|
Uydurma hadisler
konusunda şu ana kadar hazırlanmış olan tüm kaynak eserler bu çalışma ile tek
eser halinde sizler için hazırlandı…
Hadis diye bildiğimiz ibadet ve düşünce hayatımıza girmiş bir çok sözün aslında
hadis olmadıklarını bu eserde delilleriyle görecek hayretler içerisinde öğreneceksiniz…
Resülullah Sallallahu Aleyhi vesellem bu konuda şöyle buyuruyor:
“Kim benden,benim söylemediğim bir şeyi
söylerse, o şimdiden cehennem ateşindeki yerine hazırlansın.”
(Buhari,ilim bölüm 38 hadis 109)
Uydurma Hadisler serisi konu ile ilgili herhangi tek bir kitabın çevirisi değildir.
Mevzu hadis konusunda çok yorucu ve titiz çalışmalar yapmış ve bu konuda çok değerli
eserler ortaya koymuş olan Hadis Alimleri’nin konu ile ilgili onlarca kaynak
eserleri taranarak yorucu ve yıllar süren titiz bir çalışma ile tek bir kaynak
eser mahiyetinde istifadenize sunulmaktadır.
Ali el-Kari’nin el-Esrar ve el-Masnuu,
Şevkani’nin el-Fevaidi, Süyuti’nin, ed-Dürer’i, Camiussağir’i, el-Leali’si,
Heysemi’nin Mecmauzzevaidi, Ezheri’nin Tahzirul Müslimin’i, Sağani’nin Mevduatı,
Ibn Cevzi’nin Mevduatı, Ibn Kayyım’ın el-Menar’ı, Sehavi’nin, el-Makasıd’ı, Ibn Arrak’ın Tenzih’i, Iraki’nin el-Muğni’si, Ibn Teymiye’nin Ulumul Hadisi, el-Hut’un, Esnalmetalib’i, Kütübi Sitte, Fethul Bari, Umdetul Kari,
Elbani, Askalani gibi zatların eserlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Sizleri kitapla
baş başa bırakıyoruz
Merhum Mehmet Akif Ersoy’da bu konu
hakkında şikayetini şu mısralarıyla dile getirmektedir.
Kitabı, Sünneti, Icmaı kaldırıp attık;
Havassı maskara yaptık, avamı aldattık.
Yıkıp şeriatı, bambaşka bir bina
kurduk
Nebiye atf ile binlerce herze
uydurduk.
O hali buldu ki bu cür’et: “yecuzü
fi’t-tergib..”
Kararı erzeli fetva kesildi! Hem ne
garib,
Hadis vazediyorken sevap uman bile
var!
Sevabı var mı imiş bir zaman gelir,
anlar!
Cihanı titretiyorken niday-ı “men
kezebe.”
Işitmiyor mu, nedir, bir bakın şu bi
edebe:
Lisan-ı pak-i Nebiden yalanlar
uyduruyor,
Sıkılmadan da “sevap işledim” deyip
duruyor.
Düşünmedin mi girerken şeriatın kanına?
Cinayetin kalacak zanneder misin yanına?
Sevap ümid ediyor ha! Deyin ki
namerde
Sevabı sen göreceksin huzur-ı mahşerde!
( safahat sayfa 274-275)
UYDURMA HADISLER IÇIN NE DEDILER
Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR
Hıristiyanlıkta şirk en
büyük günahtır. Incil’de Isa’nın şöyle dediği nakledilir: “Tanrın olan Rabb’e
tap, yalnız ona kulluk et.” (Incil/Luka 4: 5–8)
Incil, Allah’ın Isa aleyhisselam’a indirdiği kitaptır. Ama eldeki Incil’in
büyük bölümü Pavlus’un, bir kısım havarilerin ve kimliği bilinmeyen kişilerin
mektuplarından oluşur. Dolayısıyla onlarda Allah’ın dışında tanrıların varlığından
da söz edilir. Pavlus’un Korintililere 1. mektubunda şu ifadeler geçer:
“Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da –nitekim birçok ilahlar
ve rabler vardır- bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır
ve biz O’nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da Isa Mesih’tir. Her şey O’nun
aracılığıyla yaratıldı, biz de O’nun aracılığıyla yaşıyoruz.” (Incil/Korintililere
1. mektubunda 8: 5–6.)
Daha sonra Hıristiyanlar, Isa’nın Rablığı ile yetinmemiş, üç asır sonra
Antakya’da başlayıp devam eden konsillerinde onun tanrılığına karar vermişlerdir.
Böylece Hıristiyanlığın kökleriyle ilişkisi kesilmiş, konan yeni kurallarla
yeni bir yapı kazanmıştır. Allah Teala şöyle buyurur:
“Hahamlarını ve papazlarını, Allah ile kendi aralarında
aracı rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir,
sadece tek bir Tanrı’ya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur. Allah,
onların şirkinden uzaktır.” (Tevbe, 9/31)
Ebu Said Hudri’nin bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selem
şöyle demiştir:
“Sizden öncekilerin izlerini, kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip
edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz de arkalarından
gireceksiniz.
Dedik ki; “Yahudi ve Hıristiyanlar mı?”
Ya kim olabilir? dedi.” (Buhari, I’tisam bi’s-Sünne, 14)
Kur’an’a insan sözü karıştırılmamıştır. Çünkü onu korumayı bizzat Allah
üstlenmiş; “O zikri (Kur’an’ı) biz
indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr,
15/9) buyurmuştur.
Hadisler koruma altında olmadığı için kötü niyetliler yapacaklarını bu yolla
yapmışlar ve Islam’ı tanınmaz hale getirmişlerdir.
Güzel bir atasözümüz vardır; “bir deli bir kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış”
derler. Deli, kuyuya taşı, usulüne uygun atamayacağı için onu fark etmek kolaydır.
Bir de taşı, akıllı birinin attığını düşünün, o zaman kırk bin akıllı onun farkına
bile varamaz. Hatta taşın orada olması gerektiğini savunanlar çıkar. Elinizde
olan kitaptaki hadisler senet yönünden zayıf olduğu için kolayca tespit edilen
hadislerdir.
Tefsir, fıkıh, kelam, tasavvuf ve ahlak kitaplarında böyle hadisler çoktur.
Bunlarla birlikte senet yönünden kuvvetli görünen uydurma hadisler vardır. Işte
Kur’an’dan destek almadan onları tespit edip yapılan tahribatı gidermek hemen
hemen imkânsızdır. Bu tahribatı gidermeden düzlüğe çıkmak mümkün değildir. Şu
ayet, ehl-i kitap gibi bizi de ilgilendirmektedir:
De ki: Ey Ehl-i kitap, Tevrat’ı, Incil’i
ve Rabbinizden size indirilmiş olanı tam yerine getirmedikçe temelsiz kalırsınız.
Rabbinden sana indirilen (Kur’an) onlardan çoğunun taşkınlığını ve küfrünü arttıracaktır.
Artık o kâfirlere üzülme. (Maide, 5/68)
Kur’an’a tam uymadıkça ehl-i kitabın da bizim de bir temelimiz olamaz. Sünnet
Kur’an’a tabidir; ondan bağımsız bir kaynak değildir. Allah Teala Elçisi’ne şöyle
buyurur:
“De ki: Ben sadece bana vahyolunana
uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.”
(Yunus 10/15)
Sünnet Kur’an’a tabi olduğundan, Kur’an’a dayanmalı. Peygamberimizi örnek almalı;
her konuyu, Kur’an ve Sünnet bütünlüğü içinde incelemeliyiz. Sünnet konusunda
aceleci davranmamalı, her biri ile ilgili ayetleri mutlaka bulup çıkarmalıyız.
Bu metot, uydurma hadisler için tam bir kalkan görevi görecektir.
Allah Teala şöyle buyurur:
“Sizin için; Allah’a ve ahiret gününe
umut bağlayan ve Allah’ı çok anan herkes için Allah’ın elçisinde güzel örnek
vardır.” (Ahzab, 33/21)
Değerli âlim Harun ÜNAL uydurma
hadisleri tespit ve beyan konusunda güzel bir çalışma yapmıştır. Benzeri bir
çalışma, tefsir, kelam, fıkıh ve diğer konularda sahih gibi görünen uydurma
hadislerle ilgili olarak da yapılmalıdır.
Bu zor hizmeti başardığı için
kendisini tebrik eder, iki cihan saadeti dilerim.
Sivas Cumhuriyet
Üniversitesi
Ilahiyat fakültesi Öğretim Görevlisi
Doç.Dr. Enbiya Yıldırım
Kendi gerçeğimizle yüzleşebilmek
Hz. Peygamber’in kendi döneminde hadislerin yazımını yasaklamış olmasının
nedenlerini tespit etmeye çalıştığımızda, oldukça makul gerekçeler
bulabiliyoruz. Insanların öncelikle Allah’ın kitabıyla yüzleştirilmek istenmesi
yanında, hadislerin Kur’an ayetleri ile karışabileceği endişesi temel iki neden
olarak gözükmektedir. Sahabe döneminde ise, geniş fütuhât hareketiyle birlikte,
öncekilere eklenen yeni endişeler nedeniyle, idareci konumunda olanlar
hadislerin yazılmaması yönündeki katı tutumu devam ettirmişlerdir. Onların haklı
gerekçeleri ne olursa olsun, hakikat olan bir başka olgu varsa, o da,
hadislerin oldukça cüzi bir kısmının ilk asırda yazıya geçirildiğidir. Dolayısıyla,
hadisler şifahî gelenek içerisinde, insanların birbirlerine sözlü anlatımı
olarak kuşaklar boyunca aktarılmıştır, denebilir.
Sözlü geleneğin yazıya aktarılması süreci başladığında, rivayetler arasında bir
takım farklıkların oluşmuş olduğu olgusal bir gerçektir. Bu farklılaşmadan en
az etkilenen hadisler ise, Hz. Peygamber’in fiilî uygulamalarını aktaran
rivayetler olmuştur. Bunlarda anlatılan hususların insanlar tarafından gündelik
hayatta sürekli tekrarlanması, söz konusu rivayetlerin sağlıklı şekilde aktarılmasında
önemli bir katkı sağlamıştır. Gündelik yaşamda oldukça fazla yer buluş bu tür
rivayetlerin doğru şekilde aktarılmasında adeta kontrol mekanizması oluşturmuştur.
Bu nedenle, Hz. Peygamber’in fiilî uygulamalarının keza dua türü sözlerinin başka
bir ifadeyle müslümanlarca günlük hayatta kendilerine sürekli yer bulan
rivayetlerin, diğer rivayetlere oranla daha sağlıklı aktarıldıklarını ve daha
güvenilir olduklarını söylemek mümkündür.
Gerek ibadet ve gerekse dua türünde, günlük yaşamda tekrar edilme şansını
yakalayan rivayetler diğerlerine göre daha güvenilir bir durum arz etmekle ve
farklı tariklerden gelmelerine rağmen manada birleşmekle birlikte, bunlarda
bile -furûât olarak değerlendirilen- pek çok farklılıklar söz konusudur. Bu
nedenle aynı hususa vurgu yapan rivayetler mecmuası bir araya getirildiğinde,
Rasûlullah’tan oldukça farklı şeyler nakledildiğini görebilmekteyiz. Bazen
farklılık içeren rivayetler muhtelif sahabilerden nakledilirken, bazen de aynı
sahabiden aktarılabilmektedir. Muhaddisler genelde farklılık arz eden her bir
rivayeti, Hz. Peygamber’in değişik zamandaki bir uygulaması olarak saydıklarından
ve hepsini Rasûlullah yapmıştır yaklaşımında olduklarından, sorunu çözmüş
gözükmektedirler. Ancak, bazen çözüm olarak sunulan bu formülün sorun
üretmekten ve tatminkâr olmaktan uzak olduğu çok açık bir biçimde kendisini
gösterir. Bu nedenle, rivayetlerin birleştirilmesi ve bunun hangi yöntemle
gerçekleştirileceği sorununu, günümüz hadis problemlerinin en önemlilerinden
birisi olarak görmek mümkündür.
Çağımız hadis araştırmalarını bekleyen diğer bir konu da, kendilerine duacı
olduğumuz müelliflere bir kudsiyet atfetmeksizin, telif etmiş oldukları
eserleri yeniden ve seçmeci bir bakış açısıyla tahlile tabi tutmaktır. Söz
konusu eserler Islam kültür mirasının temel taşları olmakla birlikte,
müellifleri sonuçta birer şahsiyettirler. Buharî ve Müslim olarak bilinen hadis
kitaplarının musanniflerinin birer kişi olmaları gibi. Bu gerçeklik yanında diğer
bir gerçeklik de şudur: Bir kişinin, her bir hadisi bütün tarikleri ve ravileri
açısından hakkıyla değerlendirmesi oldukça zordur. Aynı şekilde, ele aldığı
rivayeti senedi dışındaki açılardan tahlil etmesi, kriterlere vurması çok
zordur. Hepimiz bilmekteyiz ki, bir hadisin hakkını vererek değerlendirmesini
yapmak günler, bazen aylar almaktadır. Bu ise, binlerle ifade edilen
rivayetleri barındıran hadis kitaplarındaki tüm merviyyâtın yeniden elden
geçirilmesini zaruri kılmaktadır. Ayrıca, bir müellifin her hadisi hak ettiği şekilde
tüm açılardan sıhhat tespitine tutmuş olmasını beklemek, o eseri yazmamış olmasını
arzulamakla aynı şeydir. Çünkü böylesi yoğun bir çaba içerisine girmeleri
durumunda, elimizdeki eselerin telif edilme şansının kalmayacağı aşikardır. Bu
da Peygamber mirasından mahrum kalışımız demektir.
Bunun yanında, söz konusu eserlerin müelliflerinin bilgi dağarcıklarının kapsamını
ve alanını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Özellikle bugün için fen
bilimleri, uzay bilimleri ve sosyal bilimler alanına giren rivayetlerin, –Hz.
Peygamber’in bilgi alanı sorunsalını da ihmal etmeden- yeniden tedkîke muhtaç
olduğu açıktır. Bizlerin bir muhaddisten, coğrafî bilgi içeren bir rivayette
anlatılanların doğruluğunu tespit etmek için söz konusu bölgeye seyahat
etmesini veya astronomi alanına giren bir konuyu o günün şartlarında
incelemesini beklememiz ne derece yanlış olursa; günümüzün kesin verilerine
muhalif bilgiler içeren rivayetleri, müellifinin saygınlığına bakarak mutlak doğru
kabul etmek veya kendimizin bile ikna olmadığı yorumlarla tevil etmeye çalışmak
da aynı düzeyde yanlış olacaktır.
Bütün bunlar dile getirilirken, hadisleri bir yana koyarak, “Kur’an’la Peygambersiz baş başa kalmak”
tarzındaki anlamsız, her bir insanın kendisini bir Muhammed olarak görmesine ve
kendi anlayışına göre bir Islam ortaya çıkarmasına neden olacak temelsiz yaklaşıma
elbette onay verilemez. Ancak, sorunları görmezden gelmek suretiyle,
Rasûlullah’la gerçekten kucaklaştığımız hissine her zaman kuşku düşüren endişelerden
de kendimizi soyutlayamayız. Allah’a, son elçisine dolayısıyla son dine bizim
de bir görev borcumuz vardır. Gönlümüz ismi anıldığında sevgisiyle yanan yüreğimiz,
bu hizmetini îfâ etmek istiyor. Ancak bunu yerine getirirken dikkat edilmesi
gereken önemli bir husus daha vardır, hatırlatılması gereken:
Hadisler, Kur’an yanında Islam’ın ikinci direğidir. Din bu ikisi üzerinde bina
edilmektedir. Bu nedenle, Kur’an’a gösterilen saygı ve titizliğin hadisler için
de göz önünde bulundurulması icap eder. Rivayetler tahlil edilirken Hz.
Peygamber’in kelâmı olması kuvvetle muhtemel bir söze karşı aşırı cüretkar
olunmamalı ve bunları değerlendirmek için mutlaka “belli bir birikim gerektiği”
göz önünde bulundurulmalıdır. Insanın öncelikle olarak, “bu Hz. Peygamber’in hadisi olamaz”
yaklaşımından ziyade, “acaba ben bu
hadisi anlayamadım mı” bakış açısını benimsemesi, kuşanılması
gereken haslettir. Günümüz milletleri kendilerini geçmişlerine bağlayan en
küçük değerlere ve mirasa önem verirken, bizlerin ahiret yolunu aydınlatan son
elçiye ve ondan nakledilenlere karşı elbette daha hassas olmamız gerekmektedir.
Söylenebilecek söz, öncekilerden bir kısmının, üzerlerine düşen görevi yerine
getirdiği, rivayetleri elden geldiğince irdeleyip müminlerin değerlendirmesine
sunduğudur. Öncekilerde olduğu gibi günümüzde de bu bilinçte olan, fedâkar ve
kalbi sızılı insanlar vardır ancak, onların çalışmalarının karşısında hiç olmadığı
kadar büyük bir engel durmaktadır: Söyledikleri ve yazdıkları mutlak doğru
kabul edilen önderlerin söylemlerine aykırı bilgiler içeren bu eserler,
öndekilerin oluşturduğu bilgi kirliliği seddini aşarak arkadakilere ulaşmakta
zorluk çekerler. Bir şekilde engeli aşıp cemaate ulaşsalar bile; dinleyecek
kulak bulamazlar hatta saf düzeni almış bir cepheyle karşılaşırlar. Zira öyle
bir bakış açısı oluşturulmuştur ki, hakikat mutlak olarak onlarladır, farklı
bir söylemin doğru olma ihtimali yoktur.
Kalbi sızılı insanlardan olan Harun
Ünal Hocaefendi’nin elinizdeki çalışması, böylesi bir çabanın ürünüdür.
Ümidimiz odur ki, Allah Rasûlü’nün getirdiği dine hizmet etmeyi hedefleyen bu
kitap, çok sayıda insana ulaşır ve onların zihinsel silkinişine vesile olur.
Dr. Recep Şehidoğlu
Emekli Müftü
Rahman ve Rahim Allah ’ın adıyla
Hamd, Allah’a; salât ve selam, Efendimiz Rahmet Peygamberine; selam, hidayet üzere
olup onun Sünnetine tabi olanlara olsun…
Harun Ünal hocamızın hazırladığı ve “UYDURMA
HADISLER” adını verdiği bu kitabı okuduğunuzda “Hadisi Şerif” olarak bildiğiniz
birtakım sözlerin, -bazılarının manaları gerçeklere aykırı düşmese de- “Hadisi Şerif” olmadıkları, bu
konunun uzmanı olan ilim adamlarımızca ortaya çıkarıldıklarını görecek ve hatta
şaşırıp kalacaksınız. Kim bilir belki de ilk anda tepki bile göstereceksiniz.
Oysa “Hadisi Şerifler”,
Allah’ın kelamı Kur’an’ın
ayetlerinden sonra dinimizin temelini oluşturan en yüce değerlerimizdir. Bir
gerçeği ifade etse bile eğer bir söz, bizzat peygamberimizin sözü, fiili veya
takriri değilse, onu “Hadisi Şerif”
mertebesine çıkartmak en azından sevgili Peygamberimize iftira etmek ya da
dinden olmayan bir şeyi dine eklemek gibi bir vebal yükler bizlere…
Bu konuda ne kadar titiz olsak yeridir. Ayrıca dini korumak adına bu, aynı
zamanda bizim görevimizdir. Sevgili Peygamberimizi sevmemizin tabii bir
sonucudur.
Nice “Hadisi Şerif”
âlimlerimiz –Allah onlardan razı olsun- bu konuda olağanüstü gayretler sarf
ederek bazen iyi ve bazen kötü niyetlerle oluşturulan birtakım sözleri “Hadisi Şerif” ismi altında
pazarlamaya çalışanlara fırsat vermemişler, adeta hanımların pirinç ayıklarken
pirince benzer taşları ayıklayıp çıkardıkları gibi, bu âlimlerimiz de hadis
diye ileri sürülen bu sözleri çıkarıp atmışlardır. Nitekim Bu sözlere de, “MEVDUAT” adını vermişlerdir.
Gayretine ve çalışkanlığına gıpta
ettiğim arkadaşlarımdan olan Harun Ünal hocamızın, bu konuda çalışarak herkesin
faydalanacağı, özellikle din görevlilerimizin çok yararlanacağı böyle hacimli
bir eseri Türkçemize kazandırmasını takdire değer buluyorum ve kendisini tebrik
ediyorum.
Eserin birinci cildini okuyabildiğim kadarıyla gördüğüm iki nokta dikkatimi çekti.
Birincisi: elinizdeki
bu eserin isminin “UYDURMA HADISLER”
Olması hususudur. Bu isim gerçekte doğru olsa da, bana pek sevimli gelmiyor.
Çünkü bir söz “Hadis”
ise uydurma olamaz. Eğer uydurma ise, zaten hadis olamaz. Gerçi buradaki “hadis” sözü, lügat anlamında yani
“söz” anlamında kullanılsa da, yine gerçek manada, “Resulüllah’tan gelen hadisleri” de çağrıştırdığından,
dolayısıyla “Hadisi şeriflere”
bir gölge düşürebilmektedir.
Bu nedenle buna, “Hadis diyerek ileri
sürülen sözler” veya “söylenen sözler” gibi bir isim
verilse idi, daha iyi olacağı kanısındayım.
Ikincisi de; “hadis” diye bilinen bir sözün hadis
âlimlerince nasıl değerlendirildiğini ortaya koymak ve okuyucuyu bu konuda
bilgilendirmek, sözü gereksiz yere uzatmadan daha ilmi olacağı düşüncesindeyim.
Buna, asıl konunun dışına çıkmanın yarar yerine zarar getireceğini de ilave
etmeliyim.
Sonuç olarak, bu çalışmanın dünya ve
ahiret açısından yazarına ve okuyucularına faydalı olmasını yüce Mevla’dan
niyaz ederim.
Dr. Recep Şehidoğlu
Emekli Müftü
2 Değerli hocam Dr. Şehidoğluna,
katkıları ve olumlu tenkitlerinden ötürü teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Ancak burada konunun hadis âlimlerince de bu yönüyle itiraz gördüğünü ve buna
da Müslim’de ve Müsned’de yer alan şu hadis uyarınca, “uydurma Hadisler” adının veya
“Mevduat” isminin verildiğini söylemek suretiyle karşılık vermişlerdir. Zaten
kitabımızda da buna zaman zaman yer verilmiştir, konuya ilişkin hadisler örnek
olarak gösterilmiştir. Bu hadislerden biri de Müslim ile Ahmed b. Hanbel’de yer
alan ve Semure, Muğire b. Şube ve Ali b. Ebu Talib tarafından rivayet olunan
hadis olup şöyledir:
“Kim, benden, yalan olduğunu görerek,
bilerek hadis diye bir söz söylerse, o da yalancılardan biridir.”
(Müslim, Mukaddime, h:1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, h:18398, 4/252; 18429, 4/255;
903, 1/113) Burada bizzat geçen ifade, “Kim
yalan hadis… ” diye “Hadis”
sözcüğü kullanılmıştır. Biz de bu gelenekten ayrılmayarak kitaba, “Uydurma Hadisler” adını verdik.
Uyarıları için saygıdeğer hocama tekrar teşekkürlerimi arz ederim. (H. Ünal)
|
|