Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Maksada gelelimKur'ani
bir talimatı anlamanın yolu, o talimatın maksadını anlamaktan geçiyor.
Maksadı anlamadan yapılacak her tartışma, körün taşı körün gözüne
tartışmasıdır. Hiç kimseyi hiçbir yere götürmez.
İslami tesettürün mütemmim cüzü olan başörtüsü tartışmaları için de geçerli bu kural.
Maksadı anlamak için sorulacak esas soru şudur: Bu beden kimin?
Şimdi çok duyuyoruz: “Beden senin değil mi
ayol, istediğin gibi kullan!” Veya: “Beden benim değil mi efe'm,
istediğim gibi kullanırım.”
Aslında “Bu beden kimin?” sualine verdiği
cevaba bakarak insanların Kur'an'a ve İslam'a göre nerede
konuşlandıklarını anlayabilirsiniz.
Bu suale, bedeni, sahibinin mutlak mülkiyeti
görerek; “Beden sahibinin malıdır, istediğini yapar” türünden cevap
veren hiç kimsenin, Kur'an'ın tesettür emrini anlamasını bekleyemeyiz.
İp orada kopmuştur. Gerisi “üstü kalsın” durumudur.
Esasen bu soru sadece tesettür meselesiyle de
sınırlı değildir. Aynı şey servet, hayat, evlat, tabiat, can, hava, su,
toprak vs. için de geçerlidir.
İslam'a göre bu sualin cevabı açık ve nettir:
Beden sahibine emanettir, tıpkı servetin, hayatın, canın, evladın,
malın emanet olduğu gibi. Bedeni sahibinin mülkü zannedene tesettür
emrini anlatmanız boşuna bir uğraştır. Servet sahibini mutlak malik
sanan birine, “İsraf haramdır” hükmünü sittin sene çenenizi yorsanız
izah edemezsiniz.
“Beden benim değil mi, istediğimi yaparım!”
diyene İslam “Hayır, senin değildir, sana zimmetli bir emanettir!” der.
Ruh asli sahibine vefa gösterip “teveffi” ettiğinde, beden de geldiği
yere dönecektir. Sen emanete ihanet edip etmediğinin hesabını vermek
üzere ilahi mahkemeye çıkarılacaksın.
İslam intiharı bunun için yasaklar. İntihar
haramdır. Sadece intihar değil, insanın kendi bedenine zarar vermesi de
haramdır. Yine zehir içmek haramdır, kendine işkence haramdır.
Kimse “Beden benim değil mi, ister asarım
ister keserim” diyemez. “Hayır senin değildir” der İslam. Eğer kişi
Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuşsa, yani Müslüman'sa, bu cevaba
boyun eğmek durumundadır. Tutarlılık bunu gerektirir. Zira İslam,
Allah'ın hakkını teslim etmek için O'na kayıtsız şartsız teslim
olmaktır.
“Beden senindir, istediğin gibi kullan!” diyen
modern tasavvur zinanın haramlığını da anlayamaz. İçkinin haramlığını
da anlayamaz. Hülasa İslami sınırlara ikna olmaz. Ortada paradigma
sorunu vardır. İki farklı dünya söz konusudur. Sözün özü: Allah'ın gör
dediği yerden bakmayan, Allah'ın gösterdiğini göremez.
Tüm vahiylerin maksadını oluşturan can, akıl,
din, nesil ve mal emniyetlerinin korunması, bütün bunlara “emanet”
olarak bakmayı gerektirir. Bütün bunlara emanet olarak bakan ise,
emanetin sahibinin koyduğu sınırlara riayet eder.
Sınırlar… Kim koyacak sınırları? Teoride
herkes koyabilir. Ağzı olan konuşur, gücü olan yaptırım uygular,
yetkisi olan kullanır. İyi de, vicdanda yankı bulmayan kurallar
uygulayıcıları zorba, uygulananları ikiyüzlü yapar.
İnsanda bir vicdan inşa etme işi, daha doğru
ifadesiyle zaten var olan vicdanı aktif ve aktüel hale getirme işi
ideolojilerin, yasaların, kolluk güçlerinin, kamuoyu oluşturma
araçlarının değil, inanç sistemlerinin işidir. Bir sınır yoksa hiç
sınır yoktur. İşte Kur'an'ın tesettür düzenlemesi, bu alandaki
sınırları gösterir.
Biri çıkıp sosyolojik, kültürel, siyasal ve
hatta ekonomik açıdan dini bir meseleyi değerlendirebilir. Bu meyanda
başörtüsünü, insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde algılayabilir veya
algılamaz. Bütün bu tartışmaların alanı dînî değil “profan” alandır.
Fakat başörtüsünün İslam'daki ve Kur'an'daki
yerini konuşacaksanız, işte orada tartışma zemin değiştirmiş demektir.
Böyle bir tartışma yapacak kişi, önce bastığı zemine bir bakmalıdır.
Profan, hatta seküler zeminde ayak diretip de, bir konunun dindeki yeri
hakkında ahkam kesmek sahibini gülünç duruma düşürür.
Bir köşe yazarı çıkıyor, düpedüz laikçi bir
zeminden konuşuyor. Militan laik, hatta ateist olduğu biliniyor. Fakat
başörtüsünün İslam'daki yeri hakkında “fetva” veriyor. Evet, yanlış
duymadınız; fetva veriyor. Avrupa'da hiç kavram olarak “laik papaz”
kullanıldı mı bilmiyorum, ama bu durum da en az o kadar çelişkili; bir
o kadar da traji-komik.
Bu yazıları yazmama sebep olan değerli okuruma son olarak bir çift sözüm var.
“Allah'ın bu meselede gerçek muradı nedir?”
diye yola çıkan bir Kur'an aşığı, vara vara öyle bir noktaya gelmiş ki,
orada kendini Rasulullah'ın, sahabenin, Hz. Aişe'nin, Hz. Fatıma'nın,
müçtehid imamların uygulama ve tasdiklerinin karşısında, ama İlhan
Selçuk'un, Fransız Masonlarının Üstad-ı Azamının, Bekir Coşkun'un,
Türkan Saylan'ın, Özdemir İnce'nin ve bilumum İslam'a ve Kur'an'a
mesafeli laikçilerin uygulama ve iddialarının yanında bulmuş. Sahi, ben
şaşırmakta haksız mıyım?
Enes b. Malik'in beni hep titreten bir sözü vardır: “Nice Kur'an okuyan var ki, Kur'an ona lanet eder!” sami hocaoğlu
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|