beyyine_45 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 22 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 131
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
BEN ALLAH’DAN
KORKARIM
Konu başlığının, okuyucunun dikkatini ilk bakışta yanlış
anlamalara yönlendirme olasılığını göz önünde bulundurarak, kısa bir açıklama
ile başlamak isterim. Kur’an-Kerimde ihtiyacımız olan konularda araştırma
yaparken, Rabbimizin elçileri, muhataplarının olağanüstü, kendilerinin
tasarrufu dışındaki istekleri yerine getirme imkansızlıklarını dile getirdikten
sonra, muhataplara ve aynı zamana tüm zamanlarda tebliğ görevini üstlenmiş
müslümanlara örnek olacak, adeta kalıp haline gelmiş cevabı verdiklerini
gördük. ”Bize kavuşmayı (Diriliş gününü)
kabul etmeyenlere apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman “Bu Kur’an dan başka bir
Kur’an getir, veyahut O nu değiştir” dediler. Deki “Benim için kendiliğimden
onu değiştirmem olası değil, ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer ben
Rabbime isyan edecek olursam (ayetleri sizin isteğinize göre değiştirirsem),
büyük bir günün azabından korkarım.” Yunus suresi 15” Misal olarak
verdiğimiz bu ayette görüldüğü gibi, Konu başlığını kendi nefsimi tezkiye etmek
için değil, ilgili ayetlerin tefsirinden verdik. Konu, insanlar var olduğu
sürece, kıyamete kadar güncelliğini yitirmeyecek olan, toplumların sulh ve
sükun içerisinde bir arada yaşamalarının gerektirdiği olmazsa olmazlardan
birisidir.
İslam dinine inanmış her mü’min için, Allah’a inanmaktan
sonra ki ilk görevi, Rabbini en doğru şekilde, O nun Uluhiyetine, Azametine ve
Yüceliğine yaraşır biçimde tanımaktır. İhlas suresinde kendi zatının bir
benzerinin ve mislinin olmadığını belirten Allah, kendisi kullarına elçiler
vasıtası ile ulaşıyor zatını ve vasıflarını tanıtıyor. Yaratılmış olan biz
kulların (Allah’ın elçi seçtiği peygamberlerde dahil) Allah’a ulaşması
gücümüzün dışında olduğu gibi, O nun bilgisinden, öğrettiğinden başka bir şey
kavramamız ve öğrenmemizde mümkün değildir
”Bakara suresi 255.” İşte her şeye gücü yeten, Aziz, Kebir, Kadir, Muhit,
Zuintikam, Habir, Basir, Sem’i, dilediğini bağışlayan ve dilediğine azap eden
Allah’tan korkulmaz da başka kimden korkulur ? Allah’ın elçileri, Rablerini en
iyi tanıyan ve tanıtan beşer olup Allah’dan gereği gibi en çok korkan onlardır.
Gereği gibi ifadesinin daha iyi anlaşılması için, Allah’ın kitabından ilgili
ayetlere göz atmamız gerekiyor. “Onlar
Allah’ı gerektiği gibi (hakkıyla) tanıyamadılar.Kıyamet günü arz bütünüyle O
nun avucunun içindedir, gökler de O nun sağ elinde dürülmüştür. Onların
koştukları eşlerden Allah uzaktır. Zümer Suresi 67” Ayette geçen Arzın
avucunun içinde olması, deyimsel bir ifade olup, bizim dilimizde de “Ben
mahalleyi veya şehri avucumun içi gibi bilirim” dediğimizde, mahalleyi veya
şehri en ince ayrıntılarına kadar biliyorum demek isteriz. Bu misalde Allah’ın
kainatta her şeyi en ufak ayrıntılarına kadar bildiğini, sağ el deyimiyle de,
her şeye gücünün yetip, kontrolün de olduğunu ve dilediği gibi tasarruf
ettiğini bize öğretmektedir.
Eğer Allah gerektiği gibi doğru tanınmazsa, doğru
bilgilerin yerini, insanın hayalinde canlandırdığı ütopik bir ilah kavramı yer
alacak, daha sonra ihtiyacına göre bu ilahı vasıflandıracaktır. Kendisi gibi,
sevinen, üzülen, oğullar –kızlar, sevgililer ve dostlar edinen, sevdikleriyle
sarmaş dolaş olup, oturup sohbet eden bir ilah! Bu sıraladıklarımız, kitaplarda
yazılanların bir kısmı, bir müslümanın haya edeceği daha nice uydurmalar
Allah’a yakıştırılıyor. Bizde deriz ki Sübhanallah (Allah bütün eksik
sıfatlardan uzaktır.) “ Yahudiler ve
Hıristiyanlar “biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz dediler.” Deki
“Günahlarınızdan dolayı Allah size niçin azap ediyor. Hayır hayır siz sadece
yarattığı bir insansınız” Maide Suresi 18. Allah’ın vahyinden
uzaklaştırılmış, kendileri de merak edip okumamış insanlara, Allah hakkında ne
anlatılmışsa, ne kadar bilgi verilmişse onunla yetinip, Rableri ile ilgili doğru
bilgilere uzak kalanlar, cehaletlerini yanlışlarla devam ettirip götürmekteler.
Misal olarak veriyorum: Allah’ın kulu ve elçisi olan Peygamberimiz Hz. Muhammet
(a.s.) ile ilgili konuşurken “Habibullah” diye hitap ediyorlar. Halbuki bu
hitabın manasının “Allah’ın sevgilisi” anlamına geldiğini bilseler, Allah’ın
hiçbir kimseyi sevgili edinmediğini Maide suresi 18 de belirttiğini
öğreneceklerdi. Sonra sevgili edinmenin insani bir özellik olduğunu, sevenin,
sevgilisinin her türlü nazına, kaprisine, ve
yanlışlarına katlandığı bilinen bir gerçektir. O halde bu vasıfların
zaaftan kaynaklandığını, bunun bir eksiklik olduğunu her kes bilir. Böyle bir
eksiklikten Yüce Yaratanımızı tenzih eder, kullarına inzal ettiği kitabında,
onlara nasıl hitap ediyorsa, o şekilde bizimde bu hitapları kullanmamız
gerekir. Aksi halde Allah adına yalan uydurmuş oluruz ki; buda en büyük
zulümdür Araf suresi37. Allah’dan
gereği gibi korkanların, O nun adına söylenen sözlerin, büyük sorumluluk
olduğunu bilirler ve kitabımız Kur’an’ın dışında Allah (c.c.) adına asla bir
şey söylemezler.
Allah’ın kitabını okuyup anlamaya çalışanlar, Allah’ın
dinini anlamada, Kur’an’ın, insan için anlayabileceği kolaylıkta açıklanmış ve
anlaşılır bir kitap olduğunu göreceklerdir. “Biz bu Kur’an da insanlar için her türlü misali kullandık. Ancak
insanların çoğu kabul etmemekte direniyorlar” İsra Suresi 89. Allah’ın dini
İslam, kolaylaştırılmış ve pratiği yaşanmış bir din. Tamamlanmış bu dini
zorlaştırmanın, sanki eksiği varmış gibi içerisine, doğru olmayan şekiller
katmanın hiçbir mantığı yok. Allah’a kulluk etmek isteyen her kes Rabbinin
ayetlerine kulak vermesi yeterlidir. ”Bu
kitap, ayetleri hükümlendirilmiş, sonra her şeyin hükmünü veren, her şeyden
haberi olanın yanında en ince ayrıntılarına kadar açıklanmıştır ki, Allah’tan
başkasına kulluk etmeyesiniz. Ancak bende sizi, onun içindekilerle uyarıcı ve
müjdeciyim. Eğer Rabbinizden bağışlanma diler, sonra O na tövbe ederseniz,
zamanı O nun tarafından belirlenmiş bir vakte kadar, güzel bir yaşayışla sizi yaşatır
ve her lütuf sahibine, lütfunun karşılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben
sizin üzerine gelecek büyük bir günün azabından korkarım.” (Hud Suresi 1-3) Bu ayetlerde Rabbine kul olmak isteyen
insanın, en doğru kaynak olan kitaba yönelmesi mecburi istikamet
gösterilmektedir. Kulluk sınırları Yaratıcı tarafından belirlenmiş, buna ne bir
ilave, nede çıkarma yapılabilir. Dolaylı yollardan, aracılarla Allah’a kulluk
etmek, affedilmez bir davranış biçimi olduğundan (Nisa suresi 48), o
kimse şirkin içine batmış ve nefsine zulmetmiş demektir. Allah asla kendisine
sahte ilahların aracılığıyla kulluk edilmesini istemediği için, ayetler
bizatihi kendisi tarafından açık ve teferruatlıca anlatılmıştır. Bu gerçekleri
kavramış ve anlamış Allah’ın elçileri, yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi kitabın
çizdiği kulluktan yüz çevirenler için, büyük bir günün azabından korktuklarını,
yani bulundukları hatalı kulluklarını devam ettirmelerinden dolayı azabın
kesinliğini dile getirmişlerdir. ”Deki
“O na ait olan katkısız (halis) din ile kulluk etmem ve Allah’a ilk teslim
olanın benim olmam, bana emrolundu. Eğer rabbime isyan edersem büyük bir günün
azabından korkarım.” Deki “Ben Allah’ın katkısız dini ile (ne emretmiş ise,
kendiliğimden bir şey katmadan) O na kulluk ediyorum. Sizde Allah’tan başka
dilediğinize kulluk edin.” (Zümer Suresi 11-15) Allah’a kulluk etmede en
güzel örnek olan Muhammed (a.s.), Rabbi ona ne emretmişse, hiçbir şey ilave
etmeden, (halisane) kulluk etmiştir. Aksi halde kulluk etmede diğer insanlara
örnek olması söz konusu olamazdı. Dikkat edilirse ayette emredilenin dışındaki
yollarla kulluk etmeyi, isyan olarak nitelendiriyor, bu isyanın sonucunda büyük
bir azabın kaçınılmaz olduğunu bildiği için, beraber yaşadığı toplumunu
uyarıyor. Günümüz dünyası ve içinde yaşadığımız toplumda, önceki atalardan
gelen kitap dışı ibadetleri ve şekillerini, hem görüntülü medya yayınlarından
veyahut da kendimiz o cemaatların içerisine girdiğimizde görüyoruz. Mevlitler,
semah gösterileri, müzik aletleri eşliğinde danslı zikirler, kitap dışı en çok
uygulanan örnek batıl ibadetler ve bunların dışında daha pek çok ritüeller
sayılabilir.
Allah korkusu, inanan insanların hayatına bir düzen ve
disiplin getirir. Beraber yaşadığı insanlara güven verir. Bu korku inananları
yanlış yapmaktan alıkoyar, hata yapma nispetini en az seviyeye indirir. O bilir
ki yanlışta olsa, doğruda olsa yapılan amellerin mutlak surette bir karşılığı
olacak. ”Eğer sen beni öldürmek için
elini kaldırırsan, ben seni öldürmek için asla elimi sana kaldırmam. Çünkü ben
Alemlerin Rabbinden korkarım.” Maide Suresi 28” Ayetinde konusu edilen,
insanlık tarihinin ilk insan öldürme olayı anlatılırken, Rabbimiz Ademin iki
oğlu diye kıssaya başlıyor. Bizim bu kıssadan çıkaracağımız ders şu olmalıdır.
Allah yer yüzünde yarattığı ilk insanlara, davranış ve yaşayış biçimlerini,
elçiler vasıtasıyla öğreterek, doğruları ile yanlışları belirlemiş,
sorumluluklarını bildirmiştir. Bu ayette karşımıza iki tip insan karakteri
çıkıyor. Birincisi, alemlerin Rabbi olan Allah’a inanmış, “Allah’ın haram kıldığı bir nefsi geçerli bir neden olmadan
öldürmeyin.” İsra Suresi 33 ayetindeki yasağı iyi kavrayıp O na teslim
olmuş, yasaklanmış adam öldürme fiilinin karşılığının ebedi bir azap olduğunu
bilen, bundan dolayı da bu tür yanlışları yapmaktan korkan insan tipi. Diğeri
de, bunun tam tersi nefsani arzularına esir olmuş, basit bir nedenden dolayı
kardeşini katletmeyi kendine göre haklı bularak öldürmeyi aklına koymuş, bir
insan tipi. Bu kıssa özelleştirilerek anlatılmış bir olay olmasına rağmen, Allah’ın
yasakladığı her türlü kötü fiillerin bütününü, şirk, zina, içki, kumar,
iftira…vs. genelleştirdiğimizde sonuç aynı. Çünkü bu yasaklanmış fiilleri
yapmak, haram hükmünü koyan otoriteye karşı baş kaldırma ve yasakları tanımama
anlamına gelir. O zaman asi olan ve karşı gelende mutlaka isyanının karşılığını
görecektir.
Allah elçilerinin örnek davranışları, sonraki nesiller
içinde bir uyarı, aynı zamanda yaşanmış bir tecrübe. Toplumları uyaran
uyarıcıların, önceki toplumların uyarı karşısında aldıkları tavır ve psikolojik
durumlarının dikkate alınıp, karşılaşacağı olumlu veya olumsuz durumlara
kendisini hazırlaması gerekiyor. Resulullah (a.s.) toplumunu uyardıktan sonra,
aldığı olumsuz cevaplardan dolayı üzülmüş, Allah o na, karşılaştığı tavırların,
kendisinden önceki elçilerinde karşılaştı tavır olduğunu ve yalanlandıklarını,
bu yüzden üzülmemesi gerektiğini, çünkü muhatabı olan insanların kullukta
denendikleri için, diledikleri zaman iman etme, diledikleri zaman inkar etme
hakları olduğunu, bu yüzden kendisine düşenin sadece uyarmak olduğunu
hatırlatmıştır. “Meyden halkına da
kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Şöyle demişti “Ey kavmim Sadece Allah’a kulluk
edin, sizin için O ndan başka ilah yok. Ölçüyü ve tartıyı eksiltmeyin, (bundan
dolayı) sizi bolluk içerisinde görüyorum. (Hileli çok mal edinmenizden dolayı)
Her şeyi içine alan bir günün azabının size gelmesinden korkuyorum. (Aklınızı
başınıza alın) Ölçmeyi ve tartmayı tam (adaletli) bir şekilde yapın, insanların
eşyalarına hileli yollarla el koyup ta, yeryüzünde fesadı yaygınlaştırmayın.
Eğer inanırsanız Allah’ın yanında olan (meşru olarak kazandığınız) sizin için
daha hayırlıdır. Ben sizin üzerinizde muhafız değilim.” Hud Suresi 84-87 Toplumlara
önderlik yapan liderler, uyarılara kulak asmayan insanların, o toplumda
çoğunluk halinde olması karşısında, ister istemez onları endişeye sevk ediyor.
Allah’ın koyduğu yasaklar (haramlar) bir toplumda yaygın halde kabul görüyorsa,
o toplum fesada (bozulmaya) uğramış demektir. Bunun anlamı hak, hukuk, insanlık
ve adalet ortadan kalkmış, güçlü olanlar güçsüzleri ezip, haklıların haklarını
alacak otorite ortada kalmayınca, Yüce Allah’ın değişmez sünneti hemen işlevini
yerine getirmeye başlıyor ve o toplumun haklıları da haksızları da Rablerinin
cezasına uğruyor (Enfal suresi 25.” İşte
o toplumlara önderlik yapan Allah’ın elçileri sünnetullah’ı çok iyi
bildiklerinden, korkuları toplumun bütünüyle yok olmaya aday olmalarıdır. Eğer
toplum kendini değiştirip yenilemezse Allah da onları bulundukları hal üzere
bırakır (Rad Suresi 11), ve bu durumda belirlenmiş sonuç da suçlu
toplumun üzerine hak olur. Medyen halkının Kur’an kıssalarında olumsuz olarak
anlatılması, geriden gelen toplumlar içerisinde aynı davranışları
gösterdiklerini, başlarına benzer cezaların geldiğini ve helak edildiklerini
Kur’an Kerim den okuyoruz.
Günümüzde üzerinde yaşadığımız dünyada, pek çok ulusların,
milletlerin başına gelen musibetleri, toplu olarak yok oluşlarını okuyor ve
seyrediyoruz. Bize göre bunlar Rabbimin kitabında belirttiği sünnetinin bir tecellisi.
”Sana bir iyilik isabet ederse o
Allah’tan, sana bir kötülük isabet ederse, o da kendi nefsinden.” (Nisa Suresi
79) Allah asla kullarına zulmedici değildir. Eğer insanlar kendilerine
bunca nimetleri lütfeden yaratıcılarına karşı nankörlük yapar, büyüklenerek
“bizim kendi gücümüz her şeye yeter,
başkalarına ihtiyacımız yok” diye ilan eder, yaşamlarından Allah’ı ve koyduğu
kuralları uzak tutarsa, Rabbimde koyduğu kuralları devreye koyar.”Eğer iman eder ve şükrederseniz, Allan ne
diye size azap etsin. Elbetteki Allah şükrün karşılığını bilen ve verendir.”
Nisa Suresi 147
Yaşadığı çağda, tevhidi mücadelesiyle Allah tarafından,
kendinden sonra gelen bütün insanlara örnek olarak gösterilen İbrahim a.s. ile
yazımızı bitirelim. “ Ben yüzümü yeri ve
göğü yaratana, ona şirk koşmadan yöneldim. Ben ortak koşanlardan değilim.
Kendisiyle tartışan kavmine dedi ki “Bana doğru yolu gösteren Allah hakkında mı
benimle çekişiyorsunuz? Ben sizin O na ortak koştuklarınızdan asla korkmam,
ancak Allah’ın bana bir şey dilemesinden korkarım. O her şeyi bilgisiyle
kuşatmıştır, hiç düşünmüyor musunuz? Ben sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan
niçin korkayım ki, siz, hiçbir kanıt indirmediği halde, Allah’a ortak koşmaktan
korkmuyorsunuz. (Şimdi düşünün ve cevap verin ey insanlar) İki ayrı gruptan
(İbrahim ile, ona karşı olanlardan) hangisi güvenilmeye daha layıktır?
Biliyorsanız söyleyin.” (Enam Suresi 79-81) Bizimde Rabbimizin bu sorusuna
cevabımızın, İbrahim a.s.dan yana olduğunu belirtmek imanımızın gereği, aynı
şekilde tevhid mücadelesini yapanlara selam olsun.
İlyas YORULMAZ
|