldan, sırdan, tılsımdan, cifrden, şifreden, gizemden medet umar hale gelirsiniz…
Hani nerede Müslüman imanı?
Hani nerede gerçek hayat kıssaları?
Recep İhsan ELİAÇIK