atilla bozkurt Yeni Uye
Katılma Tarihi: 03 nisan 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 8
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KUR’AN OKUMAK
Bir müslümandaki bütün güzelliklerin gerçek kaynağı İslam’dır. İnsanlığın temel değerlerinden olan, sevgi, iyilik, yardım, mertlik, cesaret, acıma, sevindirme ve benzeri sayısızca güzel duygu, düşünce ve eylemin kaynağı dini öğretilerdir. Bu öğretilerin en olgunlaşmış hali ise, İslam kaynaklıdır. Yalan söylemenin, haksız mal elde etmenin, başkasının namusuna kötü gözle bakmanın, cimrilik etmenin, ihanetin, insanın canına kıymanın, fitne çıkarmanın günah olduğunu İslam söylemektedir ve benzeri sayısızca kötülüğü yasaklayıp, yerine doğruluk, dürüstlük, mertlik ve insanların genel değerleri olan sayısızca güzelliği ikame eden yine İslam’dır. Müslüman bir kişilik bu özelliklerle olgunlaştıkça, kişiliğindeki güzellikler belirginleşir. Tarihte topluma mal olmuş birçok önemli Müslüman şahsiyette, bu özellikler belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı uzun zamanların sonrasında bile, onların kişilikleri, düşünceleri, hayatı ve ilkeleri bütün insanlar tarafında kabul görmüştür. Olgunlaşma ve tekâmül yolunda ilerledikçe, insanların hayrına olan güzel oluşumlar ortaya çıkar. Topluma yansıyan bu güzelliklerin asıl kaynağı da yine İslam’dır. Toplumda eğer bunun yansımaları hissedilmiyorsa, kesinlikle Müslümanlarda bir sorun vardır. Şekilcilik üzerine bina ettikleri Müslümanlıklarının gerisinde, kendi nefsanî özellikleri olaya hâkimdir. İnandığı gibi yaşamaktan kaçınan toplum, zamanla, yaşadığı gibi inanma sürecine sürüklenmiştir.
Dolayısıyla, topluma yansıyan İslam değil, insanların kendi egoları, ihtirasları, bağnazlıkları, adaletsizlikleridir. Bazı kesimden gelen dinin gelişmenin önünü kestiği şeklindeki itirazlar da, bilgisizliğe dayanmaktadır. Şöyle ki, eğer bu güzellikler topluma yansımıyorsa o zaman din değil, İslam kimliğiyle tanınan kişilerde sorun vardır.
Geçmişten beri, İslam’ın insanları uyuşturduğu şeklinde özellikle sol düşüncede yanlış bir yargı vardır. Biraz da Sovyet ideolojisinden kaynaklanan düşüncenin etkisiyle, uzun yıllar bu kanaat/tez ortaya konmuş ve Müslümanların yanlış tavırlarından dolayı bir nevi İslam’a düşmanlık yapılmıştır. Kendi toplumlarını inkâr ederek, çürümenin, pörsümenin, yozlaşmanın, yabancılaşmanın, farklılaşmanın, toplumu ayakta tutan değerlerden kopmanın yolu açılmaya çalışılmıştır. Toplumda doğru bilgilendirme yapılmadığı gerçeğiyle birlikte, buna ithal düşüncelerin yol açtığını bugün daha iyi anlıyoruz.
Bizim toplumumuzda yanlış bir gelenek olarak, düşünen, düşünce öreten aydınlarımız Kur’an’ı okuma zahmetine katlanmazlar, avam ise duymuş olduklarıyla yetinir veya Kur’an’ı yüzünden okumayı gelenek haline getirmiştir. Zira bu onların kolayına gelir. Avam olmayan kesim, dini kendi nefsanî isteklerinin önünde bir engel olarak gördüğünden, ısrarla Kur’an’dan kaçmaktadır. İslam olduğu zaman, onun içkisine, fesadına, şeytani arzularına gem vurmasını isteyecektir. İçinde bulunduğu fesat ortamında böyle bir direnç gösteremeyeceğini hesaba katarak ısrarla dinden uzak durmak kolayına geliyor. Avam ise geleneksel dini anlayışıyla, kendisini anlayışının kabuğuna hapsetmiştir ve buradan çıkmayı da istememektedir. Durum böyle olunca da, vahyin insanlara sunmaya çalıştığı değerlerin toplumda farklı yansımalar yapmasına fırsat tanınmaktadır. Vahiy, İslam’ın sahih bir şekilde hayata yansıması durumunda, sorunların büyük oranda çözüme kavuşacağını bildiriyor. Bunu bize Kur’an öğretiyor. Biz ise, Kur’an’ın öğretisinin hayata yansımasından kaçınıyoruz. Kur’an bize mutluluğun, mükemmele ulaşmanın yollarını gösteriyor. Ama bizi Kur’an okumuyoruz.
Kuşkusuz bütün dinlerin geçmişlerinde, topluma yanlış yansımalardan dolayı korkunç hatalar yaşanmış ve bu sapmaların adına din denilmiştir. Yanlış anlamanın ve uygulamanın neticesinde sapmalar, adaletsizlikler yaşandığını tarih doğrulamaktadır. İnsanların kemal ve mutluluk sürecinde belirleyici bir kitap olan Kuran, kimi dönemlerde cahil Müslümanlar veya İslam düşmanları tarafından gerçek güzergâhından saptırıldı. Mezarlıklarda, yas toplantılarında okunan bir kitap haline getirilmeye çalışıldı. Birçok süreçte, Müslümanlar bu hatalardan dolayı güç kaybetmiş ve kimi zaman tarihin sahnesinde iktidarını başka güçlere devretme zorunda kalmışlardır. Aydınların, din adamlarının veya toplulukların dar bakış açılarına sıkıştırmak istedikleri din, bu yoğun saldırılara rağmen hiçbir dönemde gelişmenin önünde engel olmamış. Geçmişte birçok dinin temel kaynağı olan kitapların, din bilginleri tarafından tahrif edilmesine karşılık, Kur’an korunmuştur. Her dönemde yoğun saldırılara muhatap olmuş, hayatın dışında tutulmaya çalışılmıştır. Buna rağmen kendisini en üst seviyede koruyabilmiş, tek dini kaynak Kur’an olmuştur. Saltanatların, art niyetli kimselerin yoğun çalışmasına rağmen vahiy ürünü olan Kur’an sahibi tarafından günümüze kadar korunmuştur. Ne yazık ki, bizim aydınlarımız bunu anlama basireti gösterememişlerdir. Tekâmül ve olgunluktan uzak düşüncelerin ürünü ütopyalar, onlara sadece kendi nefsanî fesat bataklıklarında çürümelerine yol gösterici olmuştur. Dolayısıyla toplumda dinin sahih kaynaklarından anlaşılmasına öncülük edememişlerdir.
Hatta dini hassasiyetlere sahip olmayan bir kısım aydınlar, dinin olduğu yerde bilimin olamayacağını klişeleşmiş bir argüman olarak insanların önüne koymuşlardır. Görünmeyen beyinleriyle, görünmeyen ve gözlenmeyen hiçbir şeyin bilim olamayacağını savunmuşlardır. Tamamen ideolojik bakış açısı olan bu klişenin, bilim kaynaklı olduğunu kimse iddia edemez. Bu tez, sadece din karşısında kendisini izole etmeye yönelik bir iddiadan öteye gitmez. Korku, sevgi, akıl, vicdan, aşk, acıma, üzülmenin bilimsel olduğuna kuşkuları olmayan bu kesimler, dini ayrı bir kategoride değerlendirme bağnazlıklarından vazgeçmezler. Oysa bunun kavramsal gerçeğini inkâr etmek, insan denen varlığın gözle görülmeyen diğer yönünü inkâr etmek anlamına gelmektedir. Bunun kendisi bilim dışılıktır. Çıkışları bilimdışı olanların, çözümleri de bilim dışı olduğundan toplum sorunlardan kurtulamamaktadır. Esasen çözüm üretme, kabiliyetinden yoksundurlar.
Saltanat ve saptırmalara rağmen geçmiş dönemlerdeki yönetimlerin büyük bir bölümünde İslam kısmen uygulanmış, ancak İslami kişilikleri olgunlaşmamış kimselerin yönetiminden dolayı kalıcı neticeler vermemiştir. Buna rağmen, Müslümanların ilmi alanlarda yapmış oldukları çalışmalar, bugün bile hayranlıkla izleniyor. “Dindarlar bilimden ne anlar diyenler” Abbasi, Emevi, Endülüs, Osmanlı dönemlerinde bütün alanlardaki ilmi birikimleri çok iyi incelemesi gerekmez mi? Toplumun geleneksel motifler bile taşısa sahip olduğu değerleri basite almak, bilim dışılıktır aslında.
Dini değerlere Darvin’in köhnemiş, çürümüş tezleriyle karşı koymak bilim dışılıktır. Kur’an’ı okumadan, anlamadan kaba ve pozitivist bir düşünceyle saldırgan bir konum benimsemek, insanın kendisini inkâr etmekten başka bir fayda sağlamaz.
Aslında gerçekler, entelektüel bir seviyeye ulaşmadan da anlaşılacak kadar basit. Aydınlar Kur’an’ı okurlarsa, sorunun dinden değil de insanlardan kaynaklandığını rahatlıkla anlayacaklardır. İnsan düşüncelerini olgunlaştırdığı kaynaktan emin olduğunda, farklı bir düşüncenin olabileceğine inanmak istemez. Kendi tezini çürütecek, başka tezlerin varlığını hiçbir şekilde kabul edemez. Diğer bir sorun da bu. Aydınlarımızın temel çıkmazlarından biri de budur.
Öte yandan İslam’ı bilim dışı gösterme iddiasında olanlar başarısız kaldıklarında, onun bir savaş ve kılıç dini olduğun öne sürerler. Oysa İslam’ın başlangıcındaki olaylara, tarihi seyre ve toplumun yapısına bakacak olurlarsa olayın, onlarının anladığından çok daha farklı olduğunu göreceklerdir. Kur’an’a art niyetli yaklaşmadıkları taktirde, Müslümanların yurtlarından çıkarılmalarına ve saldırıya uğramalarına karşılık, bir nevi savunma savaşı önerdiğini Bakara suresinin ilgili ayetlerinden rahatlıkla öğrenebilirler. Savaşa katılmayanlara ve teslim olanlara karşı takınılması gereken tutumu da Kur’an net bir şekilde ifade ediyor. Bunun örneğini, Kabe’nin fethinde görmekteyiz. İnsan öldürmenin, işkence yapmanın, keyfi tutsaklıkların, şiddetin ve anarşinin İslam’la bağdaşmadığını din bize öğretiyor. “Kim bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir ve kim bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur” öğretisi yine İslam’dan kaynaklanıyor. Saldırı esnasında bile, adalet ve vicdan sınırları içerisinde mukabeleyi emrediyor. Müşriklerin de, onların takipçisi ideolojilerin de insan varlığına nasıl saygılı oldukları ortada. İnsanlığın çektiği acının kaynağı onların ideolojileridir. Kısacası, din güzeli önerir. İnsan bu emirlere uyarsa, kendisinde ve toplumda güzelliklerin boyutunun giderek artığını görecektir.
Müslümanlar, Kur’an ve İslam’a düşman olanların karanlık emeller peşinde olduğunu iyi bilmelidirler. Onlar menfur emellerinden dolayı İslam’a art niyetli yaklaşmaktadırlar. Vahyin ruhuna uygun bir yaşama, anlama ve düşünme tarzı insanlığın huzur bulmasının yollarını açacaktır. İslam, kişilerin düşünce, duygu ve menfaatlerine hizmet etmekten çıkarılıp, gerçek amacına uygun bir sürece sürüklenebilirse ve her Müslüman benim İslam’ım en doğru olanı demekten kurtulabilirse, insanlığın kurtuluşunun kapıları açılmış olur.
Selam ile.
__________________ düşünmez misiniz?
|