Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
“Son Yolculuğuna Uğurlandı” Cümlesi Ne Anlama Geliyor?
Medya organlarının çoğunluğunun bilmeden ya da maksatlı olarak kullandıkları ifadelerden birisi de vefat eden kimsenin cenaze töreniyle ilgili yapılan haberlerde kullanılan “son yolculuğuna uğurlandı” ifadesidir. Bu ifade bize göre problemli olup, bunu düşünmeksizin kullananların derhal bu hatadan dönmeleri ve kasıtlı olarak bu tür ifadeleri yaymak isteyenlerin oyunlarına alet olmamaları gerekmektedir.
Ahiret hayatına inanmayanların bu tür “son yolculuk” yakıştırmaları kendi problemleridir. Zira bir mü’minin ahirete intikal etmesinde “son yolculuk” tabirinin kullanılması uygun değildir.
Çünkü bir mü’min için ölüm bir “son yolculuk” değil, adeta bir başlangıçtır. Berzah alemine geçiştir. (Mü’minun, 23/99-100) Ebedi alem öncesi konaklanılan bir duraktır. Adeta bir bekleme istasyonudur.
Oysa bu “son yolculuk” kavramında biten bir şeyler vardır ve bu yolculuğun devamı da bulunmamaktadır. En azından zihinlere yerleştirilen algı bu yöndedir.
Kıyametin kopması ve yeniden dirilmenin gerçekleşmesiyle başlayacak sonsuz hayatın varlığını kabul etmek konusunda aklını yeterince ve doğru dürüst kullanmayanların ölümü bir “son yolculuk” olarak adlandırmaları kendi dar, eksik, sakat, önyargılı ve problemli bakış açılarının bir ürününden başkası değildir.
Müslümanların algı dünyalarını bozarak düşüncelerinin ve davranışlarının olumsuz anlamda şekillenmesi ve ahiret inançlarının zayıflatılması için bilinçli olarak çalışanların olduğu unutulmamalıdır. Zira böyle bir dili kullananların asıl amacı; bu dünya hayatından başka bir hayatın olmadığı düşüncesini genç nesillere empoze ederek beyin yıkama faaliyeti gerçekleştirmektir.
Nitekim, özellikle bazı yayın organları, bir takım diziler ve programlar vasıtasıyla Allah, melek, kader, mucize, kabir hayatı, ahiret, ilahi adalet ve uhrevi müeyyide gibi dini kavramları yanlış kullanarak tasavvur dünyamızı çarpıtmaya ve dine olan bakışı olumsuz anlamda şekillendirmeye gayret etmektedirler. Bütün bunların bilincinde ve farkında olması gereken bir mü’minin ise sadece belli bazı ibadetleri yaparak İslam’ı yaşadığını zannetmesi, gelecek nesillere doğru, sağlam ve güvenilir bir din anlayışı devretme düşüncesini aklına dahi getirmemiş olması, her duyduğuna hemen inanması ve ona uygun davranması bize göre esef verici ve düşündürücü bir durumdur.
Zira İslam’a göre ölen bir insan “son yolculuğu”na çıkmaz. İnsanoğlu için ahiret hayatı öncesi yaşanılması kaçınılmaz olan bir kabir hayatı safhası vardır. Burası bir duraktır. Tekrar dirilmenin gerçekleşeceği zamana kadar ceset bu dünyada kalırken, bedenden ayrılan her ruh, ruhlar alemindeki yerini alacaktır. Dünya hayatında inanıp yararlı işler yapanlar iyi ruhların bulunduğu yerde beklerken, Allah’ı inkar edip kötülükte sınır tanımayan diğer tüm günahkarların ruhları ise kötü ruhların bulunduğu yerde hesap gününü bekleyeceklerdir.
Yeniden dirilmenin gerçekleşmesi ile her ruh kendi cesedine tekrar dönecektir. (Yasin, 36/51) Kabirlerinden kalkarak bir davetçinin peşinden mahşer meydanına doğru seller misali akan bu kalabalıklar için (Kamer, 54/6-8) “son yolculuk” ancak o zaman başlayacaktır. (Kehf, 18/98-102)
Cenneti elde edenler sonsuzluk yurdu cennete uğurlanırken, kendi yapıp ettikleri sonucu cehennemi hak edenler ise buraya olan yolculuklarına başlayacaklardır. (Müminun, 23/102-104) İşte “son yolculuk” ancak burada mahşer meydanından sonra olacaktır. Bir başka ifadeyle cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de cehenneme girmesi ile bu “son yolculuk” bitecek ve ebedi olan bir hayat başlayacaktır.
Buna bir türlü inanmak istemeyenlerin ölümü bir son olarak gösterip kendilerini avutmaları büyük bir yalandan başkası değildir. Zira ölüm bir son değildir. Ölüm ahiret hayatının bir başlangıcıdır. Sonsuz olan ahiret hayatı öncesi yaşanması kaçınılmaz olan bir geçiş evresidir.
Bu itibarla, dünyadan ayrılan kişinin ruhu, ruhlar aleminde yaşamaya ve hissetmeye devam edebilecektir. Nitekim Hz. Peygamber’in kabir hayatını cennet bahçelerinden bir bahçeye ya da cehennem çukurlarından bir çukura benzetmesinin bir anlamı da bu olsa gerektir.
Yani bu geçiş evresinde iyi ve kötü ruhlar için hesap ve azap henüz başlamış olmasa bile, onlar gidecekleri yeri aşağı yukarı tahmin edebildiklerinden tıpkı rüyalarda olduğu gibi o acıyı ya da sevinci kendi ruhlarında hissetmeleri mümkün olabilecektir. Bu nedenle “kabir azabı” tabirini bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda olsa gerektir.
Öte yandan, İslam’ın bu konudaki uyarılarını dikkate almayanların bilinçli ve maksatlı olarak uydurdukları bir takım söylemlerine karşı dikkatli olunması gerekmektedir. Bu tür kalıpları ve ifade tarzlarını sorgulamadan alıp kabul etmek ve hemen alıp benimsemek doğru değildir. İslam’ın bu konuda ne dediğine bakmaksızın her duyduğuna inanan ve eleştirel aklı devre dışı bırakanların yanıldıklarını söylememiz yanlış olmayacaktır.
Medyanın sürekli kullandığı bu problemli anlatım ve ifade tarzının yanlışlığına bu şekilde işaret ettikten sonra, konu ile ilgili tekliflerimizi şu şekilde ortaya koymamız uygun olacaktır.
Bize göre art niyetli birileri tarafından üretilen “son yolculuğuna uğurlandı” ya da “ebedi istirahatgahına defnedildi” cümleleri yerine, mü’minlerin ahiret inançlarının pekişmesini sağlayacak tarzda cümleler kurulmalıdır. Mesela, “ebedi hayata intikal etti”, “ahiret yolculuğuna başladı”, “Rabbine kavuştu”, “ebedi aleme göç etti”, “dünya hayatını tamamladı” ve benzeri ifadelerin kullanılması daha doğru olacaktır.
Ayrıca belirtelim ki, kabir bir istirahat yeri değildir. Zira burada dinlenmek ve rahatlamak söz konusu değildir. Cesed kabirde kalırken, ruh ise ruhlar alemindeki yerini alacaktır. İyi ruhlar sevinci ve mutluluğu hissederken, kötü ruhlar tam tersini yaşayacaklar adeta kabus görüyormuş gibi olacaklardır. Dolayısıyla kabir alemi kötü ruhlar için bir istirahatgah değil, acı ve ızdırabın ruhda hissedildiği sıkıntılı bir bekleme odası mesabesinde olsa gerektir.
Bu nedenle, bir ölüm haberi topluma aktarılırken bahsettiğimiz şekilde ifade tarzlarının kullanılması bize göre doğru ve tutarlı olandır. Zira bu şekilde ifade etmek hem Kur’an’a, hem de Sahih Sünnet’e daha uygun olacaktır.
Sonuç olarak, medyanın kullandığı dil konusunda gerekli tedbir, dikkat ve özeni göstermeyenlerin, her duyduklarına hemen inanıp kabullenenlerin, algı dünyalarının ağır şekilde tahrip edilmesine fırsat ve imkan verenlerin, gelecek nesillere sağlıklı bir din anlayışı devretme endişesini içlerinde taşımayanların, “son yolculuk” ve benzeri ifade tarzlarını kanıksayan ve ahiret inancını problemli hale getirenlerin çok dikkatli ve bilinçli olmaları gerekmektedir.
Diğer taraftan bu ve benzeri konularda her şeyden habersiz olan Müslüman halkımızı bilinçlendirmeyen ve bunları gündemlerine dahi almayan din gönüllüleri sorumlu olacaklardır. Zira halkımızı din konusunda aydınlatma görevini üstlenenlere (emekli ya da halen görevde olanlara) bu ve benzeri hususlarda büyük bir sorumluluk düştüğü açıktır. Vaaz ve sohbetlerinde hikaye, masal ve uydurma haberlerle milleti uyutan, dinin özünü ve ruhunu anlatma yerine şekil ve görünüşe daha fazla önem veren, Kur’an’ı özümseyerek asıl işlerini doğru dürüst yapmayan, yapanları ise insafsızca ve acımasızca suçlayan ve onlara pervasızca saldıran bu tür kimselerin derhal kendilerine gelmeleri, asıl işlerine odaklanmaları ve yapılan bu tür yanlışlara cesur şekilde karşı çıkıp seslerini yükseltmeleri gerekmektedir. (Maide, 5/54)
Özetle ifade edecek olursak, kendilerini derin, kapsamlı, kuşatıcı ve uzun soluklu düşünmeye ve sorumluluklarının gereğini hakkıyla yerine getirmeye davet edenlere delilsiz ve mesnetsiz şekilde karşı çıkarak “biz atalarımızdan böyle gördük” (Bakara, 2/170; Hud, 11/109) diyenlerin Kur’an’a daha doğru bir pencereden bakmalarının kendileri açısından hayırlı olacağını ifade etmemiz yerinde olacaktır. (22.07.2011)
Dr. Ahmet Emin SEYHAN
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/
selam ve dua ile...
|