ŞiaRıM-KuRaN Uzman Uye
Katılma Tarihi: 26 aralik 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 124
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Monoteist (tek tanrıcı) İbrahimî din (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) ile dinsizliği kuran veya ayıran şeyin ne olduğu sorulacak olsa, bunun insan arzularını kontrol etme, sınırlama ve serbest bırakma olduğu söylenebilir.
İnsanı hayvandan ayıran şey insanın aklı, iradesi ve ruhu ise; insanın hayvanla ortak yanı içgüdüleri ve arzularıdır. İnsanın akıllı olması, konuşabilmesi, iki ayağının üzerinde durabilmesi, dik yürümesi, kılsız olması vs. onu teknik anlamda hayvanlardan “üstün” yapabilir. Çünkü bunlar sayesinde insanlar, hayvanların üzerinde hâkimiyet kurabilir; ancak, bu özellikler onu değerli, şerefli ve yüce yapmaz. Ayrıca bunlar akıl-baliğ olduktan sonra “kazanılacak” özelliklerdir. İnsan yavrusu, akıl-baliğ oluncaya kadar “masum” ve “masun (korunmuş)” dur. İnsan rüştüne erdikten, yani ehliyete haiz olduktan (aklını kullanabilir olduktan) sonra akıl ve iradesiyle ya içgüdülerini kontrol ederek, eğiterek değer, şeref ve onur kazanır; ya da şerefsiz, değersiz, onursuz, hayvan gibi, hatta daha aşağı bir varlık olur. Tanrı katında değerli olma “iman” ve “ahlâk” ile, insanlar arasında değerli olma ise sadece “ahlâk” iledir.
İşte İbrahimî din, insanı medenileştirme, ehilleştirme ve eğitme bağlamında bir ‘eğitim programı’dır. İnsanın konuşma, akıl etme ve düşünme kabiliyetleri, arzularına hâkim olma ve ahlâkı değerlendirme kabiliyetlerine gömülüdür. İnsan çift kutuplu bir varlıktır.
Bu çift kutup: 1-Arzularına uyma, 2-Ahlâki yanını aktüelleştirmedir.
Arzularına gömülen hayvanlaşır, onları kontrol eden ise değer kazanır (91-Şems/8-10). Sınırsız arzu ile ahlâki kötülük arasındaki direkt ilişkiyi bir başka âyet Hz.
Yusuf’un sözü olarak şöyle ifade eder: “Ben arzularımı(nefsimi) temize çıkarmam, çünkü arzular kesinlikle kötülüğü emredicidir’(12/Yusuf–53).
Arzuları kontrol etme, mistik din akımlarının ve ortaçağda Kilisenin iddia ettiği gibi, onların kökünü kurutma, köklerini sökme, onları inkâr etme, kötü görme ve yasaklama değildir. Arzuları kontrol etmekten asıl maksat, onları hemcinslerimize karşı tehlikeli, zararlı olmaktan çıkarmaktır. Din dilindeki “günah”, “zulüm” veya “ahlâksızlık” budur. Din, hazzın ve zevkin ahlâki-hukuki olarak sınırlandırılmasıdır. Arzuların sınırlanmaması insana haz ve zevk verse de sonuçta ya insanın kendine zarar verir, ya da başkalarına.
Örneğin, nankörlük duygusu Tanrı’ya ve başkalarına şükran duymayı engeller, cimrilik duygusu yoksullara yardım etmeyi engeller, kızgınlığı frenleyememe başkalarına zarar verir, bedene keyif verici şeyler (sigara, içki, uyuşturucu, aşırı yeme v.s) bedene zarar verir. Kibir, egoizm, aşırı tahakküm ve istifleme (biriktirme) arzusu emperyalizmi ve sömürüyü doğurur.
Bu sebeple Kur’an bütün bu haddi aşma ve aşırılıklara ‘israf’ ve ‘tuğyan’ der.
Din, aslında iki şeydir:
1-Başta kendi varlığımız olmak üzere, içinde kendimizi hazır bulduğumuz nimetlerin (güneş, oksijen, su ve her türlü nesne ile dolu dünyamız) sahibine (Allah’a) minnettarlık duyma, şükretme (iman, ibadet);
2-İnsan cinslerimize karşı empatiyle, şefkatle davranma; onlara adaletsizlik, haksızlık (zulüm) yapmama (ahlâk). Bunların gerçekleştirilebilmesi için insanın büyüklenme (tekebbür), kendini yeterli görme (istiğna) ve nankörlükten (küfür) kaçınması, arzularını kontrol etmesi ve ahlâki yanını aktüelleştirmeye izin vermesi gerekir.
Kuran, dinsizliği, “arzuları (heva) ilahlaştırma” (45/Casiye-23) ve arzularla eş anlama gelen sadece “dünya hayatını tercih etme” ve “dünya hayatının insanı ayartması” (79/Naziat-38) olarak tanımlar. Bu, bütün insanlığın tarih boyu temel problemidir.
16. yüzyıldan sonra Kilisenin ve Hıristiyanlığın yanlışlıkla insanın bütün arzularını ve aklını baskı altında tutmasına tepki olarak gelişen sekülerizm, aydınlanma veya modernizm, aklın Kilisenin kontrolünden kurtulması yanında aynı zamanda arzuların da başı-boş bırakılmasıdır. Adına “insan hak ve özgürlükleri” dediğimiz hususlar, Kilise ve devletin yaratmış olduğu kısıtlama ve kontrollere karşı bir başkaldırıdır. Bu süreçte insan aklı ve düşüncesi yanında -daha doğrusu içinde-, insanın arzuları da özgürleşti.
Nietzsche’nin “Tanrı öldü” sözü modernleşmedeki bu dinsizleşmeyi, dinin geri itilmesini ifade eder. Arzular, başıboşluk ve saldırganlık nitelikleriyle ahlaki kötülüklerin (küfrün ve zulmün) kaynağıdır.
Dünyanın bu tarihlerden itibaren sömürgeleştirilmesi, işgal edilmesi (Amerika, Afrika, Asya, Avustralya) ve kolonileştirilmesi, arkasından iki dünya savaşının çıkarılması tesadüf değildir. Kapitalizm, insanın sınırsız arzularını ve fantezilerini ekonomik “ihtiyaçlar” olarak tanımlayıp, bunları gidermek için emtia üretimi ve imal edilen malların satımı ve tüketimidir.
Din, doğasında hazlara ve zevklere karşı “acelecilik” (70/Meariç-19-21) bulunan insanı sabırlı olmaya, dinginliğe, durup düşünüp-taşınmaya ve müteenni (ağırbaşlı) olmaya çağırır. Oysa teknoloji ile birlikte modern insan iyice “hızlandı”. Bir reklâmda dendiği gibi, yavaşlayan yere düşmektedir. Arzuların tatmin edilmesi için yaratılan ekonomi, ekolojik dengeyi bozduğu gibi, iklimleri de değiştiriyor.
İbrahimî-monoteist din, arzuların sınırsız tatminine “israf” adını vermiş ve bunu “günah” ve ahlâksızlık olarak nitelendirmiştir. Oysa çağdaş anlayışa göre insan ne kadar tüketiyorsa o kadar değerli veya üstün görülmektedir. Örneğin, iki ayrı dildeki temenni iki kültürün ruhunu ele vermektedir. Türkçe de yemek yiyen birine “Afiyet olsun” denir. Bu ifade kısaca yediklerin “yarasın” anl** gelir. İngilizcede ise “Enjoy your meal” veya “Good appetite” denmektedir. Burada ise iştah, haz ve zevk vurgulanmaktadır. Artık birçok insan yemek için, zevk almak için yaşıyor. Çalışma, iş yapma ve para kazanma hazzın yoğunlaşma dilimi olan “tatil” için. Hayatın en yüksek gayesi artık sorumluluk (ahlâk, din) değil, yeme-içme, gezme ve sanat, yani zevk ve hazdır.
Fast-food hızın, obezite hazzın sonucudur. Günümüzde, heyecanı (adrenalini) arttıran her şey değerlidir. Korku, şiddet ve başkasının acısından zevk alma bile (crime) istenir oldu. Amerikan filmi seyredip “dehşete-korkuya” kapılmayan var mı? Burada durup Kur’an’ın 1400 sene önceki dinsizlere sorduğu şu soruyu sormak gerekiyor: “Nereye gidiyorsunuz?” (81/Tekvir-25).
ilhami güler..
__________________ ZÜMER-2739/27 Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler.
|