Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Tanrı kavramı, insanlığın eşyaya anlam vermesinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Bunu ilk anlamlandıranın da ilk peygamber olan kişi Âdem olmuştur.Ben "ruh vermenin" can verme değil bilgilenme süreci olduğunu,"ademe isimleri öğretti" ile ifade edilenin ise insanın bilgilenme sonrası konuşabilmesi,anlaşabilmesi süreci olarak görüyorum.Kuran her oluşumu Tanrısallıkla ifade ettiği için bu arayışları insana rağmenmiş gibi göstermiştir.
Bu girişi insanlığın gittikçe zihinsel bir evrimden geçtiğini söylemek için yaptım. Asıl anlatmak istediğim, insanlığın ortaya çıkışından beri özellikle zihinsel olgunlaşamaya doğru gittiğidir. Bunun için insanlığın son birkaç bin yıla kadar yani yazının bulunmasına kadar bir bebeklik dönemi yaşadığını düşünüyorum. Bunun için bebeklik döneminde Tanrısal bir arayışı bırakın, Tanrının bilinmesinin bile mümkün olmadığını düşünüyorum. Nasıl bir insan bebeklik döneminde bir şey anlamıyorsa insanlık da anlamamış ve sorumluluk içinde yaşaması gerektiğine dair bir mesaja maruz bırakılmamıştır. Yani imtihan dahi edilmemiştir.
Ben âdem ile ifade edilen ilk peygamberin bebeklikten çocukluk dönemine geçişin ifade edildiğini düşünüyorum. Nasıl kişi bebeklikten çocukluğa geçişte konuşmaya başlıyor ve eşyaya anlam vermeye başlıyorsa insanlık da böyle olmuştur. Âdemden Hz. Muhammed’e kadar geçen ve tahminen 5000–6000 yıl sürdüğü düşünülen zaman sürecinde ise insanlığın 6–12 yaşlarındaki çocukluk dönemini yaşadıklarını düşünüyorum.
En azından bir kısım bilge, peygamber, filozof, tanrı-kralların hanedanını bir tarafa bırakırsak geri kalan ve belki insanların %95 ini oluşturan kişilerin günümüzdeki 6-12 yaşları arasındaki çocuklar statüsündedir. Bir çocuk eğitilmek, nasıl davranacağını bilmek için yetişkin olan anne ve babasına veya okula nasıl ihtiyaç duymuşsa aynen insanlık da neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmek için peygamberlerin eğitimine ve yol göstermelerine ihtiyaç duymuşlardır.
Buna bakarak dinlerin insanların çocuk döneminden kalan bir gerçeklik olduğunu insanlığa ergenlik döneminde kurallar bağlamında gerekmeyebileceğini düşünmek mümkündür. Çünkü eğer din devamlı yeni kurallarla beraber insanların hayatlarına müdahale etseydi peygamberlik görevinin 1400 yıl öncesi kesilmesi anlamsız olurdu. Peygamberlik görevinin 1400 yıl önce bitirildiğinin söylenmesi, insanlığın artık özel bir eğitimciye gereğinin olmadığını ve kendi aklı ve yetenekleriyle gerçekleri bulabileceğinin ifadesidir.
O halde Tanrının bir mesajı olarak bilinen bir kitapta insanların nasıl bir sosyal hayatı yaşayacaklarına dair kuralların bulunması son derece yerinde ve tanrısal varlığın bir özelliğidir. Ancak sorun olan bu yasa ve kuralların devamlı sabit olduklarını düşünmektir. Çünkü son din bile, kural ve kaidelerinin sadece formatını çizmiş gerisini insana bırakmışlardır. Fakat İslam dünyasında içtihadın yasaklaması sonrası gerileme dönemine girildiği için tüm kurallarının her zaman her yerde geçerli olacağı anlayışı ortaya çıktı.
Bu durum islamın da kurallarının tarihsel ve yerel olduğunu sonraki dönem insanları için bağlayıcı olmadığını, ancak hüküm çıkartırken kendilerine bu formların model ve örnek olabileceklerini göstermektedir. İslamın son din olması sosyal hayatı ve insan hayatı için getirmiş olduğu 1400 yıl önceki kurallarının evrensel olması değildir. İslamın evrensel olması demek, insanlığın artık 1400 yıl önce itibariyle evrensel kuralları meydana getirebilecek ve ortak akıl etrafında bir araya gelecek evrensel formlara sahip hale geldiği demektir.
Bu formları bulmak çok önemli..Bu formları bulduğumuz zaman evrensel olanların gerçekte hiçbir zaman insan hayatında değişmez olan gerçekler(sevgi,yardımlaşma,tanrıya karşı sorumluluk duygusu) olduğunu gerisinin tarihsel olduğunu göreceğiz.İslam’ın evrensel öğretileri aslında tüm insanlığın vicdanının razı olduğu öğreti ve uygulamalar demektir.Ama bugün islamın recim uygulaması,onun evrensel uygulamasına bir örnek olarak getirilmektedir.
İnsanlık elbette ilerlemeli ve elinden gelen her türlü yenliğe açık olmalıdır. Gerekirse kendi kurallarını oluşturmalı ve hayatının değişimine bağlı olarak kuralları da yenilemelidir. Ancak insanın ”Ben Tanrıya gerek görmüyorum. Her işimi ben yaparım. Bana ders vermesine ihtiyaç yok” tipinden söylemler geliştirmesi yanlıştır. Bu durum ergenlik yaşına kadar ebeveyn ve okulun denetiminde büyüyen bir delikanlının onları dışlaması gibidir.
Oysa insan hiçbir zaman sonsuz bir ilme ve güce sahip olmayabileceğine göre ve her zaman iyilik ve doğruluk insanların lehine olacağına göre kendi Tanrısına en azından teşekkür pozisyonunda olması gerekiyor. Bu Tanrı için değil, kendisi için bir gereksinimdir. Böyle olmadığı zaman toplumsal düzen bozulur. Tanrıyı hayatlarından çıkarmış insanlığın hali ortada… Her şeye rağmen bir vicdani sorumluluğa ihtiyaç duyuluyor. İnsanı hayvana benzetmek için çok uğraş verilmesine karşı başarı elde edilemiyor.
|