Yazanlarda |
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İNSANIN ÜÇ TANRISI
Hıristiyanların Tanrıyı üçlemesine haklı olarak şirk diyen “Müslüman”(!) çoğunluğun kaç tanrısı vardır ?
“La ilahe illallah” demekle tevhide yönelmiş olur muyuz ?
Bu yazıda, insanın üç gizli tanrısına değineceğiz.
“Tanrı” veya “İlah” deyince, gökyüzünde oturan, kızan, öfkelenen, sevinen, darılan, ara sıra insanlara vahyedip sonra istirahate çekilen “insanımsı” vasıflarla donanmış bir “şey”i tasavvur edenler için zor bir konu bu…
Çünkü, kendilerinin bilerek veya bilmeyerek “kulluk” ettikleri ve yukarıdaki tanıma hiç uymayan üç gizli tanrıdan bahsedeceğiz.
Sonra, şirk ve müşriklik denildiğinde “heykellerin” önünde tapınmayı anlayanlar için de zor bir konu. Çünkü, O yüce Yaratıcının var kıldığı hiçbir insan durduk yere bir taş parçasına tapacak kadar “salak” değildir. Müşrikler, başka bir gezegenin “zeka özürlü” varlıkları olmadıklarına göre, apaçık gerçeği görmezden gelmelerine sebep teşkil eden şey, heykellerin sanatsal yapılarından başka bir şey olmalıdır.
Bu yazıda bir çok insanın kendisine sormaktan bile korktuğu şu soruya da cevap arayacağız: İnsan, Allah’a inanıp birlese Allah’a ne fayda, bunu yapmasa Allah’a ne zarar var ? Tanrıyı birlemenin, tevhidin kime ne faydası var ?
Varlık alemine karşı, 5 N 1K (Kim, nerede, ne zaman, ne ile, nasıl, neden) sorularını sorduğunuzda istisnasız olarak şu cevapla karşılaşırsınız.
Hiçbir şey sebepsiz / boş yere yaratılmış değildir.
Allah’ın yaratışında her şey bir sebebe, bir hikmete dayanır. Her sebep, bir sonuca götürür, ve her sonuç, başka bir sonucun sebebidir.
Sebep-sonuç deveranı, her işe oluşa işlenmiş bir kural, bir kaide, bir kanun, bir sünnettir.
Çünkü, O her şeyi bilen, her şeyden haberdar Yaratıcı’nın hiçbir yaratışı “boşu boşuna / öylesine” hedefsiz, gayesiz olamaz. O, her şeye kadir ve her şeyden aşkındır.
Bu gün “sebepsiz” gördüğümüz / zannettiğimiz bir şey, aslında o şeyin sebepsiz olduğuna değil, bizim o şey hususunda cahil olduğumuza delalet eder.
Hiçbir yaratışı “boşu boşuna” olmayan Rabbin “istekleri” boşu boşuna olur mu ?
Kuran, Rabbin her talebinin “gerekçeleri” ile doludur. O, herhangi bir beşer gibi değildir. Her bir isteğinin gerekçesini açıklayarak nankör ve kibirli insan “gibi” olmadığını ortaya koyar.
Her emrinin ve her yarattığının bir hikmeti, gerekçesi olan Rabbin, yalnız kendisine iman edilmesini istemesindeki hikmet nedir ?
Acaba O, bunu “sırf kendisi” için mi istemektedir, yahut bazı laf cambazlarının dediği gibi O, vaziyeti buna göre yaratmış, insana da sadece O’na iman etmekten başka bir seçenek bırakmamış mıdır ?
İnsanların bir kısmının, Allah’ın isimleri arasında “El-Müstağni” / “Hiçbir şeye muhtaç olmayan, yaratılmışların her hal ve derecesinden uzak” ismini saymakla ve böyle bir Rabbe inandığını beyan etmekle birlikte, açıktan ikrar etsin veya etmesin bazı şeylerin “sırf Allah böyle istediği için” emredilmiş veya yaratılmış olmasına inanması ne yaman bir çelişkidir!
Her ihtiyaç ve “acz / yoksunluk”dan münezzeh, uzak olan Rabbin, bazı şeyleri sırf kendisi için istemiş olması ne gariptir !
“Falanca işi” sırf Allah için yapıyoruz deyip, onun hikmetinden bihaber / ve hatta hikmetsizliğine inanan insanların iddiaları ne garip, ne kötüdür !
“İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.” (Enam,75)
Yerlerin ve göklerin büyük mülkünü temaşa edenler, şu kesin ilme vakıf olacaklardır ki, Rabbin her yaratışı kendisi dışında bir şeyin faydasınadır. Çünkü O, her türlü ihtiyaçtan münezzeh olandır, Müstağni’dir.
O’nun her yaratışı, her olduruşu, her talebi, muhakkak ve muhakkak O’nun eşsiz Zat’ı dışında bir şeye faydası olması içindir.
O halde, Kuran’daki her buyruğu da, hedef alınan faydasına, maksadına göre değerlendirilmelidir.
Peki, sadece O’na inanmanın, bir tek ilaha inanmanın ne faydası olabilir ?
Allah bunu neden istemektedir ?
Dini, “terimlere / kavramlara ” hapsetmiş ezberci düşünce yapımızı bir tarafa bırakarak, terimlerin, kavramların işlevine bakacak olursak, Rabbi birlemenin / tevhidin aslında koşulsuz inanılıp teslim olunan “kutsalı” birlemek olduğunu görürüz.
Kutsal, “Tanrı’dan / Tanrı’nın Kut’undan olan”, tartışılmadan / sorgulanmadan kabul edilen şeydir.
Kutsal olan şey, insanın düşünce sistemini ve işlevini bloke eder. Kutsal’a inanç, sebeplere ve koşullara bağlanmadığından insan algısında “sorgulamaya” kapalıdır. Buradan hareketle, adı / sıfatı / kaynağı Tanrı olsun olmasın, sorgulanmadan kabul edilen, sorgulamaya kapalı tutulan, tabu kılınan şeyin, kutsal, “dogma” olduğunu söyleyebiliriz.
Peki insan her hangi bir şeyi sorgulamaksın “kutsal” / “tartışılmaz” kabul etmeli midir ?
Ortalama bilgi birikimine sahip herhangi bir insana “Kuşlar ne diye yaratılmıştır, onları diğer canlılardan ayıran en bariz özellik nedir” diye sorsanız, “uçmasıdır” yanıtını alırsınız. Bunun gibi balıklar yüzsün diye, arı bal yapsın diye yaratılmıştır.
Temsilen, uçmak kuşların, yüzmek balıkların ayırd edici vasfıdır. Her canlı için bunun gibi yüzlerce vasıf sayabiliriz.
Peki insanın ayırd edici vasfı nedir ?
Kuşları uçsun, balıkları yüzsün diye yaratmış olan O üstün Kudret sahibi Yaratıcı insanı ne için yaratmış olabilir ?
Tüm yaratılmışlar içinde insanın ayırd edici vasfı nedir ?
Alelade sohbetlerimizin övünç kelimesi, övünç cümlesidir “Eşrefi Mahlukat / yaratılmışların en şereflisi” olmak…
Düşünen, irade sahibi varlık olmak.
Kuşların dizi dizi uçmasını “salat / görev / anlaşmanın, ahdin, yaratışın gereğini yerine getirme” olarak tanımlayan Kuran’a göre insan için “düşünmek” de bir görev, bir din / yol, yordam olsa gerektir.
Onun için, “Soru sormak aklın dindarlığıdır” diyor bir söyleyen…
Ne güzel söylüyor…
Uçsun diye yaratılan kuşların uçmaması, yüzsün diye yaratılan balıkların yüzmemesi ne menem bir şeyse, düşünsün, akletsin diye yaratılan insanın düşünmemesi de öyle garip / yaratışa ters bir durumdur.
Peki insan nasıl olur da düşünmez ? Düşünmeyen insan mı olur ?
Bir şeyi sorgulamasız kabul ile ona teslim olan, o şey hakkında düşünmemiş, onu kutsal kabul etmiştir.
İşte tevhit, sorgulamaksızın kabul edilen “kutsal”ı teke, tek kaynağa indirir.
İnsana der ki, “Ey insan, eğer birisinin sözünü sorgulamaksızın doğru kabul edip, ona itaat edeceksen O ancak, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah olmalıdır”
Kutsalı “tek”e indirip, Rabbin buyruğuna kulak verdiğinde ise şunu işitir insan:
“Allah’ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.” (Yunus,100)
Çünkü Allah insanı aklını kullansın diye yaratmıştır. “Tek”e inen Kutsal, onlarca, yüzlerce ayetinde insanı düşünmeye, tefekküre çağırır…
Her emrinin sebebini açıklar, izah eder. Üstü kapalı konuşmaz, apaçık bildirir. Kelamı, öğüt alınması için kolaylaştırır. (Bkz. Kamer, 17,22,32,40) Böyle yaparak, insanın sebep ve sonuç süreçleri hakkında düşünme yeteneğini canlandırır, harekete geçirir, üzerine çöreklenmiş “dogmacı kutsal”dan ibaret “batılı” giderir. Akletmeme sonucunda insanın üzerine yağdırılan pislik, “yağmur yüklü bulutlar”a benzetilen vahiy ile temizlenir. Bedeni diri ama ruhu ölü olan beşer (toprak), yeniden diriltilir. Kuran’ın teşbihi / benzetmeli anlatışına göre, vahiy yağmuru ile bereketlenmiş, aklını işleten insanın misali, yağmuru bol ve her daim meyve veren bir bahçe gibidir.
Şu halde, tevhidin yani “kutsalı –Tek-e indirmenin” faydası, insanın aklını ve vicdanını hür bir biçimde işletmesine engel olan, düşünce süreçlerini bloke eden “öteki ve sahte” tanrıların bertaraf edilmesi, insanın akıl ve vicdanının özgürleştirilmesidir.
“Allâh, (ortak koşanla tek Allah’a inananın durumunu anlatmak için) şöyle bir misâl verdi: Birbiriyle çekişen ortaklara bağlı olan bir adam (yani köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd yalnız Allah’a mahsustur, fakat çokları bilmiyorlar.” (Zümer,29)
Bir kimsenin aklını, düşünme süreçlerini ve vicdanını kısım kısım bloke edip işlemez hale getiren birden fazla efendi, birden fazla sahte tanrı mı, yoksa yalnız kendisine bağlanılan ve insana aklını ve vicdanını işletmesini emrederek onu “hür” kılan, yaratışına / fıtratına uygun davranmaya teşvik eden bir efendi, kudret ve ilim sahibi Yaratan mı ?
“Yaratan, yaratmayana benzer mi? Hiç düşünmüyor musunuz?” (Nahl,17)
“Hal böyleyken, yine de O’nu bırakıp, hiçbir şey yaratmayan, tersine kendileri yaratılmış bulunan; ne kendilerinden bir darlığı uzaklaştıracak ne de kendilerine bir yarar sağlayacak güce sahip olmayan; ne ölüm üzerinde, ne hayat üzerinde, ne de ölümden sonra kalkış üzerinde herhangi bir etkisi bulunmayan birtakım düzmece tanrılara kulluk ediyorlar.” (Furkan,3)
Kim bu düzmece, yaratamayan ve ne oluşta, ne yeniden dirilişte hiçbir söz hakkı bulunmayan sahte tanrılar ?
Heykeller mi ?
Sahi, onca insan, onca nesil sırf “taşlara” olan sevgisinden mi tapındı bunlara ?
Akıl ve idrak sahibi insanı taş parçalarına tapınmaya, onlardan medet ummaya iten sebep nedir ?
İnsanların çoğunun üç gizli tanrısı vardır. Bu üç tanrının yoldan çıkarışından sonra artık tanrıcıkların ardı arkası kesilmez… Taşlı veya taşsız tapınışın esirleridir bu üç sahte tanrının kurbanları…
Bu üç tanrı, buyrukları tartışmasız kabul edilen ve bu suretle “kutsal”ı, “Tanrı’nın Kut’undan olanı” tayin eden, etkisi aşikar, adları gizli güç odaklarıdır.
İnsan kendi başına iken bir başka, “öteki” ile birlikteyken bir başkadır. Her benlik “Amerikayı yeniden keşfetmesin” diye, bir kolaylık, bir nimet olarak sunulan “öteki”ne uyma ve davranışı ötekine göre tanzim etme yeteneği / gerekliliği zaman zaman feci bir akıbete sebep teşkil edebilir.
Doğumumuzdan itibaren öğretici konumunda olan, bir çok hazır davranış modellerini kopyaladığımız “öteki”, bazen aşkın bir nitelik kazanarak bizi kendisinin esiri edebilir.
Grup psikolojisi ve uyma davranışı, üç alanda pek baskındır.
Hazırdaki çoğunluk, gelmiş geçmiş çoğunluk ve otorite / lider…
İnsan aslında hazırdaki çoğunluğa uymakla, hazırdaki çoğunluğun uyduğu gelmiş geçmiş çoğunluğa yani atalara ve yine hazırdaki çoğunluğun uyduğu otoriteye / lidere uymuş olur.
Eğer bu uyma yerini teslimiyete bırakırsa, kendisine uyulan şeyin buyruğu tartışmasız ve mutlak doğru (kutsal) kabul edilirse, artık bu sosyo psikolojik süreç bir din ve bu sürecin ürettiği uyum “kulluk” halini alır.
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.” (Tevbe,31)
Bu ayette açıkça belirtildiği üzere, Yahudiler hamamlarını, Hıristiyanlar rahiplerini rab / tanrı edinmiştir. Hiç birimiz, Yahudileri hahamlarının önünde, Hıristiyanları da rahiplerinin önünde sanki onlar bir tanrı imiş gibi tapındıklarını görmediğimize göre, ya Kuran’ın “tanrı” tanımında ya bizim “tanrı” anlayışımızda bir problem var.
Yahudilerin ve Hıristiyanların din adamları ile olan münasebetlerinin “tanrı-kul” ilişkisi olarak nitelendirilmesinin sebebi, onların din adamlarının her buyruğunu tanrı buyruğu gibi kabul ederek, sorgulamaya kapalı tutmaları, onların helal dediğine helal, haram dediğine haram demeleridir. Kuran, insanın bu tutumunu “kulluk” olarak tanımlamakta, bu eylemle buyruğu tartışılmaz olarak kabul edilen güçleri de “tanrı” olarak tanımlamaktadır. Elbette ki sahte tanrılar…
“Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, “Keşke Allah’a ve Resûl’e itaat edeydik” diyecekler. Yine şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânete uğrat.” (Ahzab,66-68)
O topluluklar için din adamları, dinsel düşünüş sürecinde “otorite”yi temsil etmektedir.
“Otorite” tanrısının meşruiyetini kazanmasında grup psikolojisinin çok büyük etkisi vardır. Güç, insanlara daima cazip gelmiştir ve insanlar güçlünün yanında yer alma eğilimindedir. Otorite’nin sahası “din” ise, bağlılık genellikle “güce” değil, bilgi ve korkuya dayalıdır. İnsan, kendisinden daha çok bilenin bilgisinden istifade etmeye meğillidir. Sosyal psikologlar, grubun “uzmana / otoriteye” uyumunu yıllardan beri çeşitli deneylerle incelemiş ve uzmana / otoriteye uyma eğiliminin insanın akıl ve vicdan dengesini ne boyutlarda alt üst ettiği deneysel olarak da kanıtlanmıştır. (Bkz. Milgram Deneyi)
Otorite sahip olduğu bilgiyi, inanç unsuru olarak tanımlar ve birey bu veriyi “kutsal” kabul ederse, otoriteye, otoritenin buyruğuna itaat bir nevi “ibadet / kulluk” halini alır. Onun için Kuran, bu olguyu “Rab edinme” olarak tanımlamıştır. Bu halde otoritenin buyruğunun dışına çıkmak, “dinsel” bir korku sebebi teşkil eder. Korku, bir zaman sonra tabuya dönüşür.
İnsanın davranışına yön veren diğer bir etken ise, “çoğunluk”tur Gruba uyma eğilimi de insanın düşünme süreçlerini bloke edebilmektedir.
Çoğunluğu iki kategoride ele alabiliriz: Hali hazırdaki çoğunluk, geçmişte kalmış çoğunluk / Atalar…
Kuran, “mistik” bir yapısı bulunduğu için “çoğunluğa” uyma meselesinde ağırlığı “Atalar’a uyma” davranışına vermiş, bu eğilimi çetin bir biçimde eleştirmiştir.
İşte misaller…
“Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun" dendiğinde: "Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!...” (Bakara,170)
“Allahtan başka şeylere ilahlık yakıştırmaya şartlanmış olanlar, "Eğer Allah dileseydi Ondan başkasına ilahlık yakıştırmazdık; atalarımız da (öyle yapmazdı); ve (Onun izin verdiği) hiçbir şeyi de yasaklamazdık" derler. Onlardan önce yaşamış olanlar da böyle yaparak hakikati yalanladılar, ta ki azabımızı tadıncaya kadar! De ki: "Bize sunabileceğiniz (kesin) herhangi bir bilgiye sahip misiniz? Siz sadece (başka insanların) zanlarına uyuyorsunuz ve kendiniz tahminde bulunmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz.” (Enam,148)
“Bir iğrençlik yaptıklarında şöyle derler: "Atalarımızı bu hal üzere bulmuştuk. Yani Allah emretti bize bunu." De ki: "Allah, edepsizliği/iğrençliği emretmez. Allah hakkında, bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?” (Araf,28)
“Şunların kulluk etmekte oldukları şeyler yüzünden bir kuşku içine girme. Daha önce atalarının kulluk ettikleri gibi kulluk ediyorlar, hepsi bu. Biz onların da nasiplerini hiç eksiltmeden elbette vereceğiz.” (Hud,109)
“Mûsâ, onlara delillerimizi apaçık olarak getirince onlar, “Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir. Biz geçmiş atalarımızın zamanında böyle bir şeyin varlığını duymadık” dediler.” (Kasas,36)
“Böylelerine, Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?” (Lokman,21)
“Onlara, Allah'ın indirdiğine ve resule gelin dendiğinde şöyle derler: "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter." Peki, ataları hiçbir şey bilmiyor, doğru yolu bulamıyor idiyseler de mi?” (Maide,104)
“Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka şeyler değildir. Onlar hakkında Allah bir kanıt indirmemiştir. Onlar, sadece sanıya, bir de nefislerin hoşlandığı şeylere uyuyorlar. Yemin olsun, onlara hidayet Rablerinden gelmiştir.” (Necm,23)
“"Sen" dediler, "Ha böyle nasihat etmiş, ha etmemişsin, bize göre hepsi bir. Bizim tuttuğumuz yol, önceki atalarımızın sürüp gelen âdetlerinden başka bir şey değildir. Biz bundan ötürü de cezalandırılacak değiliz!” (Şuara, 136-138)
“O'nun yanında nelere kulluk ediyorsunuz? Sadece bir takım isimlere ki, adlarını siz ve atalarınız koymuştur. Onlar hakkında Allah, hiçbir kanıt indirmemiştir. Hüküm yalnız Allah'ındır. O, yalnız ve yalnız kendisine kulluk etmenizi emretti. Eskimez ve pörsümez din işte budur. Ama insanların çokları bilmiyorlar.” (Yusuf,40)
“Bilakis (şöyle) dediler: «Gerçek biz atalarımızı bir ümmet (bir din) üzerinde bulduk. Biz de hakikaten onların izleri üstünden doğruya erdirilmişleriz.” (Zuhruf,22)
“İşte böyle! Senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek oranın servetle şımarmış kodamanları mutlaka şöyle demişlerdir: "Biz atalarımızı bir ümmet/bir din üzerinde bulduk; onların eserlerine uyarak yol alacağız. Uyarıcı dedi: "Peki, ben size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha iyi yol göstereni getirmiş olsam da mı?" Dediler: "Doğrusu, biz seninle gönderilen şeyi tanımıyoruz.” (Zuhruf,23-24)
“Sonra onların dönüşleri doğrudan doğruya cehennemedir. Çünkü onlar, babalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen, kendileri de hâlâ onların eserleri ardınca koşturuyorlar.” (Saffat, 68-70)
Atalara uymak, insan için “doğru”ya uymak gibidir, güven verir. Bu düşünüş, atalar olarak adlandırdığımız gelmiş – geçmiş çoğunluğun daha tecrübeli, daha bilgili olduğu hususundaki inanışın sonucudur.
Çoğunluk başlı başına insanı yönlendirir. Grup içerisindeki insanların, grubun genel eğilimine uyma davranışı yaşam içerisinde insanlara bir çok faydalar sunmakla birlikte, insanların düşünme yetilerini bloke edip, çoğunluğun eğilimi kutsal gibi algılayarak “tartışılmaz” kıldığında artık faydadan çok zarar doğurur ve düşünmek, sorgulamak ve bu suretle gerçeği aramak için yaratılmış “hür” bireyi “kul” eder.
Otoriteye, atalara ve çoğunluğa körü körüne uymanın mahşerdeki sonucunu anlatan şu sahne çok dramatiktir:
“Allah buyurdu: "Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan topluluklarıyla içiçe, girin bakalım ateşe." Her ümmet girdiğinde, yoldaşına lanet eder. Nihayet, hepsi orada bir araya gelince, sonrakiler öncekiler için şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi bunlar saptırdılar. Ateş azabını bunlara bir kat daha fazla ver." Allah buyurur: "Her biri için bir kat fazlası var, fakat siz bilmezsiniz." (Araf,38)
Burada, atalara, çoğunluğa veya otoriteye uymuş olmanın hiçbir şekilde mazeret teşkil etmediğini görüyoruz. Neden mazeret teşkil etsin ki? Allah, onları bu şikayet edenlere göre hangi vasıfla üstün yaratmıştır ki ? Atalarımıza, yahut şu toplumun çoğunluğuna bizden fazla akıl, bizden duru bir vicdan mı verildi ? Allah’ın yaratmasında hiçbir fark var mı? O halde, onlara “kayıtsız ve şartsız” teslim olmak nasıl olur da bir mazeret teşkil eder ? Yoksa Allah, bize bu imkan ve yetenekleri vermekle “müsriflik” mi etmiş ? Yoksa bizi yaratmasında bir eksiklik mi var ? Onun bize düşünecek bir akıl, görecek gözler, işitecek kulaklar vermesi boşu boşuna mıdır ?
Kuran, insanın şifrelerini / eğilimlerini / kurallarını öğretmektedir. Buna göre, insan için, kendisini aşkın gördüğü ve aklını ve vicdanını birlikte işletme sürecini sabote eden çoğunluk, atalar ve otorite birer rabdir. Kim bunların buyruğuna sorgusuz sualsiz itaat ederek kendini teslim ederse, o hiçbir şeyin dengi gibi olamadığı Yaratıcı’ya şirk / ortak koşmuş olur. Aklı işletmemek, insanı düşünebilmesi için her yetenekle donatan Rabbin yaratışına karşı bir başkaldırıdır.
Bu saydıklarımız, kişinin kendisinden aşkın gördüğü güç kaynaklarının rableştirilmesi idi…
Bir de, insanın kendisini aşkın görerek kendisini rableştirmesi vardır ki, o da bir başka yazının konusu olsun…
Ali Aksoy – 08.04.2009
http://www.aliaksoy.net/2009/04/08/insanin-uc-tanrisi/
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
öğrenci98 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 21 kasim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 432
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam
Ali bey yüreğinize sağlık. Aslında söylenecek pek fazla birşeyde bırakmamışsınız.
Herhalde kilit noktası şuydu yazınızın.
"Doğumumuzdan itibaren öğretici konumunda olan, bir çok hazır davranış modellerini kopyaladığımız “öteki”, bazen aşkın bir nitelik kazanarak bizi kendisinin esiri edebilir.
Grup psikolojisi ve uyma davranışı, üç alanda pek baskındır.
Hazırdaki çoğunluk, gelmiş geçmiş çoğunluk ve otorite / lider…"
Dikkat edecek olurak içinde yaşadığımız toplumun genel kanaati bu doğrultuda. Zaten başımıza ne gelirse hep bu anlayışdan gelmedi mi?
Sözüm ona inancını ve şiddetle savunduğunu net delilleriyle birlikte mantıklı bir izahıda yapamayınca hemen bu anlayışı sergileyip çoğunluğun izlediği bu kalıbı delil olarak karşımıza getirmektedir.
Onun için Kur'an mesajının bütününde çoğunluk anlayışının yerildiği, hemde hep yanlış olarak tanımlandığı gerçeğiyle karşılaşmaktayız. Sanki sihirli bir kelimeymiş gibi hep karşımıza çıkan "ekser" kelimesi ne ilginç.
Teşekkürler.
Muhabbetle...
__________________ Benliğin galebe çaldığı hiçbir yerde, vahiyden, adaletten ve merhametten bahsedilemez.
|
Yukarı dön |
|
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamlar,
Yaratılış bir süreçtir bir baştan bir sona doğru
akıp giden evrim/tekâmül süreci…
Biz bu sürecin ne başındayız nede sonunda, uzun geçmişle
ilgili bilgimiz sınırlı, uzun gelecekle ilgili bilgimiz ise yoktur…
Yaratılış sürecinin bütün zaman dilimlerini ve
yaratıkların bütün boyut ve buutlarını bilmiş olsaydık, yaratılıştaki hikmeti
tam manasıyla kavramış olurduk. Bu bilgi eksikliği (yaratılış süreci) bizim Allah’ın
neyi niçin yarattığını bilme noktasında bir yığın soruyu cevapsız bırakıyor… İşin
özü bizde bu noktada sınırlıyız.
İnsanoğlu Allah’ın varlığına ve birliğine iman etme
noktasında yeterli bir donanıma sahiptir… Bu noktada en ufak bir tereddüt
yoktur. Bu çıkarımdan sonra bize düşen “…işittik ve itaat ettik dönüş ancak
sanadır…” demekten başkası değildir.
Aşkın olan “O” yüce yaratıcının
neyi, ne zaman, niçin ve nasıl yaptığını vb… tam anlamıyla bilemeyiz bu
donanıma sahip değiliz… Kim bilir bu yaratılış sürecinin hikmeti bizden
öncekiler biraz anladı, biz üzerine koyarak biraz daha anladık, bizden
sonrakilerde üzerine koyarak biraz daha anlayacak ve böyle tekâmül süreci akıp
gidecek, sona ulaşıldığında ise herkes anlayacak en doğrusunu “O” bilir “…vAllahu alimun hakîm.
Daha öncede sizlerle paylaştığım bir yazım:
Allah kendisine ibadet etmemizi mi ister, yoksa başka hiçbir şeye
ibadet etmememizi mi? Öyle görünüyor ki her ikisi de…
Kur’an’a baktığımızda Allah kendisine ibadet edilmesinden daha
fazla, başkasına ibadet
edilmemesi üzerinde duruyor, inkar edenler üzerinde fazla durmaz, çünkü
kafirler/inkar edenler hiçbir şeye ibadet etmezler, ama ortak koşmayla ilgili
oldukça ayet vardır, müşrikler/ortak koşanlar Allah yanında yaratılmışlara
ibadet ederler.
Burada şöyle bir soru doğa bilir; kâfirler hiçbir şeye tapmıyorsa
kimseye de zararları olmaz, bu yüzden neden ceza çeksinler ki!? Gibi. Hiç kimseye
tapmayan kendi nefsini ilah edinir, başına buyruk, benmerkezci olur, otokontrol
olmaz, öz denetim gider vicdan körelir vs… O zaman da etrafındakilere zararı
dokunmaya başlar.
İnsan isteklerinin yerine getirilmesini ve sorunlarının çözümlenmesini
ister, bu yüzdende kendisinin fevkinde bir güce/ilaha ihtiyaç duyar, tarih
boyunca insanoğlu hep bir şeylere tapmıştır, pek azı hariç put yapıp, sahte
ilahlar ve rabler edinmişlerdir, hatta bazen Allah’ın gönderdiği kitapları ve
resulleri bile Allah’a ortak koşmuşlardır.
Allah mükemmel olarak yarattığı insanı, kendileri de bir yaratık
olan şeylere ibadet etmesini, insan onuruna yakıştırmıyor.
Yüce Allah yarattığı bir şeyin, kendisine kul köle minnettar
olmasını, karşısında ezilip büzülmesini arzulayacak bir konumda değildir,
isteseydi bunu zaten yapardı, “O” bundan münezzehtir, kulların Allah’a ibadeti
sadece kulların iyiliği içindir.
Gördün
mü o, dini yalan sayanı? İşte odur yetimi itip kakan; Yoksulu doyurmayı
özendirmez o. Vay haline o namaz kılanların ki, Namazlarından gaflet içindedir
onlar! Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar. Ve onlar, kamu
hakkına/yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar. (MÂÛN/1-7)
Kitaptan
sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden
meneder. Elbette Allâh'ı anmak, en büyük (ibâdet)tir. Allâh, ne yaptığınızı
bilir. (ANKEBÛT/45)
Şu
bir gerçek ki Allah; adaleti, iyi ve güzel davranmayı, akrabaya vermeyi
emreder. Tüm pisliklerden/edepsizliklerden, kötülükten, azgınlık, doymazlık ve
kıskançlıktan yasaklar. Düşünüp ibret alırsınız ümidiyle size öğüt veriyor. (NAHL/90)
Gerçekten insan ilahi muradın ne olduğunu bulabilmiş mi? Önce bu
sorunun cevabı bulunmalı ki, sonrada aşkın olanın bizden istediğinin
doğruluğu-yanlışlığı sorgulansın. Bilgimizin darlığı bazı soruları cevapsız
bırakıyor, ama bu soruların cevabı yok anlamında gelmez!
İnsan/insanoğlu yaşam/yaşamı boyu/boyunca kendine sorular sorar,
bazen bu soruların cevaplarını bulur, bazen de bulamaz, bazen de bulduğu cevap
başka soruların sorulmasına yol açar…
Bir biri ardınca gelen bu sorular neden hiç bitmez ve sordukça
çoğalır? İşte yine bir soru hamile yeni cevaplara ve bu cevaplar yeni
sorulara!!!???
Ben yaratılışın basitten karmaşığa doğru akan bir tekâmül/evrim
geçirdiğine inanıyorum. Bu yaratılış serüveninde bildiğimiz en gelişmiş yaratık
olan insanoğlu, sürekli sorular soruyor, cevabını buluyor, yeni yine yeniden
soruyor ve bu hep böyle akıp gidiyor. İlk insanlık ailesinin sorduğu sorularla
çağımızdaki insanlık ailesinin sorduğu sorular arasında çok derin farklar
vardır, çünkü sürekli yeni gelişmeler yeni soruları doğuruyor. İnsanlık tarihi
boyunca akıp gelen bu zaman içerisinde sorular ve cevaplar rölâtifleşiyor.
İnsanoğlunun cevabını bulamadığı her soru mantıksız yada cevapsız
değildir, cevabını bulduklarını keşfetmiş, bulamadıkları keşfedilmeyi bekliyor,
bütün soruların cevabını bulamama insanın aciz/sınırlı oluşundandır. Şuan ki
sorulan soruların bütün cevaplarını bulacak olsa, bu buluş yeni ve daha fazla
soruları beraberinde getirecektir ve bu hep böyle sürüp gidecektir.
“…bir bilenin üstünde bir bilen vardır…” her şeyi bilen ancak yüce
Allah’tır.
Allah’a ibadetin mahiyetinin sınırlarını gerçek anlamda ihata
edemeyişimiz, bizlere bu tarz sorular sorduruyor ola bilir… Allah’ın bizleri
karanlıklardan aydınlığa çağırdığı bu yolda cevabını bulamadığımız şeyin peşine
düşmemizin sebebi de, şimdiye kadar cevabını bulduklarımızın gerçekliği ve
gelecek cevaplara referans oluşundandır.
Nasıl diriltileceğimizi biz nereden bilebiliriz? Yeniden
diriltileceğimize referans, nasıl yaratılışımızdır.
Selam ve dua ile.
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
atalar çoğunluk ve otorite...
üç tanrı...
birde nefsini tanrı edineni gördün mü....
acaba hep akıl ve vicdanım ne diyorsa o doğrudur demek nefsini ilahlaştırmak mıdır...
yoksa arzularının doğrultusunda yaşamak mıdır...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
baybora Ayrıldı
Katılma Tarihi: 06 eylul 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 547
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam,
Ali bey kardeşim,
Misal;
Atamız; İbrahim, İshak, İsmail, Musa, İsa ve Muhammed'e (selam olsun onlara) uyarsak?
selam ve dua ile,
rıdvan
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Baybora,
Ben "atalar öcüdür" demedim.
Hali hazırdaki çoğunluğa veya gelmiş geçmiş çoğunluğa "körü körüne" uymaktan bahsettim.
Aynı örneği, "otorite" tanrısı benzetmeme uyarlayarak, Hz. Muhammed bir otorite değil midir diye sorabilirdiniz.
Kuran, Hz. Peygamber'e itaati emrederken, onu vahiyle donatıyor ve o vahiy insanlara akletmelerini emrediyor.
Esenlik dileklerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
baybora Ayrıldı
Katılma Tarihi: 06 eylul 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 547
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam,
Ali bey kardeşim, yazınızda eksik olduğunu düşündüğüm için ileti astım,
yine size katkı olacak bir ayetin metnini asıyorum,
"Ve lê ye'murakum en tettehizû'l-melêikete ve'n-nebiyyine "erbêbên", e ye'murukum bi'l-kufri ba'de iz entum muslimûne." (3:80)
Amacım yazınızı sebote etmek değildi.
selam ve dua ile,
rıdvan
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Baybora,
Tam evden cıkacağım ve stresli oldugum bir ara yazdim. Sonra arabada
aklim basima geldi. Ceptelden düzelteyim istedim, sifreyi giremedim. Sen
benden önce davranmıssın. Vel hasili kelam, haklisin, özür ve teşekkür
birlikte...
Esenlikle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
|
|