Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Reformcu İslam düşünürü Muhammed Şahrur:
İbn-i Rüşt'ün izinde
Muhammed Şahrur'un eseri, İslam dinini hem modern felsefeyle hem de doğa bilimlerinin rasyonel dünya imgesiyle uyumlu hale getirmek için kapsamlı bir çabadır. Şahrur'a göre, Allah adına yargılama yapmak, siyasal iktidar hesapları uğruna bir maskaralıktır. Reformist düşünürü Loay Mudhoon tanıtıyor.
M. Şahrur: "İslam'ın geleneksel mirası, eleştirel bir yaklaşımla yeniden incelenmeli ve yorumlanmalı" İslam söz konusu olduğunda reform kavramı birçok Müslüman tarafından toptan reddedilmektedir, çünkü onlara göre İslam "iyileştirmeye gerek olmayan" ve bu yüzden "reform"dan da geçirilemeyecek, esasen yetkin bir şeyi oluşturmaktadır. Ancak Suriyeli mühendis ve Kuran yorumcusu Muhammed Şahrur kendini ilk planda bir reform düşünürü olarak görüyor.
Şahrur kendini İslami "yenileyiciler" avangardının bir parçası olarak görüyor. Sadece tek bir Tanrı'nın, ama O'na giden birçok yolun olduğu bir bilgiye odaklanıyor. Şahrur reform çalışmalarına başladığı (yaklaşık 20 yıl önce) günden beri yüksek sesle ve yanlış anlamaya mahal vermeyecek bir tarzda, Müslümanların "İslam hukukunun otoritesine" ve vahyin metinsel anlamına boyun eğmeden, kendilerine asıl kıstas olarak ilahi hakikati kılavuz edinebileceklerini, savunuyor.
"Dini reformlar gereklidir"
Şahrur, makro politika bağlamında bir adım daha ileri gidiyor ve İslam kültürü ve dininin günümüzü koşullarına uygun bir teşhis temelinde, köklü bir eleştiriden geçirilmesini talep ediyor çünkü, Şahrur'a göre İslam ülkelerinde köklü dinsel reformlar yapılmadan temel siyasal reformlar da yapılamayacaktır.
Bu noktada Şahrur şöyle bir saptamada bulunuyor: İslam Arap dünyasında pratikte her şeyi belirleyen normatif güçtür. "Dinsel mirasın eleştirel bir gözle yeniden okunması ve yorumlanması gerekir. Kültürel ve dinsel reformlar siyasal reformlardan daha önemlidirler, çünkü her türlü seküler reformun ön koşulunu oluştururlar."
Tetikleyici olarak kolektif bilinç şoku
Muhammed Şahrur 11 Nisan 1938 yılında Şam'da doğdu. 1958 yılında Moskova'da başladığı inşaat mühendisliği eğitimini 1964 yılında başarıyla tamamladı. Ortadoğu'nun yapısının belirlenmesinde önemli rolü olan 1967 Haziran'ındaki Altı Gün Savaşı, Şahrur'un doktorasını önceden planladığı gibi Londra'da değil Dublin'de vermesine neden oldu çünkü, Altı Gün Savaşı Suriye ile İngiltere arasındaki ilişkilerin kopmasına neden olmuştu.
Şahrur'a göre, Arap dünyasının Altı Gün Savaşı'nın ağır bir yenilgiyle sonuçlanmasından sonra yaşadığı kolektif bilinç şoku, Arap kültürünün durumu üzerinde düşünmenin ve âşikar bir hale gelmiş bulunan iktisadi ve –özellikle– etik-entelektüel krizden çıkış yolları aramanın asıl tetikleyicisiydi.
Geleneksel İslami söylemin merkezi sorunları
Muhammed Şahrur, 1990 yılında yayımlanan ve kendi anlatımıyla üzerinde 20 yıldan fazla çalıştığı temel eseri "Yazı ve Kuran- Çağdaş Bir Okuma" kitabının önsözünde, geleneksel İslami söylemin temel sorunlarını teker teker sayıyor: Bu sorunlar, tanrısal metne bilimsel bir yaklaşımın eksikliğinden, fıkıh bilginlerinin savunmacı reflekslere takılıp kalmasından, epistomolojik bir sistemi İslami yöntemlerle temellendirip kurma yeteneksizliğine kadar uzanıyor.
Şahrur, Kuran metni hakkında söylenen ve yazılmış olan her şeyin, Hz. Muhammed'in hadisleri de dahil olmak üzere, tarihsel bir bağlam içinde yer aldığını kabul ediyor. Her halükârda o zamanlar Şahrur için kesin olan bir husus vardı: Egemen İslam anlayışı tanrısal vahyin gerçek ruhuyla apaçık bir çelişki içindeydi.
Şahrur, reform yapıtında sadece "vahyedilmiş metnin çağdaş bir okumasının" söz konusu olduğunu ve bunu yapmaktaki amacının da "aynı zamanda insani ve evrensel olan bir İslami tanrısallık teorisi formüle etmek" olduğunu açık ve net bir biçimde belirttiği halde; ortodoks İslam çevreleri Şahrur'un reformcu yaklaşımlarına yoğun bir karalama çabasıyla tepki verdi.
Ayrıca, beklenildiği gibi, Arap kitle iletişim araçlarındaki birçok yorumcu, peygamberin kişiliğini küçük düşürdüğü gerekçesiyle Şahrur'un yargılanmasını istediler. Şahrur'un kışkırtıcı görüşlerine yanıt olarak şimdiye kadar en az 19 kitap yayımlandı; bunların yanı sıra sayısız makale ve medyadaki konuşmaları da söz konusu.
Peygamberlik ve elçilik arasındaki fark
Şahrur'un mükemmel matematik-doğabilimsel anlayışı, kutsal kitabı çağa uygun bir tarzda okuma niyetinde, ona büyük bir destek oluşturuyordu. Ayrıca dilbilimsel araştırmaların modern yöntemlerinden de yararlanıyordu.
Özellikle, belirli bir dil düzeyinde eşanlamlı sözcükler bulunmadığı, aksine her ifadenin tamamen belirli bir anlam alanını kapsadığı bilgisi de ona yardımcı oldu. Şahrur bu kuralı Kuran'daki surelere uygulamaya başladı ve böylece, İslam hukukunda temelli bir yeniden düşünmeyi en azından kısmen haklı çıkaran sonuçlara vardı.
Şahrur, uyguladığı yöntemle İslam'daki el-kitab ve el Kuran gibi vahiy bağlamında o zamana kadar eşanlamlı olarak görülen temel kavramların her birinin, kendine özgü anlamları olduğunu ortaya çıkardı.
Şahrur'un kısa bir süre önce yayımlanan kitabı: "The Qur'an, Morality and Critical Reason" Kuran'ın her şeyi kapsadığı ön kabulü ve bilgisi, Şahrur'u Kuran'ın çağdaş bir okuması yolunda temel bir ayrım yapmaya yöneltti: Kuran'da "peygamberlik" (nubüvvet) ile "elçilik" (risale) arasında bir ayrım söz konusuydu. Peygamberlik tanrısal ve bu yüzden nesnel ve mutlak geçerli doğa yasalarını betimliyordu; elçilik ise, onlara uyup uymamanın insanın tercihine bağlı olması açısından öznel geçerliliğe sahip olan, normatif belirlemeleri içeriyordu.
Şahrur'un Kuran incelemesi sonucunda elde ettiği bir başka belirleyici bilgi kazanımı ise, bu modern incelemenin, İslam için temel önem taşıyan Müslüman kavramının yeni bir anlayışına yol açmasıydı. Şahrur, Kuran'da Müslüman denilince, Tanrıya ve kıyamet gününe inanan, iyi işler yapan bir insanın anlaşıldığı sonucuna varıyor.
Varlık ve Oluş
Şahrur Kuran metnine dayanan bir felsefe geliştiriyor: Ona göre iki temel kategori bulunuyor: "Varlık" (kaynuna) ve "oluş" (sayrura). Birincisi tanrısaldır ve mutlaktır, ikincisi insanidir ve görelidir. Varlık, Allah'ın Muhammed'e vahiyde ilettiği ve Kuran'da yazılı olan sözleriyle temsil edilir. Allah'ın kitabı "kendi içinde varlık"ı oluşturur, geri kalan her şey ise "oluş"tur.
Bu yüzden ilahi metnin anlaşılması da sürekli bir oluştur. Şahrur bu yüzden "metnin sabitliği ve içeriğin hareketliliği"nden yani metin ile içerik arasındaki diyalektikten söz ediyor. Şahrur'a göre Kuran metni kendi içinde kapalı ve yetkindir.
Ayrıca Şahrur, Kuran metni hakkında söylenen ve yazılmış olan her şeyin, Hz. Muhammed'in hadisleri de dahil olmak üzere, tarihsel bir bağlam içinde yer aldığını kabul ediyor. Ancak, Kuran metni tarihsel değildir. Elbette Kuran ayetlerinde talimatlarla yasalar arasında bir ayrım yapmak gerekir. Kuran metninin yasa değil de talimat içerdiği her durumda, metnin tarihselliğinden söz etmek uygundur.
Yalnızca Allah'ın sözü mutlaktır
Şahrur'un Kuran'ın işlevi hakkındaki tanımlaması, İslam bilginleri arasındaki egemen görüşten farklı değildir. Buna göre, Kuran "kitapların mührünü" oluşturur, yani üç kitap (ehl-i kitap) dininin sonuncusu ve nihai olanıdır.
Kuran Allah'ın mutlak hakikatini içerir. Ancak bu hakikat insanlar tarafından sadece göreli olarak anlaşılabilir. Bu yüzden belirli bir zamana ait her Kuran kavrayışı –yorumu- yalnızca o zaman için geçerli olabilir.
Şahrur zamana bağlı Kuran kavrayışına uygun olarak, Peygamberin sünnetini İslami kuralların ilahi kaynağı olarak görmüyor. Çünkü Hz. Muhammed gerçi Allah'la özel bir yakınlık içindeydi, ama 7. yüzyılın Arap kültürüyle ve bu kültürün bilgi seviyesiyle belirlenmiş olan sıradan bir insandı. Ayrıca Şahrur'a göre Hz. Muhammed sünnetin değil Kuran'ın kayıt altına alınmasını emretmişti.
Şahrur, Kuran'da yer alan ve normatif geçerliliğe sahip olan tüm önermelerin, zamanın koşullarına bağlı olarak kavranmaları gerektiği tezini ısrarla savunuyor. Böylelikle Şahrur Peygamberin sünnetini ve hadisleri İslam hukukunun ikinci buyurucu kaynağı olarak gören İslami yargıyla kaçınılmaz bir biçimde şiddetli bir çatışma içine giriyor.
Şahrur'a göre burada "varlık" ile "oluş" arasındaki sınırlar içiçe geçmiştir, çünkü fıkıh kurucuları, Peygamberin sünnetini aktaran ve 7. yüzyıldaki Abbasi iktidarı zamanında sabitlenen hadisleri, İslam hukukuna temel almışlardır.
Fıkıh kurucuları, hadisleri sorgulamak yerine, Peygamber'in ve dört halifenin yaşadığı çağı idealize etmişler ve böylelikle ilahi bir yasama olarak kabul etmişlerdir. Böylelikle bütün soruların, Hz. Muhammed'in yaşamından kıyas yoluyla yanıtlanabileceğine inandıkları için, özgür karar mekanizmalarının yolu ne yazık ki kapanmıştır.
Sınırlar teorisi
Şahrur başka bir açıdan da şeriat hukukunu, bu hukukun birincil kaynağını oluşturan Kuran hakkında söyledikleriyle de eleştiri kıskacına aldı. Şahrur, Kuranda yer alan o zamana kadar normatif geçerliliğe sahip olan tüm önermelerin, zamanın koşullarına bağlı olarak kavranmaları gerektiği tezini ısrarla savunuyor.
Bu öncülden yola çıkarak ilahi davranış normlarına yaklaşımda evrensel bir çözüm olarak bir "Sınırlar Teorisi" geliştirmişti. Şahrur sınır (hudud) kavramından, geleneksel İslami yorumdaki gibi Allahın "buyrukları"nı değil, daha ziyade onun tarafından konulmuş sınırları anlıyor.
Şahrur'a göre İslam bir hukuk sistemi inşa etmiyor; yalnızca insanın yargıya varması için ihtiyacı olan olan özgürlüğün sınırlarını belirliyor. Geçerli İslam hukukunun katı yapısı, Kuran'ın esnekliğiyle çelişiyor.
Buna göre Allah Kuran'da sözü edilen tüm insan davranışları için bir üst ve bir alt sınır koymuştur; alt sınır ilahi yasanın özel bir durumda buyurduğu şeyin minimumunu, üst sınır da maksimumunu oluşturmaktadır.
Şeriat, cezaların aşamalı olarak düzenlenişiyle büyük ölçüde esnekleştirilecektir ve gerçek cezanın ölçüsü insanın değerlendirmesine göre saptanacaktır.
"Sınırlar Teorisi"ne örnek olarak hırsızlık için verilen cezadan söz edilmektedir: Şahrur'un anlayışına göre, Kuran'ın Maide Suresi'nin 38. ayetinde sözü edilen, ellerin kesilmesi, verilebilecek yegâne ceza değil, en yüksek cezadır. Şahrur'a göre yargıçlar suçluyu, kamu yararına gönüllü çalışma cezasına da çarptırabilirler.
İslamın politikadan arındırılması
Şahrur "Sınırlar Teorisi" ile şeriatı evrensel demokrasi ve insan hakları düşünceleriyle bağdaşabilir kılıyor. Çünkü iki sınır arasında yer alan ceza yasası, demokratik olarak seçilmiş meclislerin karar verme yetkisi içinde yer alıyor.
Şahrur, Allah'ın buyruklarını sınırlar olarak kavrayışıyla, yasama için "yüz milyonlarca olanağın" açıldığını düşünüyor. Ayrıca, devlet ile din arasındaki ayrımın zorunluluğunu vurgulayarak, İslam'ın tamamen politikadan arındırılmasını talep ediyor.
Şahrur, İbn-i Rüşd'ün vahiy ve aklın birbirleriyle çelişmedikleri, aksine birbirlerini tamamladıkları yolundaki mesajını yeniden hayata geçirmek istiyor… Böylelikle aydınlanmacı Şahrur İslamcılığa taban tabana zıt bir görüşü savunuyor. Şahrur'un yapıtı, İslam dinini hem modern felsefeyle hem de doğa bilimlerinin rasyonel dünya imgesiyle uyumlu hale getirmek için kapsamlı bir çabadır.
Şahrur'un burada yalnızca ana hatlarıyla tanıtılan argümantasyonunda, hukuk kaynaklarının kavranılmasının tarihsel göreliliğini, ilk planda nesnel zorunluluklarla değil daha ziyade İslami teolojiden yola çıkarak temellendirmesi hususu dikkat çekicidir.
İslami temellere dayanan köklü eleştirileriyle bu tartışmalı İslam yorumcusu, en keskin ama aynı zamanda en verimli eleştirinin de birçok durumda sisteme içkin olduğunun en iyi kanıtını oluşturuyor.
İbn-i Rüşt'ün mesajını yeniden canlandırmak
Şahrur'un tezleri ve bu dünya dininin teorik koordinatlarını yeni bir temellendirilişini ya da yeniden yorumlanışını oluşturma çabaları, gayretkeşlik izlenimi uyandırsalar ve şimdilik yalnızca sınırlı ve ağırlıklı olarak entelektüel donanımlı bir kitleye ulaşsalar da, dikkat çekici görüşleri temelinde İslam içindeki reform tartışmasının yeniden canlandırılmasına katkıda bulunuyorlar.
Dünya çapında etkili bir müftü ve uydu televizyon kanalı El Cezire'nin sürekli konuğu olan Şeyh Yusuf El Kardavi'ye Şahrur'un yapıtları ve İslam dünyası için taşıdıkları önlem hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, bu kudretli TV vaizi, özlü ve çok şey söyleyen bir yanıt vermişti: "Bu yeni bir dindir!"
Şahrur, İslam'daki her türlü hiyerarşi oluşumunu, sadece insan tarafından yapılan şeyler oldukları için kesinlikle reddetse de, gerçeklikten metafizik alana her kaçışı bir felaket olarak kavrayan, tamamen katı bir rasyonalist de değildir.
Şahrur elbette İslam'ı yeniden icat etmek istemiyor; daha ziyade İbn-i Rüşt'ün (Averroes) zaman ötesi, vahiy ve aklın birbirleriyle çelişmedikleri, aksine birbirlerini tamamladıkları yolundaki mesajını yeniden hayata geçirmek istiyor.
Loay Mudhoon
|