Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Ejiptologlar, Nil nehrindeki Piramid devletinden Kudüs'e kadar uzanan heyecan verici bir izi takip ediyorlar. Görüldügüne göre Musa, esrarli "Rafizi Firavun" Eknaton ile baglantili. Tek Tanri'li bir din zorunlu olarak siddete mi sürükler?
Dünya tarihinin ilk din savasi olan Makabeler ayaklanmasinda(M.Ö. 167) "Ehad" - "Allah birdir" diyerek binlerce yahudi öldü. Kendilerine iskence eden cellatlar onlari iskence sehpalarina yatirip tirnaklarini söktüler. Roma Imparatorlugundaki ilk hiristiyanlarin durumu da daha iyi degildi. Bunlarin çogu Koloseyum'un karninda kayboldular. Orada asansörlerle arenaya çikartilip, agizlarindan salyalar akan Roma halkinin çigliklari altinda arslanlar tarafindan parçalandilar. Havari Petrus basi asagi olarak çarmih'ta canini verdi.
Bu sehitlerin hepsi de canlarini bundan yaklasik 3000 yil önce Kenan'da baslamis bir hareket ugruna verdiler. Sami kavimleri o zamanlar, bugün 3,3 milyar yahudi, hiristiyan ve müslümanin inandigi bir Tanri tablosu çizdiler. Zeytin dali ve kiliç ile Incil'in resimsiz Tüm-babasi'ni dünya'ya getirdiler. Muhammed, "Bizim Allahimiz ve sizin Allahiniz tek Allahtir" diyerek bu fikire ygun destek verdi. Bu varlik, daglari yerinden oynatiyor, çekirge yagdiriyor ve yedi günde yeri ve gögü yaratiyor. Ancak hiristiyan klise orglarinda onun yüceliginden bir nebze anlasiliyor gibiydi. Antik devrin yahudileri ona YHWH kisaltmasini kullanarak tapiyorlardi. Kendisi kendini Incil'de söyle takdim ediyor: "Ben, ben olanim."
Fakat ancak simdi bu her seye kadir olan Kudret'in karanlik ön hikayesi gün isigina çikiyor. Ejiptologlar hep beraber ve ayni zamanda Tanri'nin besigini buldular. Takip ettikleri iz onlari Firavun Eknaton'a (M.Ö. 1353-1336) götürüyor. Eknaton, yahudilerden henüz 600 yil önce devasa bir deney baslatmis. Eknaton artik tek bir puta'a tapiniyordu, isik varligi Aton'a.
Simdi artik görünüyor ki: Eknaton kisa bir zaman sonra basarisiz ve dislanmis olsa da icraati Israil'e kadar uzanmis. Incildeki Musa "Zindik Firavun" Eknaton'un rakibi idi - Din bilimleri'nin yeni ifadesi özünde bu sekildedir.
Ancak bu kimseye sok edecek kadar degil. Arastirmacilar bilimsel yöntemlerle Kutsal Yazit'in tarihi çekirdeginin daha derinliklerine inerken Garp Dünyasi'nin inanci eriyip gidiyor. Reformcu Calvin dahi en yüksek varligi inkar edenleri kirbaç ve kamçi ile cezanladirmak istedi. Fakat bu hiç bir ise yaramadi. 3000 yil sonra Nietzsche "Allah'in öldügünü" tespit etti. Çamurdan insan yaratan ve yanan çalilarda görünen bir Allah'a, rasyonel isleyen bir zininde yer yok.
Bunun kaçinilmaz sonucu: "Allahsiz bir gençlik" ("Frankfurter Allgemeine" gazetesinin ifadesi) yetisip gelmekte. Alman ögrencilerin ancak %23'ü Incil'in ögretisine inanmakta. Saksonya ve Thüringen eyaletlerinin halkinin yarisindan fazlasi dinsiz, Schleswig-Holstein eyaletinin dinsiz orani %40. Yikilmaya yakin ve oanrilmaya muhtaç kliseler, bos para kasalari - protestan cemaatlar 2030 yilina kadar gelirlerinin yariya düsecegini söylüyorlar. Din'in çöküsünü "Süddeutsche Zeitung Gaztesi" bundan kisa zaman önce "Ruhuna Fatiha" diyerek yorumladi. Baskalari ise rahatsiz olmaya basladilar. Bir koruyucu ve muahafaza edici kaybolup gitmekte ve bir çogu onu koyvermek istemiyor. Almanlarin %64'ü bir Tanri'ya inaniyor fakat hangi Tanri'ya?
Rahatsiz olanlar çogunlukla, gelenekleri savunan kesim. Onlarin korkusu, siyasal iyi insanlikliligin ve etik komisyonlarin kurulmasi, birlik beraberlik ve yanindaki insani sevmek gibi degerlerin köklesmesini saglayamayacak olmasi. Bunlarin saglanmasi için daha fazla gotik domlar'a, buhur kokusuna, koral seslerine ve Tanri'nin günah uyarilarina ihtiyaç varmis. Fakat simdi artik Luther'in eski "Kuvvetli 'ahlak' kalelerinin" en sonuncusu da sallanmaya basladi. Allah'in ahlaki kusursuzlugu süphe altinda. Deniliyor ki, monoteizm bastan itibaren siddetçi bir din'dir. Garp Dünya'si bundan 2500 yil önce acaba sapik bir yola mi basvurdu Bu süphenin en yogun takipcisi ejiptolog Jan Assman'dir ve kendisi mesleginde Dünya çapinda en etkinlerden biridir ve simdi ise surati asik bir sfenks gibi gelecek Dünya'ya girmekte. Çok sayidaki kitaplarinda (En son kitabi Aralik ayinin basinda yayinlandi): "Tek Tanri dini düsmanca ve sabirsizdir." diye iddia ediyor. Profesör, yargisini destekleyen vahsice Incil alintilarini yeterince bulmakta. Israillilerin efsanelerden sekillenmis geçmisleri, prensip olarak; katliamlar, cezalandirmalar ve kan dökmeden ibarettir. Yahve'nin adina sürgünler yapiliyor, karisik evlilikler zorla bosaniyor. "Özellikle Musa süphelerin hedefinde." diyor bu profesör. "Bu (din) kurucu Sina dagindan elinde yikici bir mesajl ile döndü. O, dogru ve yanlis din arasinda ayirt ediyor." Demek oluyor ki, sadece o'nun (Musa'nin) Tanri'si iyi dir, digerleri ise sadece ivir kivir, pislik ve güçsüz lüzümsuzluklar.
Böylece, diyor Assmann, "Musa gerçi Dünya'yi kökünden degistiren devrimsel bir yenilik getirdi. Fakat bu degisiklik ille de iyiye dogru olmadi. Ondan önce, yani politeizm'de parola yasamak ve yasatmak idi. Fakat Yahve ise intikama susamis ve çok bilmis bir gök gücüydü. Yaninda hiç bir seye ve hiç kimseye yer tanimayan bir gök gücü."
"Bu yüzden" diyor ejiptolog Assmann, "Dünya'ya baska bir kindarlik geldi. Çok tanricilara, putperestlere ve mürtedlere karsi olan bir kindarlik."
Bu açidan bakildiginda Tevrat'in 2. Kitabi Exodus'da anlatilan Altin Buzagi'nin etrafindaki dans bir anahtar sahne gibi geliyor. "Musa karargah kapisina geldi ve dedi ki: Kim Tanri'dan yanaysa bana gelsin." Kafile reisi (Musa) öfkeden patliyordu ve günahkaralarin hepsi de ölmeliydi, isterse kendi öz kardesi, arkadasi veya en yakini olsun. Daha ayni günde 3000 yoldan sapmislar toz içinde yatiyordu. "Yahve'nin zorla dayattigi anlasma, sundugu ve herseyin üstüne çikardigi ahit, her türlü insani baglari kopardi." diyor Assmann.
Bu ifadenin teologlari tahrik ettigi sasisalacak bir sey degil. Yogun bir tartisma tutustu. Bir kaç hafta önce Lugano'da (Isviçre) kültür bilim adamlarinin toplantisi yapildi, Mart ayinda Mainz Ebernburg'ta ayri bir toplanti düzenlenecek. Rostock'lu Eski Ahid uzmani Martin Rösel söyle diyor: "Temel inançlari prensipel sorgulamaya çikararak Assmann yogun bir tartismayi baslatti." Bazilari da bu atiflari biraz daha serin karsiladi. Bu tartismayla bazilari çok samatali ve paganistik bir hosgörü isik dünyasi yaratmaya çalisiyor diyorlar. Bu saldiri, postmodern bir bayagilik ile yapildigi fikrinde olduklarini söylüyorlar.
Eski Ahid uzmani olan Othmar Keel mizahli bir sekilde söyle konusuyor: "Baslangiçta Allah gerçi zaman, zaman uslüpunda yanlisliklar yapmis fakat en geç ikinci Yesaya'dan sonra Babilon esareti esanasinda (M.Ö. 587'den itibaren) yahudiler artik daha 'olgun ' bir Tektanri inanci gelistirmisler ve hiristiyan inanci iste bu Allah'a bagli olarak gelismistir. Bu Allah, sevgi ve iyilik dolu." Hiç kusku yoktur ki, bu siralarda ilkesel bir ahlaki tartisma cereyan etmekte. Çoktandir öldü denilmesine ragmen o Tümbaba (Allah) tekrar davaci sandalyesine oturtuluyor. Yoklugunda dahi ne kadar güçlü oldugunu gösteriyor.
Tartismada bulunanlar baslattiklari bu tartismayla ayni zamanda monoteizm'in baslangicini gözler önüne sergiliyorlar. Ele alinan soru, bu tek tanri fikrinin nereden geldigidir.
Neandertal'ler de bir Öbür Dünya inancina sahipti ve ölülerinin mezarlarini çiçeklerle süslüyorlardi. Afrika'da bugün dahi fetislere biyat ediliyor. Hindu ve budistler de Bati'dan farkli bir yolda devam etmisler. Kenan bölgesinde temelden tersine giden ne idi acaba?
Gökteki yeni güç, Dünya'daki güç dengelerini de degistirdi.
Uzun bir süre hersey açik gibi görünüyordu: Yahudilerin ayricalikli dini dehasi, sonsuz ve suretsiz Tanri düsüncesini olusturdu - hemde diger kavimlerden daha önce. Arastirmalarda simdiye kadar geçerli olan köse noktalari söyle idi:
- Henüz M.Ö. 1800 yili civarinda dinlerin babasi Ibrahim kurban vermeye basladi. - M.Ö. 1250 yilinda Musa, Misir'dan çikti. - M.Ö. 1000 yilinda Incil'de anilan krallar Davud ve Süleyman bir yahudi mparatorlugu kurdular.
Bu imaparatorluk, Süleyman'in hükmettigi ve göz kamastiracak kadar güzel ve Firat'tan Akdeniz'e kadar uzanan hudutlara sahipmis. Bu söylemin bir tek kelimesi dahi dogru degil. Bu "Tunç devri konseptinden" teologlar ayrilmak zorunda kaldilar.
Ezici sayida elde edilen kazi buluntulari, Kutsal kitabin (Incil'in) eski Israil tarihinin süslenmis bir anlatimi oldugunu kanitliyor. Aci gerçek öyle ki, Eski Ahid'in ana çalismasi M.Ö. 500 - 400 arasinda yapilmis. Teolog Manfred Weippert, "Eski Ahit,bir araya toplanmis bir çok hikayelerden olusan ve yüzlerce yil içinde toplu bir hale gelmis bir eserdir." diyor.
Eserin yazili hale gelmesinde Kudüs Büyük Tapinagi'nin (M.Ö. 586 da tahrip edildi ve M.Ö. 516 da tekrar insa edildi.) Yahve rahipleri en önde gelenlerdi. Bugün Al-Aksa Camiisi'nin bulundugu Siyon tepesine yapilan bu alacakaranlik tapinakta bütün ipler birlesiyordu. Mavi kordonlu entariler giyen sakalli rahipler tapinak duvarlari arasinda yürüyorlar, bogalar kurban ediyorlardi. Ritüellerin birinde kulak memeciklerine kan sürüyorlardi.
Ulu yaraticinin bu iki yüzlü hizmetçileri ancak gerçekleri pek ciddiye almiyorlardi. Incil yapicilar memleketlerini süsleyerek anlatiyorlardi. "Yaptiklari, heves ettikleri büyük kraliyet hayellerini geçmise yansitmakti", diyor Heidelberg'li din uzmani Bernd-Jörg Diebner.
Ancak arkeoloji ve yarim yamalak da olsa gerçek hikayeler içeren 'Krallar kitabi' (Tevrat bölümüdür)sayesinde gerçekte neler olup bittigi üzerinde biraz bilgi edinmek mümkün. Bunlara göre hikaye kisaca söyle:
M.Ö. 900 civarinda Filistin'de iki ayri küçük ulus devletleri olusmus. Kuzey'inde nüfusu 50.000 olan "Israil" ve Güney'de çok daha az nüfusa sahip ve baskendi Kudüs olan "Yuda" devleti.
Bu devletlerin halki, aralarinda Baal, Moloh ve tanrilar babasi El bulunan bir çok tanriya tapiyorlardi. Yahve ise baslangiçta Kuzey Sina'da yörel iklim tanri'si olarak hürmet görüyordu. Kral Yerobeam (bilgilere göre M.Ö. 926 - 907 arasiymis) tarafindan Yahve'yi teskil eden bir kutsal boga yerlestirilmis.
Din gayretkesler bu ilkel külte karsi geldiler ve "Yalniz Yahve" diyerek harekete geçtiler. Bu hareket dinde daha fazla soyutluk ve ruhbaniyet istiyordu. "Iktidarin din politikasina açikça saldidilar, devlet kutsallarinin krallari, bakanlari ve rahipleri sürekli ates altinda kaldilar" diyor Weippert.
Bu grup, M.Ö. 740-705 yasamis Amos ve Hosea (Oze) zamaninda saptanabiliyor. Bunlar öfkeli bir sekilde memleketlerindeki putperestligi yargiliyorlardi. Incildeki bu uyaricilar her türlü hileye bas vuruyorlardi. Insanlari belalarla tehdit ediyor, asagiliyor ve lanetler yagdiriyorlardi. Peygamber Miha (M.Ö. 740-705) halki, putlarla fahiselik yapmakla suçlamistir. Meslektasi Eliya ise, Kison irmagi kiyisinda 450 Baal rahibini öldürmüs olmakla övünürüdü.
Heidelber'li din sosyologu Franz Maciejewski bu ilkel monoteistleri "fanatik zihniyet etikçileri" olarak tanimliyor. Baskalari da '"Ruh'un esek arilari" olarak tanimliyor. Fakat ancak birbirini takip eden askeri facialardan sonra bu dini azinlik iktidara geldi:
- M.Ö. 722 de asürler küçük devlet Israil'i çigneyip geçtiler. - M.Ö. 587 de Yuda devleti de Sark'li ordularin saldirisinda özgürlügünü yitirdi.
20.000 civarinda yahudi, savas esiri olarak Babilon'a götürüldü, bagimsizliklari artik bitmisti. Artik ancak simdi, yurtlarindan uzakta ve yabancilasma tehditi karsisinda Yahve rahipleri en basa çiktilar. Bir çoban gibi kuzularini Tümtanri konumuna yükselen teselli edici'nin altinda topladilar. Bununla beraber sogan gibi katmanli, defalarca degistirilmis yüzlerce hikayelerden ve aktarmalardan olusan bir nevi masal kitabi meydana geldi: Incil - bir labirint.
Bu demek oluyor ki: Vahyi Ilahi (Allah'in vahiy göndermesi) hiç bir zaman olmadi.
Vahyi ilahi daha ziyade M.Ö. 9-4 yy kadar süren uzun, kanli ve çok zahmetli bir süreçti.
Yahudiler bu saptmayla dini öncülüklerini kaybetmis oldular. Çünkü M.Ö. 550 de Zerdüst, çinli Konfiçyus ve iyonik doga filozoflari yasiyorlardi. Onlar da ruhbaniyet açisindan son sürat veriyorlardi. Filozof Karl Jaspers, "insanin ilk kez tüm Dünya'yi içsel olarak karsiladigi bu zaman" için "Akis zamani" diyor.
Yine de ve buna ragmen kutsal topraklarin esrari çözülmüs degil. Konfiçyuz bilgelik ve sakinlik, iyonlar bilgi arayisi içindeydiler. Kutsal kitap ise inat ve ümutsuzluk ile doluydu. Yahudi-Hiristiyan dininde geriye yaslanmak yok, herseyin konusu günah ve ceza dir.
Eski Ahit'in üst varligindan itaatkar, hatta korkulu bir hava esiyor. Ibranice inanç demek "Emunah" ("sadakat") demektir. Allah, kiskanç bir asik gibi davraniyor. Seçilmis halkiyla "evlilik" anlasmasi yapiyor ve mutlak güven talep ediyor. Psikolog Bruno Bettelheim'in demesiyle Samilerin Allah'i "Doga halklarinin tarilarindan dahi daha beterdi."
- Olusumuna sahne olan yasam düsmani çöl ortami. - M.Ö. 720 ve M.S. 70 yilina kadar Kudüs en az alti kez fethedildi ve baski altinda kaldi. - Bütün devrimciler gibi eski adetleri imha etmek için Yahve'nin müritleri de zor'a basvurdular.
"Kökünü kazimak", "öldürmek", "yok etmek" gibi sözler agizlarindan düsmüyordu. Anack, bu enerjilerini nereden aliyorlardi? Bu adamlarin Allah vizyonu'nun kaynagi neredeydi?O zamanin tanrilar semasinda bir çok tanri'nin sinekli bakkalarin bir süpermarket gibi birleserek bir tek elde yogunlastigini zannedenler yaniliyorlar. Semadaki yeni güç sadece öbür dünya'nin güç dengelerini degil, ayni zamanda dünyevi güç dengelerini de degistirdi.
Kudüs rahipleri o zamana kadar hiç görülmüs bir patriklik (egemenlik anlaminda) basardilar. Modern psikoanaliz, o zamanlarda tanrisal bir erkekler birliginin sahnelendigine defalarca isaret etmistir. Allah onlar için "Baba" idi ve o'nu Adonay ("Efendi") olarak çagiriyorlardi. Bu varlik, ogullarindan alçakgönüllülük ve itaat istiyordu.
Kadinlarin bu baglamda fazla önemi yoktu. Arastirmacilar bu arada Yahve'nin ilk basta verimlilik tanriçasi olan Asera adinda bir esi oldugunu tespit ettiler. Asera'nin kült agaci M.Ö. 586 yilina kadar Kudüs tapinaginin içindeydi. Fakat peygamberler bu put'a karsi firtinalar estirdiler. Onlarin gözünde bu put, müsrik sehvetin zindiklik put'u idi.
Musa 5. Kitap'ta "Kendine Asera put'u diye kazik çakma. Tanri bundan nefret eder." diye yazar. Fakat sonunda Allah'in bu son esinin de isi bitti ve Babilon sürgününden geri gelen Allah artik dul idi. Arkasindan rahipler Allah ile "ahitlerini" yaptilar ancak bundan da konusan yine siddet idi. Bütün erkek çocuklari dogduktan sonra 8. Günde sünnet ettiler. Bunun için Mohel (sünnetçi) bebegin ön dersini tirnagi ile çizer ve koparirdi. Bu suikast, bedene yakilan bir isaret gibiydi.
Dikkate deger bir kitabinda sosyolog Franz Maciejewski, sünnet olayini monoteist din harekatinin motoru olarak tanimliyor ve; "bu (sünnet etmek) tek tanri inancinin arkasindaki ve bu inancin eski Israil toplumunda silinemeycek kadar güçlü kalmasinin arkasindaki gizli generatif güçtür." diyor. Bu adettir ki, yahudilerin kolektif kültik kimliginin belirmesini saglamistir.
İncil'e göre Mısır, sihirbazların ve en dehşetli günahların ülkesidir. Monoteist inancının tarihteki en eski kökleri nerede? sorusu hakkında yeni detaylar mevcut. Araştırmacılar, İncil'den önce cereyan etmiş fakat kenara itilmiş sahnenin kamuflajını açmak üzere: Mısır!
Takip ettikleri iz, eski devrin piramitler yapan, sayısı 1000 den fazla tanrıya tapınan ve hatta timsah dahi mumyalayan en parlak din gücü Mısır'a gidiyor. Antik zamanın Nil nehri devletine selametin ve temizliğin memleketi deniliyordu. Yunanlar bu mucizevi devlete hayranlıkla bakıyorlardı. Fakat yahudiler öyle değildi: Onların (yahudilerin) açısından Mısır panteon'u karanlığın ülkesiydi, batıl'ın ve sihirbazlığın hortladığı yeri teşkil eden bir yerdi.
Assman diyor ki: "İncil, Mısır'ın en belirgin unsuru olan put kültü'nü en dehşet verici günah olarak kabul ediyordu. Bu kült omlara göre sapıklığın ve yalanın öz simgesiydi."
Bu konu Eski Ahit'te kırmızı çizgi devam eder. İbraniler, tiksinti ve hayranlıkla karışık bir duyguyla putlara hizmet eden fakat aynı zamanda matematik, yıldız bilimi ve kaza cerrahisi yapan bu hiyeroglifler ülkesine bakıyorlardı. Henüz kök babası sayılan İbrahim dahi bir keçi sürüsüyle birlikte piramidlere doğru yürümüştür. Onun arkasındna daha sonra firavun'un bakanlığına kadar yükselen Yusuf geliyor. İsrailli'ler 430 yıl boyunca bu "köleler evinde" kapalı kaldılar, dövüldüler ve alaya alındılar.
Daha sonra Musa bu halkı özgürlüğe götürüyor. İncil dramı'na mucizeler giriyor, selamet başlıyor. Buluttan bir direk şeklinde- Yahve en önde gidiyor ve halkı Sinai'ye götürüyor ve orada ilahi vahyi gönderiyor. Daha sonra Arzı Mevut'a (Mukaddes topraklara) doğru devam ediyorlar.
Daha çok erken bir zamanda psikologlar, bu çöl yolculuğunun psikolojik bir şemayı takip ettiğini anlamışlardı: Mısır'ın ana rahiminde İsrail çocukları yetişiyorlar. Orada kendilerini kurtaracak ve yeni topraklara götürecek tanrısal baba diye çağrışıyorlar. Bu esnada Kızıl Deniz'i geçmiş olmaları bu olayın aslında ne olduğunu daha iyi anlamaktatır: Yeni bir doğum sahnesi.
Ancak, piramidlerin ülkesi İncil'e sadece karanlık gölgeler atmıyor. Memphis ve Tebe (Theben) arasında kazılar yapan arkeologlar şaşırtıcı bir şey buldular: Yahudiler mısırlılardan kopya çekmişler. Yahudilerin "Tek Tanrı" fikri aslında Mısır'dan çıkmış.
Yahudilerden yüzyıllar önce tanrılar ufuğuna baskın yapan Mısır tarihinin o esrarengiz adam'ı, 18. hanedanın firavunu Eknaton, Tek Tanrı fikrini ortaya atan ilk kişiydi. Bu kral artık sadece bir tek tanrıya tapıyordu: Parlak ve ışık veren bir güneş tabelası olarak şekillendirilen Aton.
Eknaton M.Ö. 1353 yılında tahta çıkmış ve hemen işe başlamıştır. Hizmetçileri, Delta ve Yukarı Mısır'a kadar giderek tapınaklardaki tanrı adlarını kazımışlar. Sadece Heliopolis'e (Güneş sehri) bir şey yapmamış, muhtemelen orada bu hareketin öncüleri yaşamaktaydı. Nasıl da bir devrim!
Geleneksel olarak Mısır putları tapınakların kutularında saklanıyorlardı. Putlar, 40 cm boyunda ve gümüş, altın ve değerli taşlardan yapılmış figürlerdi. Baş rahipler putlara her gün yemek veriyorlar, süt banyolarında yıkıyorlar, üstlerini başlarını giydiriyorlardı ve bunun karşılığında putlar onlara ölüm sonrası için teselli ve umut veriyor ve onlara şefaat verip uğur getiriyorlardı.
Aton ise gözle görülmez, salt ışıktan oluşuyor ve bu Dünya'ya yönelik idi. Bu rafızi (Eknaton)eski ölü kültünü ihmal ediyordu. Ceset mumyalayıcıları nüfuslarından kaybediyorlardı, öte dünya ile olan bağlantı kopmuştu.
Monoteizm'in bu ilk peygamberi'nin her şeyi tuhaf ve daha önce hiç görülmemişti. Assmann diyor ki: "Eknaton, tarih'e giren en küçük olasılığı teşkil eder." Memleketin tanrıları'nın tapınaklarında otlar biterken Eknaton, Aton için güzellik heykelleri diker. İlk önce Tebe'de 600 Metre uzunluğunda yüzlerce sunağı olan bir kurbanlık alanı yaptırır. Aton rahipleri orada her sabah sığırlar ve kümes hayvanları kesiyor ve kurban etini doğan güneş'e doğru tutuyorlardı.
Bir Aton metiyesinde şöyle diyor: "Senin ışığın bütün memleketleri kuşatır. Sen, Bir Tek olarak milyonlarca dönüşüme (şekle) sahipsin." Dünya'nın en eski evrensel tanrısı'na yazılmış bu metiye'de o zamana kadar rastlanmamış bir şairlik var.
Kabartmalarda Eknaton asık karınlı ve kalın dudaklı olarak gösteriliyor. Arka kafası tuhaf bir şekilde arkaya doğru uzanmış, göz kapakları rüyada gibi aşağıya doğru asık. Karnak'ta 20li yılların sonundaki kazılarda bulunan heykellerde Eknaton neredeyse kadınımsı göğüslere ve belirsiz cinsel organlara sahip. Bunun Fallus mu yoksa vulva mı (erkek veya kadın cinsel organları) olduğu belli değil.
Kral hastamıydı? Bazıları Eknaton'da hormon rahatsızlığı olduğunu söylüyor. Antik zaman arştırmacısı Immanuel Velikovsky, Eknaton'u homoseksüel eyilimle itham ediyor. Eknaton yoksa sadece rüya mı görüyor? Bu güneş peygamberi bir tek savaş'a dahi gitmemiştir. Hükümdarlığının beşinci yılında uzak Tell-el-Amarna çöl vadisine gitmiş ve hudut taşlarına yazılmış bildirilere göre bir daha da terk etmek istememiş.
Aşetaton (Aton'un ufuğu) adında yepyeni bir şehir yapıldı. 50.000 memur, hizmetçi, prens ve berber göç ederek oraya yerleştirildi. Dışarıda (Suriye'ye kadar giden) veba hastalığı kol gezerken bu tuhaf firavun güzel karısı Nofretete birlikte süslü at arabasında ışık metroplü'nün sokaklarında geziyordu.
Kabartmalar, kral'ı sevdiklerinin yanında kucağında bir bebek ile gösteriyor. Bilgilere göre 9 kız çocuğu olmuş. Fakat bir aile ahengine inanan kimse yok bu arada. Eknaton'un en büyük kızı Meritaton, oğlu Semenşkare ve annesi Teje ile cinsel ilişkilerde bulunduğuna dair işaretler mevcut.
Hükümdarlığının 13. Yılından sonra eşi Nofretete hiç bir izi bulunmaksızın kayıp. Acaba bazı araştırmacıların düşündüğü gibi öldürüldü mü? Kesin olan: Şiddet ve teoklastik bir radikallik (Bugün'ün diliyle radikal dinci demektir ´Darvinist) bu hükümdarın başlıca özellikleridir. Halkın bütün kutsallarını ayakları altına almıştır.
Zamanının taş üzerine çizilmiş resimlerinde "Saşau" denilen güvenlik memurlarından geçilmiyor adeta. Bu güvenlik memurlarının ellerinde uzun deynekler var. Sokaktaki halk çoğunlukla boynu bükük bir halde gösteriliyor, belki bir itaatkarlık göstergesi olabilir. Yoksa ama halk, güvenlik memurlarının dayağı altında mı sızlıyordu?
Kesin olan: "Tanrılar" sözcüğü tabu idi. Kimse bu sözü ağzına alamıyordu. Ölü taş'a neredeyse işlenemeyen bedensiz ve şekilsiz güneş dairesi Aton'dan başka bir şey artık yoktu. Amarna rahipleri, yaratılmışların başına düşen ışığın ta kendisine hürmet ediyorlardı. Tanrısal yapılarının çatısı yoktu ve kurbanlar açık gök yüzünün altında veriliyordu.
17 yıl sonra kabartmaların yumurta kafalı olarak gösterdiği guru öldü. Takipcisi Semenşkare altında bu hayal önce bir devam etti. Semenşkare'de öldükten sonra sekiz yaşında ve Tutanchaton isimli bir çocuk dümene geçti. Daha sonra Amun rahiplerinin baskısıyla çocuğun adı Tutançamun olarak değişti. Onun ünlü hazinesinde, sırt kısmında bir resim olan taht sandalyesi bulunmakta. Bu resim Aton'un ışınları altında oturan genç bir Tut'u gösteriyor. Daha sonra generalin biri darbe yaptı ve zamanın çarkını geriye çevirdi. Tanrıların bir nevi demokratik "geriye dönüşü" başladı. Bir yerde "Memleket bir hastalık döneminden geçiyor." deniliyor. "Tanrılardan uzak kalma"dan bahsediliyor. Eknaton lanetlendi ve anısı silindi, ismi krallar listesinden kazındı. Sanki Mısır tek tanrı diktası kabüsundan tekrar uyanmıştı. Bundan 100 yıl önce idi, arkeologlar Eknaton'un ilk izlerine rastladıklarında onunla İncildeki Musa arasında bir ilişki kurmaya çalışmışlardı. İkisinin arasındaki paraleller ortada.
Asmman şöyle diyor: "İkisinin müşterek belirginliği, her ikisi de gerçeği ve gerçek olmayanı ayırma eylemini, dışlamalarına ve kırımlarına en keskin derecede alet ve ölçü olarak kullanmışlardır (Bir başka deyişle: Onların gerçek dediği gerçek, yalan dediği yalandır ve herşey ve herkes buna göre belirlenir. - Darvinist).
Ancak... mısırlı guru ve Sinai'deki adamın arasında hangi bağ vardır ki? Aralarında Nil'den Kudüs'e uzanan gizli bir iz, bir göbek bağı var mı?
James Breasted, 1894 yılında Berlin'de doktora yapan amerikalı bir ejiptolog bundan ta o zamanlarda şüphelenmişti. Ona göre yahudiler ışık dininden bir şekilde haberdar olmuşlardı. Eski tarih arştırmacısı alman Eduard Meyer de buna katılıyor ve çöl göçünün içinde bir gerçeklik çekirdeği bulunduğunu söylüyor.
Daha geniş bir şekilde daha sonra Siegmund Freud bu işe el attı. Ağır kansere yakalanmış haliyle 1937 yılında ve antisemitizm'in Almanya'da hayvani bir şekilde doruğa ulaştığı bir zamanda psikoanaliz'in babası son büyük çalışması olan "O adam Musa ve monoteistik din"i yazıyor: Bu çalışmasında şöyle bir fikir öne sürüyor: Musa aslında Heliopolis'de bir Aton rahibiyidi. Başarısızlıkla sonuçlanan din projesini seçtiği bir grup yahudi köle ile birlikte davayı daha küçük bir çapta devam ettirmek istedi. İsim yanında (ki, "Mose" mısırca dır ve "çocuk" demektir) Freud, çocuğun Nil nehri üzerine bırakılması efsanesinden şüpheleniyordu. İncil, Musa'nın ibrani bir cariyeden doğduğunu söylüyor. Daha sonra bu cariye, bebeği bir sepete koyarak Nil nehrinin sularına bırakıyor. Bebek sonra firavun'un kızlarının birinin ellerine geliyor. Çocuk evlatlık ediniliyor ve kral'ın sarayında büyüyor. Freud için durum böylece çok açık: Musa bir mısırlı idi. Çocuğu terk etme masalı sadece bir hile idi ve yabancı çocuğu "yahudileştirmek" ve böylece onu "Milli kuruluş miti'nin" merkezine yerleştirebilmek içindir.
Avusturyalı ruh biliminin kurucusu tarafından kurnazca düşünülmüş bir senaryo. Ve Freud hikayenin nasıl devam ettiğini de biliyordu: Daha henüz yarı müşrik olan yahudiler Musa'nın çok katı kurallarından usandılar ve onu öldürdüler. İlk bakışta garip gibi gelen bu hikaye aslında sağlam temellere dayanan ve din'in ta kalbine giden bir teoriye dayanıyor. Freud ölümünden kısa bir zaman öncesi, en büyük kutsalın kapısını açtığına inanıyordu. Daha 1912 yılında yayımladığı "Totem ve Tabu" adlı yazısında Freud, baba-oğul ihtilafınıın her türlü dini eylemin kaynağı olduğunu açıklamıştı. Freud'un modeline göre: İlk sürüdeki en kuvvetli erkek domine ediyordu ve bütün dişileri kendine ayırıyırdu. Gücünün mutlakiyetinden dolayı oğullardan ve erkek kardeşlerden mutlak itaat talep ediyor ve karşı koyanları hadım etmekle tehdit ediyor. Diğer erekler bu despot'a karşı beraber oluyorlar ve liderlerini öldürüp bedenini "totem yemeğinde" yiyorlar ki liderin gücü kendilerine geçsin. Sonra hepsi de suçluluk duygusu altında kıvranıyorlar ve pişman da oluyorlar çünkü kafilenin koruyucusu öldü. Bu yüzden eski ilk baba bilinç altına yerleştiriliyor, orada "totem hayvanı'na" dönüşüyor ve kafile tarafından geleneksel olarak hürmet görüyor. Böylece insanlığın ilk din sistemi oluşuyor.
"İşte bu ilkel tiran", diyerek Freud devam ediyor, tarihin çok daha sonrası bir dönemde meydana gelen Aton kültünde birden tekrar ortaya çıkıyor fakat bu kez sema'da. Yahve de bir tiran gibi davranıyor. Onun için halk Yahve'nin birinci elçisini öldürüyor, Musa ölüyor. Fakat böylece aynı zamanda o eski suçluluk kompleksi de daha da güçlü etki yaparak uyanmış oluyor.
Bu tez her ne kadar teşvik edici olsa da tam doğru olamaz. Çünkü bu hikaye çok somut, çok kavranabilir şekilde düşünülmüş bir hikaye. M.Ö. 1250 yılında bir Aton bilgini ile birlikte Sinai'nin taşlık arazisinde ruhani deneylere başlayan bir yahudi kavimi hakkında arkeologlar hiç bir kanıt bulamadı.
Gerçekte, M.Ö. 1250 yıllarında Sinai bölgesinde çoğunlukla "Hapiru" denilen yol kesici göçebeler yaşıyordu. Güney Filistin'de ancak yavaş yavaş yerleşen Şasu göçebeleri yaşıyordu. Yahudi diye bir etnitise o zamanlar yoktu, sadece oradan buraya göç eden çoban kavimleri vardı.
Daha ancak M.Ö. 1000 yıllarında Kenan'da sabit rençber evleri çoğalmaya başladı. Bu klubelerde küçük sunaklar vardı ve atalar ve aile hayaletleri için kurbanlar koymaya yarıyordu. Dağlarda bölgesel kutsallar yatıyordu. İncil'e göre Kenan'da M.Ö. 8. Yy da her yüksek tepede ve her büyük ağacın altında daha kutsal ateşler yanıyordu.
Bu korkulu politeistik korku dünyasına İncil yapıcılarının parlak Musa'sı bir türlü yakışmıyor. Daha Sinai dağından iner inmez halk'a ilk emiri -"Ben senin efendin Allah'ım"- bildirmiş. Daha sonra yoğun olarak devam ediyor. Çölün ortasında Musa bir göçebe çadırının iç donanımı için talimatlar verir: Halk orası için bakırdan ritüel kapları yapacak, kırmızı şerbet için bir masa ve birde altın'dan bir avize. Asil bir merhamet tahtı da marangozlar tarafından yapılıyor.
Bunu tarif ederken İncil yazıcıları İncil, Musa 2. Kitap'da sayfalarca aslında Kudüs tapınağının M.Ö. 516 tekrar yapılmış şeklini tarif etmekten başka birşey yapmıyorlar. Yeni ve taze yapılmış binaya saygınlık ve onur vermek için sahtekarlar öyle yapıyorlar ki, sanki bu donanım Musa'nın çöl çadırında da varmış gibi. Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, Yahve rahipleri kendi kült planlarını gerçekleştirmek için Musa'yı şahmerdan olarak kullanmışlar. Din patronu sadece ağzını açıyor ve fakat vantriloklar (dudak kıpırdatmadan karnından konuşanlar) ruhbanlardı.
Fakat yinede: Memfis Kudüs akisinde bir gerçeklik payı var. Yeni arkeolojik araştırmanlar da tek tanrı fikrinin yaratıcısı Eknaton ile onun efsanevi takipcisi Musa arasında bir bağlantı olduğuna inanıyorlar. Mısır'ın ışıldayan gücünün bir zamanlar doğu kıyısına kadar gittiğini İsrailli kazıcılar etkileyici bir şekilde kanıtladılar. Firavunlar yeni karliyetlerinde (M.Ö. 1550 - 1070) bütün Doğu Akdeniz bölgesini sömürgeci pençesinde tutuyordu. Garnizonları ve ordu arabaları Filistin'in bir ucundan öbürüne kadar gidiyordu.
Merenptah'da (M.Ö. 1207) nişan taşında ilk kez, İsrail adında bir bölgede ezilen bir halktan bahsediliyor. Tahmin edilebilir ki samiler, firavun'un taş ocaklarında ve taş madenlerinde çalıştırılıyordular. Filistinli çobanlar ve bedeviler -kabartmalar üzerinde sivir sakallı olarak görülmekte- dolaysıyla işgalci gücün ruhban hayatını paylaşıyorlardı. Mısır, bır sürgün medeniyeti yapısına sahip ve bütün bilgeliğin kaynağı idi.
Ezilen asyalı göçebeler de Büyük Eknaton'dan haberdar oldular. Aton'a hitaben yazılan güneş ezgisi ile (İncil'in) Eski Ahit'in en güzel şarkılarından 104. mezmur'u arsında dikkat çekici bir benzerlik vardır. Bu şarkı büyük olasılıkla mısırlı askerlerin karargahları ve Filisitnli müttefik beyliklerin üzerinden aktarıldı. Ve bir başka bağlantı daha var ki tarih kuyusunun daha derinliklerine iner. M.Ö. 17 yy'da Nil tahtı Hiskos denilen yabancılar tarafından çiğnenmişti. Hiskoslar Doğu'dan gelen insanlardı, aynı zamanda ilk yahudiler oluyorlar. Hiyerogliflerin yazdığı gibi: Yabancılar şehirleri yaktılar, kutsalları dağıttılar ve halka büyük bir düşmanlıkla davrandılar. Ön mevki olarak da Avaris kale şehrini inşa ettiler.
Modern arkeoloji bu anlatımı özünde kanıtladı. Avaris, Nil deltasının doğu kenarında idi. Viyanalı Manfred Bietak, kalan harabileri yıllardır kazmakta ve sonuç: Hiskoslar 108 yıl iktidarda kaldılar. Krallarından birnin adı Ya'kobher idi ki, şüphe verecek kadar İncildeki kavim babası Yakob'a (Yakub'a) benziyor. Ancak M.Ö. 1550 yılında şehri geri alma çabası başlamış. Tekrar güçlenmiş firavunlar işgalcileri geldikleri çöle geri kovdular.
Araştırmacı Maciejewski'nin inandığına göre: "Filisitn'e kovulmuş ve geriye göç etmiş bu kafilelerin hafızlarında, Mısır'da yaşadıkları dönem canlı olarak kalmış olmalı." diyor ve, Hiskosların son büyük reisleri ve eski yazılarda Kudüs'un kurucusu olarak geçen Şamudi'nin bu efsanenin çıkış noktası olduğundan şüpheleniyor.
Fakat bu esnada olaylar çok çarpıltılmış ve hatta tersine dahi çevirilmiş. - Hiskoslar fetihçi olarak geldiler. - Mısır'da kaldıkları süre parlak bir hükğmdarlık idi. - Daha sonra namsız bir geri çekilme oldu.
Fakat Tevrat'ta bu üç bölümü tam tersine çeviriyorlar. Orada ibraniler için köleler deniliyor. Musa ile birlikte şerefli halde oradan çıkmadan önce Nil kenarında baskı altında yaşıyorlar.
Bu tür çarpıtmalar efsane araştırmacıları tarafından gayet iyi biliniyor. Buna, "Anlatımsal inverziyon" diyorlar: Küçük bir başlangıç çok parlak olarak değiştiriliyor ve aşağılayıcı son daha da vurgulanıyor. Maciejewski şöyle diyor: "Millyetçilikte rencide olan, her zaman halkların sinir sisteminin düğüm noktaları olmuştur." Ve dolaysıyla M.Ö. 9 ve 8. yy yahudi milletinin oluşmaya başlaması ile hikaye ona göre değiştrilmiş ve gururlu bir kuruluş mitos'u olarak anlatılmış.
Ancak: Musa kimdi? Musa gerçekte yaşadımı? İncil´in önümüze koyduğu çarpıtma ve saptırma kargaşası arasında gerçek daha tespit edilebilirmi?
Yinede: Filsitin dışında da Musa biliniyordu. İskenderiye ve M.Ö. 4. Ve 3. yüzyılda hellenik Mısır'da din icatsısı (Musa) üzerinde çok yoğun dedikodular ortalıkta dolaşıyordu. Antik çağ'da toplam sekiz yazar ondan bahsediyorlar. Yazarların anlatımlarında ancak Musa korkunç bir ışık olarak anlatılıyor. Onu cüzzam ve cilt hastalarının reisi olarak anlatıyorlar. En korkunç hikaye ise mısırlı tarihçi ve rahip Manetho'nun (M.Ö. 280 dolayı) anlattığı hikaye. Kendi zamanından 1000 yıl önce cereyan eden bir dehşet döneminden anlatıyor. Yazara göre o zaman memleketin üstünde bir lanet varmış. 80.000 cüzzam hastası Doğu çölü'nde köle olarak çalışıyorlarmış. Firavun onlara Avaris'te bir cüzzam kolonisi kurmayı müsade etmiş. Cüzzamlı köleler Aton kültünün bir merkezi olan Heliopolis'li bir rahibi kendilerine reis seçmişler. Bu rahibin adı: Musa.
Musa eski tanrılara tapınmayı yasaklar. Mısırlıların kutsal hayvanlarını kesmişler ve nihayet Musa Avaris'in etrafını çevirir ve Hiskosları yardıma çağırır. Onlarla beraber Musa Mısır üzerinde bir dehşet ve şiddet hükümdarlığı kurar ve Mısır'ın tanrısal yapılarını mutfağa çevirir. Kutsal hayvanları kebap yapar ve tapınağı da tahrip eder.
Asmman için durum böylece çok açık. Tarih eski bir travma etrafında dönüyor ve Eknaton ve Hiskosların altında işlenmiş günah ve küfür zamanı'nı muğlak bir şekilde üst'e çıkarıyor. Bu bağlamda cüzzam hastalığı sadece kültik kirliliğin bir simgesidir. Ve bunların ortasında: Musa.
Asmann bunun sadece bir hafıza izi olduğunu sanıyor. Çünkü tasavvur ve hayel gücüne gem vuracak resmi bir krallar listesi olmadığından, mısırlılar lanetledikleri ve dikkat dışı bıraktıkları rafizi firavun'u (Eknaton) bir canavar haline çarpıtıp adını da Musa koymuşlar. (Bir başka deyişle, mısırlılar Eknaton'a duydukları kötü hisleri ve onun zamanında kendilerine göre yaşanmış kötülüklerin hepsini Musa isminde birleştirmişler. Böylece Musa aslında firavun Ektanon dur denilmek isteniyor - darwinist)
Kanadalı ejiptolog Donald Redford hatta o kadar iler gidiyor ve Manethos'un Musa efsanesinden bazı detayları Eknaton'un yaşamı ile bizzat bağlaştırıyor. Bilindiği üzere Mısır'ın Aton guru'su (Eknaton) Doğu çölünde köleler için bir yoğunlaşma kampı kurmuştur. Manetho'ya göre Musa'nın şiddet ve terör iktidarı 13 yıl sürmüştür - Enkaton'un Amarna iktidarı da 13 yıl sürmüştür.
Bütün bunlar şu düşünceyi mümkün kılıyor: Lanetlenmiş ve unutulmuş firavun, mısırlıların kolektif hafızasında Musa olarak yaşamaya devam etti. Halk ağızı Amarna dönemindeki gerçek olayları dehşet ve kültük kirlilik hatıraları olarak en kötü şekliyle hafızasında tutuyordu. Eknaton zındıklığın ta kendisi olarak tanınmıştır.
Buna karşın ilk yahudiler ise ki, onlar da Amarna güneş ayaklanmasını bizzat yaşadılar, guru'yu (Eknaton) bir deha olarak biliyorlardı. Eknaton/Musa korkulu hikayelerini kendilerine maledip ve fügürleri kendi dini amaçlarına göre renklendirdiler.
Sinai masalının büyük bölümünün propaganda ve sahtekarlığa dayandığından artık hiç bir Eski Ahit uzmanı şüphe etmiyor. Bu meslek grubunun mensupları biliyorlar ki, monoteizm'e giden yol İncil'in anlatmak istediği gibi düm düz değildi.
Kazılarda elde edilen bulgular gösteriyor ki, daha M.Ö. 900 yıllarında ibraniler henüz totemizm'e bağlaydılar. Yahve'ye iklim ve bereket tanrısı olarak hürmet ediyorlardı ve tanrı'nın cinsel suretini adım adım geriye ittiler. Olayların tarihi aslı üzerinde İncil'in kendisinde de açığa vurucu izler var. Batı samilerinin sayısız kavim efsaneleri kitabın içinde birbirine girmiş ve yoğunlaşmış. Bu esnada çok eski hikaye çekirdekleri ve ilaveler kalmış. Örneğin, Ateş dağında Musa ile Allah'ın karşılıklı sohbetlerinden sonra Musa öyle bir parlak ışığa bürülmüş ki, halkın gözleri kamaşmış. Musa, Allah'ın nurunun bir suretidir. Araştırmacı Reik bu sahneyi, şamanı'ın totem hayvanının postunu giydiği bir ritüelden "artık kalan görüntü" olarak değerlendiriyor.
Bu gelişmenin sonunda fakat yahudiler Allah'larını devasa boyuta ve suretsizliğe yükseltmişlerdi. Buz gibi ve uzak bir yerde inananların üzerinde tahtında oturuyor. "Benden önce hiç bir Tanrı olmadı ve benden sonra da hiç bir Tanrı olmayacak" diye peygamber Yesaya Babil tapınağının ayağına M.Ö. 530 da yazmış.
Artık tek tanrı inancı tamamen yerine oturmuştu.
Yesaya, etrafı yabancılığa bürünmüş, terk edilmiş, yalnız ve çareszdi. Sürgünde olan yahudi halkı çözülme tehlikesi ile karşı karşıya idi. Musa 5. Kitabın tanıdğı tek bir korku vardır: Unutmak, unutulmak. Kendini dinleyenler bu uyarıyı defalarca tekrarlamıştır. Çünkü unutmak demek, örf ve adetleri kaybetmek ve geldiği ve tekrar ger gideceği memleketini düşünmeyi bırakmak demektir. Dolaysıyla sürgünler kendi aralarında kaldılar.Şabbat'ın kutsallığını korumak, temizlik hükümleri ve yemek içmek tabuları, hepsi de oluşturuldu, geliştirildi. İsrail, ebediyetin sancağı altında toplandı.
"Köle evi" Mısır düşüncesi artık şimdi tam anlamıyla şekillendi. Rahiplerin parolası: Başınızı eğmeyin. Biz daha önce de çamura batmıştık ve kurtulduk ve memleketimize muzaffer olarak geri döndük.
Gerçekte M.Ö. 516 yılında ezilen bu halk için memleketlerine dönmek fırsatı çıktı. Pars Dünya imparatorluğu'nun çok cömert hükümdarı Kiros, sürgünde olan yahudilerin memleketlerine geri dönmesi için müsade verdi. Artık Yahve'nin adamları tam olarak dümenin başına geçtiler küçücük pars vilayeti "Yahud"ta kendi fikirlerine göre olan gerçek din'i geçerli kıldılar. Bu din bir Baba din'i idi ve bir çok dehşet ve şiddet işaretleri içeriyordu.
Artık asıl şimdi rahipler, yahudi ruhunu bugüne dek simgeleyen işi sahnelemeye başladılar. Bebeklerin sünnet edilmesi Allah ile aralarında yapılan ahit'in anlaşmanın) sembolü konumuna yükseltildi: "Ve Yoşua taş'tan bir bıçak yaptı ve 'Ön derilerin tepesinde' İsraillilerin ön derilerini kesti." diyor İncil. Ancak ondan sonra kutsal topraklara ayak basma müsadesi alabildiler. Bu nişan ile, bu yara ile Yahve ile yapılan "evlilik" artık geri dönülemez bir şekle sokuldu. Onların öncüsü olan firavun Eknaton sadece 17 yıl dayanabildi fakat Allah'ın oğulları her türlü mürteye ve zındıklığa karşı bağışıktı. Allah'ın dinden çıkanları ne kadar korkunç bir şekilde keserek cezalandıracağını anlamak için sadece erkekliklerine bakmak yeterlidir.
En son olarak da kendilerini hareketin başına geçiren son bir hile daha yaptılar. Tamamen çarpıtılarak Musa'yı (Mısırca=çocuk) monoteizm'in ilk başladığı yere götürdüler ve tahmin edilebilir ki, böylece moteist din'in icat ve miras hakkının yahudi kültüründe kalmasını sağladılar. (Bir başka deyişle yahudiler Eknaton'un monoteist fikrini kendilerine malederek, ilk monoteist kavimin kendileri olduklarını öne sürüyorlar - darwinist)
Her şeye rağmen Orta Doğu bunlardan 2500 yıl sonra hala bir barut fıçısına benziyor. Dindeki gerçek ve yanlış'ın musevi usulü ayırımı Şark ve Garp'ta aynı şekilde mevcut ve bu ruhani kültürel alan müşterek olduğundan bunun içi düşmalıkla doludur. Bölücü bir balta dır.
Teologların çoğu farklı fikirdeler. Teolog Lukas Bormann "Assmann bizi sarstı" diye gerçi itirafta bulunuyor ve yine İncil'in radikal bir telaffuzu olduğu ve bir çok polemik içerdiğini söyledikten sonra, "Fakat bunun sebebi, yazıların neredeyse hepsinin güçleri elinden alınmış yahudi elitler tarafından yazılmış olmasıdır." diyor. Ancak, işte tam bu güçsüzlük ve çektikleri eziyetin yahudileri ahlaken yücelttiğini söylüyor Bormann. "Tüm insanlığa örnek olarak bu yahudiler köleliğe ve ezilmeye karşı seslerini çıkarmışlar ve insanın genel barış özleminin sesi olmuşlardır", diye devam ediyor.
Bunu Assmman da inkar etmiyor. O da yahudi ruhunun başarılarını başkalarından daha iyi bilmekte.
En son kitabında şöyle yazıyor: Yahudilerin gayesi hiç bir zaman insanın hataları konusunda (hataları yüze vurmak) olmamıştır. Gaye, insanın temel yaşamsal günahkarlığı, faniliği ve Tanrı'dan uzaklığı dır. Bunlardan yola çıkarak pişmanlık ve şimdiye kadar yaşadığı günahkar yaşamdan geri dönme talepleri doğmuştur. Pişmanlık ve geriye dönüş- kutsal yazının derin talebidir. İncil'de 51. mezmur bununla bağlantılı insanın kendine dönüşünü çok açık ifade ediyor: Allah'ın en çok sevdiği kurban, kızgın bir uh, kırılmış ve ezilmiş bir kalptir.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma