Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Allah’ın (c.c.) Sıfatları
1Allah’ın
(c.c) Zati Sıfatları:
Allah’ın (c:c.) zati sıfatları şunlardır:
a. Vücut: Var olmak demektir. Allah (c.c.) vardır. Ama O bizim
gibi bir bedene muhtaç değildir. O’nun varlığı zihinde herhangi bir kalıba
sokulamaz. Zihne Allah (c.c.) ile ilgili gelen her şekilden dolayı Allah’ı
(c.c.) tenzih etmek (sübhânallah demek)
gerekir.
b. Kıdem: Allah (c.c.) ezelidir. Allah’ın (c.c.) varlığının bir
başlangıcı yoktur. Allah (c.c.) ezelde (geçmiş bütün zamanlardan önce de)
vardı. Allah (c.c.) zaman kaydından uzaktır.
c. Beka: Allah (c.c.)
ebedidir. Allah (c.c.) biz fani varlıklar gibi ölümlü değildir. Aslında
Allah’ın (c.c.) zaman kaydından uzak olduğunu belirtmiştik.
d. Muhalefetü’n-Lil-havadis: Allah (c.c.) yarattığı hiçbir varlığa benzemez.
e. Kıyam
Bi-nefsihi: Allah (c.c.) Kendi zatıyla vardır. Varlığı için
kimseye muhtaç olmamıştır.
f.
Vahdaniyet: Allah (c.c.) birdir.
Bu sıfatlar, Allah’ın (c.c.) zatı ile ilgilidir.
Allah’ın (c.c.) zatı ise bilinemez, tasarlanamaz, nitelenemez, ölçülemez, yer
ve zaman kayıtlarına bağlanamaz. Bu özelliklerinden dolayı Allah’ın (c.c.) zati
sıfatları sübuti sıfatlarından farklıdır. Çünkü bu sıfatları sübuti (olumlu,
gerçekle bağdaşır) sıfatlar gibi varlık dünyasında, özellikle insan üzerinde
görmek olanaksızdır. Bu nedenle bu sıfatların bazılarını tam anlamıyla
kavramak da çok zordur. Çünkü insan zihni bu dünyadaki doğa yasalarıyla
biçimlenmiştir. Bu yüzden mantık kuralları Allah’ın (c.c.) zatını, dolayısıyla
zati sıfatlarını anlamakta ve kavramakta bir acziyet içerisinde bulunur. Yalnız
vahdaniyet zati sıfatı ahirette ceza yada ödül almada en önemli sınav konusu
olması dolayısıyla değerlerinden farklı olarak evrende, yeryüzünde, canlı ve
cansız varlıklarda değişik ayetlerle gözler önüne serilmiştir.
Allah’ın zati sıfatlarını varlıklara ilişkin
benzerliklerden tenzih etmek gerekir. Bu sıfatları sadece Allah’a (c.c.) has
kılmak gerekir. Bu nedenle bu sıfatlara tenzihi veya selbi sıfatlar da denir.
a. Vücut: Zati sıfatlardan vücut ile zihinde Allah (c.c.) ile
ilgili hiçbir şey tasarlanamaz. Allah’ın (c.c.) vücudu vardır, ama bu hiçbir
biçimde yaratılmışların vücuduna benzemez. Ayrıca Allah’ın (c.c.) vücudu ile
ilgili bir nitelik ve nicelik tasarlamak da doğru değildir.
Görünüşte insanın da bir vücudu vardır. Bu vücut,
Kuran’ın Kerim’in ifadesiyle topraktan yaratılmıştır. Toprak da bütün evren ve
içerisindeki her şeyle birlikte Allah’ın (c.c.) “Ol!” emri ile birlikte yoktan var edilmiştir. Allah (c.c.)
evreni ve içerisindekileri yaratırken kendisinden hiçbir şey eklememiştir. O
bunları yoktan yaratmıştır ve yaratmaktadır. Bilim, evrenin bir şişirilen balon
gibi genişlemeye devam ettiğini belirttiğine göre bu yaratma süreci şu anda da
sürüyor demektir. Allah’ın (c.c.) yaratma işini sadece bu evrenle de sınırlamak
doğru değildir. Kuşkusuz Allah (c.c.) mahiyetlerini bilemeyeceğimiz, hayal bile
edemeyeceğimiz nice evrenlerin de yoktan yaratıcısıdır. Bu yüzden yoktan
yaratılmış bir şeyi, hele insan gibi son derece aciz bir varlığı vücut yönü ile
evrenleri yaratan Allah (c.c.) ile karşılaştırmak, Allah (c.c.) karşısında
insanın bir varlığının olduğunu düşünmek son derece küstahça bir tavırdır. Bu
yüzden İslam bilginleri vücut sıfatını, varlık dünyasında, özelikle insan
üzerinde Allah’ın (c.c.) nitelik ve
nicelik kaydıyla etkileri yada yansımaları görülen sübuti sıfatlarından
saymamışlardır, zati sıfatları arasında kabul etmişleridir.
Allah (c.c.) Vacibü’l-vücuttur (yani varlığı gerekli,
olmaması düşünülemez). Diğer varlıklar ise, birer mümkündür ( yani Allah’ın
(c.c.) yaratıp yaratmamada ilahi
iradesine bağlı).
b. Kıdem: Allah’ın (c.c.) kıdem sıfatını da mantık kavramakta
zorlanır. Çünkü doğada her canlı varlığın bir başlangıcı vardır. Hatta cansız
varlıklar için de bu durum geçerlidir. Binlerce, milyonlarca yılda oluşan
fosillere belli bir yaş tespit edilebilmektedir. Hatta çağımızda bilim,
dünyamızın ve içerisinde bulunduğumuz evrenin bile bir başlangıcı olduğunu
kabul etmiştir. Ama Allah (c.c.) ezelidir. Allah’ın (c.c.) ezeli oluşunu
yaratılmış herhangi bir varlıkla karşılaştırmak olanaksızdır. Çünkü Allah
(c.c.) dışında herhangi bir ezeli varlık yoktur. Bu yüzden Allah’ın kıdem
sıfatını kavramak gerçekten çok güçtür.
Çağımıza gelinceye kadar pek çok filozof, dünyanın ve
evrenin ezeli olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden Allah’ın (c.c.) da dünya ve
evrenle aynı zamanda varolduklarını sanmışlardır. Çağımızda geçerliği yüksek
oranda kabul gören “Büyük patlama kuramı (Bingbang)” ile bu anlayış bilim dışı
kabul edilmiş, Allah’ın (c.c.) ezeli olduğu, yarattığı varlıkların da sonradan
meydana geldiği doğrulanmıştır.
c. Beka: Allah’ın (c.c.) kıdem (ezeli) oluşu mantıkla
kavranamayacak bir zati sıfatı iken beka (ebedi) zati sıfatı, insanın doğası
ile onaylanabilecek bir özellik taşır. İnsan, hiçbir zaman ölümü içine
sindirememiştir. Her ne kadar her birimizin sınırlı bir ömre sahip olduğunu
zihnen düşünsek de hiçbir insan ölümün kendi başına gelebileceğine ihtimal bile
vermek istemez. İnsan bu dünyaya adeta ebedi yaşamak için gelmiştir. Bu onun iç
dünyasında bir inançtan da öte bir şeydir. İnsan, ruhsal dünyasından gelen bir
güdüyle yani ebedi yaşam arzusuyla adeta hiç ölmeyecekmiş gibi bir ömür için
programlanmıştır. Bundan dolayı inançlı birisi de olsa pek çok insan gafletle ahiret hesabını düşünmeden günah denizine
dalmaktadır, Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları karşısında gereken saygıyı ve
titizliği göstermemektedir. Kuşkusuz iç dünyasındaki bu ebedi yaşam arzusu ile
kişi, Allah’ın (c.c.) beka sıfatını da rahatlıkla kavrayabilir. İnsana böyle
bir ebedi yaşam arzusu yüklediğine göre Allah’ın (c.c.) beka zati sıfatı ile
ahirette ebedi bir yaşamla insana ömür vereceğine inanabilir.
d.
Muhalefetü’n-Lil-havadis: Allah’ın
(c.c.) diğer bir kısım zati sıfatlarını anlamakta zihin aslında pek o kadar
önemli bir sıkıntı yaşamaz. Çünkü bunlar az çok mantık kuralları ile rahatlıkla
anlaşılabilir. Örneğin muhalefetü’n-lil-havadis (Allah’ın [c.c.] yarattığı
hiçbir varlığa benzememesi) zati sıfatını mantıkla kavrayabilmekteyiz. Şöyle
ki, bir ressam ile yaptığı tablodaki şekiller arasında bir ilişki kurmak,
ressamın tablosundaki şekillerle kendi fiziksel görüntüsünü çizdiğini iddia
etmek ne kadar saçma ise Allah’ı (c.c.)
yarattığı varlıklara benzetmek, O’nu yarattığı varlıklar biçiminde
tasarlamak da o kadar mantık dışı bir çabadır. Ressam kendi
resmini çizmeksizin kendi dışındaki varlıkların resmini çizmede sınırsız bir
olanağa sahiptir. Yüce Allah (c.c.) da mutlak ve özgür iradesiyle böyle bir
olanağa bir ressamdan daha çok hak
sahibidir. Bu yüzden yüce Allah’ı (c.c.) yarattığı varlıklara benzetmekten
tenzih ederiz.
e. Kıyam Bi-nefsihi: Allah’ın (c.c.) kıyam bi-nefsihi (Allah, [c.c.] Kendi
zatı ile vardır. Varlığı için kimseye
muhtaç olmamıştır) zati sıfatını da mantık kavramakta zorluk çekmesine karşın
varlık dünyasında verilecek bazı somut örneklerle de bu sıfat mantık için
anlaşılır kılınabilir. Örneğin bir trenin vagonlarını düşünelim. En sonuncusu
için “Bunu hareket ettiren şey nedir?” diye düşündüğümüzde ilk vagona kadar onu
nedenlere bağlayabiliriz. İlk vagondan da makine bölümüne geçebiliriz. Artık
“Makine bölümünü hareket ettiren nedir?” diye sormak saçma olur. Zira o
kendinden hareketlidir. Onun önünde hareket eden, ettiren bir cisim aramak
doğru değildir. Yüce Allah (c.c.) da varlık dünyasını yoktan var etmiştir.
Bütün doğa yasaları sonunda O’nun gücüne ve kudretine bakar. Gerek varlık
dünyasında gerekse doğa yasalarında ilk neden Allah’a (c.c.) dayanır. Allah’ın
(c.c.) varlığı ve sıfatları için Kendi’sinden başka bir dayanak, güç ve kudret aramak
tıpkı tren vagonlarının önündeki makine bölümünün önünde başka bir çekici güç
aramak gibi saçma bir şeydir.
f. Vahdaniyet: Allah’ın (c.c.) vahdaniyeti (bir oluşu) mantıkla,
evrendeki, yeryüzündeki, canlı ve cansız varlıklardaki pek çok ayetle
kavranabilecek bir gerçekliğe sahiptir. Bu açıdan diğer zati sıfatlarından
ayrılır. Allah (c.c.) vahdaniyetini
insanlar doğru yolu bulsunlar, hak dine girsinler diye adeta gözler önüne
sermiştir.
Her birimizin yüzünde aynı organlar bulunmaktadır.
Allah (c.c.) bununla her yüze yaratıcılarının tek olduğu (el-Vahid) imzasını
vurmuştur. Ayrıca her yüzde diğer yüzden ayrılan özellikler bulunmaktadır. Bu
küçük farklılıklar nedeniyle tıpkı aynısı iki yüze dünyada rastlanamaz.
İkizlerde bile durum böyledir. Allah (c.c.) bu küçük nüanslarla da eşsiz ve
benzersiz olma (el-Ahad) mührünü insanın yüzüne vurmuştur. Aslında bu durum tüm
canlı varlıklar için de geçerlidir.
Allah’ın (c.c.) tek oluşuna her varlık kendi hal
diliyle tanıklık etmektedir. Evrendeki düzen, varlıkların biçimlerindeki uyum,
yaratıcının tek olduğunu kanıtlamaktadır. Çünkü pek çok ilahın olduğu bir yerde
mutlaka mücadele ve rekabet de olacaktır. Bunun sonucu olarak pek çok ilahın
evrendeki düzeni anarşiye, varlılardaki uyumu da kaosa sürüklemesi gerekirdi.
Böyle olumsuz şeyler söz konusu olmadığına, yani evrende herkesin tanıklık
ettiği bir düzen, varlıklarda gözle görülür bir uyum olduğuna
göre Allah’ın (c.c.) tek olduğu gün gibi açıktır.
Allah’ın (c.c.) vahdaniyetinin, diğer zati sıfatlarına
göre insanın ölümden sonraki ahiret yurdunda ebedi ödül yada ceza görmesinde
önemli bir sınav konusu olması da dikkati çeker. Allah (c.c.) insanın Kendi’sinin
bir oluşunu kavramasını istemiştir. Kendi’sine başka bir varlığı şirk koşmasını
kesinlikle yasaklamıştır. Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim’de şirk dışında kalan
diğer günahları affedebileceğini de belirtmiştir. Şirki en büyük günah olarak
kabul etmiştir. Allah’a (c.c.) şirk koşanlar ebedi cehennemle uyarılmıştır.
Allah’ın (c.c.) vahdaniyeti (tek oluşu) insanların
aynı ebeveynin evlatları gibi toplumsal yaşamda ve kanun önünde bir ve eşit
oluşu anlamına gelmektedir. Şirk ise toplumsal yaşamda ve kanun önünde
eşitsizliği ve ayrımcılığı temsil eder.
2. Allah’ın
(c.c.) Sübuti Sıfatları:
Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatları şunlardır:
a.
Hayat:
Allah’ın (c.c.) diri olmasıdır.
b.
İlim:
Allah’ın (c.c.) her şeyi ezelde bilmesidir.
c.
İrade:
Allah’ın (c.c.) yapmak istediği her şeyde özgür ve bağımsız olmasıdır.
d.
Kudret:
Allah’ın (c.c.) her şeye gücünün yetmesidir.
e.
Semi: Allah
(c.c.) her şeyi işitir.
f.
Basar: Allah
(c.c.) her şeyi görür.
g.
Kelam: Allah
(c.c.) organa, sese ihtiyaç duymaksızın konuşur.
h.
Tekvin:
Allah (c.c.) yoktan yaratır.
Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatları zati sıfatları gibi
gerçekliğin ötesinde değildir. Mantıkla rahatlıkla kavranabilmenin yanında duyu
organları yoluyla gerçeklikle de karşılaştırılabilir.
Bu sıfatların önemli bir kısmı belli bir nitelikte ve
nicelikte olmak üzere insanda da bulunmaktadır. Oysa zati sıfatlar sadece
Allah’a (c.c.) özgüydü. Sübuti sıfatların bazılarının belli bir nitelikte ve
nicelikte insan üzerinde bulunmasını yanlış anlamamak gerekir. Zira bu konuda
ufacık bir hata insanın itikadını (inançla ilgili ilkelerini) bozmaya yeterlidir.
Allah (c.c.), bu sübuti sıfatlara bizim mahiyetini anlayamayacağımız,
nitelikten ve nicelikten yoksun bir biçimde sahiptir.
a. Hayat: Allah (c.c.), hayat sahibidir. Diridir. Hayat sahibi
yani diri olmak, bütün canlı varlıklar için de geçerli bir durumdur. Ama biz
canlı varlıklar için hayat sahibi olmak demek, uyumak, hastalanmak, yaşlanmak
ve ölmek anlamlarına da gelir. Daha doğrusu hayatın içinde yada sonunda uyku,
hastalanma, yaşlanma ve ölme gibi dönemler yada aşamalar da vardır. Oysa Allah
(c.c.) böyle şeylerden uzaktır. O değişim, dönem ve aşama gibi evrelerden
münezzeh (uzak) olarak hayat sahibidir. O’nun hayatının başlangıcı (kıdem)
düşünülemeyeceği gibi sonu (beka) da tasarlanamaz. Allah (c.c.) ezeli ve ebedi
olarak diridir. Ayrıca O canlı varlıklarda olduğu gibi uyku, hastalık,
yaşlanma, ölüm gibi zafiyet ve eksiklerden de uzaktır. O, hiçbir değişim,
dönem, aşama ve zayıflık geçirmeden diridir.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) diriliği
nerede, topraktan yaratılan insanın diriliği nerede? Bunları birbiri ile
karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
b. İlim: Allah (c.c.), ilim (bilgi) sahibidir. Daha henüz
evren ve insan yaratılmadan önce de O her şeyi biliyordu. O’nun ilmi ezel ve
ebedi kuşatıcıdır. Her insanın kaderi ezelde O’nun ilminde vardı. Hatta bir
insanın nefeslerinin sayısını, yaşamındaki hadiselerini, ahirettte nasıl bir
muameleye tabi olacağını ve nereye gideceğini de biliyordu. Yaşamındaki en
ufacık ayrıntı bile O’nun ilmi dahilindeydi. Ama Allah (c.c.) bu ilmini insanın
kısmi (cüzi) iradesiyle doğru yada yanlış yolu seçmesinde mecbur (zorunlu) tutmamıştı.
İnsanı da doğru ile yanlışı ayırabilecek bir ilim sıfatı ile donattıktan sonra
kısmi irade ile özgür bırakmıştı, fakat bu bedele karşılık her seçiminde
sorumlu tutmuştu.
Allah’ın (c.c.) ilim sıfatı her türlü eksiklikten ve
kusurdan uzaktır. İnsan sınırlı olanakları ile bazen yanlış şeyler öğrenir.
Bazen de öğrendiği doğru şeyleri unutur. Her zaman da bilmediği pek çok şey
vardır. Allah (c.c.) insana özgü olan bu kusurlardan ve eksiklerden uzak olduğu
gibi mutlak anlamda da ilim sahibidir. O’nun ilminde ne bir eksiklik ne de bir
kusur vardır. Her şeyi ilmine göre yarattığı gibi ilmiyle de her şeye her an
tasarruf etmektedir. Onları egemenliği ve kontrolü altında bulundurmaktadır.
Ağacından düşen bir yaprak bile O’nun ilminde yer aldığı gibi O’nun izni ve
yaratması ile de bu eylemini gerçekleştirmektedir.
Allah (c.c.) ilim sıfatı ile insana varlık âleminde
büyük bir üstünlük vermiştir. Hayvanlardan ilim öğrenme yönümüzle ayrılırız.
Hatta Allah’a (c.c.) yakın olan melekler bile insana tanınan bu manevi makama
gıpta ile bakmışlardır. Çünkü melekler akıl sahibi varlıklar olmasına karşın
onların tüm bilgileri Allah’ın (c.c.) kendilerine öğrettiği şeylerden
ibarettir. Onlar yeni şeyleri kendi yetenekleri ile öğrenemezler. Oysa insan
öğrendiği bilgiye bilgi katacak, bilgisini sürekli geliştirecek özelliklere
uygun olarak yaratılmıştır.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) ilmi nerede,
topraktan yaratılan insanın ilmi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak
bile bir küstahlıktır.
c.
İrade: Allah (c.c.), mutlak anlamda
irade sahibidir. O dilediği şeyi
yaratmada özgür ve bağımsızdır. Kimse O’nu yargılayamayacağı gibi O’nun mutlak
iradesi karşısında itiraz etmeye de güç ve takat bulamaz. Her şey ister
istemez Allah’ın (c.c.) mutlak iradesine
boyun eğmiştir. Yalnız Allah (c.c.) cin ve insan sınıfına verdiği kısmi irade ile yaşam biçimini seçme
özgürlüğü tanımıştır. Dileyen kişi Allah’ın (c.c.) dinini seçer, onu yaşam
biçimi edinir; dileyen kişi de ona karşı gelir, nefsinin, arzularının yolunu
tutar, onları ilahlaştırır, sadece onlara doyum sağlama gibi kısır, yaratılış
amacından uzak bir yaşam biçimini sergiler. Tabii Allah (c.c.) cin ve insan
sınıfına verdiği bu kısmi irade ile onları sorumlu da tutmuştur, ebedi ahiret
yurdunda seçtikleri yaşam tarzından dolayı onları hesaba çekecektir. Allah
(c.c.) Kendi iradesine uygun bir hayat biçimini yaşayanlardan ahirette razı
olarak onları cennetle ödüllendirecek, peygamberleri aracılığı ile gönderdiği
dinlerin emir ve yasaklarına aykırı bir yaşam biçimine sapanları da gazaba
gelerek cezalandıracaktır.
Allah (c.c.) bir şeyi irade ettiği (dilediği) zaman o
şeye “Ol!” der, o da hemen oluverir. İnsanın dilemesi ise sınırlıdır. Allah
(c.c.) dilemedikçe de insan dileyemez. Ama yine de Allah (c.c.) insana bizim
mahiyetini (içeriğini, özelliklerini) pek kavrayamadığımız bir özgürlük de
vermiştir. İnsan kendisine tanınan bu özgürlükten ötürü yaptıklarından sorumlu
tutulmaktadır. Aslında yaşamımızdaki tüm olaylara kuşbakışı baktığımızda
bunlarda bize tanınan kısmi iradenin ne kadar küçük bir rol oynadığını (yani
sadece belli belirsiz bir niyet olduğunu,) görürüz. Örneğin bir arkadaşımız
bizden biraz borç para istedi. Ama bizim niyetimiz arkadaşımıza borç para
vermemek yönündedir. Bunu da bir irade olarak göstermek istiyoruz. Böyle basit
bir olayı enine boyuna incelediğimizde kısmi irademizin boyutunu da daha
yakından kavramış olabiliriz. Arkadaşımızın bizden borç para istemesini
arzulamadığımızı belirtmiştik. Ama bir zamanlar biz ondan borç para almıştık.
Bu durumda bizim de ona borç para vermemiz gerekmektedir. Çünkü vicdanımızda bu
yönde bir baskı hissettiğimiz gibi arkadaşımız imalarıyla bize bu konuda manevi
bir yaptırım da uygulamaktadır. Ayrıca yakın çevremiz de bizi borç para verme
yönünde zorlamaktadır. Elimizde de yeterli para varsa borç para vermek dışında
başka bir seçeneğimiz kalmayabilir. Hele hele o arkadaşımız bizim yeterli
paraya sahip olduğumuzu da biliyorsa bu konuda elimiz kolumuz bağlanabilir.
İstemediğimiz halde, yani irademiz dışında kalarak arkadaşımıza borç para
verebiliriz. Oysa gönlümüz bu işi hiç onaylamamıştı ve arkadaşımıza borç parayı
uygun görmemişti. İşte yaşamımızdaki her olayı böyle inceden inceye
irdelediğimizde gerçekte insanın çoğu kez iradesi dışında kalan güçlere yenik
düşerek hareket ettiğini görürüz. Oysa yüce Allah’ın (c.c.) iradesi böyle bir
zayıflık ve kusur içermez. Allah (c.c.) mutlak anlamda bir irade sahibidir.
Allah’ın (c.c.) insana kısmi irade vermesi de O’nun
kudretinin büyüklüğüne ve yüceliğine bir işarettir. İnsan bilgisayar
yapabilmekte, bu yolla zihnin bilgiyi hafızada tutma işlemini maddeye, tekniğe
en mükemmel şekilde yansıtmaktadır. Hatta bu özellik bilgisayarda insandan daha
ileri bir derecede bulunmaktadır. Zira insanlar unutkanlık ile genellikle
bilgiyi yitirme, değiştirme gibi olumsuz bir durumla karşılaşırken teknik bir
arıza olmadan bilgisayarda bilgi yitirilmeden, değişmeden kalmaktadır. Robotlarla da günlük bazı işler giderilmeye
çalışılmaktadır. Ama robotlar bilgisayarlar kadar geliştirilmiş ve
yaygınlaştırılmış değillerdir. Bilim kurgu filmlerinde insanın robotlarla ilgili bir kaygısı çokça
konu olarak işlenmiştir: Gerçi henüz insanda olduğu gibi irade sahibi bir robot
icat edilmiş değildir. Robotlar bilgisayarların bir uzantısı olarak işlem
görmekteler, kendilerine yüklenen program dahilinde iş yapmaktadırlar. Bağımsız
karar alma, aldığı kararı özgürce uygulama gibi yeteneklere sahip
bulunmamaktadırlar. Buna karşın bu bilim kurgu filmlerinde böyle insan gibi
irade sahibi robotlar tasarlanmıştır. Bu filmlerde değişmeyen çatışma, bu
robotların bazılarının imalat hatası olarak insan için bir tehlikeli silaha
dönüşmeleridir. Bunları yok etme de filmin baş kahramanına düşen bir görev
olmaktadır. Şimdi bizler de kendimizi bu robotların yerine koyarak yüce yaratıcımız
katında nasıl bir rol oynadığımızı, yaratılış amacına hizmet edip etmediğimizi
bir düşünelim. Görürüz ki yüce Allah (c.c.) mutlak iradesiyle bizlere tam
olarak hakimken, bizi her an öldürebilecekken kısmi irademizi kullanmamıza izin
vermiştir. Kendisine itaat edip etmeme konusunda bizlere seçenek sunmuştur.
Kısmi irademize aleyhine de olsa saygı göstermiştir. Günah işlediğimizde sabır
gösterip tövbe etmemiz için imkan tanımıştır.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) iradesi
nerede, topraktan yaratılan insanın kısmi iradesi nerede? Bunları birbiri ile
karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
d. Kudret: Allah (c.c.), sınırsız kudret (güç) sahibidir. Allah’ın (c.c.)
kudret sübuti sıfatı gözler önünde olan şeylerde bile insana büyük bir dehşet
duygusu verir. Oysa cennet ve cehennem gibi gerçekleri ile de biliyoruz ki,
aslında bütün yaratılmış olan şeyler henüz gözlerimizin önünde değildir.
Allah (c.c.) yoktan evreni ve içerisindeki yıldızları,
gezegenleri yaratmıştır. Koyduğu kanunlarla bu yıldız ve gezegenler evren
boşluğunda kendilerine özgü hareketleri
yaparak dengede durmaktadırlar. Bunları hayal dünyamızda canlandırmamız bile Allah’ın
(c.c.) sınırsız kudreti hakkında bir fikir verebilir sanırım. İnsanın kendi
yaratılışı üzerinde düşünmesi de Allah’ın (c.c.) kudretini anlamayı
sağlayabilir. İki ayağı üzerinde dimdik duran insanoğlu bu ayırıcı özelliğiyle
diğer memelilere göre daha üstün bir biçimde yaratıldığını adeta kanıtlamaktadır. Zekası ile doğayı
anlaması, ona hakim olması, teknik araçlarla ondan en azami bir biçimde
yararlanması görünüşte insana ait bir kudret olsa da gerçekte Allah’ın (c.c.)
kudretine işaret eden birer ayetleridir. Çünkü nihayetinde insana verilen
kudreti de yaratan yüce Allah’tır. Öyle ise asıl kudret sahibi olan ancak
Allah’tır.
İnsandaki kudret, Allah’ın (c.c.) iradesiyle kendisine
verilmiş ödünç bir enerjidir. Örneğin elimizi havaya kaldırmamız bize verilen
bir kudretle gerçekleşmektedir. İrademiz elimizi havaya kaldırma yönünde bir
karar aldığında Allah (c.c.) verdiği kudretle bu eylemi gerçekleştirmektedir.
Bu işte bize ait olan kısım, sadece elimizi kaldırma isteğidir. Yani bir
niyettir. Bu isteğin gerçekleşmesi için gerekli olan enerji ve eylem Allah
(c.c.) tarafından yaratılmaktadır. Çünkü Allah (c.c.) mutlak anlamda irade
sahibi olduğu gibi mutlak anlamda güç sahibidir de. Allah (c.c.) bu konuda öz
olarak şöyle demektedir: “Sizi ve
yaptıklarınızı Allah yarattı (Saffat suresi, ayet 96)”.
Allah (c.c.) sadece henüz yıldızlarının ışığı dünya
yaratılalı beri bize ulaşamamış bu büyük evrenin değil başka, mahiyetlerini
bilemeyeceğimiz, hayallerini bile kuramayacağımız evrenlerin de yaratıcısıdır.
O’nun gücüne bir kayıt ve son düşünülemez.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) kudreti
nerede, topraktan yaratılan ve üstelik Allah’tan (c.c.) ödünç olarak alınan
insanın gücü nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
e. Semi: Allah (c.c.),
her şeyi işitendir. O’nun işitmesi için kulaklara ve sese ihtiyacı
yoktur. Bir fısıltının bile anlamı ona gizli kalmaz. Hatta O kalplerde geçen
niyetleri bildiği gibi zihinlerde geçen ve henüz sese dönüşmemiş düşünceleri de
anlar. Oysa insanın işitebilmesi için konuşmanın anlaşılır bir dille ve belli
bir frekans aralığında yapılması gerekir.
Allah’ın (c.c.) gönlündeki niyetleri ve zihnindeki
düşünceleri bilmesine karşın insanın O’nun hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmak
istemesi, O’nun razı olmadığı ve
öfkelendiği düşünceleri kafasında geçirmesi ne büyük bir bahtsızlıktır.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) işitmesi
nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratmasıyla
işitmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
f. Basar: Allah (c.c.) her şeyi görendir. O’nun görmesi için
gözlere ve ışığa ihtiyacı yoktur. Karanlık bir gecede siyah taşın üzerindeki
siyah karıncanın ayaklarını da görür. Hatta insanın göremediği kapalı şeylerin
içerisindekiler de O’nun için apaçıktır. Oysa insanın görebilmesi için yeterli ışık miktarı ile nesnenin gözler
önünde bulunması gereklidir.
Allah’ın (c.c.) her şeyi gördüğünü bildiği halde
insanın O’nun hoşlanmadığı ve öfkelendiği şeyleri yapması ne büyük bir bahtsızlıktır.
Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) görmesi nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın
(c.c.) gücü ve yaratmasıyla görmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak
bile bir küstahlıktır.
g. Kelam: Allah (c.c.), konuşur. Ama O’nun konuşmasının hiçbir
organa, dile, sese ihtiyacı yoktur. Allah (c.c.) mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde
konuşur.
İnsanlara doğru
yolu göstermesi için indirilen kutsal kitaplarında bizim anlayabileceğimiz ses
ve harfleri kullanmıştır. Kuran-ı Kerim O’nun ezeli sözüdür. Kuran-ı Kerim
bizler gibi mahluk (yaratılmış) değildir.
Allah (c.c.) Hz. Musa Aleyhisselâm ile mahiyetini anlayamadığımız bir tarzda
konuşmuştur. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Miraç gecesi hem
Allah’la (c.c.) konuşmuş hem de O’nu görme şerefine erişmiştir.
Kuran-ı Kerim’i okuyan Allah’la (c.c.) sohbet etme
nimetine erer. Kuran-ı Kerim anlamını bilmeden okunduğunda da manevi
feyizlerini verir.
Kuran-ı Kerim Levh-i Mahfuz’dan indirildiği için onda
her şey temsil yoluyla, yada bir prototip (küçük örnek, model) olarak
mevcuttur. Kuran-ı Kerim bütün yaratılmışları, olgu ve olayları kapsayan
mucizevi bir kitaptır. Allah’ın (c.c.) ezeli ilim, irade, kelam sıfatlarının
tecellisidir.
Evrendeki, yeryüzündeki, insandaki her şey Allah’ın
(c.c.) birer ayetidir. Allah (c.c.)
bunlarla insanlara çeşitli mesajlar verir. Allah’ın (c.c.) evrendeki ve insan
üzerindeki en büyük ayetlerinden birisi uyuma, uyanma; gece, gündüzdür. Allah
(c.c.) bu ayetleri ile ölüme benzeyen
gece ve uykuyla bu dünyaya bir gün veda edeceğimizi; tekrar dirilme (haşir)
gibi olan uyanma, gündüz ile de ahiret hayatımızın başlayacağını bizlere
yaşatarak her gün anımsatmaktadır. Aynı mesajı mevsimler yılda bir kez görsel
ve tensel duyularımıza seslenerek
bizlere bir başka açıdan yine sunmaktadırlar. Allah (c.c.) tekrar dirilme
olayını sadece kutsal kitaplarındaki ayetleriyle bizlere vermekle yetinmemiş,
ayrıca evren ve insan gerçekliğine de
sözünü ettiğimiz, anlaşılır bir dille ilgili olgu ve olayları yaşatarak işlemiştir.
İnsanoğlu Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmeye pek
güç yetiremese de Allah’ın (c.c.) kendisi ile kutsal kitapları aracılığıyla
iletişim kurduğunu, emir ve yasaklarını bildirerek onun yaşamını biçimlendirmek
istediğini görmek, tanımak istemez. Kuran-ı Kerim’e yaşamında hak ettiği yeri
vermez. Oysa eşinden, dostundan gelen bir mektubu defalarca kez okur, onu iyi bir yerde de saklar. Kendisini yoktan
var eden ve öldürdükten sonra da diriltip ödül ve ceza için hesaba çekecek olan
Allah’ın (c.c.) mektubuna (yani Kuran-ı Kerim’e) düşman kesilir yada ilgisizlik
gösterir. Onun -haşa- çağ dışı
olduğunu/eskidiğini düşünür, söyler.
Evrenleri
yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) konuşması
nerede, topraktan yaratılan insanın Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratması
ile konuşması nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
h. Tekvin:
Allah (c.c.) her şeyi yaratır. Allah (c.c.) bütün evreni yoktan var etmiştir.
Yaratırken de maddeye ihtiyacı olmamıştır. Kendisinden de hiçbir şey
eksilmemiştir. O yokluğa “Ol!” emrini vermiş ve iradesi ile yaratmak istediği
her şey zahmet çekmeden meydana gelmiştir. Allah’ın (c.c.) sınırsız gücü her
şeyi yaratmaya kadirdir. O’nun için yoktan yaratmada hiçbir zorluk ve sıkıntı
yoktur.
Ehl-i sünnetin itikadi (inançla ilgili ilkeler) mezheplerinden
birisi olan Maturidiler, Allah’ın (c.c.) sübuti sıfatlarından birisi olan
tekvini ayrı ve bağımsız bir sıfat olarak kabul ederken; yine Ehl-i sünnetin
itikadi mezheplerinden birisi olan Eş’ariler ise, Allah’ın (c.c.) kudret
sıfatının bir parçası olarak alırlar ve müstakil bir sıfat olarak düşünmezler.
Allah’ın (c.c.) yaratma sübuti sıfatı insanın her
eylemini de kapsamaktadır. Öyle ki insanı
ve yaptıklarını yaratan Allah’tır (bk. Saffat suresi, ayet 96). Görünüşte
insana ait olan bütün eylemleri aslında Allah (c.c.) yaratmaktadır. İnsanın
yürümesi, ellerini kaldırması, konuşması, yemek yemesi, düşünmesi, görmesi,
işitmesi… hep Allah’ın (c.c.) yaratması ile meydana gelmektedir. Kuşkusuz bu
düşünce ile insanın kısmi iradesini ortadan kaldırmak da doğru değildir. Allah
(c.c.) insanın niyetlendiği kötü eylemleri de yaratır, ama bunlardan razı
olmaz. Yaratma eylemi Allah’a (c.c.) ait olduğu için çoğu kez insanın
niyetlendiği kötü şeyleri merhametinden gerçekleştirmez. Böylelikle insana bir
çeşit ihsanda bulunur. İnsan her ne kadar bu eylemleri kendisi yaratmasa da
gönlünden geçirdiği bir niyetle sahiplenmektedir. Ayrıca bu niyetle de bu eylemlerden
sorumlu tutulmaktadır. Ahirette bunun için de hesaba çekilecektir.
İnsanda ne güç ne de yaratma işi vardır. Güç ve
yaratma işi Allah’a (c.c.) özgü şeylerdir. Ama insan Allah’ın (c.c.) gücü ve
yaratmasıyla bir şeyler yapabilir. Örneğin uçak yapmayı düşünebilir. Ama ne
uçağın maddesini kendisi yoktan yaratmıştır ne de uçağın uçmasını sağlayan doğa
yasalarını. Bunlar Allah’a (c.c.) ait şeyler olduğu gibi o kişinin uçak
tasarısını eyleme geçirmek için gerekli tüm insan ve araç enerjisini ve
eylemlerini de Allah (c.c.) yaratmıştır. Böyle birinin uçağı kendisinin
yaptığını söylemesi örfi (geleneksel) bir durumdur. Günlük dilde fiillerin
insana nispet edilmesi yaratma yönüyle değil kazanç/sorumluluk (kesb) yönüyle
doğru kabul edilir. Bu nedenle doğal karşılanır. Ayrıca insanın böyle konuşmasında da dini açıdan bir
sakınca görülmez. Örneğin “Yürüdüm, ellerimi kaldırdım, konuştum, resim yaptım…”
gibi ifadeler, gayet doğal ve dini açıdan herhangi bir sakıncası olmayan
sözlerdir.
Bir insanın başarısını Allah’a (c.c.), kötü ve çirkin
fillerini de kendisine yada şeytana bağlaması edep gereğidir. Örneğin Allah’ın
(c.c.) izni ile birinci oldum, Allah’ın (c.c.) yardımı ile sınıfımı taktirle
geçtim; nefsimin esiri olarak o günahı işledim, nefsimin gafletiyle ihmal ettim,
şeytana uyarak yaptım gibi. Bazı kişilerin yaptıkları suçları kadere havale
etmeleri Allah’a (c.c.) bir hakaret anlamı taşımaktadır. Bu yüzden “kader
mahkumu” gibi ifadeleri kullanmamak gerekir.
Allah (c.c.) ile sanatçı arasında yaratma ile meydana
getirme yönü ile bir koşutluk kurulabilir. Allah (c.c.) yarattığı evren ve
varlıklarla kendi isim ve sıfatlarını göstermiştir. Sanatçı da eseriyle kendi
öz yaşamını ve iç dünyasını ölümsüz kılmak ister. Ama Allah (c.c.) eserlerini
bir örnek olmaksızın yoktan var ederken sanatçı her zaman bir örneğe ve çeşitli
malzemelere muhtaçtır. Bazen sanatçılar için yaratıcı, eserleri için de yaratma
sıfatları kullanılmaktadır. Bu elbette büyük bir yanlışlıktır. Zira sanatçı
ancak öz yaşamını ve iç dünyasını eserine yansıttığında büyük olma onuruna
erişmektedir. Meydana getirdiği şeyler de önceden yaşanmış yada oluşmuş
şeylerdir, esere yansımaları ile yeniden yaratılmış değillerdir. Zaten bu
büyüklüğe ermemiş kişilere de sanatçı denmeyeceği açıktır. Sanatçının eserlerine
bir yaratma eylemi olarak bakmamalıdır. Bunun için sanatçı ve eseri için
yaratıcı ve yaratma gibi sıfatlar yerine oluşturma ve meydana getirme gibi daha
yerinde sözcükler kullanmak gerekir.
Evrenleri yoktan yaratan Allah (c.c.) nerede, topraktan yaratılan insanın
Allah’ın (c.c.) gücü ve yaratması ile bir şeyler oluşturması yada meydana
getirmesi nerede? Bunları birbiri ile karşılaştırmak bile bir küstahlıktır.
|