Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam,
“Hadisin Neliği” sorunu:
Bu makale “Mehmet Emin Özafşar”’ın, Hadis ve Kültür yazıları, Kitabiyat, Ankara, 2005 ve İslamiyat 3, Sayı 1, s.33-53, (2000) dergisinden yayımlanan “ “Hadisin Neliği” sorunu” makaleden alıntılardan oluşmaktadır. Vurgular bana aittir.
“..tarihimiz boyunca hadis, hep dini hükümlere kaynak teşkil edip etmemesi noktasından ele alınmış ve “ dini hükümlerde hücciyet” tartışması, bütün bu dönemlere rengini vermiştir. Bu çerçevede, daha hicri ikinci asırda, hadise atfedilen bakışın bir ifadesi olarak “Hadis” ile “Sünnet” aynı görülmüştür. İlerleyen süreçte Sünnet, bütünüyle hadisin yerine geçmiş; hadis, Sünnet kavramı içerisinde algılanmış ve değerlendirilmiştir. Günümüzde dahi hadis bu mefhum çerçevesinde ele alma alışkanlığı hâlâ devam etmektedir. Bu bakış açısı, hadisi çok değişik yönlerden istifade edilmeye uygun bir kaynak olmaktan uzaklaştırıp; sadece dinlenip, itaat edilmesi gereken bir değer noktasına çekmiştir ki, kanaatimizce tüm zamanlar boyunca konuyu kısır bir döngüye iten de, bu olmuştur. Başka bir ifadeyle, hadisin, Sünnet’e; Sünnet’in de Hz. Peygamber’e özgü kılınması, onu yapılan bütün değerlendirmelerin, kabul yahut redlerin, itaat yahut itirazların muhatabı haline getirmiştir. Bu noktadan sonra da, tartışmalar, bir görüş ayrılığı ya da bakış açısı farklılığı olarak değerlendirilmiştir; bir inanç ve sadakat konusu olarak görülmüştür. En azından bu bakış açısına sahip olan hadis çevreleri, konuyu böyle görmüşlerdir. Bunun ardında da Peygamber’in inkar edilmesi gibi algılanan bir “Hadis-Sünnet inkarı” nitelemesi vücut bulmuştur; işte kısır döngünün anaforlaştığı yerde burasıdır.
Böyle bir “zihni çerçeve” içerisinde iki yönlü bir indirgemeden bahsedilebilir; birincisi, hadisin sadece kendisinden dini hüküm istinbat edilen bir “şey”e indirgenmesidir. Bu “şey”in, “ilahi” mi yoksa “beşeri” olduğu sorusu da cevaplanmış değildir. Egemen yaklaşıma göre o, ilahi veya yarı ilahi bir şeydir. Hadisi nakledenlerin birer beşer olması gerçeği ve bu beşerden ona nelerin katıştığı, hep göz ardı edilerek, biteviye, hadisle aynı görülen Sünnet’in vahiy olup olmadığı ispata çalışılmıştır.
İlk yaklaşımın uzantısı da sayılabilecek olan ikinci indirgeme ise hadisle Hz. Peygamber’in özdeşleştirilmesi; yani aynı şey gibi tasavvur edilmesidir. Bu, tartışmaları, rasyonel bir zeminden çıkartarak, duygusal platforma çekmiştir. Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve saygı onunla aynı şey gibi görülen hadisler hakkında eleştirel bir tavra tahammül edememiştir. Hatta bu tahammülsüzlük, bizzat hadisçilerin rivayet dönemlerinde hadisin nakil sistemi bakımından taşıdığı değerin bir simgesi olarak geliştirdikleri “sahih”, “hasen”, “zayıf” ve “mevzu” şeklindeki derecelendirme içerisinde yapılan kritiklere dahi gönül koymuştur. Bunun sonucunda, mevzu hadisleri bile, bir biçimde koruma altına alma eğilimi ortaya çıkmıştır. Bu tutum, hadisin Hz. Peygamber’e özgü kılınması, ayrıca hadis külliyatının önemli bir miktarını teşkil eden ve tâbîûn hadislerinin de göz ardı edilmesi, hatta yadsınması sonucunu doğurmuştur.
Yukarıda işaret ettiğimiz derecelendirmenin “hadis literatürüne” de teşmili, beraberinde “eser karizmaları”nı oluşturmuştur, ardından “hadis-Peygamber” eşitliği bu eserlere de yansımıştır. Bu da, hadis kaynaklarının tek bir bakış açısı ile, yani sadece “dini konularda hücciyet” noktasından ele alınması gibi başka bir indirgemeyi beraberinde getirmiştir. Bu noktadan sonra söz konusu eserlere yöneltilen eleştiriler de bazılarınca, Hz. Peygamber’e yöneltilmiş gibi algılanmıştır. Hemen altını çizmeliyiz ki, ele aldığımız konu bağlamında iki tür gerçeklikten bahsedilebilir; bunlardan birincisi, “fiili gerçeklik”, ikincisi ise “zihni gerçeklik”tir. Yukarıdan beri sıraladıklarımız, zihni gerçekliği tasvir etmektedir. İşin garip olan tarafı da, fiili duruma rağmen, üstelik bu fiili durumu gerçekleştirenler de aynı hadis çevreleri olmasına karşın böyle “zihniyet” ve “realite” çatlağının ısrarla sürdürülmesidir. Daha açık bir ifadeyle, bir yandan ravilerin zihni ve ahlaki kusurlarını ele alırken, onun yanında hadisin ilahi veya yarı ilahi olduğu kanısı; hadis literatüründe Hz. Peygamber, sahabi, tâbiûnun hadisleri hep bir arada dururken, hadisi Hz. Peygamber’le aynileştirme ikilemi ve yazıldıkları ilk günden itibaren bizzat hadisçilerin tenkitlerinden kurtulmamalarına rağmen, tenkitten berî “hadis kitapları” tasavvuru, bu çatlağın sadece birkaç örneğidir.” (Sayfa 12-14).
Yukarıdaki tesbitlere katıldığımı belirtmeliyim.
selam ve dua ile,
rıdvan
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
|