Yazanlarda |
|
ebu muharrem Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 11 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 77
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
SELAM
Ad Kavmi
Nuh kavminden sonra Kur’an,Ad kavmini zikreder.Bu kavim de Allah’ın varlığını inkar etmiyor ve ilahlığını yadsımıyordu.Hz.Nuh (a.s)’un kavminin kabul edip benimsediği manada bu kavim de Allah’ı rab olarak görüyor ve benimsiyordu.Aynı şekilde bu kavimle peygamberleri olan Hud(a.s) arasındaki çekişmenin odak noktasını da yukarıda Nuh(a.s)’un kavmi bahsinde arzettiğimiz iki temel nokta olan Allah’tan başka ilahlar,rabler edinme olgusu oluşturmaktadır.Nitekim aşağıda zikredeceğimiz ayetler konuyu aydınlatırken bu olguyu da ortaya çıkarmaktadır.
“Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik.Hud onlara; Ey kavmim Allah’a ibadet ediniz.Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur… dediğinde… Onlar cevaben; Sen,bize yalnızca Allah’a ibadet etmemizi ve atalarımızın tapageldiği ilahları bırakmamızı söylemeye mi geldin? Dediler.” (A’raf, 65-70) “Eğer Rabbimiz dileseydi melekleri gönderirdi dediler.” (Secde,14)
“İşte Ad (kavmi), Rablerinin ayetlerini inkar ettiler,peygamberlerine isyan ettiler ve her inatçı hak düşmanı zorbanın emrine uydular.” (Hud, 59)
Semud Kavmi
Şimdi de, Ad kavminden sonra en azgın kavim olan Semud’u ele alalım. Allah’ın varlığını, O’nun ilah ve rab olmasını inkar etmedikleri gibi O’na ibadet etmeyi de yadsımıyorlardı. Onlar, Allah’ın yalnız başına ilahlığını, ibadetin sadece O’na yapılacağını ve rububiyetin bütün anlamlarıyla sırf Allah’a ait olduğunu benimsemeyip, Allah’tan başka yardıma koşan, ihtiyaçları karşılayan ve sorunları çözen ilahlar da olabileceği konusunda ısrar ediyorlardı. Yine kendi ahlaki ve toplumsal yaşantılarında Allah’ı bırakıp, önder ve ileri gelenlerine itaat etmekte ve toplumsal yaşam düzenini onlardan almakta diretiyorlardı. İşte bu keyfiyet bilahare onların azgın ve azaba müstehak bir kavim olmalarına neden oldu. Bunu şu ayet-i kerimelerle daha güzel açıklayabiliriz.
“Ey Muhammed! Eğer bu insanlar sana itaatten yüz çevirirlerse onlara de ki: Ad ve Semud kavimlerinin uğradığı cinsten korkunç bir ceza ile sizi korkuturum.Bu kavimlere,önlerinden ve arkalarından peygamberler gelip de Allah’tan başkasına kulluk etmeyin dediğinde onlar eğer Rabbimiz (böyle) dileseydi melekler indirirdi,bu yüzden sizin getirdiklerinizi kabul etmeyiz demişlerdi.” (Fussilet, 13-14)
“Semud kavmine de kardeşleri Salih’i gönderdik.O, ‘Ey kavmim Allah’a ibadet ve kulluk edin,O’ndan başka bir ilahınız yoktur…’ dediğinde, onlar; ‘Ey Salih’ dediler.Doğrusu bundan önce sana bir hayli ümit bağlamıştık,şimdi sen bizi atalarımızın tapınageldiklerine tapmaktan men mi ediyorsun?” (Hud, 61-62)
“Kardeşleri Salih onlara ‘kendi kurtuluşunuzu düşünüp hiç sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim,öyleyse Allah’tan korkun ve bana itaat edin… Yeryüzünde fesat çıkarıp ıslah etmeyen haddini aşmışlara itaat etmeyin’ dedi.” (Şuara, 142-152)
|
Yukarı dön |
|
|
ebu muharrem Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 11 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 77
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
Firavun ve Hanedanı
Şimdi de,hakkında Nemrud ve kavminden daha fazla oranda yanlış kanılar bulunan Firavun ve kavmini ele alalım. Firavun hakkında, onun sadece Allah’ı inkarla kalmayıp, kendisini tanrı olarak gördüğü şeklinde bir genel kanı vardır.Yani o, herkesin gözü önünde, açıkça, yerin ve göğün yaratıcısı olduğunu iddia edecek kadar aklını oynatmış ve kavmi de onun bu iddialarına kanacak derecede akılsız idi!... Oysa, Kur’an-ı Kerim ve tarihteki veriler uluhiyet ve rububiyet noktasında, Firavun ve kavminin sapıklığının, Nemrud’un ve kavminin yoldan çıkmışlığından pek fazla farkının olmadığı hakikatini gözler önüne sermektedir. Aralarındaki fark yalnız şudur : O ortamda, siyasi sebepler dolayısıyla İsrailoğullarına yönelik milliyetçi bir zıtlaşma ve taassuba dayalı bir düşmanlık baş göstermişti.Bunun sonucu olarak günümüzde de ateistlerin çoğunda olduğu gibi, Allah’ın rab ve ilah oluşu,kalblerde gizlice itiraf edilmesine rağmen, sırf inat yüzünden görünürde inkar ediliyordu.
Aslında meselenin özü şudur; Hz.Yusuf (a.s) Mısır’da iktidarı ele aldıktan sonra,İslam öğretisinin yayılması için tüm gücünü sarfetmeye başlamıştı.Hz.Yusuf’un davetinin Mısır üzerindeki etkileri o kadar derindi ki,yüzyıllar boyunca bu etkileri silmeye kimsenin gücü yetmedi.O halde,firavun devrinde,bütün Mısır halkı hak dini üzere olmasa da,Mısır’da herhangi bir kimsenin Allah’ı tanımaması,ya da göklerin ve yerin yaratıcısının O olduğunu bilmemesi mümkün değildi.Sadece bununla da kalmayıp, Hz.Yusuf (a.s)’un öğretileri her Mısırlı üzerinde,en azından metafizik manada Allah’ı,ilahların ilahı ve rablerin rabbi olarak kabul edecek ve hiçbir Mısırlının Allah’ın uluhiyetini inkar etmeyecek derecede etkisi vardı. Bununla beraber, onlardan küfür üzerinde ayak direyenler,uluhiyet ve rububiyette Allah’a başkalarını ortak koşuyorlardı.Hz.Yusuf (a.s)’un bıraktığı bu etkiler Hz.Musa’nın peygamberliğine kadar süregelmiştir.
Nitekim,bir Kıpti liderin,Firavun’un sarayında yapmış olduğu konuşma,bunun açık delilidir.Firavun,Hz.Musa (a.s)’yı öldürmek istediğini açığa vurunca,Müslüman olmasına rağmen bunu gizleyen,saraydaki Kıptilerin bir reisi,dayanamayarak şöyle der:
“Rabbinizden size apaçık ayetler getirdiği halde,Rabbim Allah’tır dediği için mi bu şahsı öldüreceksiniz? Eğer yalancı ise,yalanının vebali kendisine.Ama,eğer doğru sözlü ise,sizi tehdit edegeldiklerinin bir kısmının da olsa başınıza gelebileceğinden sizi sakındırmaktadır.Şüphesiz Allah aşırı yalancıyı doğru yola iletmez.Ey kavmim,bugün iktidar sizin,yeryüzünde galip sizsiniz,ancak,eğer yarın Allah’ın azabı gelir çatarsa bize kim yardım eder…” (Mümin, 28-29)
“…Ey kavmim,nice büyük kavimlerin üzerine gelen o günün,size de gelmesinden ve sonunuzun Nuh,Ad,Semud ve onlardan sonra gelen kavimlerinki gibi olmasından korkarım…” (Mümin,30-31)
“Daha önce Yusuf da size apaçık burhanlar getirmişti. Onun getirdiklerinden de şüphelenip durmuştunuz.Sonunda Yusuf ölünce“Allah ondan sonra elçi göndermeyecek” demiştiniz.” (Mümin, 34)
“Ey kavmim,ne tuhaftır ki ben sizi kurtuluşa davet ettiğim halde,siz beni ateşe çağırıyorsunuz.Siz beni Allah’ı inkar etmeye ve bilmediğim şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz.Bense sizi O aziz ve çok bağışlayana çağırıyorum.” (Mümin, 41-42)
Bu ayetler Hz.Yusuf (a.s)’un üstün şahsiyetinin etkilerinin aradan birkaç yüzyıl geçmesine rağmen hala devam ettiğine açıkça delalet etmektedir.
Bu yüce peygamberin öğretisinden etkilenmiş olmaları hasebiyle,Mısır halkı,Allah’ın varlığından; O’nun ilah ve rab olarak tabiat güçleri üzerindeki hüküm ve tasarrufundan;gazabından korkulan,rahmetine ümit bağlanan üstün ve kahir bir mabut olduğundan büsbütün habersiz kalmaları mümkün değildi.
Son ayetten şu da açıkça anlaşılmaktadır ki,bu kavim,Allah’ın uluhiyet ve rububiyetini kati bir şekilde inkar etmeyip,bunların sapıklığı da diğer kavimlerde açıkladığımız cinstendi.Yani,uluhiyet ve rububiyet bağlamında Allah’a başkalarını ortak koşuyorlardı.
Firavun meselesinde şüpheleri üzerine çeken bir iki noktayı da burada açıklamamız gerekiyor. Böyle bir şüphe Hz.Musa (a.s)’nın “biz alemlerin rabbinin elçisiyiz” dediğinde,Firavun’un “Bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?” diye sorması,veziri Haman’a: “Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap belki yollara,göklerin yollarına erişirim de Musa’nın rabbine bir söz atarım.” (Mümin, 36-37) demesi,Hz.Musa’yı “benden başkasını ilah edinirsen seni hapsederim” diye tehdit etmesi,tüm ülkeye “en yüce rabbiniz benim” diye ilan ettirmesi ve saray ehline “Ben sizin için benden başka ilah tanımıyorum” diye böbürlenmesi gibi nedenlerden ileri gelmektedir.Bu gibi ibareleri gören insanlar,Firavun’un Allah’ın varlığını bile inkar ettiğini,alemlerin rabbi diye bir şey tanımadığını ve sadece kendisini mabud olarak gördüğü zannına kapılmaktadır.Oysa Firavun bütün bunları aslında katı bir milliyetçiliğe dayalı düşmanlık nedeniyle söylemişti.
Hz.Yusuf zamanında,sadece O’nun üstün kişiliğinin etkisiyle Mısır’da İslam öğretisi yayılmakla kalmamış,iktidarı elinde tutması dolayısıyla da İsrailoğullarının Mısır’daki nüfuzu oldukça artmıştı.Hz.Yusuf (a.s)’u müteakiben,İsrailoğullarının Mısır’daki nüfuz ve gücü üç-dört asır sonrasına kadar devam eder.Daha sonra İsrailoğulları aleyhine milliyetçi akımlar filizlenmeye başlar.Sonunda iş o noktaya gelir ki,İsrailoğulları iktidardan uzaklaştırılır ve Mısırlı milliyetçi bir aile ülkenin dizginlerini eline geçirir.Bu yeni hükümranlar sadece İsraillileri baskı altında tutmak ve onları ezmekle yetinmeyip Yusuf (a.s) devrinin tüm etkilerini de tek tek yok ederek, kendi eski cahili din ve adetlerini yeniden ihya etmeye çalışmışlardır.Durum bu minval üzere devam ederken, Hz.Musa (a.s)’nın gönderilmesiyle bu yeni iktidar sahipleri,iktidarlarının tekrar kendi ellerinden çıkıp İsraillilerin ellerine düşmesi korkusuyla telaşa kapılırlar. İşte bu inat ve düşmanlık yüzündendir ki,Firavun kızarak Hz.Musa (a.s)’ya “Bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?” ve “Benden başka kim ilah olabilir?” diye soruyordu. Yoksa, aslında o alemlerin rabbinden habersiz değildi. Örneğin; bir ayette Firavun,Musa’nın Allah’ın elçisi olmadığını ispatlamak için kavmine şöyle demektedir: “O’ na altın bilezikler verilmeli ya da yanında O’na yardım edecek melekler gelmeli değil miydi?” (Zuhruf, 53)
Bu sözler,Allah ve melekler hakkında tamamen habersiz bir kimsenin sözü olabilir mi?
|
Yukarı dön |
|
|
ebu muharrem Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 11 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 77
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yine başka bir yerde, Hz.Musa (a.s) ile Firavun arasında şöyle bir konuşma cereyan eder:
“Firavun O’na: ‘Ey Musa! Ben seni büyülenmiş sanıyorum’ dediğinde Musa da O’na: Andolsun ki bunları,göklerin ve yerin rabbinin açık açık ibretler olarak indirdiğini biliyorsun.Ey Firavun! Doğrusu senin felaketin yakındır sanıyorum diye cevap vermişti.” (İsra, 101-102)
Başka bir ayette Allah Teala, Firavun kavminin kalbi durumlarını şöyle beyan buyurmaktadır:
“Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince, “Bu apaçık bir sihirdir” dediler.Kalpleri kesin olarak kabul ettiği halde,haksızlık ve büyüklenmelerinden dolayı bile bile inkar ettiler.” (Neml,13-14 )
Kur’an-ı Kerim iki taraf arasında geçen başka bir diyaloğu şu şekilde aktarır:
“Musa ‘yazıklar olsun size’ dedi. Allah hakkında (böyle) yalan(lar) uydurmayın;yoksa şiddetli azabıyla kökünüzü kazır.Doğrusu Allah’a iftira eden perişan olmuştur. (Sihirbazlar bunu işitince) kendi aralarında işlerini tartıştılar ve gizli görüşmeler yaptılar. (Musa ve Harun’u göstererek) Dediler ki: Bunlar iki büyücü,başka bir şey değil.Sizleri sihirleriyle ülkenizden çıkarmak ve ideal hayat düzenimizi yok etmek istiyorlar.” (Ta-Ha, 61-63)
Hz.Musa’nın,Allah’ın azabıyla korkutma ve Allah’a iftira atmanın sonuçlarını bildirmesiyle sihirbazlar arasında çıkan bu tartışmaya o insanların kalplerindeki Allah’ın azameti ve korkusunun sebep olduğu açıktır.Ancak iktidarı elinde tutan milliyetçi zümre yaklaşmakta olan bu siyasi tehlikeyi görür ve hemen harekete geçer.Musa (a.s) ve Harun (a.s)’ın çağrısına uymanın,Mısır halkı için,yeniden İsrailoğullarına teslim olmak anlamına geldiği propagandasına başlarlar.Bu propaganda sonucu Mısırlıların kalpleri yeniden katılaşır ve peygamberlere karşı birlikte mücadele vermeye karar verirler.
Bu siyasi gerçek ortaya çıktıktan sonra,şimdi,Hz.Musa (a.s) ile Firavun arasındaki kavganın asıl sebeplerini;Firavun ve kavminin hangi noktada sapıtıp yoldan çıktığını ve Firavun’un hangi anlamda uluhiyet ve rububiyet iddia ettiğini düşünebiliriz.Bu amaçla sırasıyla şu ayetleri dikkatlice gözden geçirelim:
1. Firavun’un saray ehlinden Hz.Musa (a.s)’nın davetinin kökünden yok edilmesi üzerinde ısrar eden bir grup,bir ara Firavun’a hitaben şöyle diyorlar:
“Yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar,seni ve tanrılarını terk etsinler diye mi Musa (a.s) ve kavmini başıboş bırakıyorsun?” (A’raf, 127)
Diğer taraftan yine saray ehlinden,ancak,Hz.Musa (a.s)’ya iman etmiş olan şahıs bu insanlara şöyle hitap etmektedir:
“Siz,beni Allah’ı inkar etmeye ve hiçbir ilmi delile sahip olmadığım birini O’na ortak koşmaya mı davet ediyorsunuz?” (Mümin, 42)
Bu iki ayeti;tarihi araştırmalar ve arkeolojik bulgularla birlikte değerlendirirsek,Firavun’un hem kendisinin hem de kavminin,rububiyetin birinci ve ikinci manaları itibariyle bazı tanrıları İlahlıkta Allah’a ortak koştuklarını ve onlara tapındıklarını açıkça görürüz.
1. Açıkça görülüyor ki,eğer Firavun tabiatüstü nitelikte tek tanrı olduğunu iddia etseydi,yani,sebepler zincirinin hakiminin kendisi olduğunu,göklerde ve yerde kendisinden başka ilah ve rab bulunmadığı davasını gütseydi,başka ilahlara tapmazdı.
2.Firavun’un Kur’an’da nakledilen şu sözleri; “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum.” (Kasas,38 )
Bu ibarelerden Firavun’un kendisinden başka tüm ilahları tanımadığı anlamı çıkarılmamalıdır.Onun asıl amacı Hz.Musa (a.s)’nın davetini reddetmektir.Çünkü,Hz.Musa (a.s) öyle bir ilaha ibadete davet ediyor ki,O,sırf tabiatüstü nitelikte mabud olmayıp,bilakis,siyasi ve toplumsal alanda da yasa koyucu ve en büyük otoritenin sahibidir.Bu yüzden Firavun,kavmine, “sizin benden başka böyle bir ilahınız yok” demiş ve Hz.Musa’yı da, “eğer bu anlamda benden başkasını ilah edinirsen zindan nasılmış görürsün” şeklinde tehdit etmiştir.
Aynı şekilde,Kur’an’ın bu ayetlerinden anlaşılmaktadır ki,Firavunların sadece kendilerinin Mısır’ın mutlak egemenliğine sahip oldukları iddialarıyla beraber,duygu ve düşüncesinde kendi hakimiyetlerini iyice pekiştirebilmek gayesiyle,sahte tanrılarla kendi aralarında birtakım bağlar kurarak bir çeşit kutsanmışlık iddiasında da bulunmuşlardır. Bunu tarihsel veriler ve arkeolojik eserler de tasdik etmektedir.Bu bağlamda Firavunlar tarih boyunca yalnız değillerdir; dünyada şahlıkla yönetilen birçok ülkedeki şahlar,siyasi egemenliğe ilave olarak,metafizik manada da uluhiyet ve rububiyete az çok ortak olmaya çalışmışlar,halkın kendi önlerinde istedikleri türden bir ibadet töreni yapmasını mecbur tutmuşlardır.Fakat,bu mecburi ibadet ettirilip ve rububiyet taslama asıl amaç değildir,bir ayrıntıdır.Oysa asıl hedeflenen,kendi siyasi egemenliklerini perçinleştirmekti. Bu nedenle, sadece bir tedbir olarak metafizik anlamda ilahlık davası güdülmektedir. Vakıa böyle olunca, gerek Mısır’da olduğu gibi, gerekse diğer cahiliyenin hakim olduğu müşrik düzenlerde,siyasi çöküş ve yıkılmayla beraber, şahların, kralların ilahlıkları da sona ermektedir.Sonuçta tahta kimler hakim olur ve otoritelerini sağlarsa uluhiyete de onlar sahip olmaktadırlar.
3.Firavun aslında metafizik nitelikte değil de siyasi anlamda ilahlık davası gütmekteydi; O, şöyle diyordu: Rububiyetin üçüncü, dördüncü ve beşinci anlamları itibariyle “Ben Mısır ülkesi ve halkının yüce rabbiyim. Bu ülke ve kaynaklarının sahibi benim.Buranın mutlak hakimiyet hakkı bana aittir. Burada medeniyet ve toplumun temelini,sadece benim merkezi şahsiyetim oluşturur. Bu topraklarda benden başkasının kanunları geçmez.”
Kur’an’ın ifadesiyle Firavun,bu iddialarının temellerini şuna dayandırmaktaydı; “Firavun kavmine; ‘Ey kavmim!’ diye seslendi. Ben Mısır’ın sahibi değil miyim ve bu ırmaklar benim ayaklarımın altından akmıyor mu? Görmez misiniz?” (Zuhruf, 51)
Aynen Nemrud da rablik iddiasını işte bu temellere dayandırıyordu:
“Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim’le rabbi hakkında tartışanı gördün mü?” (Bakara, 258 )
Hz.Yusuf (a.s)’un çağdaşı kral da benzer iddialarla kendini ülkesinin rabbi ilan etmişti.
4. Firavun ve hanedanının Hz.Musa (a.s)’nın davetine itiraz ettikleri asıl nokta,Hz.Musa (a.s)’nın davetinde alemlerin rabbi olan Allah’tan başka,hangi anlamda olursa olsun başka hiçbir ilah ve rabbin yer almamasıydı.Hz.Musa şöyle diyordu:
“Metafizik nitelikte de, siyasal ve toplumsal anlamda da sadece O, tek başına İlahtır ve Rabdır. İbadet de yalnız O’na yapılmalıdır,kulluk ve mutlak itaat de yalnız O’na gösterilmelidir. Yalnız O’nun kanunları meşrudur. O, beni apaçık delillerle bir temsilcisi olarak size göndermiştir. Benim aracılığımla size emir ve nehiylerini kapsayan hükümlerini iletmektedir. Öyleyse,O’nun kullarını yönetme ve yetki otoritesi sizin değil de benim ellerimde olması gerekir.” Bu yüzdendir ki Firavun ve hükümetinin ileri gelenleri defalarca şunu yinelemektedirler: “Bu iki kardeş (Musa ve Harun) bizi bu toprakların idaresinden uzaklaştırmak, yetki ve otoriteyi kendi ellerine almak ve ülkemizin dini ve toplumsal düzenini bozarak, kendi siyasal sistemlerini kurmak istiyorlar.”
“Muhakkak ki biz Musa’yı ayetlerimizle ve açık bir belgeyle, (sultan:otorite) Firavun ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Onlar Firavun’un emirlerine boyun eğdiler.Oysa Firavun’un emirleri hiç de doğruya iletici değildi.” (Hud, 96-97)
“Biz, onlardan önce Firavun’un kavmini imtihan etmiştik.Saygın bir elçi onlara gelmişti. ‘Allah’ın kullarını bana bırakın’. Doğrusu ben sizin için güvenilir bir elçiyim.Allah’a karşı üstünlük taslamayın.Ben size apaçık bir kanıt getirdim demişti.” (Duhan, 17-19)
“ (Ey ehl-i Mekke) Nasıl ki Firavuna bir elçi göndermişsek,size de durumunuza şahitlik edecek bir elçi gönderdik.Ne var ki,Firavun elçimize kafa tuttu da onu amansızca yakalayıverdik.” (Müzzemmil, 15-16)
“Firavun, Ey Musa, (siz ne tanrıları ve ne de şahlık ve krallık hanedanlarını rab olarak görmüyorsanız, o halde) sizin rabbiniz kimdir? diye sorunca, Musa da; ‘Bizim rabbimiz, her şeye özel bir düzen veren ve sonra ne yapacağını gösterendir’ demişti.” (Ta-Ha, 49-50)
“Firavun ‘bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?’ diye sormuştu da,Musa; ‘eğer gerçekten inanmak istiyorsanız,bilinki O,göklerin,yerin ve her ikisi arasındakilerin rabbidir’ diye cevap vermiş, Firavun etrafındakilere ‘işitiyor musunuz?’ demişti. Musa devamla sizin de,atalarınızın da rabbidir’ deyince Firavun ‘ doğrusu size gönderilen bu peygamberiniz hiç şüphesiz delidir’ demişti. Musa devamla ‘eğer aklını kullanabilen kimselerseniz, doğunun, batının ve bu ikisi arasındaki her şeyin rabbidir’ deyince Firavun, Musa’ya hitaben ‘eğer benden başka bir ilah edinirsen, andolsun ki seni zindandakilerin arasına katarım’ demişti.” (Ta-Ha, 23-29)
“Firavun ‘Ey Musa,büyü ile bizi topraklarımızdan çıkarmaya mı geldin?’ dedi.” (Ta-Ha, 57)
“Firavun ‘bırakın da Musa’yı öldüreyim’ dedi, İsterse rabbini yardıma çağırsın.Onun dininizi değiştirmesinden veya ülkede bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum.” (Mümin, 26)
“Bu ikisi sihirbazdırlar.Sihirlerinin gücüyle sizi topraklarınızdan çıkarmak ve sizin örnek olarak seçip benimsediğiniz hayat sisteminizi ortadan kaldırmak istiyorlar.” (Ta-Ha , 63)
Buraya kadar sıraladığımız bütün bu ayetleri dikkatlice gözden geçirirsek,Rububiyet konusunda başka dönemlerde ve başka ülkelerde yaşayıp gitmiş toplumların içine düşegeldikleri sapıklığın karanlık gölgesini Nil vadisinde de görmekteyiz.
Yine, Musa ve Harun (a.s)’un memur oldukları insanları, çağırdıkları yönünde, onlardan önceki bütün peygamberlerin (a.s) davet edegeldikleri taraf olduğunu ifade edebiliriz. (Alıntı: Dinde dört Terim)
|
Yukarı dön |
|
|
ebu muharrem Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 11 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 77
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
Yahudi ve Hıristiyanlar
Firavun ve kavminden sonra karşımıza İsrailoğullarıyla, Yahudi ve Hıristiyan inanç-ibadet sistemini benimseyen toplumlar çıkar. Bu toplumlar için Allah’ın varlığını inkar ettikleri yada O’nu ilah ve rab olarak görmedikleri gibi bir zanda bulunmak imkansızdır. Çünkü bizzat Kur’an onları Ehl-i Kitap olarak tanımlamış ve onların bu konudaki inançlarına tanıklık etmiştir. O halde,bizim asıl üzerinde durup düşünmemiz gereken şudur: Rububiyet noktasında Kur’an’ın bu insanları sapık olarak nitelemesine yol açan akide ve amellerinde alışkanlık haline getirdikleri belirgin sapmaların mahiyeti nedir?
Bu sorunun kapsamlı cevabını bizzat Kur’an’da bulmaktayız:
“De ki; Ey Kitap ehli, dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın, daha önce sapmış, birçoklarını da saptırmış ve doğru yoldan çıkmış bir kavmin heveslerine uymayın.” (Maide, 77)
Bu ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır ki, Yahudi ve Hıristiyan kavimleri de kendilerinden önce gelen kavimler gibi aynı noktalarda sapıtmışlardır. Benzer şekilde, bu sapıtmanın onlara dinde aşırı gitmeleri yoluyla sirayet ettiği anlaşılıyor. Şimdi, bu ayeti kerimenin ayrıntılarını açıklayan diğer ayetlere şöyle bir göz atalım:
“Yahudiler ‘Üzeyr Allahın oğludur’ dediler. Hıristiyanlar da ‘Mesih Allahın oğludur’ dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini), önceden inkar etmiş (olan müşrikler)lerin sözlerine benzetiyorlar. Allah (c.c) onları kahretsin, nasıl da (haktan batıla) çevriliyorlar.” (Tevbe,30)
“Allah,Meryem oğlu mesih’in ta kendisidir diyenler şüphesiz, kafir olmuşlardır. Oysa Mesih ‘Ey İsrailoğulları rabbim ve rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Zira kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak ki, Allah ona cenneti haram etmiştir; zalimlerin yardımcıları yoktur’ demişti.” (Maide, 72)
“Allah üçten biridir diyenler hiç şüphesiz kafir olmuşlardır. Oysa, bir tek tanrıdan başka bir tanrı yoktur.Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkar edenlerden acı bir azap dokunacaktır.” (Maide, 73)
“Allah demişti ki: ‘Ey Meryem oğlu İsa,insanlara sen mi ‘beni ve annemi Allah’tan başka ilahlar olarak benimseyin’ dedin?’ Haşa dedi, sen yücesin,benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gaybleri bilen yalnız sensin, sen!” (Maide,116)
“Allah’ın, kitap, hüküm ve peygamberlik vererek yücelttiği bir kişinin,insanlara ‘Allah’ı bırakıp ta bana kulluk edin’ demesi yakışmaz. Ona yakışan ‘Allah’ın kitabını öğrenen ve öğreten bir kimse olarak rabbe tapıcılar olun’ demesidir. Yine size melekleri ve peygamberleri rabler edinin’ diye emretmesi de yaraşmaz. Müslüman olduktan sonra size inkar etmeyi mi emredecek?” (Al-i İmran, 79-80)
Bu ayetlere bakarak, Ehl-i Kitab’ın sapıtmasına yol açan birinci noktanın şu olduğunu görüyoruz:
Onları dindeki mevki ve makamlarından dolayı peygamber, evliya ve melekler sevgi ve saygıya layık görmüşler,onlara karşı hürmet ve tazimde çok aşırı gitmişler, böylece onların gerçek makamlarını gözlerinde aşırı derecede büyüterek , ilahlık makamına eriştirmişler, Allah’ın işlerine ortak yapmışlardı. Onlara tapmışlar ve onlardan niyazda bulunmuşlardı.Onları metafizik manada rububiyet ve uluhiyete ortak görmüşler ve bağışlama, yardım etme, koruma ve kollama yetkilerine sahip olduğu zannına kapılmışlardı.
Onların sapıttığı ikinci noktayı şu ayet açıklamaktadır:“Onlar Allah’ı bırakıp ta alim ve rahiplerini rabler edindiler.” (Tevbe, 31)
Ayet-i kerimenin de belirttiği gibi,din düzeni içerisinde,işleri sırf, Allah’ın şeriatını öğretmek ve toplumun ahlakını Allah’ın rızasına uygun bir şekilde ıslah etmek olan kişiler, gitgide öyle bir özellik kazanmaya başladılar ki,artık onlar kendi arzu ve heveslerine göre istediklerini haram, istediklerini de helal kılmaya başladılar.Allah’ın kitabından herhangi bir delil getirmeksizin istediklerini emreder ve istediklerini nehyeder,istediklerini sünnet ilan eder oldular. Böylece bu toplumlar da, daha önceleri , İbrahim, Ad, Semud, Medyen ehli ve diğer kavimlerin tutulduğu iki büyük temel sapıklığa düşmüş oldular. Aynen onlar gibi metafizik nitelikte melekler ve büyüklerini rububiyet bağlamında Allah’a ortak koştular. Yine aynen onlar gibi, toplumsal ve siyasi rububiyeti Allah’a mahsus kılınacakları yerde insanlara verdiler.Kendi medeni, toplumsal, siyasi ve ahlaki kanun ve prensiplerini Allah’ın delillerine gerek duymadan insanlardan almaya başladılar. Öyle ki iş ta şu noktaya dayandı:
“Kendilerine Allah’ın kitabından bir pay verilmiş olanları görmedin mi; Onlar Cibt ve Tağuta inanıyorlar ve küfredenlere; ‘Bunlar inananlardan daha doğru yol üzerindeler’ diyorlar.” (Nisa, 51)
“De ki; Allah katında fasıklardan daha kötü cezanın kime uygulandığını size haber vereyim mi? Allah kimlere lanet ve gazap etmiş, kimlerden maymunlar,domuzlar,tağuta kulluk edenler yapmışsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en fazla sapmış olanlardır.” (Maide, 60)
Cibt; sihir, muska, tılsım, kehanet, falcılık, uğursuzluk ve fıtrata aykırı işler gibi vehmin bütün kısımları ile hurafeler için kullanılan geniş kapsamlı bir sözcüktür.
Tağut ise; Allah’a karşı isyana kalkışmış ve kulluk sınırını aşarak ilahlık bayrağını yükselten bütün şahıs,zümre ya da yönetimlerdir.
O halde, Yahudi ve Hıristiyanlar, yukarıda zikrettiğimiz iki büyük sapıklıktan birinci sapıklığı işlemekle her çeşit vehim ve hurafeleri kalp va kafalarına iyice yerleştirmişler, ikinci sapıklığı isteyerek de alim, rahip, zahid ve sofilerine kul olmuşlar; böylece Allah’a açıkça karşı çıkan zalim ve despotların tutsağı ve birer uydusu durumuna düşmüşlerdir.
selametle
|
Yukarı dön |
|
|
|
|