Dünyada şu anda 946 kişinin elinde 3,5 trilyon dolar bulunuyor. Yine aynı dünyada 852 milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor ve her yıl 6 milyon çocuk ölüyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Sadece yastık altında bekleyen altınların zekâtı bile Türkiye’deki yoksulluğa kesin bir çözüm getirebilir. Dolar milyarderi 946 kişi İslam’ın toplumsal denge ve barış için kurumsallaştırdığı zekât müessesinin gereklerini yerine getirip malının kırkta birini verse, dünyadaki milyonlarca aç insana dağıtılacak 87,5 milyar dolar zekât geliri elde edilebilir. Özetle, bırakın zekâtı, zekâtın zekâtı verilse dünyada ne gıda savaşı kalacak, ne açlıktan ölen çocuk.
Zeynep Sevde PAKSU'nun haberi
“Geçenlerde hiç aklımda yokken birkaç saatlik bir iş geldi. Durduk yere 400 YTL kazandım. Parayı alınca şöyle bir düşündüm. Benim o anda paraya ihtiyacım yoktu. Evimde yemeğim, üzerimde giyecek kıyafetim vardı. Hemen gittim bir markete 400 YTL’lik alışveriş yaptım ve onları paketlere yerleştirerek ihtiyaç sahiplerine dağıttım.
Kendimi o kadar mutlu hissettim ki, anlatamam. Hiçbir tatil köyü, eğlence yeri bana o zevki yaşatamazdı. Erzakları dağıttıktan sonra aradan bir iki saat geçmişti ki telefonum çaldı. Arayan 2 milyar karşılığında bir iş teklif ediyordu. Telefondaki adam işin ayrıntılarını anlatırken ben tüylerim diken diken olmuş bir vaziyette, Rabbimin ikramına şükrediyordum.”
Bir dost meclisinde konu ihtiyaç sahiplerinden açılınca, bir arkadaşımız bu hatırasını paylaşmıştı bizimle. Gerçekten de tüyler ürpertici bir durumdu. Fâtır Suresi 29-30. ayetlerde yer alan, “Allah’ın kitabını okuyan, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık bağışta bulunan kimseler, hiç ziyan ihtimali olmayan bir ticareti ümit edebilirler. Çünkü Allah onların ödüllerini eksiksiz verecek, üstüne de lütuf ve ihsanıyla daha fazlasını bağışlayacaktır. Zira O çok bağışlayan ve şükrün karşılığını verendir” ifadelerinin bire bir yansımasıydı.
Mutlaka infak eden her Müslüman hayatın bir döneminde böyle bir hadiseye şahit olur. Feci bir kazayı yara bere almadan atlatırken yoksul bir adama verdiğimiz sadaka birden gözümüzde canlanır, ihlasla gerçekten ihtiyacı olan bir aileye ulaştırdığımız zekâtın kat kat fazlası sanki ticari bir yatırım yapmış gibi gönderilir…
“Zekât acıyarak yardım yapmak değil”
Her ne kadar zekât verenler, tasadduk edenler bereketini bizzat yaşayıp görüyor olsa da, toplumumuzda zekât kurumunun gereklerinin yaygın bir şekilde uygulandığını söylemek biraz zor. Zekât, İslam’ın toplumsal denge için kurduğu zenginle fakir arasında bir köprü vazifesi görüyor. İslamî kaynaklarda zekât, zenginin fakire acıma duygusuyla verdiği bağış değil, zenginin serveti kendisine bahşeden Yaratıcısı’na bir borcu olarak nitelendiriliyor. İktisat âlimi Prof. Dr. Beşir Hamitoğulları bu durumu şöyle açıklıyor:
“Zekâtı bir cömertlik veya basit bir yardım saymak doğru değildir. Çünkü acıma dürtüsü ile iyilik yapma jesti kişinin inisiyatifine kalmış, bireyci zevke bağlı ve yokluk ile yoksulluğu ortadan kaldırmaya yetmeyen bir tutumdur. Zekât yönteminin temelinde şu düşünce vardır: ‘Onların mallarında hem dilenen hem de iffetinden dilenemeyen için belli bir hak vardır’ ayetinde buyrulduğu gibi zenginlerin servetinde yoksulların hakkı bulunmaktadır. Nitekim Efendimizin buyurduğu gibi zekât, ‘Toplumdaki servetin zenginlerden yoksullara doğru akmasıdır.’ Zenginden alıp yoksula vermek, sadece serveti ve mülkiyeti geniş halk yığınlarına yayarak yaygınlaştırmak, sadece sosyal adaleti gerçekleştirmenin ve sosyal sınıflar arasındaki çelişkiler ve çatışmaları gidermenin değil, yoksulluğu İslam ile bağdaştıramayan bir büyük felsefenin yansımasıdır. İnsanı İslamcı bir yörüngenin doğrultuları içinde yoğurarak Müslüman insan tipini oluşturmanın önemli bir aracıdır. İslam kadar yokluğa karşı çıkan ve yoksulun hakkını koruyan başka bir sistem gösterilemez. Kur’an- Kerim’de, ‘Neyi infak edeceklerini sana soruyorlar. De ki: Fazlayı, artanı’ buyrulmuştur. Bu nedenle ihtiyaç fazlası tüm servet ve gelirlerden zekât vermek gerekir.”
Zekât ne demektir?
Zekât bir Müslüman’ın üzerinden bir yıl geçmiş bekleyen malının yüzde 2,5’ni ihtiyaç sahiplerine vermesini ifade ediyor. Fakat İslam, yardımlaşmayı zekâtla sınırlamıyor. Her yıl belli bir miktar serveti muhtaçlara dağıtmayı mecbur kılarken, diğer yandan sair zamanlarda da ihtiyacı olanlara sadaka vermeyi tavsiye ediyor. Hatta zekâtın yetmediği durumlarda sadaka vermenin de mecburi olacağı İslamî kaynaklarda anlatılıyor. Prof. Dr. Vecdi Akyüz’ün 600 sayfalık, geniş araştırmaların bir sonucu olan kitabı Zekât’ta, sözlük ve terim anlamı olarak zekât ve sadaka kavramı şöyle açıklanıyor:
“Sözlükte zekât kelimesi temizlemek arınmak, bereket, güzel anış ve övmek manalarına gelir. Hukuk dilinde ise zekâtı geniş ve dar manada olmak üzere başlıca iki açıdan ele almak gerekir. Geniş manada zekât kavramı mal zekâtı olarak kabul edilen farz zekât ile beden zekâtı olarak kabul edilen vacip fitreyi içine alır. Sadaka kelimesinin ise iki manası vardır. Sadaka, sadakat ve bildiğimiz sadaka anlamlarına gelir. Sözlük manası itibariyle sadaka Allah’a kulluk konusunda sıdk, sadakat ve merhamet manasına gelir.
“Zekât muhtaçlar açısından sabit bir hak ve Allah’ın farzı, mükellef açısından da müeyyideli bir vergidir. Müslüman Rabbini razı etmek, nefsini ve malını temizlemek, malını çoğaltmak için ihtiyaç sahibine onu ödemedikçe Müslümanlığı sağlam ve imanı tam olmaz. Zekâtı gönlü hoş, minnet ve eziyetten uzak olarak ödemek farzdır. Böylece zekâtın nafile sadakalardan ayrı ve mecburi bir vergi, zenginin bir lütfu değil, borcu, fakirin de bir hakkı olduğu ortaya çıkar.“
“Zekât aynı zamanda sadakadır”
Zekâtın aynı zamanda bir sadaka olduğunu ifade eden Prof. Akyüz şöyle devam ediyor:
“Aslında sadaka kavramı hem zekât ve fitre hem de nafile sadakalar için kullanılan genel bir kavramdır. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde kullanılan sadaka kelimesi, mecburi zekât için kullanıldığı gibi mecburi olmayan sadakalar için de kullanılır. Sadaka kavramı zekâttan daha geniş kapsamlıdır. Zekât için kullanılan sadaka tabiri, fakirlere verilen ve mecburi olmayan sadaka anlamına gelmez. Dar manada sadaka tabiri mecburi olmayan ve nafile sadakalar için kullanılır. Bu manada sadaka, ne mecburidir ne de miktarı ve ödeme zamanı tayin edilmiştir. Fakirlere verilen sadakanın tam karşılığı “İnfak fi Sebilillah” yani “Allah yolunda harcamaktır.” Sadaka ikiye ayrılır: 1. Mecburi sadakalar: Zekât ve fitre mecburi olan sadakalardır. 2. Nafile sadakalar: İhtiyaç sadakası denen zekât ve fitre dışındaki maddi ve manevi birçok yolu bulunan sadakalar nafile sadakadır. Ancak zekât ve fitre ihtiyacın giderilmesi konusunda yetersiz kalınca bu çeşit sadakalar da mecburi hale dönüşür.”
Zekâtla ilgili en güzel tanımlamalardan birini ise büyük müfessir Fahruddin Razi yapıyor:
“Asli ihtiyaçtan fazla olan malı, insan evinde tuttuğu zaman mal, yaratıldığı maksattan uzaklaşmış olur. Bu ise, ilahî hikmetin ortaya çıkmasını zuhurunu önlemeye çalışmak demektir ki caiz değildir. Böyle olunca Allah malın az bir kısmını fakire vermeyi emrediyor ki böylelikle hikmet büsbütün işlemez halde kalmasın. Fakirler Allah’a muhtaçtır, zenginler de Allah’ın hazinedarlarıdır. Çünkü ellerindeki mal, Allah’ın malıdır. Öyleyse, mal sahibinin hazinedara ‘Hazinedeki o maldan bir kısmını aile efradının muhtaçlarına ver’ demesi garip sayılmaz.”
“Her ay maaşın yüzde iki buçuğunu ver!” Prof. Akyüz’ün bahsettiği “zekât yetmiyorsa sadaka mecburi olur” hükmü herhalde bugün için söylenmiş bir ifade olmalı. Zira inanan insanların verdiği zekât ülkemizdeki yoksulluğu önleme yolunda neredeyse denizde damla durumuna düşüyor.
Uzun yıllar İslam’ın hakkıyla yaşanması için çalışan ve bu yolda sayısız talebe yetiştiren merhum Mahir İz Hoca’nın talebesi Prof. Dr. Mustafa Uzun’un naklettiği bir hatırası bu konuda gerçekten bir yol gösterici olarak karşımıza çıkıyor:
Prof. Uzun, Diyanet İşleri’nde göreve başladığı gün hocası Mahir İz şöyle der: “İlk maaşını alır almaz harcamadan bana gel.” O da, üzerinde hayli emeği bulunan hocasının tavsiyesine uyarak maaş aldığı gün gider. Maaşı Mahir İz Hoca’nın önüne koyar.
Hoca, “Bir hesap et bakalım, maaşının yüzde iki buçuğu ne ediyor?” der. Hocasının neden böyle yaptığını anlayamaz ama dediğini de yapar ve yüzde iki buçuğunu ayırır. Hoca sorar: “Ayırdın mı?” “Ayırdım.” “Hah” der. “Şimdi oldu işte. Bu yüzde iki buçuk, senin maaşının zekâtıdır. Her ay maaşını alır almaz yüzde iki buçuğunu hesapla ve bekletmeden bir fakire, muhtaca ver.” “Hocam” der öğrencisi. “Benim zekâtım olmaz ki… Etim ne, budum ne benim? Hem ayrıca, nisab-ı şer’î (zekât vermenin farz olması için gerekli olan zenginlik sınırı) ve hevelân-ı havl (zekâtı verilecek malın üzerinden bir yılın geçmesi) diye bir takım ölçüler var zekâtta Hocam, biliyorsunuz. Ben bunların hiçbirine sahip değilim.”
Talebesinin bilgelik tasladığını görünce Mahir Hoca dayanamaz: “Evladım, sen memur adamsın, ayın birinde maaşını alırsın, on beşinden sonra paran biter. Eğer sen nisâb-ı şer’î ve hevelân-ı havl’ı kollar durursan, belki ömrün boyunca hiç zekât veremezsin. Memleketimizde çok muhtaç insan var. Onların nisâb-ı şer’î ve hevelân-ı havl beklemeye tahammülleri yok. Ayrıca, bekletirsen, sen zaten veremeyeceksin. Onun için, elini zekâta, hayır ve hasenata ilk maaştan itibaren alıştırmaya bak!” Hayatı boyunca hocasının nasihatini yerine getiren Prof. Dr. Mustafa Uzun, yıllar sonra o günü şöyle anlatır:
“O gün öyle biraz ıkındım sıkındım ama, o tarihten bu yana, her ay maaşımın yüzde iki buçuğunu fakir hakkı olarak verdim. Hem vicdanen rahat ettim, hem de veren kişi olmanın zevkini tattım. Bu durum bana meslek hayatımda –ki o zaman imamdım- çok üstün bir pozisyon kazandırdı. Alan imam değil, veren imam olmak beni daha bir başı dik, alnı açık hale getirdi.”
Prof. Dr. Vecdi Akyüz bu konuyu şöyle yorumluyor:
“Zekât sosyal yönden bir dengeleyicidir. Bir yanda fakir halkın, diğer yanda milyarları olanların bulunduğu millet, pek talihsiz bir millettir. Sadece halkın büyük bir çoğunluğunun bakımsız, çıplak, sağlıksız ve bu yüzden de beceriksiz olduğu için değil belki de bunların yanında milletin sanayi ve ticareti durgunlaştığı ve donduğu için talihsizdir. Krizler baş gösterir. Milletin büyük çoğunluğu fabrikaların art arda imal ettikleri malları ve mağazaların vitrinlerinde teşhir ettikleri eşyayı elde edebilmek için satın alma gücüne sahip değildir. Yığın halindeki stokları için pazar bulamayınca fabrikalar imalatı durdurur. Bu işsizliğe sebep olur ve satın alma gücünü azaltır. Hatta bu yüzden milyonerler bile fakirleşirler. İslam buna çare getirir. İslam milyonlar kazanmayı hedef edinmez ama bütün memlekette bir tek kişinin bile hayatın asgari zaruretlerini temin edilmemiş olarak kalmamasını sağlar. Zekâtı ödemekle zenginler fakirleşmez, ticaret ve sanayideki genişleme dolayısıyla onlar servet kazanmaya devam ederler.
“Kuran sadakayla faizi bu yüzden karşılaştırır: ‘Allah faizin bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise arttırır.’ Faiz bir tren vazifesi yapar, üretimin genişlemesini geciktirir ve fiilen de iktisadi sistemi ‘bütün faydalar’dan mahrum eder. Zekât ve faiz ters orantılıdır. Zekâtın neticesi toplumda eşitlik ve kerem ruhunun yayılması, cemiyet fertleri arasında güvenin sağlanması, insanlar arasında zenginliğin yayılmasıdır. Faizin sonucu ise toplumun malını, fertlerin alın terlerinin mahsulünü bir yerde veya bir kişide veya mümkün olan en az sayıdaki fertlerde istif etmekten ibarettir.”
“Ekonomik kalkınma için zekât şart”
Prof. Hamitoğulları ise zekât ve kapitalizm arasındaki ters orantıyı şöyle açıklıyor:
“Kapitalist sistemde kalkınma modeli şöyledir: Önce firavunlar yaratacaksınız. Yani sermayedarlar. Onları değişik kanallarla zengin yapacaksınız. Teşvik edeceksiniz, vergi almayacaksınız, başkalarını sömürteceksiniz, faizi artıracaksınız, kredi talep edene kredi vereceksiniz…
“Faizsiz bir ekonomi getirdiğiniz zaman sadece o noktada hayat pahalılığı ucuzluyor. Zekât müessesesi devreye girince ne oluyor bu defa, sosyal adalet geliyor, herkes bir şeyler biriktirebiliyor. Bugün Türkiye’de söz gelimi 200 bin kişi servet biriktirir. Onlar yatırıma da gitmezler. Çünkü bir israf ekonomisi içindeyiz. Onun için 50 milyonu yoksullaştırma pahasına zenginleştirilenler, bunlar da yatırıma gitmeyince kalkınma duruyor. Zekât buna imkan vermemektedir işte. Zekât bu sisteme açılacak bütün noktaları tıkayan birçok mekanizmalardan sadece biridir. Zekâtın bize asıl ilham etmesi gereken şey iktisadi kalkınmadır. Zekât sağlıklı bir ekonomik modeli ortaya koyduğu için büyük bir potansiyel olarak ortaya çıkmaktadır.”
946 milyarder ve 852 milyon aç var
Dünyanın her yanında zenginle fakir arasındaki uçurumların oluşmasında, Karûn anlayışının hakim oluşu en büyük sebeplerden biri olarak karşımıza çıkıyor. “Ben çalıştım, ben kazandım, onlar da çalışıp kazansın” yaklaşımı, uçurumu büyüterek mutsuz bir toplum ortaya çıkarıyor. Dünyanın en zengin ülkesi Amerika’nın refah seviyesi en yüksek Connecticut eyaletinde her üç aileden birinin açlık seviyesinin altında yaşaması durumun vahametini ortaya koyuyor. En fakir ülkesinden, en zenginine kadar her bölgede zenginlerin sayısı artarken, açlık da aynı hızla yayılıyor. 2007 Mart ayında Forbes’un Dünya çapında gerçekleştirdiği milyarderler listesinde bu yıl 946 kişi vardı. Hindistan’dan Meksika’ya Almanya’dan Arabistan’a dünyanın her ülkesinden isimlerin bulunduğu listede en zengin ABD’den çıkarken, en fakir milyarder de Ukrayna’dan çıktı. Forbes’un hesaplamasına göre geçen yıla oranla dolar milyarderlerinin serveti geçen seneye oranla 900 milyar dolar artış gösterdi. Bu yıl dünyanın en zengin 946 insanın elinde bulunan toplam nakit para 3,5 trilyon dolar olarak hesaplandı.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün Dünya Gıda Günü’nde açıkladığı rakamlara göre ise bugün dünyada tam 852 milyon insan açlık sınırında yaşıyor. Her yıl açlıktan 6 milyon çocuk ölüyor. Üstelik 1996’dan bu yana 18 milyon artan aç insan sayısı her yıl biraz daha yükseliyor.
Küçük bir hesaplamayla, dünyanın en zengin 946 insanın zekât vermeye niyet ettiğini hayal etsek, sadece bir sene için tam 87,5 milyar dolar zekât geliri elde edilebilir. Sadece 946 insanın vereceği bu zekât sayesinde, 852 milyon insanın en azından karnı doyabilir, 6 milyon çocuk kemikleri sırtına yapışmış halde ölmekten kurtarılabilir. Hatta dünyada açlığın en yoğun yaşandığı bölge olan Afrika’da, sadece petrol zengini Arabistan İslam’ın kendisini yükümlü kıldığı zekâtı hakkıyla verse, Afrika’nın yüzyıllardır süregelen açlık problemi rahatlıkla çözülebilir.
Yastık altındaki altınlar
Toplumsal dengesizliğin tek sebebi milyarderler değil tabii ki. 1987 yılında çeşitli ilim adamlarının katılımıyla İslami İlimler Araştırma Vakfı’nın gerçekleştirdiği “Türkiye’de Zekât Potansiyeli” başlıklı toplantıda Prof. Dr. Beşir Hamitoğulları tezini sunarken Türkiye’deki altın potansiyelinden bahseder. Kuyumcularda, gelinlerin çeyizinde, ailelerin yatırımlarında, yastık altlarında bulunan altını iktisadi verileri göz önünde bulundurarak, Türkiye’nin son elli yılda elinde bulunan altın stoğunu hesaplayan Hamitoğulları yaklaşık 4 bin ton gibi bir rakama ulaşır. Bu durumda her aileye 400 gram altın düşeceğini söyleyen Hamitoğulları, her ailenin 85 gramlık miktar dışında kalan 315 gramın zekâtını yüzde 2,5 olarak ödediği takdirde oluşacak zekât tutarını hesaplar.
Prof. Hamitoğulları’nın 20 yıl önce elde ettiği verileri bugünün rakamlarıyla hesapladığımızda 4 bin ton altın 116 trilyon YTL’ye tekabül ediyor. Küçük bir matematik işlemi sonucu bu meblağın yüzde 2,5’luk kısmı şöyle oluyor: 116 trilyon x % 2,5 = 1,9 trilyon YTL
Günümüzden baktığımızda, yirmi yıl öncesine nazaran bu rakamın oldukça arttığını göz önünde bulundurursak, bugün yastık altında bekleyen, pasif duran altınların zekâtı verildiğinde yoksullukla mücadelede kullanılabilecek en az 2 trilyon YTL’lik bir potansiyel ortaya çıkıyor. Tabii bu sadece altın potansiyeli. Tarım arazileri, nakit para, gayrimenkuller gibi çeşit çeşit servetin zekât potansiyeli hesaplandığında Bediüzzaman’ın “Zenginler velev zekâtlarının zekâtını milletin menfaatine sarf etseler, milletimiz de başka milletlere yolda karışabilir” sözü daha da anlamlı görünüyor.
Âyetlerde zekât
Kur’an’ın en çok tekrarlanan emirleri arasında yer alan zekât, çoğu kereler namaz ile beraber zikredilirken zaman zaman da “sadaka” veya “infak” gibi deyimlerle ifade edilir. Ümit Şimşek’in kaleme aldığı Ayetlerde Zekât isimli kitapta zekâtla doğrudan veya dolaylı olarak ilgili 100’ün üzerinde ayete yer veriliyor. O ayetlerden bazıları şöyle: Allah’a borç vermek “Sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ile Allah’a güzel bir borç verenlere, harcadıkları şey kat kat ödenir; üstelik onlar için bitmez tükenmez bir de ödül vardır.” (Hadid, 18) Büyük ödül “Allah’a ve Resulüne iman edin; size kullanma yetkisi verdiği şeylerden bağışta bulunun. Sizden iman eden ve Allah yolunda harcayanlar için büyük bir ödül vardır.” (Hadid, 7) Yoksulun payı “Takva sahipleri Cennet bahçelerinde, pınar başlarındadır. Rablerinin onlara verdiklerini almaktadırlar. Çünkü onlar daha önce iyiliği ilke edinmiş kimselerdi. Geceleri biraz uyurlardı. Seher vakitlerinde Allah’tan af dilerlerdi. Mallarında, isteyen ve istemeyen yoksullar için bir pay vardı.” (Zâriyât, 15-19) Cimrilik edenler “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka nedir ki? Eğer siz iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, O sizi ödüllenir. Üstelik Allah sizden bütün malınızı da istemiyor. Eğer sizden bütün malınızı isteseydi cimrilik ederdiniz ve bu da sizin kininizi ortaya dökerdi. Siz öyle kimselersiniz ki, Allah yolunda harcamanız istendiğinde bir kısmınız cimrilik ediyor. Fakat kim cimrilik ederse, kendisi hakkında cimrilik etmiş olur. Çünkü Allah zengin, siz ise muhtaçsınız. Siz yüz çevirirseniz, O sizin yerinize başka bir millet getirir ki, onlar sizin gibi olmazlar.” (Muhammed, 36-38) Ziyansız ticaret “Allah’ın kitabını okuyan, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık bağışta bulunan kimseler, hiç ziyan ihtimali olmayan bir ticareti ümit edebilirler. Çünkü Allah onların ödüllerini eksiksiz verecek, üstüne de lütuf ve ihsanıyla daha fazlasını bağışlayacaktır. Zira O çok bağışlayan ve şükrün karşılığını verendir.” (Fâtır, 29-30) Zekât için çalışmak “Onlar zekât için çalışırlar.” (Mü’minûn, 4)
|