Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ÜÇ KONUŞMA, ÜÇ SORU, BİR TESBİT |
|
Selam ile,
Rabb insanı yeryüzünde bir balçık halinde bırakmamış, O’nu ruh ile donatmış, eşyaların isimleri ile zenginleştirmiş ve yeryüzü halifeliğine müsait hale terfi ettirmiştir, bütün verilenler bütün yaşananlar tek bir gerçekliği ortaya koymak için planlanmış, bir olan Allah’a kulluk,
Rabb’ın bir beşerle konuşması olacak iş değildir, ancak direk vahyederek, veya perde arkasından veya bir elçi aracılığı ile müstesna, bu ayeti elçilerle konuşma olarak algılıyordum, o zaman Rabb sadece elçilerle iletişime geçmiş oluyordu, oysa bana da vahyediyor, ben de bir tarafım Rabb karşısında, bu yanlış algımdan dönmemi nasip eden Rabbe hamd etmek bir borç, bu konuda vesile olan Ahmet Baydar’a teşekkür etmek ahlakın bir gereğidir,
İlk konuşma İlk soru ;
Direk vahiy, insanın fıtratında bulunan direk başlangıç, Allah insanı anne karnından hiçbir şey bilmezken doğurdu, içinde bir ruh ile ve bu ruh o’nun direk vahiyiydi, ne zaman ki, benliğinin farkına vardı bu direk vahiy ile tanıştı, herkes fıtratında bazı değerler ile yaşar, hırsızlık herkes için kötüdür, insanları ezmek herkesin içini sızlatır, ezenleri sevmek içinizde yer bulamaz, yaratıcıya yönelmek vardır içinizde, eğer fıtratınızı bozmazmışsanız bu vahiylerin hepsi yer alıyor içinizde, bundan sonraki aşama hem bir hak ediş, hem bir ikram, hem bir kolaylık, hem de bir imtihandır, fıtratında olanlara sadık kalanlar için, lakin, bu aşamada düşman sorunuz vardır, bana ne ? içinizden gelen ilk uyarıcı sesi bana ne ? sorusu ile bastırırsınız, bu soru sizi kendinize karşı duyarsız hale getirir, aklınıza gelen, içinizi kıpırdatan sorulara karşı bana ne diye kulak tıkarsınız, içinize gömersiniz, bırakmazsınız ki dışarı çıksın, fıtrat yalanı kabul etmez ama siz bana ne yaw dersiniz, ve bir menfaat için bir yalan üretirsiniz, fıtrat hırsızlık kötüdür der ama siz bana ne bundan dersiniz ve içinizde ki sesi susturursunuz, fıtrat yaratıcı der, bağlılık der, misak der, ama siz bana ne dersiniz ve iblisinize uyarsınız,
İlk konuşmayı bana ne sorusu ile gündem dışı bıraktıysanız, Rabb size karşı merhamet olarak bir konuşma hakkı daha tanımıştır, bir şans daha vermiştir, bu konuşma size kar etmediyse bir başkasını daha yollamıştır, ama bana ne sorusunu yendiyseniz ve fıtratınıza kulak verdiyseniz artık ikinci tür konuşmaya hazır haldesiniz, artık siz donandınız ve hak ettiniz,
İkinci konuşma ve ikinci soru;
Perde arkasından vahiy, her gün doğan güneş’in ardından Rabbin merhametini, her gece ortaya çıkan yıldızlar ve ay arkasından Rabbin karanlıklar içinde bile yol gösterici olduğunu, yalnız bırakmadığını, her geçen mevsimin arkasından insan hayatında hem biyolojik hem sosyal, hem de psikolojik dönemleri anlattığını ve imtihan içerisinde olduğunuzu vahyi ile alıyorsunuz, kış geliyor, yaşlılık geliyor akla, sonra yalnızlık geliyor, sonra içe kapanıklık geliyor akla, sonra bahar geliyor, imtihanı görüyorsunuz, sabredenlerin ödüllerini anlıyorsunuz, bazen kötü görülen şey de iyilik olabileceğini düşünüyorsunuz, ve yaratılanların boş yere, eğlence için yaratılmadığını anlıyorsunuz, ellerinizi ayaklarınızın yerinde hayal bile edemiyorsunuz, gözlerinizin üzerinde kaşınızın olmadığını hayal etmeye kalksanız gözleriniz acımaya başlıyor, burnunuzun içinde kılların olmadığınız düşünseniz genziniz yanmaya başlıyor, ve ancak üstün ve tek bir gücün bütün bunları yapabileceğini anlıyorsunuz, , benliğinizden sonra ilk dış unsur karşınızda, bu sefer bir perdenin arkasından alıyorsunuz vahyi, ilkini alamadıysanız bari bunu alın, ilkini heba ettiyseniz bari bundan faydalanın bu sizi zaten en başa döndürmek için geçerli, bu zaten hem en başa hem kendine çağırıyor, bu sizi nefsinize dönmeye fıtratınıza dönmeye çağırıyor, karşınızda elleriniz var, karşınızda doğan güneş var, karşınızda yaşanan olaylar var, hayvanlar var, sosyal olaylar var, bunlar sizi çağırıyor,fıtrata dön diyor, fıtrata dönmediysen benden ne kadar alabilirsin ki diyor, ve bu sefer düşman soru çıkıyor, sana ne? Sana ne ey doğan güneş, vurma gözüme gözüme her sabah bırak rahat dursun içimdeki ses, bırak beni ey gece ve gecenin kandilleri, sana ne benim içimdeki karanlıklardan ve kandillerden, sana ne benim içimde ki yalnızlıktan ey kış, sana ne ey son bahar, sana ne benim yaşlılığımdan, bırakın rahat bırakın beni ben böyle kalmak istiyorum, diye çevrenizdeki unsurlara kapalı hale geliyorsunuz, yeryüzündeki bir yasa sana ışık tutmuyor, yaşanan bir olay sana ibret olamıyor,
Bana ne sorusu ile, kendi kendine kapandın, kendini kendine kapadın, sana ne sorusu ile kendini yaşadığın dünyaya kapadın, artık kalplerin üzerinde bir takım kilitler var, artık onlar sağırdırlar kördürler, onları çağırsan da işitmezler,
Sadık kalanlar aşamalı olarak bir sonrakini hak ediyor, bir sonraki ile imtihan olunuyor, bir sonraki ile lütuflanıyorlar, hain olanlar, bir sonraki ile özlerine çağrılıyorlar, e merhamet olunarak bir şans daha veriliyor, ve artık kilitleri açma üzere bu kez Rabbiniz geliyor, bu sese de kulak veremezseniz, bu sesi de örterseniz size karşı bu kadar lutuf sahibi bir Rabbe bu kadar derin boyutta bir ihanet olur mu ?
Üçüncü konuşma üçüncü soru
Elçi aracılığı ile vahiy, artık bir elçi var karşınızda ve elçinin sahibi Allah, size kendi dilinizden, kendi içinizden bir elçi yolluyor Allah, sizin ağır yüklerinizi atmaya geldi, sizlerin aşırılıklarını gidermeye geldi, sizi müjdelemeye sizi uyarmaya geldi, size öğüt olsun diye bir Kuran’la geldi, getirdiklerinin hepsine kendi de iman ederek geldi, o hem kendini hem de sizi arındırmaya geldi, size hem dünyayı, hem kendinizi, hem de sizler gibi insanları anlatıyor, Allah’ın beşerle konuşması olacak iş değil ancak bu yollarla konuşur, ve son yol elçi aracılığı ile, yani karşınızda olan, ve karşınızda duran Allah’ın sözü, Allah’ın öğüdü, iki yay kadar veya daha yakın oldunuz, sakın gördüğünüzü gönlünüz yalanlamasın, sakın gözünüz şaşmasın, fıtratını susturdun bana ne dedin, yaşadığın dünyayı susturdun sana ne dedin, bu sefer Rabbi susturmak için O’na ne deme, ben yaşarım ben giderim, O’na ne deme, ben kendi kendime yetiyorum, ve ben zarar göreceğimi de sanmıyorum, hem ben bilgimle zaten üst bir düzeydeyim, O’na ne ? deme, artık onları uyarsan da uyarmasan da birdir?
Her sonraki vahiy en baştaki ile alakalı, bu süreci doğru işletemeyerek Muhammed resul vasıtası ile veya Mushaf vasıtası ile aldığımız vahiy sizce bizler de nasıl bir tesir uyandırıyor, bunu da ayrıca nefislerimize sormalıyız,
Bana ne sorusu ile fıtratını susturanlar, etrafındakileri taklit ederler ve koyun sürüsü gibidirler, bunlar okey masasında oturan sinek gibidirler, kim kazanırsa kazansın önemli değildir, onlar sadece içecekleri çayı düşünürler, başkaları oynar eğlenir, ve uygular bu sadece orda öyle bulunur ve yer içer,
Sana ne sorusu ile yaşadığı dünyayı susturanlar, hayal aleminde kağıt üzerinden konuşmalar yaparak sürdürürler hayatlarını ve kağıt üzerinde yaşarlar, hayatla bağları yoktur, mesela yukarda verdiğim okey masasındaki sinek örneğini iki kanadı olan bir haşere gibi anlamaya müsaittirler, çünkü, onlar hayatı tanımazlar, kağıt üzerinde yazılı olanı kağıt üzerinden anlar ve kağıt üzerinden yaşarlar, O’na ne sorusu ile Allah’ı susturanlar, yeryüzünü ıslah adına Allah’tan bağımsız oluşan her izim ve ideolojidir, bunlar din kisvesi altında veya düşmanlık altında olsun hiç fark etmez, mesela Allah’ın hakkını sezara veren laiklerle Allah’ın hakkını muhammed’e veren mollar veya bu hakkı hevalarına veren modernist dinciler arasında hiçbir fark yoktur, artık Allah’ı açıkca alanlarından dışarıda bırakan ve gök kubbeye hapseden laiklerin önü açıktır, insanları kendilerine, çevrelerine ve en sonunda da Rablerine kapalı hale getirdiler,ve bunu başarabilmek için her köşenin başına bir soru her sorunun başına bir de ödül koydular, Aynı bu günün Müslümanları !!! gibi fıtratsız, hayatsız ve Allah’sız metin okuyuculuğu,
Ve son bir tesbit ;
Vahiy karşısında elçilerle bizlerin konumu arasında bir fark yoktur, onlar da getirdikleri vahye iman etmek zorundalar bizler de, onlar da bu vahiylerden sorulacak bizlerde, elçiyi Allah ile karıştırmak veya elçiyi akılsız gönülsüz bir varlık ile karıştırmak sürecin son halkasında ki önemli sapmalardan bir tanesidir,
İbrahim ve beraberindekilerde sizler için güzel örnek vardır ayetini hepimizi hatırlıyoruz, burada örnek olanlar kimler, İbrahim ve beraberindekiler, peki örnek olunanlar kimler, bu vahiy ile muhatap olanlar, bu vahye iman etmek zorunda olanlar kimler bunlar ben sen o, başka, bir de Muhammed resul, yani bu vahye iman etmek zorunda olan bir kişi daha var o da Muhammed resul, Muhammed resul bu ayete iman ederse, bu ayette İbrahim peygamberi örnek alacak, yani İbrahim peygamber Muhammed peygambere örnek olacak, sonra İbrahim’in beraberinde olanlar Muhammed peygambere örnek olacak, yani bir elçiye örnek olabilecek olan insanlar var, vahyin üzerimizdeki ağırlığını hissedin, ve eğer bu süreci hakkı ile işletirsek bir elçiye örnek olabilecek adamalar olabileceğimizi unutmayın,
( bu konu ayrıca ele alınacaktır inş, Kur’an anlaşılmaz ve yaşanmaz bir kitaptır ile devam edecek inş, )
selam ve dua ile
|
ŞiaRıM-KuRaN Uzman Uye
Katılma Tarihi: 26 aralik 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 124
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Vahy konusunu bence bıraz araştırmak gerekir Aksan 45 kardeşim.öncelikle şu soruların cevabını kuranda bulmak gerekir.
Vahy nedir?Kuranda kaç yerde geçer?Sadece peygamberleremı yollanmıştır?Cebraılın vahy getırdıgı kuranda yazıyormu?
Vahy kavramı ıle ılgılı bir kaç üstadın yorumu yazıyor aşagıda.İnşallah Peygamberlere yollanan vahyı anlamada faydalı olur.
Farabi , bir müslüman olarak epistomolojisinde vahye yer ayırır.O'na göre, vahy vasıtası nebevi bilinç'tir. Dolayısıyla Peygamberler doğru yolu bulmada kimseye muhtaç değildirler. Aksine o, diğerlerini mutluluğa yönlendirme kabiliyetine sahiptir."Allah vergisi olağanüstü bir bilince sahip" olan Peygamber yapması gereken her bir şeyi en iyi şekilde algılayabilen ve icraatına karar verdiği her şeyde diğerlerini en iyi şekilde yönlendirebilen ve bu fiilleri belirleyebilen, tarif edebilen ve mutluluğa yönlendirebilen kişidir." O'na göre, sıradan felsefi ve mistik bilinçlerin tersine, her hangi harici bir yol göstericiye ihtiyaç duymayan Peygamberin bilinci, sıradan bilinçlerin geçtiği devrelerden geçtikten sonra, nihai noktada Faal-Akl'a temasa geçer ve ilahi hakikati ondan alır. İbnu Rüşd de (ö.1198) Peygamber'in ilahi hakikati Faal Akıl'dan aldığını söyler.
İbnu Sina, vahy meselesini Peygamberlik kuramı içine aldı. " İnsan aklı ile Faal Akıl arasındaki perdelerin tamamıyla kalkmasıyla insan aklına nufuz eden feyzden ibarettir" kuramını geliştirdi. Yani Cebrail bu Faal Akl olmalı. O'nun görüşünde Peygamberi Bilinç, tüm insani melekelere en üst düzeyde sahip olan insani durumun kemal noktasıdır. Peygamber zihin berraklığı, hayal tamlığı ve dıştaki maddeyi kendine itaat ve hizmet ettirme gibi şartları yerine getirdikten sonra, kendisinden başka hiç kimsede bulunmayan sezgi gücü "kuvvei kutsiyye" vasıtasıyla faal akılla temasa gelir ve bu güçle hakikatleri kavrar. işte vahy bu kutsal kuvvetin bazı insanlara bahşedilmesinden ibarettir. Burada melekler ise yüksek hakikatlerle temasta bulunan fezeyan halindeki kuvvetlerdir ve görevleri de haberleri Peygamberler'e ise iletmektir.
Fazlur Rahman der ki: "Kur'an hem tamamıyla Allah kelamıdır, hem de olağanüstü anlamda tamamıyla Allah kelamıdır."Buna göre Hz. Peygamber vahyin dışında değil, içindedir. O vahyi bizzat işitmiştir. Vahyin bizzat kelimeye dökülmesi her ne kadar Peygamber'in kalbine vuku buluyor ise de, kelimeler buradan kaynaklanmamakta, Allah'tan kaynaklanmaktadır. Ona göre durum bu olunca, Kur'an'ın yaratılıp yaratılmadığını tartışmak çok saçmadır. Sonuç olarak, vahyin bir dahili -Peygamberle alakalı olan- bir de harici -Allah'ı ilgilendiren- yönü vardır. Bu iki yön birbirini tamamlayıcı unsurlardır. Şöyle der:" Qur'an'ın Allah'ın Peygamberlere vahyedilmiş kelamı olduğuna, Peygamber'in de Allah'ın nihai ve sözel bir alıcısı olduğuna inanmayan ismen bile müslüman olamaz."
Hamidullah Peygamberleri ampule benzetir. Vahyin dilide onun rengidir. Peygamber sadece ileticidir. "Müslümanlar şu inançtadırlar ki Qur'an, "Allah'ın Sözü"nü temsil eder, onun yerine geçer. Muhakkak ki Allah, ses ve lisandan münezzehtir. Bunu şu misal ile daha iyi anlayabiliriz."Allah'ın sözü" elektirik akımı gibidir; ne rengi vardır ve ne de gözle görülebilir. Bir peygamber, adeta bir elektirik lambasıdır."Elektirik akımı"nın geldiği tellerin ucuna bağlanmıştır ve bu "akım" sayesinde ışık verir. Lambaının kendi rengi, o Peygamber'in konuştuğu ana dilidir. Misalimizdeki elektirik akımı" (yani Allah'ın sözü), sadece ışık verme niteliğindedir ve rengi yoktur; fakat bu akım, lambanın kendi rengine göre, yani beyaz, kırmızı,sarı, yeşil vs. oluşuna göre değişik şekilde bize akseder. lambadan gelen ışığın şiddeti ve kuvveti de lambanın kapasitesine göre değişecektir. İşte böylece ses ve dil ötesi vasıftaki "Allah sözü" bize, bu "akım"ı alanın sesiyle onun dilinde, misalimizdeki lamba, yani Peygamber vasıtasıyla onun lisanıyla ulaşır, bize kadar gelir."
Selam ve Dua ile...
__________________ ZÜMER-2739/27 Andolsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler.
|