Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Teist anlayış İslam’da
genel olarak bilinen anlayış teizm diyeceğimiz düalist bir Tanrı
anlayışıdır. Buna göre varlılar zorunlu ve mümkün olmak üzere ikiye
ayrılır. Zorunlu olan varlık Allahtır ve onun dışında kalan her şey
mümkün varlılar olup "yaratık" sayılır. Bu anlayışın Tanrının zaman ve
mekândan münezzeh olmasına ters olduğu açıktır. Çünkü eğer Tanrı
evrenin ötesinde ise onun bir yeri de olmalıdır. Oysa yine Kuran
“Allahın benzeri yoktur” der. Bir hadise göre yaşlı bir kadın Allahın
gökte olduğunu söyleyince peygamber arkadaşları bu söylemin dinden
çıkış ifade edip etmediğini sordular. Peygamber bu söylemi onun bilgi
ve kültür seviyesine bakarak affedilebilecek bir yorum olduğunu
söyledi. Bu ekolun pan enteislikten farkı çokluğun içinde teklik
aramalarıdır. Bunlara da Tanrı-evren ayrılığı vardır.
Panteist anlayış
Bu
ekol islam dünyasında vahdet-i vücut ekolu olarak ünlenmiştir. Bunlara
göre herşey Tanrıdır. Tanrı ötede değildir. Bu anlayış teizme göre
nazaran daha mantıklı gibi görünse de ve Allahın insana şah damarından
daha yakın olduğu, nereye gidilirse onun zatı ile karşılaşılacağını
ifade eden ayetlere daha uygun bir tanım gibi gözükse de en büyük
handikabı Tanrıyı maddede yer edinmiş(hulul) olarak anlamalarıdır. Bu
ise Allahın "kendiliğinden var olma" sıfatıyla çelişmektedir. Bunlarda
Tanrı evren birliği vardır.
Pan enteist anlayış
Bu
anlayış teizm ile panteizm arasında bir denge kurmuştur.Bunlara göre
Tanrı evren beraberliği vardır.Yani evren Allahın kendisi değildir ama
evren de Allahtan ayrı değildir.Bu biraz da 1 sayısının sonraki
sayılara göre konumu gibi bir durumdur.Bunlara Tanrının evrendeki
varlığını maddesel olarak değil enerjik olarak ele alırlar.Teizmin
aksine teklikte çokluk ararlar.Bilincin insan bedenindeki konumu
gibi.Buna göre varlık ne Allahın aynısı ne de gayrisidir.Tüm kelam
kitaplarında Allahın sıfatlarının onun zatıyla ilişkisi böyle
anlatılır..Demek ki bilinç(ruh) bedensiz ve beden ruhsuz olmadığı gibi
Doğa Tanrısız ve Tanrı da Doğasız değildir.Bunları birbirinden koparmak
"deizm" olacağı gibi, birbirinin aynısı görmek de "panteizm" olacaktır. Keza tanrıyı bütün her şeyin belirleyicisi olarak görüp insana ve tabiata hiçbir etkinlik alanı bırakmamak da "teizm"dir.Kanaatime göre kuranın anlatışına en uygun olanı Pan enteizmdir.
Buna
göre tanrı ile evrenin "birliği" veya "ayrılığı" değil "birlikteliği"
söz konusudur. Allah ile alem kozmik bir yolculuk halindedir. Molla
Sadra'nın tabirleriyle aslolan "Allah ile" yolculuktur, "Allah'a" veya
"Allah'ta" yolculuk değil. Önü açık bir geleceğe doğru Allah'ın bütün
diğer varlıklarla birlikte gerçekleştirdiği bu kozmik yolculuk,
İkbal'in deyimi ile Allah'ın insanla birlikte gerçekleştirdiği tarihsel
yürüyüşün adı olan kader, birlikte varoluşun dinamik temposu ile
gerçekleşmektedir. Bu varoluşsal tempoya zerresine kadar bütün
varlıklar kendi ontik karakterleriyle katılmaktadır.
Kurandaki”biz”kavramlarını da Tanrı evren beraberliği bağlamında
anlamak gerekir. Bu konuda İslam dünyasında teizmin öncüleri zannedilen
iki etkili islam bilginin şu açıklamaları da aslında panenteizme çok
yakın tabirlerdir.
İmam-ı
Rabbanî derki: Allahü teâlâ, zamanlı, mekânlı, cihetli değildir. Bir
yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır.
Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da,
yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey,
kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir.
Benzeri, ortağı, zıttı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler
gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her
şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır. İçinde, dışında olmak, var olan iki şey arasında düşünülür. Hâlbuki kâinat, hayal mertebesinde yaratılmıştır. Hayal mertebesindeki âlemin devamlı var görünmesi, Allahın kudreti ile oluyor.
İmam-ı Gazalî de der ki:Allahü
teâlâ, cisim değil, şekil değil, cevher değil, sınır ve miktarı
yoktur.Hiçbir varlığa benzemez ve hiçbir varlık da kendisine benzemez.
O'nun misli gibi yoktur, O da hiçbir şey'in misli, benzeri değildir.
O'nu miktarlar tayin edemediği gibi hiçbir şeyde içine alamaz; cihetler
de O'nu kaplayamaz. Yer ve göklerde O'nu içine alamaz.. Zaman kendisini sınırlamadığıı gibi, mekân da kendisini içine alamaz.
Zamân ve mekânı yaratmadan, O var idi. Bunları yaratmadan nasıl idiyse
yarattıktan sonra da aynıdır. O, yaratıklara sıfatlariyle tecelli
ediyor. Zâtında başkası yok, başkasının zâtında da değildir.
Bu anlatımlardan şunlar anlaşılıyor.
Allah
asla tanımlanamaz ve kavranılamaz. Bunun için ancak kişi onu içinde
yaşamalıdır. Bu da öte Tanrı anlayışının islamda olmadığını böylece
Tanrı inancının put inancından farklı olduğunu gösteriyor. Demek Allah
veya Tanrı sonsuz ve tanımlanamayan belki de olgusal evrenin dışında
bir hiçliği fakat zihinsel kapsamda her şeyi ifade ediyor. Fakat bu
forumda kavram etrafında dönen Tanrı tartışması daha çok dinin “Aha da
Tanrı” diye sandığınız maddesel özelliği olan bir Tanrıdır. Onun için
hep “dışınızda biri” diye tanımlıyorsunuz. Elbette bu konun incelik
gerektiren bir konu olduğunun farkındayım. Onun için diyoruz ki Hz.
Muhammedin ötede bir Tanrı ile görüşüp ondan vahiy aldığını düşünmek
İslam inancı ile çelişir.
Tanrı,
öz veya ilk veya kaynağın din dilindeki adıdır. Din dilinin genel
olarak değişmeceli anlatım üzerine kuru olan metafizik anlatımlarının
başında elbette Tanrı gelmektedir. Bu açıdan Tanrılık o her şeyin
özünün din dilindeki adı olmaktadır yani özün ancak bir özelliği
olmaktadır.
abdullah elçi
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Teizm,
Ateizm, panteizm ve deizm gibi panenteizm de bir varlık felsefesi
görüşüdür. İslam dünyasında Molla Sadra, Muhammed İkbal, Batıda
Spinoza,White Head,Hegel,Hartshorne gibi birçok düşünürün bu alanda
önemli tespitler yaptığı bir akımdır.Ben de bu felsefi
düşüncedeyim.Bunlara göre Tanrı, her türlü değişmenin ötesinde değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir niteliği vardır. Yani:
1.
Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve Evrenin
bilincindedir. Ancak teistlerin ifade ettiği gibi eğer bu bilinç
konumunda kalmış olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin
olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı. 2. Diğer niteliği
ile ise Tanrı, değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu
nedenle Tanrının evrende içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde
bulunan) olduğunu söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı�da içkin olduğunu
söylemek, Tanrı-Evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın
göstergesidir.
Pan-enteizme
göre Tanrı, hem değişmeyen (mutlak), hem de değişen (göreli) dir. Hem
zamanın içinde, hem dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur. Aynı zamanda
hem tikel hem tümel, hem neden hem sonuçtur. Kurandaki evvelde ahir de
odur ifadesine uygunluk ifade eden bir tanımdır.
Bu tanımla Pan-enteizm, hem Deizmden hem de Panteizmden ayrılır.
Özet
olarak; Panteizm ile Pan-enteizm arasında önemli bir fark vardır.
Panteizmde her şey tanrıdır. Pan-enteizimde ise, her şey Tanrıdan sudur
etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrıya dönmektir.
Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrimden geçmektir.
Bu
düşünce aslında islamın ilk asırlarında mevcuttu.Hiçbir islam bilgini
Allahı ötelerde bir varlık olarak tanıtmamıştır.Hatta varlık
felsefesini açıklarken(varlık hem odur hem o değildir)demişlerdir.Çünkü
ondan öte görmek te ondan ibaret görmekte onu sınırlar.Tercümelerle
mantık ve felsefe islam ülkelerine girince savunma tarzında bir teist
anlayışa yönelme oldu.İctihadlar durduruldu.Ancak Anadolu ve kafkas
bölgelerinde bu etki nispeten az olduğu için Mevlanalar,Yunuslar
yetiştirmiştir.Pakistan da ikballer yetişmiştir.
Panenteizm de
Allah hem içkindir hem aşkındır ama panteizmde sadece içkindir.Teizmde
sadece aşkındır.Panenteizmde herşey bilinçli doğal enerjiden
sıçramıştır,dini bir deyişle herşeyin yaratıcısı evrenin nuru olan
Tanrıdır.Bunları iyice okuyup değerlendirmek lazım.
Bu arada yeri gelmişken ben bir özden geldiğimizi ve o öze tekrar döneceğimizi düşünüyorum. Allah
değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve Evrenin bilincindedir.
Ancak teistlerin ifade ettiği gibi Allah bu bilinç konumunda kalmış
olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin olarak kalacak ama
varoluşa katılmamış olacaktı. Allahın,
değişen ve durağan iki yönünün olduğunu en başta söyledik. İlk şıkta
onun değişmeyen yanından bahsediyoruz.Yani onun sabit olan yönü
devinimi ve yaratılmayı başlatmıştır.Eğer sadece değişen yönü olsaydı,
panteistlerin dediği gibi evren ve yaratılarla bir olurdu.Eğer sadece
sabit yönü olsaydı, teistlerin ve deistlerin dediği gibi ötelerde
olacaktı ve değişime katılmayacağı için deistlerin dediği gibi halinde
kalacaktı.O halde tanrının sabit olan yönü vardır ve bu onun devinimi
başlatmasına etki etmiştir.
2. Diğer niteliği ile ise Allah,
değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Allahın
evrende içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde bulunan) olduğunu
söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı�da içkin olduğunu söylemek,
Tanrı-Evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın
göstergesidir Allahın
değişen- ki buna yaratma deriz-yönü ise evrendeki her türlü değişim ve
oluşumun içinde olmasını sağlamıştır. Bu yönüyle bakacaksak Allahı
evrende içkin görmek de mümkün.
Evrende her an yeni bir oluş
vardır ve her yeni bir oluş da değişim demektir. Bu ise, bir süreci
gerektirir. Bu ise Tanrısız olamaz.
abdullah elçi
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Öncellikle
“Tanrının kendiliğinden var olması” ile ilgili İslami kaynakların ne
açıklamış olduğunu analiz edip sonra konu hakkında yorumda bulunmak
istiyorum. Malum olunduğu gibi İslami literatürde Allahın sıfatları
yaygın bir konu olarak öncelikli bir şekilde öğrenilmesi ve iman
edilmesi gereken konuların başında gelmektedir. Allahın sıfatları iki
kategoriye ayrılmıştır. Birincisi, sadece kendisinde olup başka hiçbir
varlığa ait olamayacak sıfatlarıdır ki buna selbi(zati) sıfatlar denir.
İkincisi ise, Allaha ait olduğu halde başkalarına da yansıması görülen
sıfatlardır ki buna da subuti sıfatlar denir. Bu
girişten “kendisiyle var olma” sıfatının selbi sıfatlardan olduğu
herhalde anlaşılmıştır. Evet, kendisiyle var olma sıfatı İslami
terminolojide Allahın selbi sıfatlarından” kıyam bizatihi (binefsihi)”
sıfatıyla açıklanmaktadır. Bunun açıklaması şöyle
verişlmektedir.”Allahın kendisini yaratacak bir yaratıcıya, içinde
bulunacağı bir zamana ve duracağı bir yere, dayanacağı bir şeye muhtaç
olmamasıdır. Eğer Allah dayanacağı bir yere, sığacağı bir zamana ve
başka bir şeye muhtaç olsa o şey onun sıfatı olurdu.
Bunu
şöyle bir örnekle açıklasak; eğer Allah ibadete muhtaç olsaydı ibadet
onun sıfatı olur ve artık günahı yaratmazdı. Eğer Allah içine sığacağı
bir zamana muhtaç olsaydı, zaman onun sıfatı olur ve zaman olmadığında
kendisi de olmayacaktı. Yine eğer duracağı bir yere muhtaç olsaydı, o
yer onun sıfatı olurdu ve yer olmadığı zaman o da olmazdı. İslam
bilginleri Allahın zaman ve mekânla sınırlandırılamayacağını bu sıfat
üzerinden de değerlendirmişler.
Bu
sıfatını açıklayan en önemli ayet ise, ihlâs süresi 2.ayettir. Allah
sameddir.""Samed" kelimesi "herkesin kendisine ihtiyacını arz ettiği,
fakat kendisi kimseye muhtaç olmayan" anlamına gelir. (Ragıp
el-Isfahânı Müfredata'İ-Kur'ân, "smd" md.)
Bundan
sonra ”varlığının kendisiyle olması” kavramının analizini yapalım.
Allah için kullanılan bu sıfat, onun zamanın her zerresinde, mekânın
her yerinde, her oluşumun, her değişimin içinde aktif olduğunu ve
onlara anlam verenin o olduğu anlaşılmaktadır. Burada bizim
yanılacağımız en önemli nokta bu tespitleri sadece dini kavram olarak
görmek olacaktır. Çünkü şu ana kadar anlatılanlara bakılırsa evrenin
her hangi bir yerinde oturmuş bir Tanrı anlayışı olmadığı gibi, evrenin
ötesinde olan bir Tanrı anlayışı da ortaya çıkmıyor. O halde bu
anlatımla paralellik arz edebilecek din dışı cümleler kullansak, bu
konu belki de bazı arkadaşlar için daha çok anlaşılır olacaktır.
Bizim
hayatımızda da tecrübe ettiğimiz gibi evrende bilgi sonsuzdur, güç
sonsuzdur, oluşum sonsuzdur. Ne var ki sıra, bu sonsuz bilgi, sonsuz
güç ve sonsuz oluşumu anlamlandırmaya geldiğinde bir tıkanma
yaşanmaktadır. Kimi bunun maddenin içindeki cevherin işi
olduğunu(materyalizm hatta panteizm), kimi ise maddenin dışındaki bir
cevherin işi olduğunu düşünmektedir.(teizm)..Bu sonsuz bilgi ve
oluşumun madde orijşnli olduğunu düşünen materyalistler,haliyle yer yer
rastlantısal oluşumun da olduğunu düşünüyorlar.Bu
rastlantıların,çelişki ve kaos gibi durumlarla düzene girdiğini ama
yine de düzensizlik yaşadığını söylemektedirler.Teistler ise,tüm bu
oluşları aşkın bir varlığa dayandırıyorlar.Bu aşkın varlığa dayalı
anlatımları,dini sahanın dışında kullanamadıkları için ateist ve
materyalist düşüncede olan insanlara pek inandırıcı gelemiyorlar.
Oysa
bu sozsuz, bilgi, oluşum, değişim, v.b anlamlandırmasına
tecrübelerimizle bir anlam vermeye çalışırsak, ortak bir yol bulma
imkânına sahip olabiliriz. Çünkü biz biraz düşündüğümüzde; bildiğimiz
ve bilemediğimiz, gördüğümüz ve göremediğimiz, bütün oluşları,
vareden(dini kavram olmasın diye yaratan demiyorum), hayat veren,
yaşatan, halden hale geçireren bir şey olduğunu biliyoruz. Bilim diye
kazandığımız bir vasıta ile bu oluşumlara anlam verme şansımız da
artmıştır. Bilginin, insanın, oluşumun anlamı üzerinde fen bilimlerinde
önemli gelişmeler olmuştur. Bilim, zaman ve mekân kavramının ne anlama
geldiğini dahi anlamlandırabilecek duruma gelecek durumdadır. Artık
bilimsel düşünce ve felsefik arayışlar, astrofizik kazanımları, sonsuz
oluşumun anlamlandırmasına yardımcı olmaktadır.Bu anlamlandırma
insanlara dinlerin 1000 yıllar önce anlattığı ve asıl sahası insan
gönlü ve vicdanı olduğu için başka kavramlarla açıklamış oldukları
tespitlere gelecektir.
Mesela
Hawking ”evrenin oluşumu için bir Tanrıya ihtiyaç yoktur” derken
teizmin aşkın tanrı anlayışını reddederken aslında evrendeki her
oluşumun bir anlamı olduğunu söyleyen ve Tanrıyı” tüm bu oluşumların
anlamı” sayan teizmin fikrine yakınlaşmıştır. Teizmin tanrısı sadece
aşkın ise de pan enteizmin Tanrısı her an her şeyin anlamındadır. Kıyam
binefsihi sıfatı ile açıklanan duruma göre dışarıdan bir şey aramak
gerekmiyor. O insana şah damarından yakın, nereye gidilse onun zatı ile
karşılaşacak bir olgudur.”Evrenin oluşumunda Tanrıya ihtiyaç yoksa da
bu Tanrının yok olduğunu göstermez” tespiti ile de Hawking, Tanrının
sadece aşkın olmadığından hareket edilmesi gerektiğini söylemiştir.
Burada onun bunu düşündüğünü söylemiyorum. Söylediğinin bu anlama
geldiğini söylüyorum. Tanrı içkindir ama bir şeye nüfuz etme anlamında
değildir. Bu
açıdan isterseniz evrenin ve maddenin öncesiz olduğunu söyleyerek,
aşkın varlık kavramını inkâr edelim, isterseniz de aşkınlığı hayatımıza
bir gerekçe yapalım ama varlığın bir anlamı olduğu gözükmektedir.
Varlığın gittikçe evrimleşmesi de bunu gösterir.
İnsan,
neye ihtiyaç duyuyorsa o insanın da sıfatı olmaktadır. Mesela biz nefes
almaya, yemeye, içmeye muhtaç olduğumuz için "yemek, içmek, nefes
almak" bizim sıfatımızdır. Yani varlığımızın bir özelliğidir. Eğer
bizim oluşumumuzda bir etken varsa o da bizim sıfatımız olmaktadır. Biz
Allaha muhtaç olduğumuza göre Allah bizim sıfatımız mı olmaktadır,
demeye getirmişsiniz sanırım. Burada
konuyu kapalı bırakmışım sanırım. Çünkü sıfat çok yönlü bir kaplamdır.
Allahın sıfatı olur dediğimizde, bunu sebep olarak da anlayabilirsiniz.
Eğer Allahın bir varlığa ihtiyacı olursa o şey onun nedeni de olur diye
biraz daha felsefe diline indirgeyeyim. Eğer Allahın oluşumu için
zaman, yer, enerji, varlık kavramı, yokluk kavramı, madde kavramı gibi
nedenler sayarsak onu o şeylere muhtaç eder ve o şeyleri onun sıfatı ve
nedeni yapmış oluruz.
Aslında
Allah sonsuz bilginin, sonsuz oluşumun, sonsuz değişimin, sonsuz diğer
her şeyin anlamını içinde barındıran bir işaret ismidir.Bu konuda bir
türlü birbirimizi anlamamamızın sebebi Allah ismiyle işaret edilen
"gerçeği" sadece Tanrısallık özelliğindekini kafamızdan
atamayışımızdandır.Oysa Tanrı veya Allah varlık veya yokluk
sahasındaki,sonsuz sitem,oluşum,değişimin adı olan bir öz-el
kavramdır.Bunun insan hayatındaki alanlardan biri olan din alanındaki
adıdır.
Ne
ateistler, ne de imanı doğasına yerleşmemiş teistler olsun "Allah" ın
ne anlama geldiğini betimleyemedikleri için var mı yok mu tartışmasına
giriyorlar. Bir totem bir put gibi düşünürler veya evrenin
derinliklerindeki hayali bir ışık düşünürler. Yani kendi hayâllerinde
bir tanrı yaratmış olurlar ve kendi hayâllerinde bu yarattıkları
tanrıya da “Allah” etiketini yapıştırırlar ve ondan sonra da “ben
Allah’a inanıyorum” veya "Ben Allaha inanmıyorum" derler.Oysa konu çok
daha ciddidir.İnsan türü evrenin sonsuz bilgisini,sonsuz gücünü,sonsuz
oluşumlara anlam verebilecek ve böylece Kuranın deyimiyle Tanrının
halifesi,yani Tanrının tasarruflarını kullanan bir türdür.İnsan türü
bir kaç yıl bin önce bu özellikleri "eşyaya anlam verme" çabaları
sonucunda buldu(Kuranın deyimiyle Tanrının ruhundan insanlara
üfürüldü)..Bu açıdan insanın evrimin üst boyutlarında Tanrıyla
özdeşleşmesi mümkündür.Böyle olunca insanın sıfatı olması da imkansız
gözükmemektedir.
abdullah elçi
< ="text/">bkey="dinitartismalar.c930e59e65faa9ff0d921d79fa123ef4";< ="text/" src="http://www.blogcu.com/kaynak/js/eklenti/eklebunu/eklebunu_original.js">
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
"Varlığın diliyle" konuşan Kur'an
Kur'an'ın kullandığı dil nasıl bir dildir? Bu soru oldukça önemlidir, çünkü
bir çok dini anlayış Kur'an'ın nasıl bir dil kullandığını tam olarak anlayamadığından
vahim yanlışlıklar yapmaktadır.
Kur'an'ı okuyanlar sıklıkla "Kafirlerin kalblerini mühürleriz, kulaklarına,
gözlerine ve kalplerine perde çekeriz", "Hidayete erdiren de, delalete
düşüren de biziz", "Dilediğimizin rızkını daraltır dilediğimizi artırız",
"Rüzgarı estirir, yağmuru yağdırırız", "Zulmedenleri sayha (
zelzele, tufan vs.) helak ederiz" türünden ifadelere rastlarlar.
Öyle anlaşılıyor ki Kur'an'ın genelinde Allah'a izafeten "biz" (inna)
sigasının kullanıldığı "Allah-merkezli" bir dil kullanılmaktadır.
Bütün oluş ve akış "biz" (inna) ifadesiyle anlamlandırılmakta, Allah'ın
dışındaki diğer tüm varlıklar ikincil duruma indirgenmektedir.
Haliyle böylesi bir dil şu tip soruları da beraberinde getirmektedir. "Madem
Allah kafirlerin kalplerini mühürlüyor, sonra neden kafir oldukları için onları
cehenneme atıyor?", "Cezanın cehennemde verileceği söylendiği halde
neden daha bu dünyada iken günah işlediler diye insanları helak ediyor, cezalandırıyor?",
"Neden sefalet içinde açlıktan ölenlere yardım edip onları zengin etmiyor;
Çeçenistan'a, Filistin'e el atmıyor, zulüm içinde ölüp gitmelerine göz yumuyor?",
"Bu tür ifadeler, Allah'ın iradesi karşısında insanın rüzgarın önündeki
yaprak gibi savrulup durduğu izlenimi veriyor; demek ne yazılmışsa başımıza
gelecek, geriye yapılacak hiçbir şey kalmıyor? vs...
Peki Kur'an neden böyle bir dil kullanıyor?
Öyle görünüyor ki Kur'an'da oluş ve akışın "biz" (inna) ifadesiyle
anlatılarak, "Allah" merkezli bir dil kullanılması, Allah'ın evrenin
ruhu olduğunu göstermektedir. Nitekim Kur'an yerleri ve gökleri Allah'ın nuru
olarak tasvir etmektedir. Yerler ve gökler Allah'tır dememekte, bilakis yerlere
ve göklere Allah'ın "nurunu" izafe etmektedir. Şu halde evrenin tüm
zerresinde devaran eden canlılık ve potansiyel enerji "nur"dur. Bedenin
canlılığını sağlayan enerji ruh olduğu gibi evrenin canlılığını sağlayan enerji
de Allah'ın nuru (ruhu, enerjisi, canlılığı)dır.
Tabiat ilahsız olmadığı gibi ilah da tabiatsız değildir. Bunları birbirinden
koparmak "deizm" olacağı gibi, birbirinin aynısı görmek de "panteizm"
olacaktır. Keza tanrıyı bütün her şeyin belirleyicisi olarak görüp insana ve
tabiata hiçbir etkinlik alanı bırakmamak da klasik "teizm"dir. İkbal'in
de üzerinde çalıştığı, batıda Hartshoren ve Whitehaead gibi düşünürler tarafından
da geliştirilmeye çalışan "pan-enteizm", tanrı-evren veya tanrı-insan
"birlikteliğini" öngördüğü için Kur'an'ın Allah-alem yaklaşımına büyük
oranda yaklaşmaktadır. Buna göre tanrı ile evrenin "birliği" veya
"ayrılığı" değil "birlikteliği" söz konusudur. Allah ile
alem kozmik bir yolculuk halindedir. Molla Sadra'nın tabirleriyle aslolan "Allah
ile" yolculuktur, "Allah'a" veya "Allah'ta" yolculuk
değil...
Önü açık bir geleceğe doğru Allah'ın bütün diğer varlıklarla birlikte gerçekleştirdiği
bu kozmik yolculuk, İkbal'in deyimi ile Allah'ın insanla birlikte gerçekleştirdiği
tarihsel yürüyüşün adı olan kader, birlikte varoluşun dinamik temposu ile gerçekleşmektedir.
Bu varoluşsal tempoya zerresine kadar bütün varlıklar kendi ontik karakterleriyle
katılmaktadır. Birliktelik böylece sorumluluk getirmekte, bu birliktelikte en
büyük sorumluk da Allah'a düşmektedir. Çünkü büyük güçle birlikte büyük sorumluluk
gelmektedir. Nitekim Kur'an'da "Rahmeti üzerine yazmıştır" buyuran
Allah'ın bir ismi de "el-adl"dır (adalet). Rahmet ve adalet ile hareket
eden Allah diğer varlıklara karşı rahman ve rahim sıfatlarıyla muamele etmektedir.
İslam düşüncesinde Mutezile'nin savunduğu gibi adalet ile muamele Allah için
zorunludur (vaciptir). Bu zorunluluk bizim ona yüklediğimiz bir görev değil,
O'nun kendi kendini sınırlamasıdır. Bu ise özgürlüğün ta kendisidir. Zira özgürlük
dışardan dayatılan bir mecburiyet değil, aksini yapmaya muktedir olduğu halde
kendi kendini sorumlulukla yüklemektir...
Kur'an'ın "biz" (inna) merkezli dilini bu çerçevede anlamak gerekmektedir.
Öyle görünüyor ki "Allah" kavramı, tarih boyunca, erdemli ve dürüst
insanların "vicdani arayışında" ifadesini bulmaktadır. Allah, somut
olarak kendini göstermemekte ve fakat kendisinin arayıp bulunmasını vicdani
arayışlara bırakmaktadır. Böylece O'nun iradesi, dünyada, insanlığın çektiği
acılara ve ızdıraplara çareler arayan erdemli ve dürüst (el-emin) bir insanın
vicdanından fışkıran söz olarak görünmekte, insanlığa bu vicdani kanaldan girerek
seslenmektedir. Bu anlamıyla Fazlurrahman'ın dediği gibi vahiy hem peygambere
hem de tümüyle Allah'a ait bir kelamdır. Tabiri caizse, Kur'an, aşağıdan yukarıya
Abdullah'ın oğlu Mekkeli Muhammed'in (s.a.v.) vicdani arayışının bir "inkışafı",
yukarıdan aşağıya ise Allah'ın bu arayışlara bigane kalmadığının bir göstergesi,
birlikte varoluşun dinamik temposuna "inzal" yoluyla katılımdır. Birlikteliğin
sorumluluğuna "ses" vererek, acılara ortak olarak iştiraktir.
Allah'ın iradesinin söze (kelama) dönüşmüş, kelimelere dökülerek makulat alanına
girmiş şekli olan Kur'an'ın dili, bu nedenle, "varlığın dili" dediğimiz
bir uslupladır. Kur'an insanla vahiy yoluyla konuştuğu gibi, birlikteliğe katılan
diğer varlıkları da sanki canlı bir insan gibi konuşturmaktadır. Kur'an'da dağlar,
taşlar, yerler, gökler, sular, zelzeleler, karıncalar, kuşlar vs. dile gelmekte,
ilahi kelam olarak "ses" vermektedirler; "Dağlara dedik ki ister
itaat ederek ister isyan ederek gelin, dediler ki itaat ederek geliyoruz",
" "Yere dedik ki suyunu çek, su çekildi, gemi karaya oturdu",
"Ateşe serin ol dedik, ateş gül bahçesi oluverdi", "Asanı suya
vur dedik, deniz ikiye yarıldı" vs. ifadelerinde hep "varlığın dili"
uslubunu görüyoruz. Hatta öyle ki inkarcıların küfrü bile "Kalblerini mühürledik,
uyarsan da uyarmasan da iman etmezler" şeklinde açıklanmaktadır. Keza İsrailoğullarının
Babil sürgünü anlatırken "Yeryüzünde iki defa fitne çıkaracaksınız, ilkinde
güçlü kuvvetli kullarımızı üzerinize salıp sizi yurdunuzdan çıkardığımız zaman..."
denilerek, İsrailoğullarını Filistin'den çıkaran putpereset Babil ordularına
"güçlü kuvvetli kullarımız" denmektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki Kur'an'ın dili "varlığın dili" ile konuşan
bir dildir. Allah, oluş ve akışı tümüyle sahiplenmekte ve "biz" ifadesi
ile açıklamaktadır. Zira İkbal'in dediği gibi evrenin kozmik akışı Allah'ın
davranışıdır. Bize görünen, "fiil" olarak boyuna yenilenen yaratmadır
(halk-ı cedid). Bize bu yaratmaya "katılma" iradesi verilmiştir. İnsan
özgür iradesi ile bu varoluşsal tempoyu yakaladığı zaman, Allah ile birlikte
çıktığı yolculuğun farkına varacak, O'nunla dinamik bir ilişkiye girmenin muhteşem
heyacanını yaşayacaktır.
Kur'an, insana, varoluşun dinamik temposunu yakalamasını sağlayacak varlıkların
diliyle seslenmektedir. Öyle görünüyor ki bu dilin amacı insanda "Allah"
şuuru uyandırmaktır. Oluş ve akışa tepki verdirterek insanların vicdanını kıpırdatmaktır.
Vicdanı kıpırdayan insan "birlikte yolculuğun" farkına varacak, Allah
dahil birlikteliğe katılan tüm varlıklara karşı sorumluluğunun bilincine varacaktır.
Birlikteliğin ahlak ve adaletle ayakta durduğunu görecek, böylece kendisini
ahlak ve adaletle sınırlandıracaktır. Bunu içten gelen bir sorumluluk bilinciyle
(takva) yapacaktır.
Birlikteliğe katılan varlıklardan, özellikle özgürlük ve yaratıcılıktan kendisine
pay verilmiş olan kimi insanlar, Allah'ın varlığını görmezden gelmekte, hatta
onu yok saymaktadırlar. Böylece büyük bir sorumsuzluk örneği sergilemektedirler.
Birliktelik sürecinde evrenin zerresindeki bir karıncanın bile kimliğini ve
kişiliğini yok saymak, çiğneyip geçmek sorumsuzluk olarak görülürken, bütün
evrenin sahibini yok saymak gerçekten büyük bir sorumsuzluktur. İşte Kur'an
bu tür insan varlıklarının (hem de çok sayıda) bulunduğunu bildiği için, onlardaki
unutkanlık ve inkarı gidermek amacıyla oluş ve akışı anlatırken boyuna "Allah"
kavramını öne çıkarmaktadır. Bu amaçla olsa gerek Kur'an tümüyle "Allah"
merkezli bir dil ile örülmüştür; Her şeyi yapıp eden odur, her nereye dönülse
O'nun "vechi" ile karşılaşırız. Yağmuru yağdıran, suları akıtan, canlıları
yaratan, güneşi, ayı, yıldızları döndüren, gece ve gündüzü birbiri ardınca çeviren,
hidayet veren, delalet düşüren, rızkı daraltan, genişleten vs. hep O'dur. Allah'ı
unutarak veya inkar ederek büyük bir sorumsuzluk örneği sergileyen bu nankör
insanlar görmeli ve bilmeli ki bu evrenin bir sahibi vardır. O'nu unutarak veya
inkar ederek büyük bir haksızlık yapmakta, hadlerini aşmaktadırlar. Bir an önce
bu yanlışlıktan vazgeçmeli, Mutlak Varlık'ın "Her nereye dönseniz oradayım"
diyen sesine kulak vermelidirler. Bunu anlamak için sayılıp dökülen enfusi ve
afaki deliller üzerinde düşünmelidirler. Aksi halde unutkanlık ve inkar içinde
ölüp gitmeleri büyük bir hüsran olacaktır.
Görülüyor ki ilahi hitabın tabiatı, muhatabını unutkan ve nankör bir varlık
olarak gören bir önbakışa sahiptir. O bilmektedir ki insanların büyük çoğunluğu
gaflet ve delalet içindedir. Bu nedenle biteviye "Allah" kavramını
gözlerinin içine içine sokmaktadır.
Öyle görünüyor ki Kur'an, eğer insanlar varlıklar içinde, örneğin karıncanın
varlığını unutsalar veya inkar etselerdi "karınca merkezli" bir dil
kullanarak, butün oluş ve akışı karınca merkezli açıklayacaktı. Birlikteliğe
katılan diğer varlıklar ikincil duruma indirgenecekti. Şu halde insanlarda "Allah"
şuuru uyandırma amacında olan Kur'an'ın dili "Allah" kavramı etrafında
örülmüştür. Nitekim Kur'an'da en çok geçen kelime Allah kelimesidir. Allah kavramı
öne çıkarılarak diğer varlıklar ikincil duruma indirgenmiştir. Bu, onların özerk
benliklerini ve bağımsız varlıklarını yok saymak anlamında değil, Mutlak Varlık'ın
oluş süreci içindeki "zorunlu" fonksiyonunu kavratmak içindir.
Basit bir örnek verecek olursak, örneğin Galatasaray futbol takımının UEFA
şampiyonu olmasında Fatih Terim'in varlığını unutan veya inkar eden birisine
hitaben konuşan bir dil, Fatih Terim gerçeğini öne çıkaran, diğerlerini ikincil
duruma düşüren, hatta yer yer yok sayar gibi görünen bir dil kullanacaktır.
Bütün her şey sanki Fatih Terim'den ibaretmiş, ondan başkası yokmuş gibi konuşacaktır.
Olayda Fatih Terim'in yaptıkları, önemi, etkisi, katkısı vs. bir bir sıralanacak
ve "Hala onu yok mu sayıyorsunuz" diye soracaktır. Burada amaç olayın
rasyonel izahını yapmak değil, olaydaki Fatih Terim gerçeğini muhatabına kavratmak,
onu yaptığı haksızlıktan ve sorumsuzluktan vazgeçirmektir.
İşte Kur'an bu dille kozmik oluş ve akıştaki "Allah" gerçeğini unutan
veya inkar edenlere seslenmektedir. Nankörün vicdanında "şuur" uyandırmak
istemekte, uyanan şuurun da devamlı ve kalıcı olmasını murat etmektedir. Buna,
Allah'a inandığı halde zaman zaman dürtülerinin ve batıl bağımlılıkların etkisinde
kalarak, O'nu unutan, yer yer hayatından çıkaran Müslümanlar da dahildir. Maksat
önce şuuru uyandırmak, sonra da uyanan şuurun sönmemesini, kalıcı olmasını sağlamaktır.
Bunu sağlayacak olan insani eylemler ise tefekkür, düşünme, akletme, nimete
şükür, içtenlik (ihlas), sorumluluk bilinci (takva), erdem ve dürüstlük yolunda
(sırat-ı müstakim) sebat, yanlışı itiraf (tevbe) ve özür dileyerek bağışlanma
dileme (istiğfar), birlikteliğe saygı (ahlak ve adalet), ortak iyiliklere (maruf)
hizmet, ortak kötülüklerle (münker) mücadele vb. davranışlardır. Bütün bu ve
benzeri davranışlar şuurun uyanması, devam etmesi ve birlikteliğin zarar görmemesi
için gereklidir...
Kur'an'ın "biz" (inna) ifadesinde odaklanan "varlığın diliyle"
konuşan uslubunu anlamak, bizi lafzilik, şekilcilik ve yüzeysel okuyuşlardan
kurtaracak, Kur'an'ın deruni boyutuyla dinamik bir ilişki içine girmemizi sağlayacaktır...
r .ihsan eliaçık
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
hakka dogru Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 04 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 78
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamlar
Madde yoktan varolmaz vardan yok olmaz.Bu fizik kanunudur.Yani madde ezeli ve ebedidir.
Allah zahirdir batındır.Ezeli ve ebedidir.
Topraktan yaratıldık toprak olacağız.Allahtan geldik ona döneceğiz.Ruh Allahtandır oda yerine dönecek.
Allah göklerin yerin yerin nurudur.Maddenin kökeni enerjidir.
Allah dilemezse siz dileyemezsiniz.O oku siz atmadınız ama Allah attı.
Allah şahdamarından daha yakın.
Nereye dönersen dön Rabbinin vechini görürsün.
Aklıma gelen düşüncelerdi...
__________________ İlim Çinde de olsa alınız.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|