hanif Yasaklı
Katılma Tarihi: 31 mart 2005 Yer: Germany Gönderilenler: 380
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam
Halk arasında böyle bir inanç var.Üç tane cemre düşüyormuş. Biri toprağa biri suya biride havaya. Ondan sonra bahar oluyormuş
Bu işin aslı nedir bilen varmı?? Nasıl bir şey bu cemreler?? Gözle görünürmü???Bu bir hurafe mi yokda tabiatın doğal bir fonksiyonumu
Hem cemre ismi de sanki bana rastgele seçilmiş gibi gelmiyor.Cemre,nin çoğulu cemerat,tır
mekkede seytan diye adlandırılan o sütunlara cemerat denir
Acaba aralarında bir bağ mı var.Yani şeytanlar mı düşüyor havaya suya toprağa????
En iyisi ben bu meseleyi google hazretlerine sorayım dedim ve bakın ne çıktı karşıma
Havaya, suya, toprağa cemre düştü’ ne demek?
Zaman, 2 Mart 2004
Ahmed Şahin
Soru: Takvimler, havaya, suya, toprağa çemre düştü, diyorlar. Cemre nedir ki, havaya, suya, toprağa düşsün?..
Düşünce de bizi sevindirmiş olsun?.. Doğrusu, her söylenişte merak ediyorum bu cemre düşme olayını. Cemre nasıl bir varlıktır, ne kadar büyüklükte, ne kadar da ağırlıktadır?.. Bakınca hemen görebilir miyiz onu?..
Efendim, okuyucumun merakı yerinde bence. Çünkü çocukluk günlerimizde biz de şubat ayının yirmisinden sonra martın beşine kadar hep cemre arardık işin doğrusunu sorarsanız. Zaten şiddetli geçen soğuk kış ayları boyunca hasretle tekrar edilen temenni hep aynı olurdu:
-Ah bir cemre düşse.. gerisi kolay.. diye hayıflanıp durulurdu...
Nitekim soğukların şiddeti kırılır, yarı güneşli günler başlar, bir müjde bizim dünyamızı altüst ederdi:
-Bugün yirmi bir şubat. Yani cemrenin havaya düştüğü gün!..
Hemen güneşli duvar diplerine çıkar, havaya düştüğü bir müjde gibi söylenen sevgili cemreyi seyretmeye yönelirdik. Ne yazık ki bunca arzularımıza rağmen sevgili ve de sevimli cemreyi havada bir türlü göremezdik. Bir haftalık bir arayıştan sonra içimize bir ümitsizliğin çöktüğü sıralarda bir müjde daha uçurulurdu:
-Cemre bugün de suya düştü!..
Demek ki daha da yaklaştı bize. Hemen elimize sopaları alır, buzlu suların içinde cemre aramaya başlardık... Ne yazık ki çok yakınımızda olmasına rağmen cemreyi buzlu suların içinde de bulamazdık...
Ümitsiz bir bekleyiş yine başlardı. Ama bu çok sürmez, yeni bir söylenti daha çıkarılırdı:
-Bugün beş mart. Artık cemre toprağa düştü!..
Tam bir fırsat diye düşünürdük. Çünkü toprağa düşen cemreyi bulmak daha kolay olacaktır...
Hemen hazır bekleyen sopalarımızla nemli toprakları deşelemeye koyulur, büyük bir ümitle cemre aramaya yönelirdik...
-Bulur muyduk?..
-Nerde!..
İtiraf etmeliyim ki, çocukluğumuzun bu cemre arayışları hâlâ zihnimde sanki çakılı durmaktadır. Her sene yirmi şubattan itibaren düşmeye başlayan cemre günlerinde aynı olayları bir daha hatırlar, yeniden bir cemre arayışına yönelirim sanki.
Bulur muyum havada, suda, toprakta aradığım cemreyi?
Hayır. Ne havada, ne suda ne de toprakta bulamadım aradığım cemreyi.
Ama hiç beklemediğim bir yerde, bana en yakın bir durumda buldum cemreyi.
Meğer hiç de uzaklarda değilmiş; havada, suda, toprakta aradığım cemre. İki elle tuttuğum kitabın sayfaları arasındaymış. Bakın ne diyor elimde tuttuğum kitap cemre için:
-Cemre, Arapça bir kelimedir. Ateş, kor, köz manalarına gelir... Yani sıcaklık! demektir.
Halkımız öteden beri şubatın yirmisinden sonra cemre havaya düştü, derler, yani baharın müjdecisi sıcaklık, havada başladı demektir. Bundan bir hafta sonra da cemre suya düştü, derler. Bununla da sıcaklığın suda başladığını ifade etmiş olurlar. Bir hafta sonra martın beşinde ise, cemrenin toprağa düştüğünü dile getirirler. Bununla da sıcaklığın artık toprakta da başladığını, toprağa tohum atma devresinin başlayabileceğini anlatmış olurlar.
Demek ki, benim maddi bir cisim gibi havada, suda, toprakta aradığım cemre aslında itibari bir mefhummuş.
Sıcaklığın belli yerlerde başlama tarihleriymiş. Kışın soğukları önce havada kırılır, sonra suda, sonra da toprakta.. demeye getirilirmiş...
Bilmem, bu uzun çocukluk hatırasından sonra okuyucum cemre konusunda bir fikir sahibi oldu mu?..
Haber Giriş Tarihi:05 Mart 2004 - 08:36
Devlet meteroloji işleri genel müdürlüğü
http://www.meteor.gov.tr/2005/basinda/2004/basinda176.htm
Yıllardır hep duyarız, cemre suya düştü, havaya cemre düştü...En nihayet toprağa cemre düştü diye..Nedir bu cemre allahaşkına, gören, yakalayan var mı? Nasıldır? Nedir? Yenilir mi? İçilir mi? Ne renktir? Bilen var mı?...Her yıl 20 Şubat’ta birinci cemre havaya düşer...Hadi bakalım, hanginiz gördünüz cemreyi düşerken, düşmek üzereyken değerli dostlar? Göreniniz oldu mu acaba ?
Cemre, Arapça bir sözcük...Ateş, kor ateş, köz anlamına geliyor...Cemre düştü dediğimiz zaman, işte, havaya ateş düştü, toprağa kor ateş düştü demek istiyoruz aslında...Baharın geldiğini haber veriyoruz...Havanın suyun ve toprağın ısınmaya başladığını vurguluyoruz...Birinci cemre hep havaya düşüyor...20 Şubat’ta yani bir on gün sonra filan...Suya bir hafta sonra düşüyor cemre 27 Şubat’ta...En sonunda da, toprağa düşüyor: Onun da tarihi bazen 5 bazen de 6 Mart...Sözün kısası soyut bir kavram bu anlamda cemre...Birşeyin düştüğü filan yok aslında...Ama eskiden, acemi genç muhabirlere şaka yapmak için çokça kullanılırmış cemre düşme hadisesi...Yeni başlayan muhabire “Evladım bak bugün cemre suya düşecekmiş, git şunun fotoğrafını çek de haber yapalım “ diye acemi muhabiri dere, göl kenarlarına, su birikintilerinin bulunduğu yerlere gönderirler, zavallı muhabir de elinde fotoğraf makinesi dolanıp dururmuş akşama kadar, cemreyi görüntüleyeceğim diye...Akşama doğru boynu bükük, gazeteye döner, çekemedim efendim, diyerek makineyi büyük bir mahcubiyetle masanın üzerine bırakırmış...
Efendim, eskiden, kuzey ve iç bölgelerde yaşayan Arap kabileler, kış geldiğinde ovalara iner yanyana üç çadır kurarlarmış...İlk çadırda büyük baş hayvanlar, ortadaki çadırda kendileri, aileleri ve çocukları, sondaki çadırda da küçük baş hayvanlar, horozlar, tavuklar, keçiler, koyunlar bulunurmuş...Her bir çadırda da bütün kış hiç söndürülmeyen ve cemre adı verilen ateş yanarmış...Havalar ısınmaya başlayınca önce büyük baş hayvanların bulunduğu çadırdaki ateş söndürülürmüş, daha sonra kendi çadırlarındaki ateşi, en sonra da küçük baş hayvanların bulunduğu çadırdaki cemreyi söndürürlermiş...Daha sonra da cadırlarını toplayıp hayvanlarıyla birlikte yaylalara, yüksek yerlere çıkmaya başlarlarmış...
Eski Türklerde de cemre gökyüzünde yaşayan yakışıklı bir delikanlı olarak düşünülürmüş. Cemre adındaki bu delikanlı bir gün dünyayı merak etmiş ve yaklaşmış...Havaya düşmüş, bu sırada gördüğü bir kıza aşık olmuş, yaklaşmak isterken suya düşmüş, yıkanmış, temizlenmiş, daha sonra karada sevgilisine kavuşmuş. Bu aşk, yeryüzüne bereket ve sıcaklık getirmiş...Ayrıca eski Türk inancında üçüncü cemre günü lodosla poyrazın kavga ettiğine de inanılıyor, poyraz galip gelirse bahar geç geliyor, lodos zafer kazanırsa da baharın daha erken gelmesi bekleniyor...Cemrenin kor ateş, köz anlamından başka anlamları da var: Mina’da şeytana atılan taşların meydana getirdiği yığınlara da cemre deniyor söz gelimi...Bir çeşit iltihaplı bir çıban olan kara kabarcık da, cemre adını taşıyor...Bir tür çakıl taşına da yine cemre deniyor...Ayrıca daha çok kız adı olarak da kullanılıyor...
Turgay PASİNLİGİL
tamda tahmin ettiğim gibi çıktı
Efendim, eskiden, kuzey ve iç bölgelerde yaşayan Arap kabileler, kış geldiğinde ovalara iner yanyana üç çadır kurarlarmış...İlk çadırda büyük baş hayvanlar, ortadaki çadırda kendileri, aileleri ve çocukları, sondaki çadırda da küçük baş hayvanlar, horozlar, tavuklar, keçiler, koyunlar bulunurmuş...Her bir çadırda da bütün kış hiç söndürülmeyen ve cemre adı verilen ateş yanarmış...Havalar ısınmaya başlayınca önce büyük baş hayvanların bulunduğu çadırdaki ateş söndürülürmüş, daha sonra kendi çadırlarındaki ateşi, en sonra da küçük baş hayvanların bulunduğu çadırdaki cemreyi söndürürlermiş...Daha sonra da cadırlarını toplayıp hayvanlarıyla birlikte yaylalara, yüksek yerlere çıkmaya başlarlarmış ...
Ne ilginç değil mi.Mekkede ki cemrelerde 3 tane. Demekki bu insanlar havaların sıcak olmasını;Allahın yasalarına değil,şeytanların işi olduğuna bağlıyorlar yani böyle inanıyorlar.Mekkenin aşırı sıcak olmasını da hesaba katarsak olay dahada netleşiyor.
Dolayısıyla kendilerini aşırı sıcaklara maruz bırakan şeytanları sembolize eden sütunlar dikmişler ve bunları taşlayarak hınçlarını o taşlardan çıkarıyorlar
Hacda ibadet yapıyoruz diyerek o sutunlara taş atanlar,aslında arapların bu eski şirk ritüelini uyguluyorlar. Aynen kemal sunalın filmindeki cinleri kovan hocanın kış kış cinler kış kış demesi gibi
Saffat 158 Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler
Rahman 15 Cinleri de dumansız ateşten yarattı.
Şimdi bu iki ayeti beraber yanyana düşünelim. Cinlerin Allahın akrabası olduğuna inanan bu putperestlerde hiç bir değişme yok. Eski tas eski hamam,putperstliğe son gaz devam
Değişme olmadığını,bunların putperestliklerine daha peygamber hayatta iken bile devam ettiklerini,Yüce Allah bizzet peygamberin ağzından söylettirerek düm dünyaya haber veriyor
Furkan 30 Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler.
Gelelim şimdi işin en enteresan kısmına.Kurandaki haccı, işte burası diyerek tüm dünyayı kandıran ve kendi şirk ritüellerine alet eden bu sapıkların, yine aynı şekilde kurandaki kabe ve mescidi haram kavramlarını çalmak suretiyle kendi yaptıkları putlarına davet etmediklerinden eminmisiniz????
|