Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Roger Garaudy (Reca Carudi)
Yarım asırdan fazla süren
bir araştırma devresinden sonra, 1981'de 68.yaşında Müslüman
oldu. 1913'de Marsilya'da doğdu. Dinsiz bir ailenin çocuguydu. Fakat
o, "Protestan Gençlik Teşkilatı nın
başkanlığım yapmış, aynı yıllarda
(1933) Fransız Komünist partisi'ne de üye olmuştu.
1956'da Komünist Partisi Siyasî
Büro Şefi oldu. Marksist Araştırma ve İncelemeler
Enstitüsü'nün Müdürlüğünü yaptı. Marksist felsefeyi çeşitli
yönleriyle araştıran çok sayıda .eserler
yayınladı.
Çalışmaları ve
fikirleriyle büyük alaka çekti ve dünyanın en önemli düşünürleri
arasında adı geçmeye başladı. Ancak 1968'de
Rusya'nın Çekoslovakya'yı işgaline karşı çıktı.
Hem Rusları, hem de Fransız Komünist Partisi'ni tenkit eden yayınlar
yaptı. Rus komünistlerlne şöyle diyordu:
"Fransa'da kurmak istediğimiz
sosyalizm, sizin Çekoslovakya'da zorla kabul ettirmek istediğiniz
sosyalizm değildir."
Bu düşünceleri onun
Fransız Komünist Partisi'nden atılmasına sebep oldu (1970).
Oysa ki, o yıllara kadar politikanın
içindeydi ve yıllarca milletvekili ve senatör olarak kalmıştı.
Hatta, tek başına girdiği
Cumhurbaşkanlığı seçiminde, yüzbinlerce kişinin
oyunu almıştı. Politik hayatının bitmesi onu
araştırmalannda ve fikrî inkişafında
hızlandırdı. Batı Medeniyetinin problemlerini,
insanın geleceğin! ve Üçüncü dünyanın mes'elelerini
araştırmaya koyuldu. Bu dönemde yazdığı Yaşayanlara
Çağrı isimli eserinde özetle şu fikirler vardı:
"Bugün bizler öyle bir
mecraya girdik ki, sistemimlzin bütün gidişatı intihara
doğru.., "Faustçu" olarak adlandırabileceğimiz bir
kültür modeline bağlı olarak büyüyor, gelişiyoruz. Faustçu
kültür ise, ferdiyetçiliği ve kuru bir akıl
anlayışını insanlar ve tabiat üzerine hakim kılmak
esasına dayanıyor, işte bu perspektif içinde her geçen gün
felakete doğru ilerliyoruz. Çünkü bu büyüme modeli insan île
tabiat arasındaki ilişkileri asıl mecrasından
uzaklaştırmaktadır. Cemiyetlerimiz, orman insanı
ferdiyetçiliği ile totalitarizm arasında gidip gelmektedir. Fakat
asla bir cemaat düşüncesine sahip olamadık. İnsandaki ulvî
duygu varlığını.
İlahî yönü hep ihmal ettik,
bu hislerin gücüne inanmadık."
"...Büyüme sadece iktisadî
ve siyasî bir fenomen değil, her şeyden önce bir iman
fenomenidir. Günümüzde insan, yalnızca üretmek ve yalnızca tüketmek
için vardır... Bilimsel sosyalizm dedikleri de bu bozuk iktisat
anlayışının bir uzantısıdır."
Bu araştırmalarım
daha da geliştirmek maksadiyle, Unesco'ya bağlı, "Medeniyetlerin
Diyalogu için Milletlerarası Enstitü"yü kurdu. Şimdi, Ensütü'nün
müdürlüğünü yapmaktadır.
Artık, Batı medeniyetinin
dışındaki medeniyetleri ve bihassa çok yanlış ve
başka gösterilen islam ,medeniyetini olduğu gibi ve bütün ihtlşamiyle
tanımak fırsatını yakalamıştı. Zaten o
daha bu yıllardan çok önceleri de İslam'la yüzyüze gelmiş
ve önemli te'sirlenmelere uğramıştı. Bunlardan
birincisi için şöyle diyor:
"Bu ilk tecrübe, bana
Sorbon'daki on yıllık tahsilimden daha çok şey
kazandırdı."
On yıllık Sorbon
tahsilinden daha çok şey veren olay, şöyledir: "Yıl
1940... Cezayir'de bir Fransız komutanın yönettiği kampta,
genç bir Fransız aydını. birkaç arkadaşı ile
birlikte kurşuna dizilmeye hazırlanıyor. Komutanın 'Ateş!'
emri ve bu emre uymayan Güney Cezayirli Müslüman askerler... Komutan
askerlerin üzerine hırsla yürüyüp. elindeki kırbaçla alabildiğine
vuruyor, ama faydasız... Ve az sonra, o genç Fransız
aydını île Fransızca bilen Cezayirli bir teğmen
arasında şu konuşma geçiyor:
"Niçin ateş etmeyi
reddetiler? Bizi sevmeleri için hiçbir sebepleri yok ki!
"Evet sizi sevmeleri için
hiçbir sebeplerinin olmadığı doğru... Ama bir Müslüman
savaşçısı için, silahsız bir insana ateş etmek,
askerlik şerefiyle bağdaşmaz."
îşte, Müslüman oluşu dünyada
yankılar yapan, çağımızın en ünlü düşünürlerinden
Roger Garaudy'nin îslam ile ilk tanışması bu olayla
başladı.
14 Eylül 1940 tarihinde, "gizil
örgüt" kurmak suçundan Mareşal Petain rejimi tarafından
tutuklanıp Cezayir'deki bir kampa yollanmıştı. Kampta
bir gösterinin düzenleyicileri arasında olduğu için, Fransız
komutan tarafından kurşuna dizilmek istenmişti.
Garaudy bu kampta üç yıl
tutuklu kaldı ve Amerikan çıkarmasından altı ay sonra
serbest bırakıldı. Hayatım borçlu olduğu Müslüman
askerler olayım unutmamıştı. Doğru Cezayir kentine
gitti ve Müslüman kültürü üzerinde bilgi edinmeye başladı.
Ama. koca "Millî Kütüphane"de, îslam bilimi üzerine hiçbir
eser yoktu. Bulabildikleri, îslam san'atı üzerine sathî bilgilerden
ibaretti... Bu haksızlık karşısında isyan
duyguları kabarıyordu..."
O yıl içinde gelişen
olayları ve İslam'la ikinci
karşılaşmasını da kendisinden dinleyelim:
"Serbest kalınca, bir
sene Cezayir'de kaldım. Bu ikametim sırasında, hayatımda
belki de en mühim bir te'sir bırakan büyük bir zatla karşılaştım.
Bu zat, Cezayirli Müslüman Alimler Birliğinin başkanı
Şeyh Beşir el-İbrahimî idi.
En Büyük Cihad
kitabının yazarı Ammar Evzican ile beraber, onu ziyarete
gittim. Şeyh îbrahimî'nin bulunduğu yerde heybetli bir
adamın büyükçe bir resmini gördüm. Bu resmin, Fransa'nın düşmanı,
büyük kahraman ve müttaki bir şahsiyet olan Cezayirli Emir Abdülkadir'e
ait olduğunu öğrendim. Şeyh îbrahimî'nin izahatından
onun hakkında ilk duyduğum şeyleri öğrenince; onun 19.
asrın en büyük kahramanlarından biri olduğunu anladım.
(Emir Abdülkadir 1808-1883 arasında yaşamış, bilhassa
1832-1847 arasında Fransa'ya karşı savaşmış,
Şam'da vefat etmiştir.) Şeyh îbrahimî'nin bu dersi de benim
İslam ile ikinci karşılaşmam oluyordu.
"Sonra Fransa'ya döndüm.
Üçüncü buluşmam ise, 1968'de başladı. Bu da umumi olarak
Avrupa'nın bilhassa Fransa'nın politikasında görülen ilk değişiklik
alameti ile başladı. Tabiatıyla, değişiklik
birdenbire olmamıştı. Bu değişiklik, bilhassa öğrencilerin
ve işçilerin fikirleriyle ilgili olduğundan, hayli te'sirli
olmuştu. O sırada ben üniversitede profesör idim. Ama işçilerden
ve öğrencilerden çok şey öğrendim. Öğrendiğim
şeylerin hülasası şudur:
Bazı organizasyonlar,
başarılı olmaları halinde, başarısız
olmalarından çok daha zararlı olabilirler. Bunların
başında Batı tipi kalkınma gelir. Bu, ister emperyalizm,
savaş ve öldürücü dahilî buhranlar üreten kapitalizm; ister halkına
işkence uygulayan, Üçüncü Dünya'yı sömüren ve korkunç bir
silahlanma ve nüfuz yarışma giren sosyalizm tarafından ifade
edilsin, farketmez. Zira Sovyet Rusya da aynı modeli benimsemektedir.
Stalin'in ve ondan sonra Kruschceffın, kapitalizme ulaşıp onu
geçmenin mecburi olduğunu dile getiren sloganlarını
hatırlayalım. Bu tip gelişmeler île, sosyalist bir idare
kurmanın da imkansız olduğuna dair inancımı açıkladım.
Sovyetler Birliği'nin, asla sosyalist
sayılamayacağını dile getirdim. Sosyalizmin, dünyanın
hiçbir yerinde bulunmadığım
söyledim. Bunun üzerine derhal Komünist Partisi'nden kovuldum. Bu iş,
bundan on üç sene önce, yani 1970 de olmuştu.
"Sonra (UNESCO) yetkilisiyle
yardımlaşmak sayesinde 'Medeniyetlerin Diyalogu îçin
Milletlerarası Enstitü' adlı bir merkez kurdum. Bu Enstitünün
gayesi, Batılı olmayan ülkelerin, dünya kültüründeki rolünü
ortaya koymaktır. Batı insanındaki üstünlük komplekinden.
daha doğrusu bir vehimden kaynaklanan monologun, hep kendisinin
konuşmasının, böylece duracağını
düşünüyorduk. Ferdiyetçiliği yücelten, insanın insanî
boyutlarını güdükleştiren, ruh yüceliginden
uzaklaştıran, beraberce yaşama düşüncesin! öldüren,
ilim ve teknikle hikmet
arasına sed çeken Batı Medeniyetinin...
Evet, böyle bir medeniyetin kendi
kendisini tükettiğini, insanlığın ona muhtaç
olmadığını isbatlayan birçok kitap yazdım. Bir
süre önce Batı kültür ve medeniyetinde. Batılı
olmayanların payları olmadığını
iddiasını çürüten çeşitli kitaplar yayınladım.
İslamın Müjdeleri ile îslam îstikbalimize
Yerleşecek isimli kitaplar da bunlar arasındadır.
"Bütün bunlardan benim
İslama, zaten oldukça yakın olduğumu görüyorsunuz.
Hayatımın henüz baharında, ona ulaştıran yola
girmiş bulunuyordum."
Garaudy, İslama gelişinde
son adımı atmasına Katolik Kilisesi'nin sebep olduğunu
söylüyor. Katolik Kilisesi'nin bu hatası Filistin
Müslümanlarının aleyhinde Yahudiliğin, hatta siyonizmin
lehinde olmaktı. Hıristiyanlık ve Kilise üzerindeki Yahudi
tesirlerini ve bunların kendisini nasıl etkilediğini
şöyle açıklıyor:
"Katolik Kilisesinin, Filistin
meselesindeki tutumunun içyüzüne vakıf olduktan sonra, bu yola
girdim. Din derslerinde çocuklara "İncil"in öğretimi
siyonist propagandasına göre şekillenmiş. Mesela,
Allah'ın Hz. îbrahim'e yaptığı bir vade binaen,
Filistin'in Yahudilere ait olduğu intibaını
uyandırıyorlar. Bu da Yahudilerin, Hıristiyan eğitim ve
öğretimine ne derece nüfuz ettiğini göstermektedir.
İsrail'in Lübnan'a yaptığı son istilanın ilk
günlerinde, Le Monde gazetesinde uzun bir makale yayınlayarak,
siyonizmi takbih ettiğimi açıkladım. Bunun neticesinde,
hem ben, hem de Le Monde gazetesinin yazıişleri müdürü,
Yahudi aliyhtarı olarak itham edildik. Oysa, tamamen aksine, Siyonizm
din olarak yahudilikten çıkmış değildir. O, 18.
yüzyılda Avrupa'da ırkçılık ve milliyetçilik
atmosferinin hakim olmasının sonucudur. Siyasî Siyonizmi kuran
Teodor Hertzl dindar değildi. Bilakis dinsizdi. İncil'i, sadece
iddialarını kuvvetlendirmek maksadıyla
kullanmıştır. Her neyse...
"...Beni Yahudi
düşmanlığı ile itham ettiler."
"İslam İstikbalimize
Yerleşecek
kitabımla ilgili olarak Cenevre'ye konferans vermeye davet
edildiğim zaman, Avrupa muhiti içinde canlı bir İslam
tablosu gördüm. Gerçi Cezayir, Fas, Endonezya, Mısır ve Irak
gibi Müslüman ülkeleri gezmiştim. Bilhassa Cezayir'deki ikametim,
bana hayli tesir etmişti. Fakat Müslümanlarla, beşerî
münasebetlerim pek olmamıştı."
Garaudy, aydın
Müslümanları tanımasının da Müslüman oluşundaki
payını dile getiriyor ve "Niçin Müslümanım"
yazısında da İslamı seçişinin temel fikrî
sebeplerini açıklıyor. Ona göre, "îslamı seçmek
çağı seçmektir. Çünkü İslamiyet bu çağın
yegane dinidir. Çağın ümididir."
Le Monde
gazetesinin birinci sayfasında yayınlanan ve büyük yankılar
yapan yazısında İslamî düşüncelerini şöyle
özetliyor:
"Batı dışı
kültürleri incelediğim sırada, İslamın özel
potansiyelinin şuuruna vardım. Ani bir keşif değildi bu
îslam, Arap medeniyeti üzerine ilk coşkulu yazımı 1946'da
Şeyh îbrahimî'yle çok önem taşıyan
karşılaşmamdan sonra yazmıştım. Ama şimdi
îslam, hayatımın sorularına cevap getiriyordu.
"Bu asrın tenkidi
şuurunu ilgilendiren başlıca üç noktada.
1. Hz. Muhammed (a.s.m.), hiçbir
zaman yeni bir din ihdas etme iddiasında bulunmadı. Bize Hz.
ibrahim'in temel inancını tebliğ etti. Kur'an'da Hz. Musa ve
îsa, îslamın peygamberleridir. Dünya, onun içinde Yahudi.
Hıristiyan, Müslüman birligini kurabilir.
2. îslam, ilmi hikmetten, hikmeti
de imandan ayırmaz. Müslüman ilim, Kurtuba Üniversitesi'nin en
parlak döneminde. sebeplerin araştırılmasıyla gayelerin
araştırılmasını birbirinden ayırmıyordu.
Bu da ilmin ve tekniğin, ilim ve teknik bürokrasisine;
politikanın Makyevelizme dönüşmesini engeller. Sadece "nasıl"
değil, "niçin" sorusunu da sormaya zorlar.
3. islam, inançla politika
arasındaki (insanın iki boyutu) ilişkiler mes'elesinin ortaya
atılmasını sağlar ve onları kilise ile devlet
arasındaki ilişkilerle (iki kurum illşkisi)
karıştırmaz Fransa ve Avrupa'da çok sık olduğu
gibi.
Bu idealleştirdigimiz
İslam, nerede mevcut diyeceksiniz? Hiçbir yerde. Doğru. Bir
Kitapta ve insan yüreklerinde var sadece. Hıristiyan
toplumlarında hiçbir zaman mevcut olmadığı gibi.
Garaudy, bu ideal îslam
toplumunun.tarihteki tek ve emsalsiz örneğinin Hz. Peygamber (s.a.v.)
tarafından Medine'de kurulduğunu söylüyor. Böylece islam,
Hıristiyanlıktaki bir boşluğu doldurmuş,
topluluğun teşkilatlanmasını
gerçekleştirmiştir. Hz. Muhammed'in (s.a.v.)
oluşturduğu topluluk ne belirli bir kan, ne belirli bir toprak, ne
belirli.. bir pazar, ne de belirli bir kültür üzerine kurulmuştur.
Bir imanda birlik üzerine kurulmuştur, ve herkese açıktır.
İşte bana bu, insancıl bir toplumun temeli olarak görüldü.'
"Ancak, tarih boyunca bir tek
örnek İslam için az değil midir, derseniz, ben de,
Hıristiyanlıkta. Yahudilikte ve sosyalizmde o bir tek örnek dahi
yoktur, derim. Evet, böyle örneksiz bir dünyada bir tek örnek bile
çoktur ve önemlidir."
İslam nedir? sorusuna ise
şu cevabı vermektedir:
"Bana göre islam şudur:
îslamın büyük Peygamberi, 'yarın ölecekmiş gibi ahirete,
hiç Ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışın' derken, her
şeyi anlatmıştır, İslam, anlaşılıyor
ki, hem maddeye, hem de manaya hükmetmiştir. Öyle ise, bunların
ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılamaz: 'îlim
Çin'de bile olsa gidip alınız, çünkü ilim ve hikmet
Müslümanın kaybolmuş malıdır, ara bul' diyor, islam...
îlmin, çalışmanın burada sınırı yoktur,
islam, dünyayı sarsan bu iki olaya sınır
koymadıgına göre, dünyayı sarsmıştır.
Nasıl sarsmıştır?
"Getirdiği sistemle.
"Bu sistem nasıldır?
"insanı,
yaratılmışların en olgunu ve en şere'flisi olarak
kabul ederken, onun sömürülemeyeceğini anlatmıştır.
israf, gösteriş ve lüksü tamamen yasaklıyan, kazancı,
alınterindeki damlacıklarda arayan, biriken sermayeyi fakire
ölçülü ve ahlak kaideleri içinde aktaran, faizi, tembelliğe ve
fakiri ezmeye ittiği için yasaklayan ve gayr-ı meşru serveti
bu kaideyle imha eden bir sistemler manzumesidir islam...
"Halife île kölenin
eşit hakka sahip olmasını mecbur
kılmıştır. Bir deve olayı vardır ki, bu
kralların kılıçlarından daha keskin bir hadisedir. Hz.
Ömer île kölesi bir şehirden bir şehire giderken deveye
sıra île binerler. Zaman zaman devenin yularını halife ceket,
zaman .zaman da köle. İşte adalet ve
hukukta aklın devrimidir bu."îslamiyetle diğer dinler
arasındaki farkı da şöyle açıklıyor:
"Fark şudur: Bana göre
İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir.
Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yani
islam dışındaki bütün dinler, zamana uyduruldu. Reforma
tabi tutuldu. Mukaddes kitaplar. çağlara göre tahrif edildi. Kur'an
ise indirildiği günden beri hep zamana hükmettim O, zamanı
değil, zaman onu takip etti. Zaman yaşlandıkça, O
gençleşti. işte aradakl fark budur.
"Bu, çağlar üstü bir
olaydır. Bugüne kadar bunca savaşların
bıraktığı korkunç sosyal, siyasî ve ekonomik
sarsıntılardan daha büyük bir olaydır bu..."
"Marksizm, kapitalizm ve
îslam arasındaki fark nedir?", sorusu ise şöyle cevap
buluyor: "Biri insanı devlete karşı esir eder.
Diğeri ise, sermayeye karşı. Yani marksizm ile kapitalizmin
ikisi de insanı sömüren sistemlerdir demek istiyorum. Ama İslam
bunlara karşı, insana prestijini iade eden bir sistemdir."
"Dünyanın içinde
bulunduğu büyük bunalımdan ancak Kur'an'la kurtulabiliriz"
diyen Garaudy, bu kurtuluşun başlamış olduğuna da
inanıyor "Batı'da İslam güneşi doğmuştur.
Müslümanların sayısı da hızla artmakta ve bu durum
Batıyı ürkütmektedir. Ne var ki.
bildiğiniz gibi, korkunun
ecele faydası yoktur. Ben ve benim gibilerin vazifesi,
kokuşmuş- Batıya, îslamı gerçek manasıyla
tebliğ etmek ve îslamın müjdesini vermektir. Müslümanlar,
Batılılaşma eğilimini bir an önce
bırakmalıdırlar. Çünkü, Batı iflas etmiştir ve
hastadır. Sağlıklı bir kişinin hastayı taklit
etmesi ise manasızdır.
Müslümanların vazifesi nedir?
Bunalımdan çıkabilmek için ne yapmalıdırlar: "Müslümanlar,
içinde bulundukları bunalımlı ortamdan, Kur'an-ı
Kerîmin mesajını tam manasıyla anlayıp uygulamaya
soktukları zaman kurtulabilirler." Zira: "İslam. Allah'a,
dünyaya. insana, ilimlere, san'atlara bakışı ile her insan
ve her cemiyet için ayrılması mümkün olmayan İlahî ve
beşerî temellerin her ikisine birden istinat eden yeni bir
dünyanın inşa projesini mükemmelen vermektedir."
Fakat biz ne
yapmıştık Türkiye'de? Garaudy. Fransa'daki
merkeziyetçilikten şikayet edince bir derginin yazan suçlanıyor:
"Ne yazık ki, biz de tüm
kamu yönetim sistemimizi Fransa'dan kopye ettik."
Garaudy ise cevaplıyor: "Bana
öyle geliyor ki, siz, çağdaşlaşma ile
Batılılaşmayı birbirine
karıştırmışsınız."
"Halbuki bu özendiğimiz
Batı, öyle bir Batı ki, diyor, ben bu Batı'da doğu
felsefesi. İslam medeniyeti hakkında tek kelime bilmeden otuz sene
profesörlük ettim."
Böyle bir Batıya ve bütün
insanlığa karşı Müslümanın görevi ve
sorumluluğu nedir? Sayıca çoğalmak, paraca
üstünleşmek, maddî bakımdan gelişmek, silah
bakımından modernleşmek mi? Hayır!... Müslüman, ancak
çağın problemlerine cevap bulabildiği ve bunu her
vasıtadan yararlanarak dünyaya anlatabildiği ölçüde vazifesini
yapmış olacaktır: "Batı'nın çözüm
getiremediği, içinden çıkamadığı' meselelere
İslam çözüm getiriyor. Müslümanlar olarak, bu meselelere çözüm
bulmak üzerimize düşeri bir vazifedir. Müslüman olarak bizlerin
vazifesi, Sovyetvari, ya da Amerikanvari değil. İlahî kaidelere
dayalı, yeni, özel bir ekonomik gelişme modeli sunmaktır...
Sosyal, kültürel ve öteki
sahalarda da bu sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeliyiz.
İslam, bizim bugünümüzü ve geleceğimizi aydınlatan, onu
yönlendiren değerler bütünüdür. Bunu anlatmak istiyorum."
Yıllarca akıl
hocalığı ve "ruh mimarlığı"
yaptığı Marksistler, Garaudy'nin bu fikirleri
karşısında şaşkına dönüyorlar. Onlar, daha
önce yazdığı eserleri hemencecik Türkçeye tercüme edip
hatmederler ve Garaudy'yi üstad bilirlerdi. Oysa şimdiki eserlerine
karşı büyük bir ilgisizlik ve lakaytlık göstermeye
çalışıyorlar. Çünkü onlar, "Garaudy'nin
tutarsızlıkları, aklını oynatmış
olabileceği gibi fantezilerle uğraşmayı yeğlediler."
Bu tesbitin yapıldığı Cumhuriyet Gazetesi, konuyu
şöyle noktalıyor:
"Bu
yabancılaşmanın son halkası İslamiyeti Garaudy'den
öğrenme çabasıdır. Garaudy'nin son kitaplarının
Türkçeye kazandınlması ne kadar olumlu ise, islamiyet'i
Garaudy'den öğrenmeye kalkmak da o kadar saçmadır ve
aslında öğrenmemek demektir."
Ancak unutulmamalıdır ki,
ülkemizde hala Avrupa üflemekte, bizler oynamaktayız. Bu açıdan
da Garaudy'nin bilhassa sol çevrelerde İslamiyeti yeniden
keşfetmeye vesile olduğunu kabullenmek zorundayız.
Elbette, îslamı bir bütün
olarak yeni kabul etmiş bir insanın çelişkileri
olacaktır. Anadan doğma Müslümanların dinlerini Garaudy'den
öğrenmeye ihtiyaçları da yoktur. Ama, îslamiyti öğrenmeye
çok muhtaç aydınlarımız bulunduğu, Garaudy
dolayısayla bir kere daha anlaşılmıştır. Zaten
Garaudy'nin de Müslümanlara îslamiyti öğretmek diye bir
iddiası yoktur. Bunu îstanbul'daki basın toplantısında
şöyle ifade eti:
"Benim kitabım
Müslümanlar için değildir. Bunu Müslümanlara akıl vermek
için değil, kendi vatandaşlarıma îslamı duyurmak için
Yazdım. Bu bakımdan da asıl da, îslam bizim
geleceğimizdir."
Garaudy'ye, yine aynı
toplantıda, "çok değiştiniz, İslam sizin için bir
son olacak mı?" diye de soruldu. O da, "benim yapım
değişmekle varlığını devam ettirir,
değişmezse ölür. Ancak, aranan doğru bulunmuşsa, o
zaman değişme, başkalaşma, değil; bulunan
doğruda derinleşme olur" demişti.
Dileğimiz, Garaudy'nin
bulduğu doğruda derinleşmesi ve yarım asırlık
marksist kültürünün etkilerinden yüzdeyüz kurtularak Hakka hizmet
etmesidir.
Diğer Müslümanlara
düşen ise, Garaud'ye de ufuk açıcı seviyede
çalışmalarla îslamın ilmî, fikrî temellerini,
gerçeklerini gün ışığına çıkarmaktır.
Yoksa, bazılarının yaptığı gibi, biraz elli
yıllık marksist kültürünün te'siri. biraz nefis
müdafaası, biraz da îslam hakkındaki bilgi noksanı
sebepiyle, onu içinde bulunduğu yanlışlarla itham etmek
değil... Hele gidip sünnetine takılmak hiç değil...
Asıl yapılması
gereken Garaudy'lere de yol gösterici ve ufuk açıcı
çalışmalar ve araştırmalar yapmaktır. Onun
deyimiyle, îslamın bugünkü problemlere çare ve çözüm
olabileceğini isbatlayan çabalar gereklidir. Bunu
gösterebildiğimiz, yayabildiğimiz müddetçe daha çok
Garaudy'ler "kelime-i şehadet"i söylemekte tereddüt
etmeyecektir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|