medeni0002 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 kasim 2010 Yer: Turkiye Gönderilenler: 936
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı'nın ''Yeni Bir Anlayışın Işığında Kurân Tefsiri'' Adlı Eseri Üzerine/ Taha Hakan Alp
Tefsir
yazmak Cenâb-ı Allah’ın murâdını açıklamak demektir. Bir bakıma Allah
adına konuşmak anlamına gelir ve son derece mesuliyetli bir iştir. Bu
sebeple eski âlimler diğer alanlarda genç yaşlarda eser yazdıkları
halde, eğer tefsir yazacaklarsa bunu ekseriya ömürlerinin sonlarına
bırakır, bütün ilimlerde ihata kesp ettikten sonra ancak Allah’ın
ayetlerini açıklama cesareti gösterirlerdi. Modern zamanlarda ne yazık
ki bu hassasiyet kalmamıştır. Artık İslamî düşünüş biçimini topluma
açmak isteyen hemen her ilim ve düşünce adamı ilk iş olarak açıklamalı
meal veya Kur’ân sözlüğü gibi Kur’ân-ı Kerim üzerine bir şeyler yazmayı
deniyor. Şahsî fikirlerini Allah’ın kelamı üzerinden deklare etmek halk
üzerinde daha etkili bir yoldur. Tabi meselenin ticarî boyutu da var.
Maalesef Türkiye’de “Kur’ân İslamı” söyleminin büyüsüne kapılan kesimin
meal talebi, yayınevleri için iştah kabartıcı boyutlardadır. Son
zamanlarda sık sık televizyon ekranlarında boy gösteren Prof. Dr.
Bayraktar Bayraklı’nın tefsiri de ilginç ve iddialı yorumlarıyla
toplumda hayli yankı uyandırdı. Çevremizden birçok kimsenin Bayraklı’nın
tefsiri hakkındaki sorularına muhatap olduk. Allah’ın kelamını en
doğru şekliyle anlama azminde olan müminin tefsir ve diğer dinî
kitaplar hakkında ihtiyatlı olması son derece isabetli bir tutumdur.
Tabi bu durum bize de önemli sorumluluklar yüklüyor. Bir eseri gereği
gibi incelemeden hakkında olumlu ya da olumsuz bir fikir beyanında
bulunmak doğru olmayacağından Bayraklı’nın tefsirinin bir nüshasını
temin ederek eseri incelemeye başladık. Bir grup arkadaş bir yandan
tefsiri inceliyor, bir yandan da göze çarpan sorunlu hususları not
alıyorduk. İnceledikçe Bayraktar beyin lüzumsuz ve mesnetsiz
yorumlarından bezginlik geldi. Sonuçta, bir kelime üzerine fındık
kabuğunu doldurmayan ve çoğu tutarsız, yığınla laf u güzafla boşa vakit
harcamak yerine, modern dönem tefsir yazarları için adeta karın ağrısı
haline gelmiş bazı konuları esas alarak tefsiri değerlendirmeyi daha
doğru bulduk. Bunun üzerine yazarın, münhasıran nesh, recm, mucize ve nüzul-i İsa gibi
konuların irtibatlı olduğu ayetler hakkındaki görüş ve yorumlarına
yoğunlaşmaya karar verdik. Bu makale, Bayraklı'nın bu ve benzeri
spesifik konulardaki yaklaşımlarını incelerken aldığımız notlardan bir
bölümünü kamuoyuyla paylaşmak düşüncesiyle kaleme alındı. “Yeni Bir Anlayışın Işığında Kurân Tefsiri” gerçek anlamıyla bir tefsir midir? Hem
bu soruya verilecek cevaba bir giriş olarak hem de Bayraktar
Bayraklı’nın tefsiriyle ilgili tahlillerimizin zemin ve çerçevesi
hakkında okuyucuya ön bilgi olarak tefsir kelimesinin kavramsal
yapısıyla ilgili kısa bir açıklama yapmamız yerinde olur. Kaynaklarda tefsir
kavramıyla ilgili zikredilen tariflerin genelinden anlaşıldığına göre
bu kelime, ayetlerin, literal verilere dayalı olarak zahir anlamlarının
açıklanması ve bu yolla murâd-ı ilâhînin tespitine çalışılması
anlamına gelir[1].
Murâd-ı ilâhîyi tespit amacına matuf olması bakımından tefsir, ancak
Peygamberimiz, Sahâbe ve Tabiîn müfessirlerinden nakledilen verilerden
hareketle yapılır. Bu bakımdan ayetleri tefsir ederken elde ayet, hadis,
sahabe veya tabiin görüşü gibi literal veriler bulunması zorunludur.
Bunun yanında kelimelerin zahir ve muhtemel anlam çerçevesini aşmamak
için Arap dilinin teârufunu/yaygın kullanımını dikkate almak gerekir. Şu
halde muteber delile dayanmayan veya Arap dilinin teârufunu zorlayan
ayet yorumları tefsir olarak değerlendirilemez. Bu tür yorumlar,
sahibinin, murâd-ı ilâhîyi keşfetmekten çok Kur’ân’a bir şey söyletme
çabasını yansıtır. Şimdi
bu kavramsal arka plandan sonra Bayraktar beyin tefsirini
incelediğimizde onun tefsirinin kavramsal anlamıyla bir “tefsir”
olmadığını, belki Bayraktar beyin ayetler hakkındaki şahsî yorumları
olduğunu çok rahat söyleyebiliriz. Ayet tefsiri ile ayet yorumu arasında
önemli kavramsal bir fark olduğunu düşünüyoruz. Zira tefsir, belli
usul ve kaideler muvacehesinde hareket etmek kaydıyla, menkûl/me’sûr
verilere paralel olarak yapılır. Ve murâd-ı ilâhîyi tespit gayesine
matuf olduğundan ancak derin bir takva hissiyatı içinde gerçekleşir.
Bunun mukabili günümüzde yaygın olarak kullanılan “yorum” kelimesidir ve
belli bir yönteme bağlı ilmî izahlardan çok, sıradan ve sübjektif
açıklamaları da içine alacak geniş bir kaplama sahiptir. Tefsirde olduğu
gibi kendisini hem besleyen hem de kontrol eden tarihî arka planı da
yoktur. Bu bakımdan yorum adı altında kuru spekülasyonlarla ayetlerin
çarpıtılması vakıasına pek sık rastlanır. Bayraktar
beyin ayetlere getirdiği açıklamaları tefsirden çok birer yorum olarak
değerlendirmekle kendisine haksızlık ettiğimizi düşünenler için
söylüyoruz: Bayraktar bey, ayetleri açıklarken zaman zaman konuyla
ilgili başka ayetlerden yararlansa da, ne Resulullah Efendimizin
hadislerine ne Sahabe ve Tabiîn’in görüşlerine itibar etmediğinden hadis ve âsâr
birikiminden neredeyse hiç faydalanmadığını söylemek herhalde abartı
sayılmaz. Hatta faydalanmak şöyle dursun, ayetlere önemli açılımlar
getiren bazı sahih ve mütevatir hadisleri dahi, ayetten çıkarmak
istediği anlamla örtüşmediğinden uydurma olmakla itham etmiştir. Sözgelimi
yazar, Hz. İsa’nın göğe kaldırılmasıyla ilgili ayetleri açıklarken
nüzûl-i İsa konusunda vârid olan onlarca sahih hadisin bir çırpıda
uydurma olduğunu söyleyebilmiştir. (c. 4, s. 135-139) Bunu söylerken,
iddiasını desteklemek maksadıyla da olsa, mevcut hadislerin hiçbiri
üzerinde ne senet ne de metin kritiği yapma ihtiyacı hissetmemiş, adeta
dediğim dedik, çaldığım düdük mantığıyla sorumsuzca bir tavır
sergilemiştir. Böylece yazar, mezkûr ayetleri sahih hadislere göre
anlamak yerine, hadislere rağmen anlamaya kalkışmıştır. Örneklerini
çoğaltabileceğimiz bu lakayt tutum nedeniyledir ki, Bayraktar beyin
yaptığı işi bir tefsir olarak görmüyoruz. Bu kısa açıklamadan sonra
tefsirle ilgili değerlendirmemize geçebiliriz. “Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsiri”ndeki sorunlar Bayraktar
beyin tefsirini incelerken karşılaştığımız ana sorunları metot,
kaynak, tasavvur ve dil sorunu olmak üzere dört başlıkta
özetleyebiliriz. a) Metot sorunu Tefsirde
göze batan ilk sorun metot sorunudur. Bayraklı, ayetleri neye göre
açıklamıştır, takip ettiği belli bir yöntem var mıdır, yoksa bütün
söyledikleri birer spekülasyon mudur, doğrusu yazar bu konuda okuyucuya
güven vermiyor. Yazarın önsözde takip ettiği metot hakkında verdiği
bilgiler gerçekçi değildir. Dört başı mamur bir Kur’ân tefsiri için
yeterli olmamakla birlikte yazar, bunların bile hakkını verememiş,
tefsirin ilerleyen bölümlerinde önsözü okuyup heyecanlanan okuyucuyu
hayal kırıklığına uğratmıştır. Sözgelimi yazar önsözde ayeti ayetle
açıklama metoduna bağlı kaldığını ifade etmesine rağmen (c. 1, s. 61) ön
kabullerine uymayan konularla ilgili ayetlerde bu metodu hiç
hatırlamamış, ayetleri bir bütün olarak anlamak yerine parçacı bir
yaklaşımı tercih etmiştir. Çoğunlukla ayetler arasında âmm-hâs, mutlak-mukayyed, mücmel-müfesser, muhkem-müteşabih dengesini kuramadığından ayetlerdeki anlam örgüsünü çözememiştir. Bunu
bir örnekle somutlaştırmak için Bayraklı’nın Nisâ 7, 11, ve 32.
ayetlere getirdiği yorumları birlikte inceleyelim. Sırasıyla bu
ayetlerin mealleri şöyledir: “Anne-baba ve en yakınların
bıraktıklarından erkeklere pay vardır. Kadınlara da anne-baba ve en
yakınların bıraktıklarının azından da çoğundan da farz kılınmış pay
vardır.” (Nisâ, 7), “Allah sizlere, miras taksiminde çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadın payı verilmesini emrediyor.” (Nisâ, 11), “Bir
de Allah'ın bazınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri istemeyin.
Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir
pay vardır.” (Nisâ, 32) Görüldüğü
gibi birinci ayette sadece, erkeklerin ve kadınların mirastan mutlak
olarak pay sahibi oldukları bildirilmiş ve fakat bu pay açıklanmamıştır.
Şu halde bu ayet payların miktarı konusunda mücmeldir. İkinci
ayet bu ayetin bıraktığı noktadan devam ederek erkekle kadının
paylarını açıklayıp bir yandan birinci ayetin mücmel tarafını tefsir
ederken diğer yandan meseleye son noktayı koymaktadır. Şu halde ikinci
ayet kadının payının erkeğin payının yarısı olduğunu bildirir. Son
ayete gelince Bayraktar beyin bu ayeti erkekle kadının miras paylarını
bildiren ayetler grubuna dahil etmesi pek sağlıklı görünmemektedir.
Öyle görünüyor ki, yazar bu ayeti, birinci ayetten çıkarmak istediği
“eşit miras” anlayışına yakın bulduğu için anılan kategoriye sokmak
istemiştir. Zira sahabe ve tabiînden nakledilen tefsirler ekseriyetle bu
ayette geçen payların fazilet ve sevap gibi uhrevî boyutu olduğunu
gösteriyor. Kaldı ki mezkûr ayeti mirasla alakalı gören azınlık selef
müfessirleri de anılan payları yazarın anladığı gibi anlamamışlardır. Bu
ayette kadına nispet edilen payı, Nisâ 11. ayette bildirildiği üzere
erkeğin payının yarısı olacak şekilde tefsir etmişlerdir[2]. Bayraklı’nın
yorumlarına bakılacak olursa o, anılan ayetleri miras paylaşımına
farklı düzenlemeler getiren birbirinden bağımsız ayetler olarak
görmüştür. Ona göre, birinci ve üçüncü ayetler erkekle kadınının
paylarının eşit olduğunu, ikinci ayet erkeğin payının kadının payından
iki kat fazla olduğunu göstermektedir. Bayraklı’ya göre, erkeğin çalışıp
kazanması mevzubahis olduğunda ikinci ayet esas alınmalı ve erkeğe
kadının iki katı pay verilmelidir. Kadının da erkek gibi çalışıp
kazanması söz konusu olduğunda ise birinci ve üçüncü ayetler esas
alınarak kadına da erkeğin payına eşit pay verilmelidir. (c. 5, s. 53,
54) Hakikat
şu ki, Bayraklı, hadis ve âsâr birikimden şükran duygularıyla
faydalanıp makul izahlarda bulunmak yerine “orijinal düşünceler” uğruna
ayetleri çarpıtmıştır. Bir defa birinci ayette kadınla erkeğin
paylarının eşit paylar olduğuna dair hiçbir beyan yoktur. Konunun
başında da belirttiğimiz gibi, birinci ayet herhangi bir miktar
belirlemesi yapmadan sadece kadınların miras payına sahip olduğunu
göstermektedir. Asıl payların açıklaması ikinci ayete bırakılmıştır.
Burada Bayraktar Bey, büyük ihtimalle ayette geçen “nasîbün” kelimesinin
Türkçe meallerdeki karşılığı olan “bir pay” ifadesini çarpıtarak
erkeğe de kadına da birer pay verildiği sonucunu çıkarmıştır. Oysa
burada geçen “bir”in, “iki”nin yarısı anlamında rakamsal bir çağrışımı
bulunmamaktadır. Buradaki bir, şairin "kalbim bir çiçektir, gündüzler
ölgün" dediği gibi, Türkçe’de belirsizlik ifadesi olarak sıkça
kullanılan “bir” kelimesidir[3]. Bunun
yanında yazar neshi inkâr eden biri olarak müteârız ayetler karşısında
da epey bocalamıştır. Bu gibi yerlerde yazar, murâd-ı ilâhîyi
tespitten çok ayetleri kendi düşüncesiyle örtüştürmenin kaygısıyla
hareket etmiştir. Bu konuya bir misal olması için yazarın, kocası ölen
kadının iddetini bildiren şu iki ayetle alakalı yorumlarına bakalım.
Söz konusu ayetler mealleriyle şöyledir: “İçinizden hanımlarını
geride bırakarak vefat edecek olanlar, eşleri için senesine kadar
evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet
ederler.” (Bakara, 240), “İçinizden vefat edip de geride eşler bırakan kimselerin hanımları, kendi başlarına dört ay on gün beklerler.” (Bakara, 234) Görüldüğü
gibi birinci ayette kocası ölen kadının iddeti bir sene olarak
bildirildiği halde bu süre ikinci ayette dört ay on gün olarak ifade
edilmiştir. Müfessirler ikinci ayetin birinci ayeti nesh ettiğini kabul
etmiş ve kocaları ölen ve hamile olmayan kadınların iddetinin dört ay
on gün olduğunu bildirmişlerdir. Bayraklı neshi inkâr eden biri olarak,
çelişkiye düşmek pahasına da olsa, bu ayetlerin her birini ayrı ayrı
ele almıştır. Kendi ifadeleriyle Bayraklı’nın ayetlerden çıkardığı
sonuç şöyledir: “Görüldüğü gibi Kur'an, kocası ölen kadına iki tercih
hakkı tanımaktadır: İsterse dört ay on gün sonra, gebe ise doğum
yaptıktan sonra yeniden evlenir; isterse de ölen kocasının vasiyeti
ile bir yıl daha kocasının evinde kaldıktan sonra evlenebilir.” (c. 3,
s. 179-180) Bir defa ayetlerden, ucu açık ve kimin neye göre hareket
edeceği tam olarak belli olmayan sonuçlar çıkarmak tefsir yazmanın
amacına aykırıdır. Ayrıca yazar burada birbirlerine aykırı hükümler
ihtiva eden söz konusu iki ayeti, sırf neshi iltizam etmemek için böyle
muğlâk beyanlarla geçiştirmek zorunda kalmıştır. Bayraklı, kocası ölen
kadına iki tercih hakkı tanındığını ilgili ayetlerin neredesinden
çıkarıyor, anlamış değiliz. Söz konusu iki ayet de belli hükümler
getiren normatif bir üslubu haizdir. Bu gibi ayetlerde geçen ihbar cümlelerinin inşaî
karakter arz ettiği hususu teşrî dilini bilenlere gizli değildir.
Bunun dışında Bayraklı’nın yorumunun tekabül ettiği bir pratik
gerçeklik de söz konusu değildir. Hangi kadın dört ay on gün ile bir
yıl iddet beklemek arasında tercih hakkına sahip kılınsa bir yıl
beklemeyi tercih eder?! Metot
sorunuyla alakalı olarak Bayraklı’nın kelimeleri anlamlandırırken
dikkatimizi çeken ilginç semantik anlayışına da temas etmemiz gerekir.
Bayraklı, gerek sözlükte gerekse Kur’ân’da bir kelime şöyle ya da böyle
hangi anlamlarda kullanılmışsa bunların hepsini aynı kelimeye
uygulamaya kalkarak ciddi anlam kargaşasına yol açmaktadır. Bu yaklaşım
kendi ifadesiyle “orijinal şeyler üretmek” olarak görülse de,
hakikatte Kur’ân kelimelerine yapılan bir işkencedir. Sözgelimi içinde
“talak” lafzı geçen bir ayeti tefsir ederken bu kelimenin Kur’ân’da
boşamak, öne atılmak, yola koyulmak, gitmek veya kekeleşmek manalarında
kullanıldığını söyleyen Bayraklı, bakın bütün bu manaları boşama
ayetine nasıl uygulamaktadır: “Bütün bu manaları “talak/boşama”
konusuna bağlayarak şöyle izah edebiliriz: Eşlerden biri, özellikle
erkek 'öne atılarak' nikah bağını çözmeye çalışmakta ve bu uğurda
yapılacakları yapmak için 'yola çıkmakta' ve böylece 'aile bağını'
hukuka 'dolamaktadır'. 'Dilin dolaşması' gibi karı-koca arasındaki
iletişimin de dolaşması, yani kopması söz konusu olduğu için boşama
yoluna gidilmektedir. Dili kekemeleşen Hz. Musa'nın göğsünün daralması
gibi, karı-koca arasında da iletişimin bozulması, göğüslerinin
daralmasına sebep olmakta ve buna bir çıkış yolu bulmaya
çalışmaktadırlar. Onun için yapılacak bu işe talak adı verilmiştir.
(c.3, s.141) T-l-k
kökünden gelen bütün kelimeleri toplayıp üzerine boca ettiği talak
kavramına kimsenin aklına gelmeyecek bir imge yüklemeye çalışan
Bayraklı’ya birinin kırdığı çanakları söylemesi gerekiyor. Kendilerine
“t-l-k” kökünün kekeleşme anlamında kullanıldığına dair delil olarak
getirdiği ‘la yentaliku lisâni’ (Şuarâ, 13) ayetinde yer alan
‘yentaliku’ kelimesini yanlış anladığını hatırlatmak isteriz. Bu kelime
“kekeleşme” değil aksine fasih ve güzel konuşmak anlamına gelir. Ve
Arap dilinde fasih ve güzel konuşan kişi için talîku’l-lisan denir.
Ayette bu kelimenin Hz. Musa’nın kekeleşmesi için kullanılması, önüne
eklenen olumsuzluk edatı “lâ” sebebiyle olumsuz haliyle kullanılmış
olmasındandır. Yoksa kelimede kekeleşmek diye bir anlam asla söz konusu
değildir. b) Kaynak sorunu Bayraktar
beyin tefsirinin önemli bir eksikliği kaynak fakiri olmasıdır.
Tefsirin ne klasik ne de modern zengin bir bibliyografyası olmadığını
her okuyucu fark eder. Klasik kaynaklar içinde müellif ağırlıklı olarak
Beyzâvî, Nesefî, Hâzin ve Fahrurrazî’den yararlanmıştır. Yazarın
Fahrurrâzî'den istifadesi ağırlıklı olarak Mutezile'nin ayetlere
getirdiği aykırı yorumları tespit edip bunları, kendisine ait orijinal
birer yorum gibi sunmak içindir. Bilindiği gibi anılan tefsirler rivayet tefsiri değildir. Ve özellikle son iki tefsir birer kelamî
tefsirdir. Doğrudan ve yalın haliyle murâd-ı ilahîyi anlamaya yönelik
açıklamalardan çok, ayetlerle ilgili kelamî yorumları ihtiva eden
ihtisas kaynaklarıdır. Taberî ve İbn-i Kesîr gibi rivayet
tefsirlerinden; el-Ferrâ’nın Me‘âni’l-Kur’ân’ı ve Ebu Hayyan’ın
el-Bahru’l-Muhît’i gibi lügavî tefsirlerden istiğna ile kayda
değer bir tefsir faaliyetinin gerçekleştirilemeyeceği açıktır. Ayrıca
yazarın ahkâm ayetleriyle alakalı olarak el-Cessâs, İbnü’l-Arabî ve
el-Kurtubî gibi fakihlerin ahkâm tefsirlerinden faydalanmamış olması da bu ayetlerle ilgili açıklamalarının çok naîf olması sonucunu doğurmuştur. Modern
kaynaklar konusunda da tefsirin ciddi kaynak kıtlığı sorunu vardır. Bu
bapta yazar genelde, Elmalılı, Süleyman Ateş ve Muhammed Esed’in meal
ve tefsirlerinden yararlanmıştır. “Yeni bir anlayışın ışığında Kurân
tefsiri” diye takdim edilen bu tefsirin yeni kaynaklar konusunda
fakirlik çekmesi müellifin bu çabasının arkasında ilmî gayelerden öte
medyatik ve sansasyonel amaçların yattığının bir göstergesi olarak da
okunabilir. Aslında Bayraklı’nın önsözdeki şu ifadelerini hatırlayınca
kaynak kıtlığı konusundaki mazuriyetini teslim etmek gerekiyor:
“Söylenmişi tekrarlamamak ve bu zamana kadar yapılanları taklit etmemek
suretiyle orijinal yorumlar yapma gayretinde olduk. Çünkü orijinal
şeyler üretmek, Kur'an tefsirinde bizim sevdamız ve tutkumuzdur.” (c. 1,
s. 63) "Orijinal şeyler üretme sevdası"nda olan bir yazarın kaynakla
ne işi olur ki? Bayraktar
Bayraklı’nın önemli bir kaynak sorunu olarak onun hadis ve âsâr’dan
faydalanmaması da tefsir adına büyük bir talihsizliktir. Bayraklı
ayetleri tefsir ederken ne Peygamber Efendimiz’den nakledilen
hadislerden ne de Sahabe veya Tabiîn’den nakledilen âsar’dan
faydalanmıştır. Bu bakımdan tefsirin rivayet boyutu oldukça zayıftır.
Ayrıca yazar, Kur’ân’ın nüzul dönemi itibarıyla kelimelerin lügavî ve
örfî manalarını tespit için erken dönem lügat ve edebiyat kaynaklarından
yararlanmış da değildir. Bu yönüyle yazarın ayetlere getirdiği
açıklamaların Arap dilinin doğasına yabancı kaldığına çok defa şahit
olmuşuzdur. Mesela Hz. Meryem’e Hz. İsa’nın ruhunun üflenmesiyle ilgili
ayetlerden birinde Hz. Meryem’e işaret eden zamir müzekker/eril
kalıbında, diğerinde ise müennes/dişil kalıbında gelmiştir[4].
Arap dilinde zamirler çok yönlü kullanılmakla esneklik arz eder. Zaman
zaman kelimenin farklı boyutları göz önünde bulundurularak müzekker
kelimelere müennes zamir, müennes kelimelere de müzekker zamir
gönderilmesi bu dilde garip karşılanan bir durum değildir. Nitekim
anılan vakıayı anlatan ayetlerin birinde müennes kalıbında olan zamir
Hz. Meryem’in bizzat kendisine, müzekker kalıbında olan zamir ise bir
kelime öncesinde geçen Hz. Meryem’in fercine/ceybine (gerdan) işaret
etmektedir[5].
Ferc kelimesi müzekker olduğu için ona râci zamir de müzekker
olmuştur. Bu mesele hemen her klasik Arapça öğrencisinin fark
edebileceği kadar basit bir meseledir. Ne var ki Bayraktar bey bu
nükteyi kavrayamamış; tarihî bir keşfin arifesindeki mûcid heyecanıyla
buradan akıllara ziyan bir çıkarımda bulunmuştur. Bayraktar beye göre
Hz. Meryem, bitkilerden fındık ve cevizde, hayvanlardan solucanlarda
olduğu gibi hem erkeklik hem de dişilik mekanizmasına sahip garip bir
yaratıktır. Ona göre Hz. Meryem’e işaret eden zamirlerden müzekker
olanı onun erkek kişiliğini, müennes olanı da onun kadın kişiliğini
ortaya koymaktadır. Böylece Hz. Meryem Hz. İsa’nın hem annesi hem de
babası olmuştur. (c. 12, s. 514-515) Aslında
bu ve benzeri ayetlerde Bayraklı’nın mucizelere yaklaşımını da görmek
mümkündür. Hz. İsa’nın anne rahmine düşmesi başlı başına bir mucizedir.
Bayraklı bu gibi mucizeleri olağan hallere indirgemek için hemen her
yolu dener; modern bilimde kıyısından köşesinden konuyu
ilişkilendirebileceği en ufak bir teoriye bel bağlar, mucizeyi olağan
fizikî sürece indirger. Görünüşte Bayraktar Bayraklı mucizeleri inkâr
etmiş olmuyor ama mucizeyi olağanlaştırmakla içini boşaltmış oluyor. Bayraklı’nın mucizelere bir mümin saflığında bakmadığı hususunu teyiden onun mucizelerle ilgili ayetleri müteşabih
kabul ettiği yönündeki görüşüne temas etmeliyiz. Bayraklı’nın bu
konudaki görüşlerini bizzat kendi ifadelerinden okuyalım:
“Peygamberlerin mucizelerini anlatan ayetler, yapı itibariyle müteşabih
değillerdir, ama konu itibariyle müteşabih alana girmektedirler.
(Kitaptan bir bilgisi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan ben onu
sana getiririm" dedi). [Neml/40] Ayetin manası müteşabih değildir, ama
Belkıs'ın tahtının göz açıp-kapayıncaya kadar uzun bir mekândan
getirilmesi mahiyet itibariyle müteşabihtir. Günümüzde ses ve resim
nakledilmektedir; istikbalde maddenin ışınlanma yoluyla nakli
gerçekleşirse, bu ayetin konusu müteşabihlikten çıkıp muhkeme dönüşür.”
(Bkz., c. 3, s. 491) Burada da Bayraklı’nın mucizelere mesafeli
yaklaştığını görmek mümkündür. Zira mucizeleri anlatan ayetlerin konusu
itibarıyla müteşabihattan kabul edilmesi, onların içeriğinin
bilinemeyeceği anlamına gelir. Bu ise mucizeleri olağanüstü haller
olarak tarif eden ve mucizelere bu haliyle kayıtsız-şartsız teslimiyeti
ilke edinen Ehl-i Sünnetin duruşuyla örtüşmemektedir. Ayrıca mucizeleri
anlatan ayetlerin bilimsel gelişmelere paralel olarak bir gün
müteşabih olmaktan çıkıp muhkem hale geleceğini düşünmek,
mucizelerin doğrudan kabul edilemeyeceği, ancak bilimin referansıyla
kabul edileceği yönünde bir anlayışa da kapı aralamaktadır.
Bayraklı’nın mucizeler konusundaki bu temel yaklaşımı, onun ilgili
ayetlere getirdiği izahlara da yansımıştır. Nitekim Bayraklı’nın; Hz.
İbrahim’i ateşin yakmaması (Bkz., c. 12, s. 473-480), Hz. İsa’nın
çamurdan yaptığı kuş timsalini canlandırması gibi (Bkz., c. 4, s. 115;
c. 6, s. 193) mucizelerle ilgili açıklamalarında belirsiz ve kendi
içinde sorunlu bir dil kullanması da, onun mucizeler konusunda
kafasının karışık olduğunu göstermektedir. c) Tasavvur sorunu Bayraktar
Bayraklı’nın tefsirini incelerken karşılaştığımız en önemli sorun,
onun ayetlere yaklaşırken bir türlü etkisinden kurtulamadığı modernist
İslam tasavvurudur. Seküler din telakkisinin İslam dünyasına
sızmasından bu yana, adeta bir virüs gibi İslamî bünyeyi içten içe
tahrip eden modernist İslam tasavvuru ne yazık ki Bayraktar Bayraklı’yı
da derinden sarsmıştır. Bayraktar
bey, özellikle Hz. İsa’nın nüzulü, recm ve nesh gibi konuları ele
alırken kullandığı argümanlarla bunu dışa vurmuştur. Sözgelimi onun recm
konusuyla alakalı şu açıklamaları üzerinde dikkatle düşünmek gerekir:
“…Netice olarak diyebiliriz ki, yarı beline kadar toprağa gömüp
taşlanarak öldürme tatbikatı, Yüce Allah'ın merhametine uygun değildir.
Bir insana ölüm cezası verilebilir ama uygulaması bu şekilde olamaz.”,
“Bu konuda kitaplarda yer alan, hükmü devam eden ama metni Kurân'da
olmayan uydurma bir metnin hükmü İslam için yüz karasıdır. Bu kitapların
elden geçirilip düzeltilmesi gerekiyor…”, “Genelde örnek olarak
anlatılan Mâiz olayı, bir daha gözden geçirilip sorgulanmalı, sahabeye
zina isnat etmenin doğruluğu araştırılmalıdır. Kurân ve İslam dini
bizden bunu istemekte ve bu leke ile İslam'ı bir yere götüremeyeceğimizi
öğütlemektedir.” (c. 13, s. 326-329) Bayraklı’nın recm
cezasıyla ilgili fikirlerinin kritiği bir yana burada dikkat çekmek
istediğimiz husus, onun kullandığı argümanlarda kendini ele veren
tasavvur sorunudur. Mesela bu konuda yazarın kullandığı “Allah’ın
merhameti” söylemi, diğer modernistlerin kullandıkları “özgürlük” ve
“eşitlik” gibi modern konseptler, modernist İslamcıların zihin ve ruh
koordinatlarını teşkil ediyor. Modernist, dinî nasslara kayıtsız bir
zihin ve duru bir ruhla yaklaşıp Müslümanlığını nasslara göre
yapılandıramıyor. O, modern paradigmanın dayattığı, konjonktürel
söylemlere göre nassları tenkit süzgecinden geçirerek imanda seçici
davranıyor; modern algıyla örtüşen hükümleri alıp örtüşmeyenleri
reddederek bir bakıma nasslara rezerv koymuş oluyor. Bayraklı’ya
şunu sormadan edemiyoruz. Allah’ın merhametinden ne anlıyorsunuz?
Allah’ın merhametinin, sınırları belirlenmiş, eşit bir tarifi var mıdır?
Eğer varsa böyle bir tarifi kim neye dayanarak yapmıştır? Bayraktar
bey neden aynı gerekçeyle, kâfir ve fasıkların cehennemde yanacağını da
reddetmiyor, doğrusu merak ediyoruz. Taşlanarak öldürülmek ilahî
merhamete ters düşüyorsa, alevlerin içinde eriyip kavrulmak nasıl izah
edilebilir. Cehennem ateşiyle cezalandıracağına inandığımız aynı
Allah’ın, taşlanarak öldürme cezasını meşru kılmış olabileceğini
kabullenmemenin makul bir izahı olabilir mi? Hz. Peygamber Efendimizin
recm cezasını uyguladığı hususunda inkârı kabil olmayan pek çok sahih
hadis vardır. Hal böyleyken recm cezasının ilahî merhamete sığmadığını
ileri sürmek, peygambere Allah’ı tanıtmaya kalkışmak gibi ölçüsüzce bir
işgüzarlık değil de nedir? Burada
recm cezasının dindeki yeri ve delilleri hakkında konuşacak değiliz
ama şu kadarına da değinmeden geçemiyoruz. Hz. Peygamberin recm
cezasına çarptırdığı kimse sadece Mâiz değildir. Bunun dışında sahih
kaynaklarda bu cezaya çarptırıldığı bildirilen iki Müslüman kadın daha
vardır. Ayrıca bu ceza iki Yahudiye de uygulanmıştır[6].
Mütevatir hadisleri konu edinen kitabında el-Kettânî recmle ilgili
hadislerin manen mütevatir olduğunu zikretmiş ve sadece Maiz’e uygulanan
recm cezasının on sekiz râvi tarafından nakledildiğini isimlerini
sayarak belgelemiştir.[7] Hz. Peygamberden sonra Raşit halifeler de bu cezayı uygulamış, meselenin üzerinde hassasiyetle durmuştur.[8] Bayraklı’nın
tasavvur sorunuyla alakalı olarak dinin yegâne kaynağının Kur’ân
olduğu şeklindeki modern saplantıya da kısaca değinmeden edemeyeceğiz.
Bayraklı’nın ön kabulleriyle örtüşmeyen bir çok konuda kullandığı
ifadeler, onun, hadisler de dahil Kur’ân dışında herhangi bir kaynağı
bağlayıcı kabul etmediğini göstermektedir. Hz. İsa’nın göğe
yükseltilmesiyle ilgili “Kültürümüzde Hz. İsa'nın ruh ve bedeniyle Allah
katına çıktığı inancı hakimdir. Bu inancın doğruluk derecesini -mihenk
taşı olan Kurân'a vurarak- tesbit etmeye çalışalım.” (c. 4, s.
135-139) yönündeki ifadeleri, herhangi bir dinî esasın mutlaka açık
seçik Kur’ân’da belirtilmiş olması gerektiğini gösteriyor. Buna göre,
mütevatir veya meşhur hadislerde yer almış olsa bile, Kur’ân’da açık
seçik biçimde zikredilmeyen konular inanılması gereken dinî esaslardan
değildir. Hatta Bayraklı nüzul-i İsa da dahil bu gibi konulara hurafe
gözüyle bakmaktadır. (c. 4, s. 135-139) Özelde bu konu hakkında yazılan
eski-yeni eserler Bayraklı’nın kendini kaptırdığı bu saplantının ne
kadar mesnetsiz ve tutarsız olduğunu açık biçimde ortaya koymuştur.
Örneğin eş-Şevkânî’nin et-Tavdîh fî Tevâtüri mâ Câe fi’l-Muntazar
ve’d-Deccâl ve’l-Mesîh, el-Keşmîrî’nin et-Tasrîh bimâ Tevâtere fî
Nüzûli’l-Mesîh, Zâhid el-Kevserî’nin Nazratün Âbira isimli eserleri
bunların başlıcalarını teşkil eder. Bu eserlerde mesele en ufak bir
şüpheye mahal kalmayacak biçimde ele alındığı için ayrıca bu konu
üzerinde durmadan Bayraklı’nın dil sorununa geçelim. d) Dil sorunu Bayraklı’nın
tefsirinde okuyucuyu rahatsız eden bir diğer husus kullandığı dil ve
üslup sorunudur. Yazarın zaman zaman Allah’la ilgili sözler sarf ederken
kullandığı gayr-i ciddi dilin özellikle bir tefsire hiç de
yakışmadığını söylemeden edemeyeceğiz. Sözgelimi yazarın bir münasebetle
kullandığı şu cümleler aslında ne demek istediğimizi yeterince
açıklıyor: “Cenab-ı Hak, ayetin sonunda (Allah azizdir, hakimdir)
buyurarak, vermiş olduğu hükmün altına imzasını atmakta;…” (c. 3, s.
213) Bayraklı’nın tefsirde sıkça kullandığı bu profan dil, Kur’ân
dilinin bayağılaştırılması probleminin tipik bir örneği olarak
görülebilir. Bayraklı’nın
dil sorunu sadece benimsediği bayağı üslupla sınırlı bir sorun
değildir. Onun zaman zaman tefsir kitabının maksadını aşan
ıslahatçı-aktivist söylevleri de ayrıca tahlil edilmelidir. Yukarıda
recm cezasıyla ilgili beyanları çerçevesinde aktardığımız şu ifadeler,
selef-i salihîne hürmet duyguları besleyen duyarlı her Müslümanın
tüylerini ürpertiyor: “Bu konuda kitaplarda yer alan, hükmü devam eden
ama metni Kurân'da olmayan uydurma bir metnin hükmü İslam için yüz
karasıdır. Bu kitapların elden geçirilip düzeltilmesi gerekiyor…”
Bayraktar bey, müfessirliği bir tarafa bırakarak deruhte ettiği
ıslahatçı kişiliğiyle burada açıkça din mühendisliği yapmakta, Allah
adına Müslümanları hizaya getirmeye kalkışarak tarihe mal olmaya
çalışmaktadır. e) Sonuç Bayraklı’nın
“Yeni bir anlayışın ışığında Kur’ân tefsiri” adlı eseri, metodik bir
ciddiyet içinde kaleme alınmış ilmî bir eser değildir. Bu eserde ayetler
daha çok bir vâiz ya da ıslahatçı hüneriyle pratik amaçlar güdülerek
açıklanmaya çalışılmıştır. Tefsiri incelerken edindiğimiz intibaya göre
sanki eser, özellikle psikoloji ve eğitim planında ayetlerin
Bayraklı’nın zihninde yaptığı çağrışımların kaleme alınmasından vücuda
getirilmiştir. Şunu da belirtmeliyiz ki, bu çağrışımlar, çoğunlukla
ispatı da reddi de kabil olmayan sübjektif düşünceler olmakla birlikte
yer yer çok sakîl görünmektedir. Son
olarak Kur’ân’ın daha temel bir değerler sisteminin nezaretinde
mütalaa edildiği izlenimini veren eserin adı üzerinde de durmak
gerekir. "Yeni bir anlayışın ışığında Kur’ân’ı tefsir" etmek ne
demektir? Kendisini nûr olarak tanımlayan Kur’ân’ın üzerinde ne
zamandan beri karanlık oluşmuştur da bu karanlık bir başka şeyin
ışığıyla giderilecektir? Yazara göre ışığıyla Kur’ân’ın üzerindeki
karanlıkları giderecek olan yeni bir anlayış nedir? Kur’ân’ı bir başka
şeyin ışığında tefsir etmek, onu bir üst referansın gölgesi altına
sokmak anlamına gelmez mi? Tefsirin başından beri hadis ve icmâ ile
sabit dinî esaslara karşı Kur’ân merkezli din anlayışını savunan
yazarın, Kur’ân’ı daha üst değerler sistemine tabi kılmakla içine
düştüğü bu yaman çelişkiye getireceği bir izah var mıdır? Gerek
tefsirin ismi gerekse yazarın ayetlere yaklaşımından elde edilen
bulguların önümüze koyduğu bu tür sorular, kanaatimizce okuyucunun,
Bayraklı’nın eseri karşısında daha dikkatli ve seçici olması
gerektiğini gösteriyor. Son
olarak şunu da belirtmeliyiz. Bayraklı’nın tefsirindeki sorunlar
sadece burada örneklerini zikrettiklerimizle sınırlı değildir. Bunların
dışında Bayraklı’nın nesh, ehl-i kitabın imanı ve hırsızın elinin
kesilmesi gibi konularla ilgili görüşleri de, en az buraya aldığımız
örnekler kadar ciddi sorunlar arz etmektedir. Fakat biz makalenin
boyutlarını göz önünde bulundurarak burada eleştirimizi sadece
verdiğimiz örneklerle sınırlı tuttuk. Bu konularla ilgili
eleştirilerimizi daha geniş bir makalede eni konu incelemeyi
düşünüyoruz. ( Dar'ul Hikme )
[1] es-Suyûtî, el-İtkân fî ‘Ulûmi’l-Kur’ân, c. 2, s. 1189; Abdulaziz el-Buharî, Keşfü’l-Esrâr, c.1, s. 120. [2] Tefsir-i Taberî, c.4, s. 69 [3] Örnekleriyle Türkçe sözlük, MEB Yayınları, c. 1, s. 339. [4]
Abdullah İbn-i Mesud’un kıraatinde her iki zamir de müennes olarak
gelmiştir. Bkz. ez-Zemahşerî, Tefsiru’l-Keşşâf, c. 4, s. 560. [5] Tefsir-i Taberî, c. 14, s. 219. [6] Sahîh-i Buhârî, hadis no, 6633, 6819; Sahîh-i Müslim, hadis no, 1697, 1699, 4451. [7] el-Kettânî, Nazmu’l-Mütenâsir mine’l-Hadisi’l-Mütevatir, s. 173, 174. [8] Ebubekir Abdurrazzak, Musannefü Abdurrazzak, hadis no, 6626, 10170, 13357, 13364.
__________________ medeniyet
|