Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Türkiye Sırat Köprüsü'nden geçiyor
Evet, Türkiye sırat köprüsünden geçiyor.
Sırat köprüsü benzetmesinin mesajı çok hayatîdir ve şudur:
Gerekli
dirayet ve tahammülü gösterip karşıya geçerseniz cennete gidersiniz;
işi ciddiye almayıp gevşerseniz aşağı düşersiniz. Ve aşağısı, cehennem
gayyasıdır.
Türkiye
ya sırat köprüsünden karşıya geçip mutluluğu yakalayacaktır yahut da
“Boşver sen de!” deyip aşağı düşerek cehennemi boylayacaktır.
İş, öncelikle şu üç zümreye düşüyor:
1. Aydınlar,
2. İş ve servet sahipleri,
3. Siyasetçiler.
Şırnak’ın Silopi ilçesinden yazan 32 yaşındaki Nizamettin Elçi, televizyon konuşmamı dinledikten sonra yazdığı satırlar içine şu duygulandırıcı ve düşündürücü cümleleri de koymuş:
“Ben,
her şeyde kirlenmemişe, saf, berrak, duru ve katıksıza hasretim.
Tertemiz dostluğa, kardeşliğe ve gerçek Müslümanlığa hasretim. Yalanın,
zulmün, çıkarın ve ihanetin korkunç tahribatı ve alçaklığı her yanı
sarıp sarmalamış. ‘Hak geldi, bâtıl yok olup gitti. Bâtıl yok olmaya
zaten mahkûmdu.’ ayetinde dile getirilen güne hasretiz.”
Nizamettin’in bu şiir güzelliği ve dua derinliğindeki cümleleri benim otuz yıllık hasretimin de tamı tamına ifadesidir.
Aynı hasreti duyanlardan biri olan Nejat Özkan bana şöyle sesleniyor:
“Artık
meydana inin ve anlatın! Konferansların yanı sıra kahvehanelerde,
meydanlarda anlatın! Kendini Müslüman zanneden ama yanlış yolda
olanlara anlatın! Perişan olsan da fakir düşsen de anlat! Allah aşkına
başar!”
Beykoz Haber Gazetesi’ne bir yorum yazan Kemal Bandırmalı kardeşimiz bir kaygısını dile getiriyor:
“Yazdıklarınızla
milletin önüne koyduklarınız Türkiye’nin tek alternatifidir. Korkum
odur ki, kandırılıp içi boşaltılan halk çeşitli oyunlarla, bu gerçeği
göremez hale getirilir ve ülke çözülmeye gider. Allah bize bu günleri
göstermesin!”
Bu
üç gönüldaşıma teşekkürlerimi iletirken ortak hasretimizin amacına
vardırılmasında kaçınılmaz olduğuna inandığım bir gerçeğe dikkat çekmek
istiyorum.
Türkiye, tarih ve Tanrı önünde büyük misyonu olan bir ülkedir. Onun içindir ki, Türkiye’nin üstüne çullanıyorlar.
Türkiye bugün
Kurtuluş Savaşı öncesi şartlarına girmiş bulunuyor. Gırtlağa kadar
borç, dinin aleyhimize kullanılması, kamplaşmalar, aslında o günleri
bile aratıyor.
Ben,
ancak riyadan uzak, acı reçeteyi dirayetle uygulayacak, dışarıyla
işbirliği yapmamış bir siyasî kadronun, üzerimizdeki bu kara felaketi
kaldırabileceğine inanıyorum.
Alışılmış siyasetlerle olmaz bu iş. Alışılmış siyasetleri kenara koymak yetmez, onları çöpe atmak lazım.
Yani
şahsiyetsiz, yalancı-talancı, dinci, dışarıyla işbirlikçi siyasetlerle
olmaz bu iş. Tabiî ki bunun ağır bir bedeli olacak, bu fatura Türk
halkına çıkacak.
Kur’an, “Allah; aklını işletmeyenler üstüne pislik indirir” (Yunus Suresi, 100) buyurmaktadır. Müslüman kitleler akla ihanet etti; üstelik, akla ihanet edenleri baş tacı etti. Allah da cezalarını verdi. İşte örnek: Irak,
fert başına millî geliri 30.000 dolar olması gerekirken bugünkü haline
bakın! Şu Irak savaşının Müslümanlara çıkardığı faturaya bakın.
Türkiye’nin
de ceza faturası yükseliyor. Bu halk bu beleşçiliği, bu nemelazımcılığı
sürdürdüğü müddetçe bu ülke iflah olmaz. Sivas, Madımak’ta onca kişiyi
cayır cayır yakan bir halkın, öyle bir zihniyetin Tanrı’ya el açmaya
hakkı yok, dua etmeye hakkı yok. Kendine ait olmayan şeylere el koyuyor
bu halk. Alın, işte ormanlarımız. Başka ülkeler ormanlarının üzerine
titrerken, korumaya alırken, Türkiye parselleyip satıyor.
Şimdi
de kalkmış, kamu mallarını işgal edenlere ceza verilmesin diye
uğraşıyorlar. Ülkenin temelini dinamitlemek değil de nedir bu?
TÜRKİYENİN ÜSTÜNE NEDEN BU KADAR ÇULLANIYORLAR?
Son
yıllarda, içimizden tedarik ettikleri işbirlikçileri kullanarak
Türkiye’nin üstüne çullandılar. Türkiye bugün ağır bir tasallut, ağır
bir kuşatma altında.
Bu elbette ki, sebepsiz değil.
Misyon büyükse düşman da büyük olur.
Falih Rıfkı Atay’ın Türk insanının misyonuyla ilgili müthiş bir sözü var:
“Türk milleti, tarihte, zaman, mesafe ve mekâna karşı çekilmiş bir kılıçtır.”
Çok düşündürücü, sarsıcı ama bir biçimde de gurur verici bir sözdür bu.
Türkiye’nin
büyük misyonunun düşmanları bunu İslam'la Hıristiyanlığın doğal
çatışması olarak yorumluyorlar. Devrin ABD Cumhurbaşkanı Clinton 1999’da Türkiye’ye geldiğinde şöyle demişti:
“Önümüzdeki yüzyılın kaderini Türkiye tayin edecektir.”
Şimdi ne görüyoruz? Türkiye’de birilerinin eşbaşkanlık yaptığı Büyük Orta Doğu Projesi ve onun omurgasına oturtulan ‘sömürü ve irtidat dini Ilımlı İslam’ kaderimiz haline getirilmiş. Hepsi bir büyük oyunun parçaları.
Misyonu büyük ülkeyi zararı büyük düşmanlar içeriden ve dışarıdan kuşattılar. Türkiye’yi sırat köprüsünün üstüne getirdiler.
Ya istiklal ya ölüm noktasına tekrar getirildik.
Bu ülkenin
misyonuna inananların ayaklarını uzatıp yatmak gibi bir lüksleri,
tercihleri yok. Böyle bir tercih kullanmak bizi tarih önünde onursuzlar
listesine geçirir.
Türkiye bu bâdireyi atlatmalıdır, atlatacaktır.
Çare, demokratik
halk seferberliğidir. Yani onurlu, ilkeli, dürüst, çileyi omuzlayacak
siyasettir. Bu siyaseti halkın önüne koyacak olanlarsa aydınlar, servet
sahipleri ve siyasetçilerdir.
Gün
bugündür, ey vatan evladı. Büyük ülkenin büyük misyonunda görev almak
üzere ayağa kalkın! Yoksa tarih ve Tanrı sizi affetmez. Çocuklarınız ve
torunlarınız da sizi affetmez.
Bu demokratik seferberlikte herkesin yapacağı bir iş mutlaka vardır. Nedir o iş diye merak mı ediyorsunuz?
Gayret kuşağını kuşanmaya karar verin, yapabileceğiniz iş, vicdanınızda kendiliğinden belirginleşecektir.
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK
__________________ Asra andolsun ki,iman eden, sâlihât işleyen, hakkı ve sabrı tavsiyeleşenlerin haricindeki tüm insanlar kesinlikle tam bir hüsran içindedir.
|